20 Ekim 2022

,

Kapitalizm ve Sosyal Adalet: ABD’de Floyd Gösterileri



1968’de, Avrupa’nın öğrenci isyanlarına tanıklık ettiği bir dönemde, İtalyan Marksist yönetmen, romancı ve şair Pier Paolo Pasolini, öğrencilere hitaben bir şiir kaleme aldı. Şair orada, lafını hiç esirgemeden, öğrencilere şunu söylüyordu:

“Dün Valle Giulia’da polislerle
kavga ederken
Ben polislerin safını tuttum!”

Devamında bu sözünü açıklayan Pasolini, polislerin yoksul ailelerden geldiğini ve sistem eliyle insanlıktan çıkartıldıklarını söylüyordu:

En kötüsü de
Ayda altı dolar alan bu polislerin
içine düştükleri psikolojik durum.
Yüzlerinde ne bir gülümseme,
ne de dünyada bir dost kalmış geride
eşi benzeri görülmemiş bir dışlanmışlık
yapayalnızlık
insani vasıfların kalmadığı bir aşağılanmışlık.
Onlardaki nefret, kendilerinden nefret edilmelerinin bir sonucu.

Pasolini, alaycı bir ifadeyle öğrencilere saldırıyor:

“Kurum olarak polis konusunda hemfikiriz.
Ama öfkelenecekseniz, hukuk sistemine öfkelenin.”[1]

* * *

Polisin Mali Kaynaklarının Kesilmesi Talebinin Anlamı Ne?

ABD’de polis şiddetine karşı hâlen devam etmekte olan hareket bağlamında polis gücünün mali kaynaklarının kesilmesi ve bu gücün dağıtılması önerisi, epey dillendirildi. Daha özgürlükçü bir gelecek isteyen birçok insan, bu öneriyi alkışladı. Öneri, Hindistan’daki solun ve liberal çevrelerin içerisindeki eğitimli kesimleri bile etkiledi.

1968’de olduğu gibi bugün de bir kez daha zayıflamış devletin erdemlerine vurgu yapanlarla harekete net bir ajanda temin edip anlam kazandırmak için uğraşan, onu somut taleplerle ilişkilendiren kesim arasında belirgin bir yakınlaşmaya tanıklık ediyoruz. David Harvey’nin ortaya koyduğu biçimiyle, neoliberalizm konusunda ilk başta oluşan konsensüs ile düşünsel güç, benzer türde bir yakınlaşmadan kaynaklanmıştı.[2]

Tabii ne 1968’deki kalkışma ne de bugün gördüğümüz tüm hareket, sesi çok çıkan bu türden faillere indirgenebilir. Son Floyd olaylarında bu failler, sistemle polis reformları konusunda müzakere yürüttüler, bu talebi Demokratlar dile getirdiler, öte yandan aynı failler, her konuda Trump’ı suçlamayı ihmal etmediler.

Aslında Trump ve sağcı taraftar kitlesiyle sol liberaller, birbirlerini tamamlıyorlar. Trump ve kitlesi, her yerde anarşistlerin ve komünistlerin komplosunu ve kapitalizm karşıtlığını görüyor, bunların Amerikan değerlerini ve kurumlarını yok ettiğini düşünüyor, bu sebeple, yapılan gösterilerde hep şiddet olaylarına vurgu yapıyorlar.

Liberaller ve sol ise gösterilerin, kurumların muhafazakâr, hatta faşist unsurların eline geçmesine mani olan Amerikan değerlerini teyit ettiğini düşünüyorlar. Liberaller ve sol, şiddeti önemsiz gösteriyorlar, hatta bazen eylemlere sızan sağcıları şiddet uygulamakla suçluyorlar. Dolayısıyla, her iki söylem de Amerikan değerleri ve temel kurumların kutsallığına asla halel gelmiyor.

Görünüşte radikal gibi görünen polisin mali kaynaklarının kesilmesi, hatta lağv edilmesi önerisi, belki de o kadar esaslı bir öneri değildir. Özel güvenlik kurumlarının sayılarının arttığı, şehirdeki toplumun kendi işlerini yönettiği koşullarda, devletin kullandığı resmi polis gücünün giderek demode olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Business Insider sitesi için yazılar yazan, iş dünyası uzmanı iki ünlü gazeteci, Capitol Hill Özerk Bölgesi’ni selamladı, takdirle karşıladı ve Trump’ın bu türden bölgelere yönelik suçlamasının mesnetsiz ve yanlış bir cevap olduğunu söyledi. Devamında yazarlar şunları söylediler:

“Siyahların Hayatı Önemlidir’in davasına ister inanın ister inanmayın, herkesin bu sınava tabi tutulmaya devam etmesini istemelisiniz. Floyd gösterilerinin bize gösterdiği bir şey varsa o da Amerika’nın kolluk kuvveti, mevzuat ve toplumun örgütlenmesi konusunda yeni modellere ihtiyaç duyduğu gerçeğidir. CHÖB ufak bir gösteridir sadece. Silâhlı polisin, polis otolarının, her köşede memurun olmadığı bölgelerin yaratılması için binlerce deney yapılmalı. Bu deneyleri yapalım. Binlerce CHÖB’ümüz olsun!” [3]

Polis gücünün lağv edilmesi muhteşem bir fikir, fakat eşitliksiz bir sistemde bu fikri uygulamak ne tür bir anlama sahiptir? Polislik, bu tür bir sistemin doğal bir ihtiyacı mıdır? Bu sistemin kendisi sorgulanıyor mu yoksa sadece polislik faaliyetinin belirli bir “yabancılaşmış” biçimine yönelik bir öfke mi söz konusu?

Bir toplumdaki içsel hiyerarşiye dokunmadan insanları yetkili ve kudretli kılmak, sadece tepedekilerin daha fazla güç biriktirmesini sağlar. Polisin lağv edilmesi, bu senaryo dâhilinde toplumu polislik faaliyetini içselleştirmeye mecbur eder, böylelikle hükmü kudretli olan verir. Kudretse her zaman kudretliye aittir. O, kudretin sadece kişileşmiş hâlidir.

Tam da bu sebeple Trump destekçileri ve Fox News dışında ABD’de bu türden radikal önerilere kimse kızmaz.

Bakış açımız, farklı sosyokültürel (üstyapısal) güçlükler karşısında aldığımız konuma bağlıdır. Bu güçlüklerle kapitalist sınıf ilişkilerinde yapısal stresin birikip zirveye ulaştığı noktada yüzleşilir.

Dolayısıyla asıl sorulması gereken şudur: Floyd gösterileri, sadece dile getirilen farklı taleplerle mi yoksa anlamamız gereken, Amerikan toplumunda olup biten daha büyük bir şeyle mi ilgilidir?

Kapitalizm, yüzleştiği toplumsal bir hareketin yol açtığı krize göre kendisini yeniden düzene sokar. Bu yeniden düzene sokma işlemine katkıda bulunan yollardan biri de hareketi acil taleplere doğru kapatmaktır. Hareketin örgütlenmesi için talepler hayati önemdeyse de onu taleplerin verili gerçekliğine indirgemek aptalca bir adımdır, aynı zamanda bu adım, talepleri meta fetişizminin bir sonucu olarak şeyleştirir, yani toplumsal ilişkileri bir şey oluşuna ait sınırlara hapseder, bu da kapitalist yeniden üretime sadece ideoloji değil, maddi düzeyde de katkıda bulunur.

Böylece kapitalist devlet, sistemin asli arabulucusu olarak görülür ve bu hâliyle meşrulaşır. Oysa bir hareket, dile getirdiği talepleri aşan, toplumsal ilişkilerle ilgili bir olgudur.

Bugün ABD’de esasen belirli bir olaya tepki gösterilmemekte, bu toplumsal ilişkilerin anormalliğini açığa vuran olay, basit bir vaka düzeyine çekilmektedir.

Polisliğin Politik Ekonomisi ve Floyd Gösterileri

Görebildiğimiz kadarıyla, Floyd olaylarında halkla ilişkiler açısından şirketlerin Amerika’sının başına talih kuşu kondu. Amazon, Instacart ve GrubHub gibi pandemi döneminde emtia dolaşımı için önemli hâle gelmiş olan teslimat şirketleri, işçi sınıfı ile çatışma içerisine girdi. “Bu gösteriler sayesinde derin nefes alan şirketler, sınıfla yaşanan çatışmadan kurtulmak için bir çıkış kapısı ararken şirket yanlısı ırkçılık karşıtlığı imdada yetişti. Siyahların Hayatı Önemlidir, ücret, kişisel koruyucu ekipman ve kaliteli sağlık hizmeti talep etmediği ölçüde, ön plana çıkartıldı.”[4]

Ama gene de bu türden çarpıcı eylemler, tek başına Siyahların Hayatı Önemlidir hareketinin militan siyahilere ait liberal taleplere indirgenemezler, çünkü her şeyden önce polis sorunu salt ırk açısından ele alınamaz.

Irksal eşitsizlik, Amerikan toplumuna damga vuran eşitsizliklerin önemli bir boyutudur. Bu olgunun sahip olduğu istatistiksel önemi ABD’deki hapis pratiği ve polis şiddeti ortaya koyar. Açıklaması kendi içinde olan bir olgu değildir bu. O, politik ekonomik süreçlerle derin bağlara sahip bir olgudur.

“Polis cinayetlerinin yüksek oranlarda seyrettiği eyaletler bize polis şiddetiyle ilgili yürütülen tartışmanın merkezine neyin konulması gerektiğini söylemektedir: Polis şiddeti, intikamcı kapitalizmin ürettiği işsizlerin ve marjinal kesimin kontrol altına alınıp ezilmesine dönük zorunluluğun doğurduğu bir polislik anlayışının ürünüdür.”[5]

Marksist çerçevede “istihdam sürecindeki belirsizlik ve düzensizlik, emek fazlalığının sürekli ortaya çıkışı ve bunun uzun süreli oluşu, nispi artık nüfusa ait semptomlardır.”[6] İşçi sınıfı içerisinde yer alan marjinal ve işsiz kesimin giderek büyümesiyle birlikte nispi artık nüfus ve ona ait farklı biçimler meydana gelmiştir. Bu nüfus, yüzergezer, gizli, durağan gibi biçimler almaktadır. “Yoksulluk alanında aktif emek ordusu, karşısında endüstriyel rezerv ordunun ağırlığını bulmaktadır.”[7]

Bu giderek artan nüfus, kapitalist birikim için kontrol altında tutulmalı, böylelikle ucuz emek temin edilmeli, mevcut olan emek daha da ucuzlamalı. Ama öte yandan bu nüfus, üretken bir biçimde, hemen ele alınmazsa, tehlikeli ve yıkıcı bir güç hâline gelebilir. Polis şiddetindeki artış, bu nüfusun artan faaliyetlerine dair bir kanıt olarak görülebilir. Hapishaneye tıkma ve polislik üzerine kurulu rejim, söz konusu nüfusun enerjisini kontrol altına alma, ezme ve üretken kılma noktasında zaruridir.

Ruth Gilmore, Golden Gulag [“Altın Gulag”] isimli çalışmasında “fazla toprağın, sermayenin, emeğin ve devlet kapasitesinin hapishanelere tıkılıp nasıl işlemez hâle getirildiğini ortaya koyuyor.” 1982’den bu yana Kaliforniya eyaletindeki hapishane sisteminde tanık olduğumuz olağanüstü büyüme, “yeni ilişkiler geliştirmek, zaten varolan kurumların içerisinden yeni veya yenilenmiş kurumlar çıkartmak” gibi radikal tedbirler talep eden aşırı birikim sürecinin damgasını vurduğu Amerikan emperyalizminin altın çağında görülen krizin çözümünün bir parçası olarak ele alınabilir.[8] Doksanların sonundan beri Gilmore ve Angela Davis gibi isimler, kendilerinin “Hapishane-Endüstri Kompleksi” adını verdikleri yapıya karşı yürütülen çabaların örgütlenmesi sürecine dâhil oldular.[9]

Floyd gösterilerinde de gördüğümüz kitlenin içerisinde pandeminin çilesine çeken, devletten yeterince yardım alamadan bir göz odada kalan binlerce insan vardı. Dolayısıyla bu gösteriler, aynı zamanda kitlesel işten çıkartmaların, aşırı yüklenmeye rağmen ayakta kalmaya çalışan aşevlerinin önündeki kuyrukların, yakın gelecekte pamuk ipliğine bağlı işini kaybetme korkusuyla boğuşmanın bir sonucu olarak görülebilir. Her yerde gördüğümüz yağma olayları, belki de bu çileli sürecin bir sonucudur.

Eskiden gettolardaki isyanlarda gördüğümüz sahnelerden farklı sahnelere tanıklık ettik. Bugün yağma eylemlerinde farklı kuşaklardan ve ırklardan insanlara rastlıyoruz. Bu insanlar, şehir merkezlerine saldırıyorlar, mağazaların olduğu merkezi mahallelere yöneliyorlar. Bunlar, “Amerikan rüyasının ikincil zararı ve birer hata olarak görülen, sürekli gözetlenen, taciz edilen, suçlanan, tutuklanan, hapse atılan tüm ırklara ve etnik gruplara mensup en mülksüz kesimler.”[10] Kanun korumasındaki, kanun yapan güçler, sadece taleplerde kullanılan dili idrak edebiliyorlar, oysa artık derekesine düşürülmüş, fazlalık görülen insanlar, hiçbir şey talep etmiyorlar, doğrudan eyleme geçiyorlar.

Neoliberal Sosyal Adaletin Ötesi

Amerika’daki ırkçılık karşıtı hareket içerisinde hegemonik güce sahip, baskın eğilim, “neoliberal sosyal adaletin dile getirdiği önermeyi kabul ediyor.” Bu eğilim, yegâne sosyal adalet ölçütü toplumdaki iyilerin ve kötülerin dağılımındaki eşitsizliğe muhalefet olan “sol neoliberalizm” içinden çıktı. İyilerin ve kötülerin eşit dağıtılması ülküsü ise kapitalist piyasa güçleri ırk (ve diğer kimliklere ait) hat boyunca eşitlikçi olduğu sürece, o güçlerin ortaya koyduğu sonuçları doğallaştırıyor.”[11]

Bu, bize temsil, tanınma ve yeniden dağıtım hedefiyle yola koyulmuş hareketlerin sınırlarını, aynı zamanda neoliberalizmle sosyal adalet ülküsünün nasıl uyuştuğunu anlamamız için önemli bir ipucu sunuyor. Bu yaklaşım üzerinden, Hindistan gibi ülkelerde sosyal adaletin güvence altına alınmasıyla ilgili kanun ve politikalara sıklıkla neden saldırgan bir biçimde uygulamaya konulan neoliberal ekonomik reformların eşlik ettiği sorusuna cevap bulmak mümkün.

Kapitalizmin tarihi gösteriyor ki, kapitalizm, farklılaştırma ve katmanlara ayırma süreci üzerinden kapitalist birikime ait dinamiklerde hayati öneme sahip olan toplumsal coğrafyayı eşitsiz kılıyor. İşbölümünün kapsamının genişlediği ve yoğunlaştığı düzleme farklı kesimleri farklı şekillerde dâhil eden kapitalizm, bu süreçte değer transferini güvence altına almanın yanında, emtianın dolaşımını hızlandırıyor.

Kapitalist gelişme, bu türden bir yöne sahip. Bu yön dâhilinde kapitalizm, toplumsal yapıların farklı düzeylerinde kendisini gerçek kimlikler arasındaki eşitsizliklerde, güvencesizlik ve kaygı düzeylerinde, ayrıca politikalarda ortaya koyuyor. Toplum içi farklılaştırma, ayrıştırma, katmanlara bölme girişimi sayesinde sadece asayişi değil, tüm sistemi tehdit eden, sermayenin karşısına sınıfın dikilmesi ihtimalini savuşturma veya bu sürecin önünü alma imkânını buluyor.

Basit bir ifadeyle, kimlikler, yatay düzlemde bölünüyorlar, dikey düzlemde (yeniden) bütünleniyorlar. Bu yaklaşım, bizi temsil ve tanınma temelli politika ile yeniden dağıtımı esas alan ekonomi anlayışının ötesine bakmamızı sağlıyor. Neticede tüm toplumsal çelişkiler, salt yönetim, mühendislik ve istatistikle alakalı bir sorun hâline geliyor. Buradan da belirli değişkenlerde küçük değişiklikler yapmanın çözüm getireceğine inanılıyor. Gerekli olanın bu türden değişiklikler olduğu düşünülüyor. Sistemi kurtarmanın en iyi yolu olarak sistemin yol açtığı, her yerde görülen sorun konusunda bireyleri veya bazen de belirli kurumları suçlamak görülüyor.

İnsanlar, bu şekilde Pasolini’nin de tespit ettiği biçimiyle, her yerde (farklı şekillerde ama kesin olarak) belirli bir “bütünlüğe” (kendilerini dilsel ve dil dışı iletişim kanalları üzerinden ifade ettikleri “anlambilimsel alanlar”a) ait kılınıyorlar. Burjuvazi, insanlığın temel koşulu hâline geldiği noktada “burjuva dağınıklık aşaması”na bu şekilde geçiliyor. “Bu dağınıklığın ve bozulmanın içine doğanlar, metafizik boyutta onun dışına asla çıkamıyorlar. Her şey oracıkta bitiyor.”[12]

Peki ama böyle mi gerçekten?

Irkçılık deneyimini, buna bağlı olarak, sınıfın kuşatılmış herhangi bir kesiminin ortaya koyduğu deneyimi inkâr edebilir miyiz? Bu türden deneyimler, sınıfın politikası için önemli değiller mi? Irkçılık, salt kendi şartları dâhilinde idrak edilemez, siyahi proleterlerin yüzleştikleri tüm sorunlar da ırkçılığa indirgenemez, ama sınıfın her zaman toplumsal ilişkilerin bu türden özel jeokültürel biçimleri üzerinden ortaya çıktığı gerçeğini inkâr edebilir miyiz?

Bu türden biçimler, sinen, çökelen, yerleşikleşen bir niteliğe sahipler. Bu da sınıf ilişkilerinin ve sınıf mücadelesinin dinamikleriyle ilgili bir mesele. Fakat bu dinamikler, sadece bu biçimlerin ortaya koydukları deneyimler içerisinde kavranamazlar. Katmanlara ayrılma sürecine karşı mücadele görmezden gelinemez. Kesimler, katmanlar arasındaki çatışmaları ideolojik planda görmezden gelen bir birlik anlayışı, dışsal kalacak, sadece kendisini dayatmakla gün geçirecektir.

Kapitalist birikimi rekabet ve hiyerarşi yoluyla ayakta tutan farklılaşma ve katmanlaşma sürecinin mantığını redde tutmak için gerekli zemin hâline geldiği vakit kimlik bildirimi, devrimci bir olguya dönüşür. Ardından bu kimlik bildirimi, tüm kimliklere karşı ve onların ötesinde bir kimlik dışılık tahayyül etmek için tanımlanmanın mantığına karşı çıkmak için yapılır, kimlik temelli uyum süreci için değil. Diğer yandan, pozitif kimlik bildirimleri, gücün biriktiği süreçle ve gücün kendisiyle uyuşmaktan başka bir işe yaramazlar. Sosyal adalet de zaten sermayenin mantığında bundan başka bir anlama sahip değildir.

Ne var ki ezilen kimliklerin her türden bildirimi, her daim kapitalizmi ayakta tutan emekçilerin sınıflanıp derecelendirildiği sistemin istikrarını bozmak adına, ırkçılığa, kastçılığa ve diğer türden katmanlaşma süreçlerine karşı çıkan proleter sınıf denilen kimlikçilik karşıtı öznenin açığa çıkma ihtimalini bağrında taşır. Floyd gösterilerinde yağma ve kundaklama eylemlerinde aranıp bulunması gereken, tam da bu öznedir. Bu proleterler, hiçbir amaca hizmet etmedikleri için, onları azarlama gereği bile duymayan kesim tarafından göz ardı ediliyorlar.

Pratyuş Çandra
19 Haziran 2020

Dipnotlar:
[1] “Il PCI ai Giovani” (“İKP’den Gençlere”), Pier Paolo Pasolini. 1972 [2005]. Heretical Empiricism içinde. Çevirenler: Ben Lawton & Louise K. Barnett, New Academia Publishing, s. 150-158.

[2] David Harvey. 2005. A Brief History of Neoliberalism. Oxford University Press. (2. Bölüm, “Rızanın İnşası”).

[3] David Plotz & Henry Blodget, “We Need More Experiments Like Seattle’s Police-free”, Business Insider (13 Haziran 2020). Erişim tarihi: 15 Haziran 2020. İtalik bana ait.

[4] Cedric Johnson, “The Triumph of Black Lives Matter and Neoliberal Redemption”, (9 Haziran 2020). Nonsite.

[5] Adolph Reed, Jr. 2016. “How Racial Disparity Does Not Help Make Sense of Patterns of Police Violence” (9 Haziran 2020). İtalik bana ait. Nonsite.

[6] Karl Marx. 1976. Capital. Cilt 1, (Çeviri: Ben Fowkes). Londra: Pelican Books, s. 866.

[7] A.g.e., s. 797.

[8] Ruth Wilson Gilmore. 2007. Golden Gulag: Prisons, Surplus, Crisis and Opposition in Globalizing California. University of California Press, s. 28.

[9] Critical Resistance Publications Collective, 2000. “Critical Resistance to the Prison-Industrial Complex”. Special Issue of Social Justice 27(3). Jstor.

[10] Johnson, a.g.e.

[11] Reed, a.g.e.

[12] Pasolini, a.g.e., s. 156.

0 Yorum: