Denis
Rogatyuk
29 Aralık 2019
29 Aralık 2019
Geçen Ekim
ayında Şili’de yapılan eylemlerle birlikte Pinochet diktatörlüğünün sona erdiği
günden beri tanık olunan en büyük toplumsal mücadele dalgasına, Pinochet
rejiminin miras bıraktığı toplumsal ve politik düzene karşı bir isyana tanıklık
edildi. Santiago’da metro ücretlerine yapılan otuz pezoluk zamla birlikte
fitili ateşlenen eylem süreciyle başlayan ayaklanmaya yön veren meseleler çok
daha kapsamlı idi. Eylemlerde atılan bir slogan da bunu ifade etmekteydi: “Mesele
Otuz Pezo Değil Otuz Yıl”. Göstericiler sağcı cumhurbaşkanı Sebastián Piñera’nın
istifasından hayat pahalılığının giderilmesine kadar birçok talebi
dillendirdiler.
Son otuz
yıllık dönemin ardından eylemlerde sadece gençlerin ekonomik sorunları ve
emeklilik sisteminin çöküşü değil demokrasi eksikliği de gündeme geldi. Piñera göstericilere
yoğun bir baskı uyguladı, binlerce kişi tutuklandı, en az yirmi altı eylemci
katledildi. Buna karşılık Şilili yurttaşlar, bir milyonun üzerinde insanın
katıldığı yürüyüşlere katkı sunan binlerce lokal inisiyatif ile birlikte
etkileyici eylemlilik sürecinin altına imza attılar.
15
Kasım günü devlet hareket karşısında tavizde bulunmak zorunda kaldı ve Pinochet
döneminde yazılmış olan anayasanın yeniden yazılacağı vaadinde bulundu. Bu,
bazı kesimlerce diktatörlük mirasından net bir kopuşu ifade eden bir adımdı. Ama
solun büyük kısmı bu planı eleştirdi, elitlerin yaraya merhem sürme girişimi
olarak değerlendirdi ve yeni metin konusunda sokaklarda biçimlenen harekete
iştirak etmiş güçlerin hiçbirisine danışılmadığı üzerinde durdu.
Söz konusu
planı eleştiren isimlerden biri de avukat ve Şili Komünist Partisi milletvekili
Hugo Gutiérrez. Denis Rogatyuk, kendisine protesto hareketi, anayasa reformu
planı ve cumhurbaşkanı Piñera’nın insanlığa karşı işlenmiş suçlar üzerinden
yargılanma ihtimali ile ilgili sorular sordu.
● ● ●
Piñera
hükümeti ile Şili’deki diğer politik güçler arasında yeni bir anayasa yazılması
ile ilgili anlaşma konusunda tutumunuz nedir? Bu anlaşmada ne türden sorunlar
bulunmaktadır?
Bu anlaşma politik elitlere aittir ve onların
bünyesinde cereyan etmektedir. Oysa yurttaşlar, son otuz yıldır ülkeyi yöneten
bu elitlere karşı ayaklandılar. Aynı elitler 15 Kasım sabahı bir odada bir
araya geldiler ve yeni bir anayasanın hazırlanacağı güne kadar işleyecek süreci
kontrol altında tutmalarını sağlayacak bir yol belirlediler. Dolayısıyla aslında
yeni anayasanın nasıl yazılacağını mevcut anayasa tayin edecek.
Tüm süreci izleyen cumhurbaşkanı sessizliğini
korudu, zira toplumsal çatışmaların en önemli noktasında gündeme gelen bu
anlaşma, ona kurumsal düzlemde gerekli cankurtaran yeleğini temin etti. Ama bu,
aslında gerçek mânâda bir anayasa hazırlığı süreci de değil. Burada bir yol
haritası hazırlandı ve bu harita, seçimleri değil referandumu gündeme alıyor. On
altı-on yedi yaş gençlerin katılımına imkân sağlanmıyor, oysa Ekim’deki
hareketin öncüleri de ana destek kitlesi de bu gençlerdi.
Reform planı, sadece anlaşmaya imza atan politik partilerin
temsilcilerini içeren, teknokratlardan oluşan bir komisyon tarafından
hazırlandı. Anayasa reformu süreci, bunun yanında metni üçte ikilik çoğunluğun
onayına tabi kılıyor, azınlığa veto etme yetkisi bahşediyor.
En kötü yanı da mevcut devlet biçiminin tek bir
paragrafta muhafaza edilecek olması. Buna göre ülkenin yönetim biçimi
cumhuriyet olarak nitelendiriliyor ve devlet, demokratik, birleşik, ulusal,
cumhurbaşkanlığı ile yönetilen bir yapı olarak tanımlanıyor. Her türden
ihtilafın çözümü Yüksek Mahkeme’ye bırakılıyor. Anayasa komitesi, anayasa yazım
süreci tamamlandığı noktada görevlerini devrediyor. Eğer yurttaşlar bu metne
onay vermezlerse Pinochet’nin anayasası yürürlükte kalıyor. Dolayısıyla burada
anayasal yetkilerden söz etmek mümkün değil. Anayasanın sahip olduğu güç ve
özgürlük, müesses nizama bağlı devlet görevlileri eliyle boğuluyor.
Yeni anayasa
yazım süreci tarihsel bir süreç. Zira bu süreç sayesinde ilk kez Pinochet
anayasasından kurtulma ihtimali ortaya çıkıyor. Partiniz bu süreci neden
eleştiriyor?
Burada asıl tarihsel olan, milyonlarca Şililinin
bilinçlenip politik elitlere baskı uygulaması ve hükümeti krizden çıkış yolu
bulmaya zorlaması.
Tarih, cephe hattında duran ve yoldaşlarını
savunan o binlerce genci bağrına basacaktır. O öldürülen otuzdan fazla insanı,
gözlerini kaybeden yüzlerce genci, işkenceye ve cinsel istismara maruz
kalanları asla unutmamalıyız.
Güvenlik güçleri elitler için çalışmaya devam
ettiler, büyük çoğunluğa karşı bir baskı aygıtı olarak iş gördüler. Tarih milyonlarca
genci unutmayacaktır ama elitlerin ihtiyaçlarına ve imtiyazlarına hizmet edecek,
demokratik olmayan sözde anayasa yazım planını çöpe atacaktır.
Şili Komünist Partisi bu süreci eleştiriyor, çünkü
onu halkın öncülük rolünü kısıtladığını, bu öncülüğü baypas ettiğini düşünüyor.
Anayasa yazım süreci milyonlarca yurttaşı dışarıda tutuyor, halkın egemenliği
bir kez daha basit bir oy kullanma pratiği ile sınırlı tutuluyor.
Harekete geçen insanlar eylemlerde bir araya
geldiler, binlerce mahalle toplantısı düzenlediler, mahalle komiteleri
oluşturdular, yeni anayasanın temellerini tartışıp belirlediler ve anayasa
sürecini maddi bir gerçeklik hâline getirdiler. Oysa bahsi geçen anlaşmayı
elitler yaptı. O esasen halkın anayasasına alternatif olarak gündeme geldi. Egemenlik
halkın elinden alındı. Elitler, ülke genelinde binlerce mahalle toplantısı
yapmış olan Toplumsal Birlik veya Sendikal Blok gibi yapıların liderlerini
davet etmediler. Sokaktaki insanlar asla dikkate alınmadılar.
Bugün de toplumsal hareketlerle politik elitler
arasında herhangi bir diyaloga veya anlaşmaya rastlanmıyor, kimse bu süreci
ileri taşıma niyetinde değil. Özetle burada bir referandumla onaylanacak olan,
yukarıdan aşağıya dayatılmış bir anayasa reformu söz konusu. Gerçek bir
demokratik anayasa süreci ile alakası yok bu sürecin.
Cumhurbaşkanı Piñera’nın azledilmesi
yönünde atılmış ama başarısız olmuş girişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sizce merkez sol çizgiye mensup milletvekilleri neden azil aleyhine oy kullandı
ve sağla birlikte hareket etti?
Azil girişiminin başarısız oluşu, bize elitlerin
her zaman çıkarlarını savunduğunu ve kurumlar üzerindeki kontrolünü muhafaza edebilmelerini
sağlayacak güçleri asla terk etmeyeceklerini gösteriyor. Üzücü olan şu ki
bazıları, cumhurbaşkanına yönelik suçlamanın bir tür darbe olduğunu,
demokrasiyi riske atacağını söyledi ki bu, saçma bir yaklaşımdı.
Her şeyden önce azil mekanizmasına ilişkin şartlar
anayasada mevcut. Neredeyse tüm ülkeler, belirli kurumlara faaliyetleri ile
ilgili hesap vermelerini gerekli kılacak, bu türden demokratik mekanizmalara
sahipler. Asıl komik olansa azil sürecini politik bir yargılama olarak görüp
suçlaması idi. Zaten başka ne olabilir ki? Kongre, doğası gereği politik bir
arenadır.
Bazı merkez solcu milletvekillerinin sağcılarla
birlikte Piñera’yı savunması konusunda ise şu söylenebilir: bu insanlar,
keskinleşen çelişkiler, makroekonomik etkiler, derinleşen krizin yol açacağı
riskler ve silâhlı kuvvetlerin oynayacağı rol konusunda korkuya kapıldılar. Burada
hem uzlaşmacılık hem de korkaklık rol oynadı.
Piñera,
insanlığa karşı işlenen suçlar üzerinden hakkında mahkeme soruşturması
yürütülen bir isim. Ülkedeki adalet sisteminin onu mahkûm edebileceğine
inanıyor musunuz? Şili’de bunu yapabilecek, gerekli ahlâkî zemine sahip bir
adalet sistemi mevcut mu?
Bildiğim kadarıyla adalet sistemi şikâyetleri
işleme koydu. Şimdi bu süreçte yargı mensuplarının ve bakanlığın ne tür bir rol
oynayacağını göreceğiz. Cumhurbaşkanına bağlı çalışan isimlerle mağdurların
tanıklıkları ve delilleri bu noktada önemli bir rol oynayacak.
Mahkeme sürecinin hızlı işleyeceğini sanmıyorum
ama tarih, Sebastián Piñera’nın insan hakları ihlalleri sebebiyle
yargılandığını hiç unutmayacak. Sonuç ne olursa olsun uluslararası planda bu
mahkeme süreci adalet sistemleri için önemli bir emsal teşkil edecek.
Adalet adalettir, temelini de hukukî normlar
teşkil eder. Neyin uygun neyin ahlakî olduğuna ilişkin hükmü tarih, kolektif
bilinç verecektir. Tarih, insan haklarını ihlal edenlere asla müşfik davranmaz.
Sizce
ABD, Şili, Ekvador ve Bolivya’da kurumsal diktatörlükler dayatmayı öngören bir
plan hazırladı mı? Yani yeni bir Akbaba Planı’yla mı karşı karşıyayız?
Hiç şüphe yok ki ABD, Latin Amerika’da yaşanan
olayların perde arkasında her daim olacak bir güçtür. Onun için biz “arka bahçe”yiz.
ABD, Akbaba planlarını her zaman koz olarak elinde tutacak, toplumsal
çelişkileri bu şekilde çözmeye çalışacak, insanlar seçimlerde sola yüzünü
döndüğünde o sağı güçlendirmek isteyecektir.
Kıtanın kontrolünü eline geçirmek için
operasyonlar yürütüldüğünü biliyoruz. Bunlarda ideoloji ve muhafazakâr
dindarlık kullanıldı. Dindar insanlar, politik kontrol için mücadele yürüttüler.
Medya ve siyaset dinî popülizmi besledi ve bu ideoloji, siyaset sınıfına ve
silâhlı kuvvetlere nüfuz etti. Tüm bu planların Pentagon’da veya CIA’deki bir
toplantı salonunda kararlaştırıldığına hiç şüphem yok.
Burada yeni bir diktatörlük tipi gündemde. Politik
sorumluluk, silâhlı kuvvetlerden çok siyaset sınıfına veriliyor ve bu sınıf, bu
köktenci unsurlar adına hareket ediyor. Brezilya’da, Ekvador’da ve Bolivya’da
tanık olduğumuz bu: ahlak zemininde yeni muhafazakâr unsurlar kendilerini
tahkim ediyorlar, buradaki amaçsa piyasaların serbestleştirilmesi ile ülkedeki
tüm zenginliği temellük etmek. Burada bir koordinasyon ve plan yürürlükte ve
bunlardan asıl istifade eden güçse ABD.
Siz,
enternasyonalist bir isim olarak Ekvador’un eski cumhurbaşkanı Jorge Glas’ı ve
Bolivya’nın devrik cumhurbaşkanı Evo Morales’i savundunuz. Hatta gidip Glas’ı
hapiste ziyaret ettiniz. Sizce Bolivya ve Ekvador’da neler yaşanıyor?
İki ülkede de bazı yanlışlar yapıldı. Liderlik pratiğinin
nasıl yenileneceği ve değişim sürecinin nasıl kesintisiz kılınacağı
meselelerine cevap bulmak için gerekli cesaret ortaya konulamadı. Ekvador’da IMF’in
desteklediği halk karşıtı “reformlar”ı dayatan cumhurbaşkanı Lenín Moreno’nun
yerini alacak isim olarak Rafael Correa gibi bocalayıp duran bir haine
güvenildi. Bolivya’da ise on iki yıllık bir geçmişi olan liderlik mekanizması
muhafaza edildi.
Soldaki tarihsel liderlik boşluğunu doldurmak için
daha cesur adımlar atılmalıydı, üstelik bu, sadece bu iki ülkenin sorunu da
değil. Dolayısıyla bugün bilinçlendirme pratiklerinin, politik eğitimin önemini
görmezden gelmemek ve değişim süreçlerinin ihtiyaç duyduğu zemini oluşturmak
adına halk örgütlenmesini temel araç olarak görmek gerekiyor. Halkın çıkarları,
ancak halk öncü rol oynadığı vakit güvence altına alınabilir.
Ekvador’da ve Bolivya’da imparatorluk ve sağ,
sızacak bir çatlak buldu ve her şey kısmen lehlerine gelişti. “Kısmen” diyorum,
çünkü her iki ülkede de halk direniş ortaya koydu. Güvenle söyleyebilirim ki
Ekvador ve Bolivya her şeyi tekrar yoluna koyacaktır. Ama bunun ağır bir
maliyeti olacaktır. İki ülkede sol güçlerin geri çekilmesi, sadece bu
ülkelerdeki değil, tüm kıtadaki solcuların moralini aşağıya çekmiştir.
Artık dikkatli olmalı,
halkımıza daha fazla güvenmeliyiz. Örneğin bugün Morales’in partisi Sosyalizm
Hareketi, eski dışişleri bakanı David Choquehuanca’nın ismini cumhurbaşkanı
adayı olarak gündeme getirdi. Daha önce bu ismi aday göstermiş olsaydı, değişim
süreci kesintiye uğramazdı. Bu derslerden bir şeyler öğrenmek önemli.
0 Yorum:
Yorum Gönder