25 Aralık 2019

,

Paulo Freire ve Kurtuluş Teolojisi


Peter McLaren Söyleşisi

Petar Jandrić

 

Pedagogy of Insurrection [“İsyanın Pedagojisi” -2015] isimli çalışman yayımlandıktan sonra kurtuluş teolojisinin, eleştirel (devrimci) pedagoji alanına ağır, ama emin adımlarla tekrar girdiğini görüyoruz. Paulo Freire ile kurtuluş teolojisi esas olarak hangi noktada birbirine yakınlaşıyor?

Paulo Freire Hristiyandı ve Marx’a beğeniyle yaklaşan bir isimdi. Öte yandan, Paulo ile kurtuluş teolojisini tartışma imkânı bulamadım ama bulsaydım, bunun büyüleyici bir muhabbet olacağından eminim. Bana göre kurtuluş teolojisi hareketinin merkezinde eleştirel bilinç duruyor. Bu anlamda Hristiyanlar sadece yoksuldan yana durmakla kalmamalı, aynı zamanda yoksula karşı kendilerini yükümlü hissetmeli, kendilerini yoksula adamalıdırlar. Eleştirel bilince sahip Hristiyanlar, başkalarıyla ilişkileri dâhilinde, politik varlıklarını bilgi düzleminde birer özne olarak tanımlarlar, ama aynı zamanda Hristiyan olarak oynadıkları rolün ontolojik ve etnik yönleri konusunda da net bir bilince sahiptirler.

Freire ile kurtuluş teolojisini hiç tartışmamış olman gerçekten üzücü. Buna karşın, Freire’nin eserlerini kurtuluş teolojisi ile ilişkisi dâhilinde tartışma imkânına sahibiz. Öncelikle şunu soralım: Kurtuluş teolojisi nedir, hangi koşullarda gelişmiştir?

Kurtuluş teolojisi, Latin Amerika’da radikal Katolik Eylem cemaatlerinin kendilerince bir teoloji geliştirdikleri sürecin ürünüdür. Protestan türevleri de bulunan kurtuluş teolojisi, altmışlardan beri farklı biçimler aldı: Yahudi kurtuluş teolojisi, siyah kurtuluş teolojisi, feminist kurtuluş teolojisi, ve Latin kurtuluş teolojisi.

Kurtuluş teolojisi, ABD’de bireysel hayırseverliği ekonomik dönüşüme ve dağıtımı esas alan toplumsal adalete karşı teşvik eden beyaz evanjelik Amerika’nın etkili muhafazakâr siyasetine karşı çıktı. Bu hareket, ellilerde ve altmışlarda Latin Amerika’da halkçı hükümetlerin, bilhassa Arjantin’de Perón, Brezilya’da Vargas ve Meksika’da Cárdenas hükümetinin kurulması sonrası oluşan ekonomik sonuçlarla alakalı ciddi endişelere kapılan Katolik Kilisesi içerisindeki din adamları ve kilise dışı kesimlerce oluşturuldu.

Bağımlılık ilişkilerini, yoksulluğu ve adaletsizliği ortadan kaldıramadığı, beş yüz yıldır kapitalist devletin otoritesinin ve iktidarının yeniden üretimine ve meşrulaşmasına katkıda bulunduğu için Kilise, esasen Tanrı’nın Krallığı’nı kurma görevini yerine getirme konusunda başarısız olmuş bir kurumdu. Dünyada adil bir toplum kurmayı ifade eden bu krallık, bulutların ötesindeki bir cennet değil, burada ve şimdi varolan bir dünyaya dair bir gerçeklikti.

Altmışlarda ve yetmişlerde bir hareket hâlini alan kurtuluş teolojisi, kilisenin yüzünü halka dönmesini sağlamak için adımlar attı. İlk Hristiyan cemaatlerinin tanık olduğu koşullara benzer koşullarda hareket bu dönüşü, halk içerisinde eleştirel ve özerk bir liderliğin oluşmasına dönük fikri besleyip köylüler ve işçileşmiş çoğunlukta bilinçlendirme faaliyetlerini yürütecek zemini meydana getirerek gerçekleştirmeye çalıştı. Burada liderlik terimini Freire’nin “tarihin nesnesi değil, öznesi olmak gerek” fikri üzerinden tanımlıyorum.

Freire’nin kurtuluş pedagojisi üzerindeki tesirini biraz daha ayrıntılandırabilir misin?

Teolog William Herzog, İsa ile ilgili mesellerin edebiyat eleştirmeni gibi okunmasına karşı çıkıyor ve bu okumaların mesellerdeki hikâye anlatımına ve mecazlara, edebî biçimlere, ima ve çelişkiyi esas alan yönlerine odaklanıyor olmasını eleştiriyor, ayrıca “bu tür bir okumanın okuru tefsirin anlamını yeniden yorumlamaya mecbur ettiğinden” söz ediyor.[1] Bu türden okumalarda “mesel, budünyadan söküp alınıyor ve müfessirin rahat dünyasında bir yere yerleştiriliyor.” Edebi eleştiriyi esas alan bu türden okumalara karşı çıkan Herzog, İsa ile ilgili meselleri tarihsel İsa arayışı bağlamında ele alıyor ve bu meselleri Paulo Freire’nin eserleri, bilhassa onun eleştirel bilinç anlayışı üzerinden kavramaya çalışıyor. Herzog, bu noktada şu tespiti yapıyor:

“İsa ve Paulo Freire arasında belirgin farklılıklar kadar müşterek noktalar da söz konusu. Her iki isim de yoksullarla ve ezilenlerle birlikte çalışmış, köylülerle omuz omuza yürümüş. Freire, kentli emekçilerle çalışmış olsa da her iki isim de köylülerden ciddi destek görmüş. İsa ve Paulo, ayrıca herkesin hayatını biçimlendirmeyi sürdüren sömürgeciliğin yol açtığı sömürünün şekillendirdiği toplumlarda çalışma yürütmüş.”[2]

Herzog, İsa’nın meseller üzerinden hitap ettiği köylülerle Freire’nin öğrencilerinin yüzleştikleri benzer yönleri ele alıyor. Bu noktada şu değerlendirmeyi sunuyor:

“Freire, toplumu analiz etme ve okuma-yazma öğretme görevlerine odaklanmıştı. Peki ya İsa? Freire’nin bize sunduğu ipucunu dikkate alırsak, İsa’nın mesellerinin öğrencilerinin üzerinde durduğu meseleleri ele aldığını söyleyebiliriz. Bu öğrencilerin toplumsal ilişkileri köylülerin ve yoksulların yaşadıkları dünya konusunda bize çok şey söylüyor. Freire’nin diline başvurursak: bu meseller, zulmün koşullarını ortaya çıkartıyorlar. Bu anlamda bazı meseller, Freire’nin deşifrasyon dediği işlevi görüyorlar. Bu meseller, yoksulların yaşadıkları hakkında konuşuyor, inancın ve geleneksel düşüncenin bünyesinde yer alan çelişkileri ifşa ediyorlar.”[3]

İsa ile Freire arasında bir benzerlik daha var. Herzog’a göre: “Her iki isim de politik açıdan yıkıcı kabul ediliyor, yaptıkları işler sebebiyle çile çekiyor.”[4] Freire, Brezilya’da hapse atılıyor, ardından da ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor. İsa ise Yahudilerin kralı olduğu iddiasıyla yıkıcı kabul edilerek çarmıha geriliyor. Herzog, “Freire’nin geliştirdiği program aklımıza gelmese bile İsa’nın meselleri, yoksul köylülerin maruz kaldıkları koşulları aktarmak ve köylülerin hayatlarını kontrol altında tutan, onların boyunlarına zincir vuran zulmü ifşa etmek için kullandığını söyleyebiliriz” diyor.

Sözlü kültür geleneğine mensup olan İsa, hikâye anlatma yöntemine başvuruyor; görselliği esas alan kültüre başvuran Freire ise deşifrasyon için resimleri kullanıyor. Herzog, Freire’nin kelime üretme yöntemini alıyor, sorunları belirliyor, şifreleri çözüyor, yeniden şifrelendiriyor, bu noktada Kitab-ı Mukaddes’te karşımıza çıkan meselleri analiz etmek için kelimeleri ve fonetik kartlarını kullanıyor. Okuma yazma kampanyasının son aşamasında bu kelimeler toplanıyor ve konu başlıkları belirleniyor.[5] Bu noktada Herzog şunu söylüyor:

“Her tarihsel döneme önemli temalar, konu başlıkları damgasını vuruyor. İnsanlar, tarihsel süreçlere belirli ölçüde, bu temaları tanımlama, biçimlendirme, oluşturma ve yeniden oluşturma düzeylerine göre dâhil oluyorlar. Tarihi pasif birer izleyici olarak seyredenler, başkalarının belirledikleri konu başlıklarını hayat diye yaşıyorlar ve bu kişiler, o seyredenlerin hayatlarını ve sınırlarını tanımlıyorlar. Dolayısıyla, dönemi meydana getiren konu başlıklarını algılayamamak ve bu başlıkların adlandırıldığı sürecin parçası olamamak, tarihi yapma sorumluluğundan kaçmaya ve tarih sahnesinden çekilmeye neden oluyor. Her geri çekilme ise ümitsizlikle sonuçlanıyor. Bir döneme ait konu başlıkları, o dönemin arzularını ama aynı zamanda onları baskılayacak engelleri tanımlıyor. Bir yandan da o arzuların gerçekleşmesi görevine bir isim veriyor. Dolayısıyla, her konu başlığı, tercümanlara ihtiyaç duyuyor. Bu insanlar, dünyayı anlama ve yeni oluşturulmuş bilgiyi eylem programlarına tercüme etme işini üstleniyorlar. Böylece kafası bulanık cahiller, kendi dünyalarını eleştirel olarak okuyan öznelere dönüşüyorlar.”[6]

Marx da yoksullara benzer şekilde odaklanan bir isim. Gelgelelim, Freire Hristiyan bir mümin iken, Marx dini “halkın afyonu” olarak görüyor.[7] Sendeki kurtuluş teolojisi ise sırtını her iki geleneğe yaslıyor. İsyanın Pedagojisi[8] Hristiyanlığın devrimci eleştirel pedagojiyle uyumlu, hatta onun için hayırlı olduğunu söyleyen Latin Amerika’ya has yaklaşımdan besleniyor. Senin düşüncenin bu yönde gelişmesinin sebepleri nelerdir?

Freire, ömrü boyunca geliştirdiği praksis felsefesi üzerinden, teologların ve kilisenin oynadığı rolü, kilisedeki biçimciliği, ondaki sözde tarafsızlığı, ezilenlere hizmet ediyormuş gibi yapıp gerçekte muktedirlere hizmet eden bürokratik ayinler ağına esir oluşunu ele aldı. Freire’e göre eleştirel bilinç (vicdanî yaklaşım) Hristiyan bilincinden ayrıştırılamaz. Ondaki “nahif bilinç” olarak gördüğü burjuva öznel idealizmine yönelik saldırı teorik planda bilincin politik bir eylem olarak dönüştürülmesi ile ilgilidir: Freire, “hakikati söylemek dünyayı dönüştürmektir” diyor. Ona göre yönetici sınıf, bilinci derslerle, vaazlarla ve dokunaklı nutuklarla dönüştürülebilecek bir şey sanıyor.[9] Bu yaklaşımda bilinç statik, ölüme sevdalı bir şey olarak görülüyor ve yönetici sınıfı eleştirmeden ona bağlanmayı temel alıyor, ayrıca vicdanı diyalektik muhtevasından arındırma işlevi görüyor.

Freire, burjuvazinin sınıfsal çıkarlarından kurtulup çıraklık aşamasına geri döneceği bir tür sınıf intiharından bahsediyor. Bu aşamada karşı tarafı anlama ve aşkınlık üzerinden Paskalya tüm anlamıyla gerçek oluyor. Freire, Latin Amerikalı teologların ileriye doğru adım atmalarını hâkim sınıfın değil, yoksulların çıkarlarını esas almalarını istiyor. Ezilen sınıf olarak ölümü tadınca yeniden doğulup felaha erileceğini söylüyor. (s. 6) Aksi takdirde teologların vaaz edip durduğu Paskalya’yı kendisine men eden Kilise bünyesinde birer mahkûma dönüşecekleri üzerinde duruyor.

Freire, sınıf intiharı kavramını 1973’te katledilen Gine-Bisseu ve Yeşil Burunlu devrimci ve politik lider Amilcar Cabral’dan alıyor. Ona göre, budünyada yaşanan toplumsal adaleti idrak etmenin, imtiyazlı kişileri ellerindeki güç ve imtiyazlarından kurtulmaya çalışarak bir tür sınıf intiharı gerçekleştirmelerini emrediyor. Bu, esasen Paskalya deneyimi. Bu deneyimde kişi, yoksullarla çile çekme iradesi üzerinden yeniden doğabilmek adına orta sınıfa veya üst sınıfa ait çıkarlarını bile isteye feda ediyor.

Elbette bu sınıf intiharı, toplumsal bir günah olarak yoksulluğa son verme denilen bu ulvi misyon bağlamında gerçekleşiyor. Sınıf intiharı, kişinin kendisini yoksullarla ve ezilenlerle tanımladığı, varlığını tüm çarmıha gerilmiş garipleri çarmıhtan indirme davasına adadığı bir dönüşüm süreci olarak yaşanıyor.

Burada Aziz Francis’in öğretilerine ait izler bulmak mümkün. Hem Freire hem de Aziz Francis, kurtuluş mücadelesinde yüzü göğe çevirmenin ve zulmü bu şekilde aşmanın kâfi gelmeyeceğini söylüyor. Leonardo Boff’un Aziz Francis ile ilgili çalışmasında dile getirdiği biçimiyle[10], yüzü göğe çevirmek ve böylelikle de mistik bilince kavuşup budünyadaki eziyetlerden kurtulmak kimseye yetmiyor. Bunun yanında, alttakilerin, yoksulların, dışlananların, horgörülenlerin hayatlarıyla bir olmak, onlarla sevgi, merhamet ve dayanışma üzerine kurulu cemaat içerisinde birleşmek, hayattaki mahrumiyetlerin çilesini çekenlerle kardeşlik ilişkisi kurmak gerekiyor. İsa bu aşkınlıkla, tarihin çarmıha gerdiği yeryüzünün lanetlileri seviyesine indiğinde yüzleşiyor.

"Sınıf intiharı" kavramı, pratiğe nazaran teoride daha fazla geçerliymiş gibi görünüyor… Teoriden pratiğe nasıl geçebiliriz?

Bu noktada Freire’nin aldığı kimi konumları incelemekte fayda var. Freire, bilinci değiştiren pratiğin sadece eylemden değil, düşünce pratiğinden de oluştuğunu söylüyor. Ona göre teorik pratik, sadece kendisiyle pratiğin özgül bağlamı arasında diyalektik bir ilişki kurduğu vakit hakiki bir nitelik kazanıyor, yani teorik pratik, teori ile pratiğin birlikte inşa edildiği, oluştuğu ve yeniden oluştuğu birliği bilince çıkarttığında gerçek bir anlama kavuşuyor. Başka bir ifadeyle, hakiki bir pratik, geçmişin eylemlerine dair eleştirel düşünceyi devam etmekte olan mücadeleyle ilişkilendiren diyalektiği ifade ediyor.

Freire’ye göre kurtuluşun pedagojisi, insanları nesnel gerçeklik dâhilinde boğan zulümden kurtarmaya katkı sunacak her şeyle alakalı olan “toplumsal praksis”i içeriyor. Onun izah ettiği toplumsal praksis, beni Latin Amerika’daki kurtuluş teolojisi geleneğiyle buluşturan köprü. Bu teoloji, ezilenleri “bugünün sürekli reformdan geçirilmiş tekrarı”na katılım göstermek yerine tarih dâhilinde kendilerini somut olarak yaratmaya teşvik ediyor. Freire bu noktada şu tespiti yapıyor:

“Kendimin salt bir seyirci olmasına izin veremem. Bilâkis, ben değişim süreci içerisindeki yerimi talep ediyor olmam gerekiyor. Böylelikle geçmişle gelecek, ölümle hayat, varlıkla yokluk arasındaki gerilim benim için bir tür açmaz olmaktan çıkıyor. Gerçekte olanı olduğu gibi görebiliyorum: Tepki koymam gereken her şeye sürekli itiraz etmeliyim. Vereceğim tepki tarihsel pratik, yani devrimci pratik dışında bir pratik olamaz.”

[Kaynak: Peter McLaren ve Petar Jandrić, “Paulo Freire and Liberation Theology: The Christian Consciousness of Critical Pedagogy”, Vierteljahrsschrift für wissenschaftliche Pädagogik, Sayı 94 (2018) s. 253-258.]

Dipnotlar:
[1] Herzog, William R. (1994): Parables as Subversive Speech: Jesus as Pedagogue of the Oppressed. Louisville, Kentucky: Westminster John Knox Press, s. 13.

[2] Herzog, a.g.e., s. 25.

[3] Herzog, a.g.e., s. 26.

[4] Herzog, a.g.e., s. 27.

[5] Herzog, a.g.e., s. 23.

[6] Herzog, a.g.e., s. 23 ve sonrası

[7] Marx, Karl (1970): Critique of Hegel’s Philosophy of Right [1843]. Çev. Anette Jolin/ Joseph O’Malley. Cambridge: Cambridge University Press.

[8] McLaren, Peter (2015), Pedagogy of Insurrection: From Resurrection to Revolution, New York: Peter Lang.

[9] Freire, Paulo (1973): “Education, Liberation and the Church”, Study Encounter Sayı 1/1973, s. 2.

[10] Boff, Leonardo (1982): Francis of Assisi: A Model of Human Liberation. Çev. J.W. Diercksmeier. Maryknoll: Orbis Books.

0 Yorum: