09 Aralık 2019

,

Peygamber Olarak Fanon, Devrimin Mekke’si Olarak Cezayir


Birleşik Devletler’de, Latin Amerika’da, Ortadoğu’da, Güney Asya’da ve başka yerlerde gerillaları, sanatçıları ve aydınları etkileyen bir isim olarak Frantz Fanon süreç içerisinde, ABD ve Avrupa’nın elindeki güce karşı tüm Üçüncü Dünya’nın sergilediği haklı öfkeyle eşanlamlı bir isim hâline geldi. Fanon, sadece Cezayir’deki sömürgecilik karşıtı hareketle bağlantılı olması değil ayrıca devrimci şiddet, ulusal kurtuluş ve Üçüncü Dünya ile dayanışmanın teorisyeni ve bu alanlara dair düşüncelerin sesi olması sebebiyle de ciddi bir etkiye sahip.

Fanon’un sömürgeci hâkimiyet, silâhlı mücadele ve enternasyonalizm konusunda yaptığı analizler ve aldığı konumlar ile milliyetçi seçkinlere yönelik nefreti, onun Üçüncü Dünya genelinde ve ABD’de birçok insan tarafından önemsenmesine neden oldu. Siyah İktidarı hareketine mensup olup Malcolm X’in gölgesinde büyüyen, onu takip eden dönemde yetişen insanlar Fanon’da çok şey buldular. Zira yeni gelişen Kara Panter Partisi, Stokely Carmichael’ın “Siyah İktidarı” çağrısından etkilenip o çağrıdan ilham aldı, ayrıca Üçüncü Dünya ve sömürgecilik, siyahların çilesini yorumlama noktasında bir mercek olarak kullanılmaya devam etti. Kara Panter Partisi’ni en çok Malcolm X, Kwame Nkrumah, Mao Zedung, Che Guevara ve Fidel Castro’daki enternasyonalizm etkiledi. Ama partinin siyahların kurtuluşu görüşünün oluşumunda en belirgin rolü Frantz Fanon’un fikirleri oynadı.

Kathleen Cleaver’ın da tespit ettiği biçimiyle, partinin görüşüne göre ABD’deki siyahlar “sömürge halklar”dan farksızdı. Bu kanaat üzerinden Eldridge Cleaver, beyazların sömürgeci ülke, siyahların sömürge olduğu, “topluluk emperyalizminin mağdurları” hâline geldikleri düşüncesine ulaştı. Söz konusu görüşe bağlı olarak Fanon’un sömürge analizi ve sömürgeciliğin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak sunduğu çözüm, Siyah İktidarı hareketi üzerinde ciddi bir etkiye sahip oldu. Fanon’un sömürge ülkede yerli halkla sömürgeci arasında oluşan ayrıma dair analizi, siyahların yaşadıkları şartları kapsayacak şekilde genişletildi ve bu noktada ülke genelinde siyahların gettolarda hapsoldukları gerçeği üzerinde duruldu. Fanon’a göre sömürgeler, ırk temelinde ayrıştırılmış yerlerdi: “Buralarda sebep sonuçtu; beyaz olduğunuz için zengin oluyorsunuz, zengin olduğunuz için beyazsınız.”[1]

Daha fazla üzerinde durulan husus ise Fanon’un sömürgeci hâkimiyete son vermek için sunduğu reçete idi. Ona göre şiddet, sömürgecilerin uyguladıkları kontrolle alakalı projenin doğasında mündemiçti ve o projenin her yanına sinmişti. Bu noktada yerli, onurunu kazanmak için şiddete başvurmak zorundaydı. Sömürgecilik karşıtı isyanın tüm dünyayı kasıp kavurduğu dönemde Fanon’un okuduğu şiddete dair şiir, o isyanı varoluşsal ve ahlakî açıdan onaylamakta, hatta tüm o ayaklanmaların Avrupa ve ABD’de varlığını sürdüren o büyük devrimci hareketin parçası olduğu iddiasında bulunmaktaydı.

Vietnam, Küba ve Kongo’daki mücadelelerin yanında Cezayirlilerin Fransız sömürgeciliğine karşı ortaya koydukları direniş ile Fanon’un çalışmaları, ellilerde, altmışlarda ve yetmişlerin başında birbirinden farklı çizgideki eylemciler, eleştirmenler, sanatçılar vs. tarafından siyah ve Üçüncü Dünya bilinci yörüngesinde yan yana geldi. Fransızların yenilmesinden ve Évian Anlaşması’nın 1962’de savaşa resmen son vermesinden hemen sonra Cezayir, ABD’deki siyah eylemcilere ve sanatçılara, ayrıca Üçüncü Dünya’daki ulusal kurtuluş mücadelelerine, gerilla savaşlarına ve ayaklanmalara ideolojik, maddi ve diplomatik destek sundu. Bu süreçte Cezayir, dünyanın farklı yerlerinden gelen devrimcilerin buluştukları bir kavşak olarak iş gördü. Devrimci yazar ve düşünür Amilcar Cabral bu dönemde şu sözü sarf ediyordu: “Elinize bir kalem alıp şu notu düşün: Hac vazifelerini yerine getirmek için Müslümanlar Mekke’ye, Hristiyanlara Vatikan’a, ulusal kurtuluş hareketleri ise Cezayir’e giderler!”[2]

Cezayir, altmışların sonunda ve yetmişlerin başında Siyah İktidarı hareketi içerisinde önemli ve görünür bir rol oynadı. Fransızlara karşı verilen mücadele, siyahların politik kültüründe çok önceden karşılık bulmuş bir olguydu. Negro Digest (sonrasında Black World) dergisinin ünlü yayın yönetmeni Hoyt Fuller, ellilerin sonunda Cezayir’e gitti ve Fransızlara karşı isyanın merkezi hâline gelmiş olan Casbah’ı ziyaret ettikten sonra, “ABD’de siyahlar ile Cezayirliler aynı savaşı veriyorlar” dedi. Öte yandan Cynthia Young’ın aktardığına göre, altmışların başında kaleme aldığı etkili yazıları üzerinden devrimci siyahlar arasında önemli bir sima hâline gelen Harold Cruse, İkinci Dünya Savaşı esnasında bir süre Cezayir’de kaldı. Cruse, Cezayir’de geçirdiği günlerin, Fransızlarla Cezayirliler arasındaki sömürgecilik ilişkisine tanık olmasının ardından devrimci sol çizgiye evrildi.[3]

Ayrıca William Gardner Smith, 1963 tarihli The Stone Face romanında ABD’deki Jim Crow yasalarından ve ırkçılıktan kaçıp Paris’e giden Simeon Brown’ın deneyimlerini aktarmaktaydı. İlk başta Fransa konusunda nahif bir yaklaşıma sahip olan Brown, burada ırklardan azade bir ütopyanın yaşandığına inanıyordu. Bir süre sonra Brown, Fransa’da Cezayirlilere ırkçılık yapıldığını gördü. Romanda Fransa’da yaşayan Cezayirliler ABD’deki siyahlar gibi resmedilmekte, bu durumda Paris’teki Amerikalı siyahlar beyazların yerini almaktaydı. Smith, Ekim 1961’de Cezayirlilerin katledildiği, kendisinin bizzat tanık olduğu Papon Katliamı’nı romanın arka planına yerleştirdi ve buradan da Brown’ın sömürgeci şiddet karşısında Cezayirlilere sunduğu desteği dile döktü. Romanda aktarıldığı biçimiyle katliam sonrasında Brown, kendisini “Amerikalı Cezayirli” olarak nitelendiren bir kişi olarak ABD’ye dönüp siyahlar için dövüşmeye karar veriyordu.

Cezayir ve Fransa’nın sömürgeci savaşı konusunda diğer bir yorum da James Baldwin’e ait. Birçok kez Paris’e gitmiş olan Baldwin, Fransa’da Amerikalı bir siyah olarak yaşanan varoluşsal krizleri ele aldı. Paris’te Cezayirlilere yönelik şiddeti ve kötü muameleyi ele alan Baldwin, bu insanların tutuklandığından, işkenceye tabi tutulduklarından ve kent dışındaki kamplara atıldıklarından bahsetmekteydi. Ekim 1961’de Paris’te yaşanan Papon Katliamı’nda Cezayirlilerin kaybedildiklerini, öldürüldüklerini, Seine Nehri’ne atıldıklarını anlattı:

“Cezayir, Fransa’da iktidar onun Fransız olduğuna karar verdiği ölçüde Fransa’ya aittir. Cezayir, Avrupalı güçler onu haritaya yerleştirdiği noktada varolabiliyor ancak. Haritayı çizense adalet değil güç. Cezayirliler, Fransa ile adalet değil, kendi kaderlerini tayin etme yetkisi için mücadele ediyorlar.”[4]

Cezayir’in ilk cumhurbaşkanı Ahmed Ben Bella’nın ABD ziyareti de önemli bir gelişme. Bu olay, İslam Milleti’nin çıkarttığı Muhammad Speaks gazetesi gibi Siyahlara ait birçok gazetede manşetten verildi. Bu ziyaret esnasında Martin Luther King Jr. cumhurbaşkanı ile bir araya geldi. King’in aktarımına göre “Ben Bella, ayrımcılığın sebep olduğu haksızlıklarla sömürgeciliğin yol açtığı haksızlıklar arasında doğrudan ilişki bulunduğunu” söyledi, King ise ABD ve başka ülkelerde verilen ayrımcılık karşıtı mücadele ile sömürgecilik karşıtı mücadelenin Jim Crow denilen şiddet ile sömürgecilikteki ırkçılığı sonlandırmak amacıyla tüm dünya genelinde verilen mücadelenin parçası olduğuna dair tespitini aktardı. Ardından King, New York Amsterdam News isimli, siyahlar tarafından çıkartılan gazetede “Ben Bella ile Sohbetim” isimli bir yazı kaleme aldı. O yazıda King, “Cezayirlilerin sömürgeciliğe karşı verdiği savaş ile siyahların ayrımcılığa karşı verdiği savaşın ortak bir mücadele olduğunu” söylüyordu.[5]

Cezayir’deki direnişten birçok kez bahseden isimlerden biri de Malcolm X. Cezayir’e yaptığı ziyaretleri ve Ben Bella ile yaptığı toplantıları aktaran Malcolm X, ünlü “Halka Mesaj” başlıklı konuşmasında Cezayir’den bahsetti. En etkili konuşmayı ise muhtemelen 1964’te New York’ta düzenlenen Militan Emek Forumu’nda yapmıştı: Burada Malcolm, Cezayir, Harlem ve ABD’deki diğer siyah gettoları arasında bağlar kuruyordu.

“Cezayir bir polis devletidir. İşgal altındaki her bir toprakta esas hâkim olan, polis devletidir. Bu, Harlem için de geçerlidir. Harlem polis devletidir. Harlem’de polis işgal gücüdür, işgal ordusudur. […] Cezayir’de halkı, Cezayir’in o asil halkını sırtlarındaki sülüklerden kurtulmak için gerekli olan terörist taktiklere başvurmaya iten koşulların aynısı, her bir siyah mahallesinde mevcuttur.”[6]

ABD’de hüküm süren siyahların kurtuluşu mücadelelerinin ötesinde Cezayir’e ilhamını esas olarak Fidel Castro’nun devrimi verdi. Castro ile Che devrimi dünya geneline yayma çabası içine girdikçe Küba da anti-emperyalist mücadelenin sıçrama tahtası hâline geldi. Küba Haiti’ye, Dominik Cumhuriyeti’ne, Guatemala’ya, Panama’ya sonrasında Mozambik’e, Etiyopya’ya ve Angola’ya savaşçılar gönderdi. Fransa’ya karşı verdiği kurtuluş savaşı esnasında Cezayir kendisini “Afrika’nın Küba’sı” olarak gördü, dönem için sembolik anlama sahip olan enternasyonalizm ruhu dâhilinde kıta genelinde süren milliyetçi mücadelelere destek verdi. Cezayirlilerin diplomatik ilişkiler kurduğu Gana ve Gine ile işbirliği içerisinde olan FLN bağımsızlıklarına kavuşmasalar da bazı Afrikalı hareketlere yardım etti. Cezayir’in Gana’ya gönderdiği heyetin içinde yer alan Fanon orada şunları söyledi:

“Afrika sömürgecilikle savaşıyor ve zafer için sabırsızlanıyor! […] Özgürlük mücadelemiz dâhilinde biz, emperyalistlerin sinirini eylem hatta şiddet yoluyla zıplatacak planları yürürlüğe koymalıyız.”[7]

Üçüncü Dünya ile dayanışma ilişkileri kuran Fanon, o dönemde bir yandan da FLN’nin yayın organı Mücahid gazetesinde yazılar yazdı. O yazılardan birinde Cezayir’in Sahra’ya Kara Afrika ile Kuzey Afrika arasındaki bağı kurmakla ilgili o tarihsel rolü üstlenerek geri dönmesi gerektiğini” söylüyordu.[8] 1960 yılında kurtuluş savaşının ivmelendiği dönemde Cezayir Kamerun, Kongo, Senegal, Fildişi Sahilleri, Mali, Fas, Tunus ve Nijer gibi Afrika genelinde ulusal kurtuluş mücadelesi veren ülkelere maddi, diplomatik ve politik destek sunuyor, öte yandan Kenya, Rodezya (bugünün Zimbabwe’si), Angola ve ırk ayrımcılığının hüküm sürdüğü Güney Afrika’daki isyancı örgütlerle ittifaklar kuruyordu.

Bir yıl içerisinde Cezayir, Nkrumah ve Touré gibi isimlerle birlikte panafrikacı radikalizmin somutluk kazanması için çaba sarf ettikçe Fas’ta, Tunus’ta ve Mali’de bulunan Cezayirlilere ait eğitim kampları, sömürgeciliğe karşı mücadele veren gerilla örgütlerinin ve devrimcilerin buluştuğu yerler hâline geldiler. Bu panafrikacı proje, 1962’de Cezayir’in bağımsızlığını kazanması sonrası biçimlenmeye devam etti.[9]

Hapse atılmazdan önce Nelson Mandela, Güney Afrika’daki ırk ayrımcı rejime karşı mücadelede şiddet dışı sivil itaatsizlik temelli çalışmaları eleştirdikten sonra, gerilla savaşı üzerine çalışmalar yürüttü ve Cezayirli FLN savaşçılarının eğitimlerine katıldı.

Che, Cezayir’de düzenlenen bir toplantıda konuşma yaptı ve orada, “özgürlüğün en güçlü başkentlerinden biri olan Cezayir’den başka çok az yerde yapılabilirdi bu açıklamalar. Bağımsızlık için çekilen çilelerin eğittiği o muhteşem Cezayir halkı bugün, yoldaş Ahmed Ben Bella’nın başını çektiği partisinin kararlı liderliğinde, dünya emperyalizmine karşı mücadele eden bizlere ilham kaynağı olarak hizmet veriyor” dedi.[10]

Sonrasında liderliğini Kwame Nkrumah’ın yaptığı Afrika Birliği Teşkilâtı, 1969 yılında düzenlenecek ilk Panafrikan Kültürü Festivali’ne Cezayir’in ev sahipliği yapacağını açıkladı. William Klein’ın çektiği muhteşem belgesel Cezayir Panafrikan Festivali (1969) filminde aktarıldığı biçimiyle festivale yeni bağımsız olmuş otuz Afrika ülkesinden, ayrıca Angola Halkının Kurtuluş Hareketi, Gine ve Yeşil Burun’un Bağımsızlığı İçin Afrika Partisi, Namibya’yı temsilen Güneybatı Afrika Halkı Örgütü, Mozambik Kurtuluş Cephesi, Güney Afrika Ulusal Kongresi ve ABD’den Kara Panter Partisi gibi kurtuluş mücadelelerine mensup yüzlerce delege ve temsilci katıldı. Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’nde geliştirdiği fikirler, festivalin ideolojik zeminini teşkil etmekteydi. Özellikle Fanon’un Avrupa’dan ayrı bir öznelliğin oluşturulmasında kültürün rolüne dair yürüttüğü tartışmanın önemli ölçüde karşılık bulduğu festival, “Afrika kültürü ya devrimci olacak ya da hiç olmayacak!” sözünü temel alıyordu.

Festivale ABD’den şair Haki Madhubuti (Don Lee), caz müzisyeni Archie Shepp, şarkıcı Nina Simone, Kara Panter kültür bakanı Emory Douglas ve yurtdışından birçok yazar, sanatçı, ressam ve müzisyen katıldı. Kara Panter Partisi’nin sürgündeki liderlerinden Stokely Carmichael ve eşi şarkıcı Miriam Makeba, sürgün hayatı yaşadıkları Güney Afrika’dan gelip festivalde yerlerini aldı. Burada Eldridge Cleaver, ABD’deki baskılar sonucu sürgün hayatını tercih edeceğini, bu noktada Cezayir’e yerleşeceğini söyledi. William Klein’ın etkileyici belgeseli Kara Panter Eldridge Cleaver’da (1970) Cleaver’ın Cezayir’deki gezilerini, ayrıca dünya genelinde birçok devrimciyle yaptığı görüşmeleri aktarıyor, buradan Filistin, Vietnam, Brezilya, ABD, Kanada ve çeşitli Afrika kurtuluş hareketlerinden devrimcilerin ve isyancıların bir araya geldiği kavşak noktası olarak Cezayir’e dair bir bakış sunuyordu.

Cezayir, Kara Panter Partisi’nin ilk Uluslararası Seksiyon’nun faaliyet sahası hâline geldi ve ABD’deki siyahların kurtuluş mücadelesini dünya genelinde Üçüncü Dünya’da kurtuluş mücadelesi veren ülkelere bağlayan bir zemin olarak kullanıldı. Kathleen Cleaver’ın “Amerikan Devrimi’nin Büyükelçiliği” olarak nitelenen bu Uluslararası Seksiyon, varlığını dört yıl sürdürdü. 1973’te bu seksiyon, Cezayir’de istikrarsızlığın iyice derinleşmesiyle kapatıldı. Varolduğu süre boyunca seksiyon, tıpkı Malcolm’ın birkaç yıl önce Kahire’de Afrika Birliği Teşkilâtı’nda yaptığı gibi, Kara Panter Partisi’nin diğer Üçüncü Dünya devrimcilerine ve siyahların devrim hareketine uluslararası destek sağlaması için gerekli alanı açtı.[11]

Dünya genelinde farklı içerik ve biçimlerde yürütülen mücadelelere damgasını vuran anti-emperyalist militanlık, ilhamını esas olarak Cezayir kurtuluş savaşından ve onun devrimci teorisyeni Frantz Fanon’dan aldı. İlgili dönem, dünyanın yoksul ülkelerinin boyunlarına geçirdiği boyundurukları daha da sıkmak isteyen ABD ve Avrupa’daki intikamcı yaklaşıma karşı bir kale işlevi gören yeni ulusötesi ittifakların kurulmasını talep etti. Bu dönemde siyaset alanı gibi, sanat, kültür, bilhassa sinema alanı da isyancı değerlerin tahakkümü altına girdi.

Süheyl Devletzai

[Kaynak: Fifty Years of The Battle of Algiers: Past as Prologue, University of Minnesota Press, 2016.]

Dipnotlar:
[1] Sohail Daulatzai, Black Star, Crescent Moon: The Muslim International and Black Freedom beyond America, University of Minnesota Press, 2012, s. 51.

[2] Olivier Hadouchi, “‘African Culture Will Be Revolutionary or Will Not Be’: William Klein’s Film of the First Pan-African Festival of Algiers (1969),” Third Text, Yıl 25, Sayı. 1 (2011): s. 117.

[3] A.g.e. Ayrıca bkz. Cynthia A. Young, Soul Power: Culture, Radicalism, and the Making of a U.S. Third World Left (Durham, N.C.: Duke University Press, 2006).

[4] James Baldwin, No Name in the Street (1972; repr., New York: Vintage Books, 2007), s. 44.

[5] Martin Luther King Jr., aktaran: Daulatzai, Black Star, Crescent Moon, s. 55.

[6] Malcolm X, akt.: A.g.e.

[7] Frantz Fanon, akt.: Jeffrey James Byrne, Mecca of Revolution: Algeria, Decolonization, and the Third World Order (New York: Oxford University Press, 2016), s. 70.

[8] A.g.e.

[9] A.g.e.

[10] Daulatzai, Black Star, Crescent Moon, s. 52.

[11] A.g.e., s. 53.

0 Yorum: