Günümüz Fransa’sının en üretken edebiyatçılarından
Magdeleine Marx, kaleme aldığı Bu Kavga En
Sonuncu Kavga: Sovyetler’de Altı Ay isimli kitabıyla Rusya’da büyük bir
ilgi gördü.[1] Böylelikle Eugene Pottier’nin[2] dizesi, “Bu kavga en sonuncu
kavga!” tarihsel planda yeniden gündeme geldi.
Rusya’da gerçekleşen proleter devrim, bu şiarı tüm
dünya proletaryasına taşıdı. Magdeleine Marx’ın Moskova sokaklarında işittiği
şiarla benim Roma’da, Milano’da, Berlin’de, Paris’te, Viyana’da ve Lima’da işittiğim
şiar aynıydı. Bu şiar, dönemin tüm heyecanını bünyesinde barındırıyor. Devrimci
kalabalıklar son kavgaya girdiklerine inanıyorlar.
Peki gerçekten de bu, en sonuncu kavga mı? Eski
nizama bağlı şüpheci isimler açısından son kavga bir yanılsamadan ibarettir,
ama yeni nizama işaret eden mücadele insanları için o bir gerçekliktir. Romain
Rolland, yeni ve aydınlanmacı bir tarih felsefesi sunduğu Au-dessus la Melée[3] [“Kavganın Üzerinde”] romanında, Eugene
Pottier’nin dizesinde bahsi edilen en sonuncu kavganın hem gerçeklik hem de
yanılsama olduğunu söylüyor.
Biz, aslında hem bir dönemin hem de bir sınıfın
son kavgasını veriyoruz. İlerleme veya başka bir tabirle insanî ilerleme,
aşamalar hâlinde gerçekleşiyor. Dolayısıyla insanlık, her zaman hedefe yakın
olma ihtiyacı duyuyor. Hiç şüphesiz ki bugünün hedefi yarının hedefi değil. Ama
insanın ilerlediğini söyleyen teori, bugünün hedefinin nihai hedef olduğunu
söylüyor. Mesihçi anlayışın vaat ettiği o bin yıl hiç gelmeyecek. İnsanlar,
tekrar terk edecekleri bir yere varmakla yetinecekler. Ama yeni gelen günün son
gün olacağı inancından asla vazgeçilmeyecekler.
Hiçbir devrim bir sonraki devrimi öngöremez, onun
tohumlarını kendi bağrında taşısa bile bu böyledir. Tarihin öznesi olarak insan
açısından kişisel gerçeklikten gayrı bir şey yoktur. İnsanlar soyut değil somut
mücadelelerle ilgilenirler. Dolayısıyla son kavganın gerçekliğini bizatihi
devrimci proletarya yaşar. Öte yandan soyut bir bakış açısı olarak insanlık,
son kavga denilen yanılsamayla oyalanır.
II
Fransız Devrimi, sahip olduğu önemle ilgili olarak
benzer bir anlayışa sahipti. Onu yapan insanlar da yeni bir çağı başlatmak
istemişlerdi. Gelenek zamanın ateşine savrulup atıldı, böylelikle cumhuriyetçi
bin yıl başlamış oldu. Devrimi yapanlar, Hristiyanlık çağının ve Gregoryen
takvimin cumhuriyeti sınırlamasının asla mümkün olamayacağını düşündüler.
Devrim, marşında yeni günün doğacağı şafağa selam duruyordu: Le jour de gloire est arrivé[4] [“Zafer
günü gelip çattı”] Bireyci ve Jakoben cumhuriyet, insanlığın en yüce arzusu
olarak görüldü. Devrim, kendisinin son ve aşılmaz devrim olduğunu düşündü. Bu,
son kavgaydı. Eşitliğin, özgürlüğün ve kardeşliğin son kavgası.
Ama yaklaşık yüz elli yıl sonra bu mit eskidi. La Marseillaise artık devrimci bir şarkı değil. Zafer günü doğaüstü güçlerden
aldığı itibarını yitirdi. Demokrasiyi teşvik edenler, bizatihi herkese oy hakkı
ve meclisin varlığı üzerinden gözden düştüler. Bugün dünyada yeni bir devrim
mayalanıyor. Kolektivist rejim, bireyci rejimin yerini almak için mücadele
ediyor. Yirminci yüzyılın devrimcileri, on sekizinci yüzyılın devrimcilerinin
yaptıkları işlere dair hükümlerini hızlı bir şekilde veriyorlar.
Ama öte yandan da proleter devrimin burjuva
devrimin bir sonucu olduğunu görmek gerekiyor. Burjuvazi, yüz yılı aşkın bir
süre boyunca yeni düzenin maddi-manevi koşullarını oluşturdu ve gerekli
kapitalist birikimi hızla meydana getirdi. İlk sosyalist fikirler Fransız
Devrimi içinde döllendiler. Sonrasında sanayi, zaman içerisinde kendi
fabrikalarında devrimin ordularını örgütledi. Eskiden burjuvazi ile aynı
düzlemde bulunan proletarya, kendi sınıfsal taleplerini dillendirmeye başladı. Sosyalizm,
kapitalist zenginliğin o yağlı sinesinde gelişip serpildi. Burjuvazinin alnında
kendi iktidarına karşı gerçekleştirilecek devrim için gerekli fikirleri ve
insanî birikimi temin etmek yazılı.
III
Son kavga yanılsaması, hem çok eski hem de gayet
modern bir yanılsama. Her iki-üç yüzyılda bir bu yanılsama farklı bir isimle
tekrar ortaya çıkıyor. Bugün itibarıyla söz konusu yanılsama, sayısız örgüt için
bir gerçekliği ifade ediyor. İnsanları kendisini yenilemeye itiyor. O,
ilerlemenin motoru. Tüm yeniden doğumların yıldızı. Büyük yanılsama hükmünü
yitirmişse yeni bir insanî gerçeklik oluşmuş demektir. İnsanlar, o noktada
eskiden beri taşıdıkları endişelerle meşgul olabilirler.
Bu yanılsama, romantik döngüyü kapayıp klasik
döngüyü başlatıyor. Klasik döngüde yanılsama gelişiyor, belirli bir tarza
kavuşuyor ve biçimi yozlaştırıyor, bu biçimse hayatın tüm güçlerini kucaklayamıyor.
İnsanların yaratma gücü, hayat enerjisi dindiğinde, katı, eski ve demode bir
biçim içine saplanıp kaldığında zayıflıyor. Ama insanlardaki veya toplumlardaki
coşku sınırsız. Uykunun dinginliğine esir olmuş göl, sessizliğe gömülmüş
bataklık birden kabarıp taşmaya başlıyor. Ardından hayat, enerjisine ve hızına
yeniden kavuşuyor. Hindistan, Çin ve bugünün Türkiye’si, bu yeniden doğumların
canlı birer örneği. Devrimci mit, çöküş sürecine girmiş olan bu halkları sarsma
ve canlandırma potansiyeline sahip.
Doğu, aksiyon için açıyor gözlerini. Umut, onun
eski çağlardan süzülüp gelen ruhunda yeniden doğuyor.
IV
Şüpheciliğin içi, insana ait büyük
yanılsamalardaki gerçek dışılığa karşı çıkınca rahatlıyor. Görecilikse aynı
olumsuz sonuçla ve kısırlıkla uyuşmuyor. İşe gerçekliğin bir yanılsama olduğunu
söyleyerek başlıyor, ama sonuçta da yanılsamanın gerçeklik olduğunu iddia
ediyor. Görecilik, mutlak hakikatlerin bulunduğu tespitine karşı çıkıyor, gelgelelim
insanların göreceli hakikatlere mutlak olgularmış gibi inanmaları gerektiğini
düşünüyor. İnsanlar, kesinliğe ihtiyaç duyuyorlar. Peki ya bugün insanların
belirledikleri kesinlik, yarının kesinliği değilse?
Mit yoksa insanların hayatı bereketli olamaz.
Görecilikçi felsefe, tam da bu sebeple “mit denilen kanuna itaat etmek gerek”
diyor.
Bir görecilikçi olarak Pirandello[5] faşizme
bağlılık konusunda önemli bir örnek sunuyor. Faşizm, Pirandello’nun aklını
çeliyor çünkü demokrasi şüpheli ve hiççi iken, faşizm hiyerarşiye ve millete
dönük dinsel ve bağnazca inanmayı ifade ediyor (Sicilyalı bir küçük burjuva
olarak Pirandello, devrimci miti anlama ve onun peşinden gitme konusunda
gerekli akli melekeye sahip biri değil). Bezgin, canı sıkkın şüpheciliğin
yazarı politik şüphelerden hiç hazzetmiyor. O, şiddetli, açık, tutkulu, sert
önermeleri tercih ediyor. Felsefeciden, görecilikçi felsefeciden daha şüpheci
olan kalabalıklarsa bir mit, bir iman olmadan yapamıyorlar. Geçmişe ait bu
anlaşılması güç gerçeği geleceğe ait gerçekten ayırmak pek mümkün görünmüyor. Mit
için varolan her şey gerçektir. Mutlak, özgül ve ebedi gerçek. Bu gerçeğe göre
kalabalıkların kavgası gerçekten de son kavgadır.
Halktaki o canlı itki, hayatın tüm sorularına
felsefî sorgudan önce cevap buluyor. Okuma-yazma bilmeyen insanlar, bu mitin
göreceli oluşunu zerre umursamıyorlar. Hatta onların bu hususu anlamaları bile
pek mümkün değil. Ama genel mânâda insanlar, daha hayırlı bir işe soyunup
yazarın veya felsefecinin bulamadığı yolu buluyorlar. Çünkü onlar için eyleme
geçmek bir zorunluluk. Çünkü onlar inanmak zorunda. Çünkü insanlar mücadele
etmeye mecburlar.
Zaman ve zeminde
insanların ortaya koydukları çabaların önemsiz ve anlamsız olup olmadığını
kimse bilemez. İnsanları harekete geçiren içgüdü, onları hayattan kopuk, zerre netice
üretmeyen sorulardan uzak tutmaya yazgılı. İnsanlar, çalışmaya devam etmek ve
iyi bir iş ortaya koymak dışında başka bir isteğe sahip değiller.
José Carlos Mariátegui
Mundial
Lima
20 Mart 1925
[Kaynak:
José Carlos Mariátegui: An Anthology,
Yayına Hazırlayan ve Tercüme Eden: Harry E. Vanden ve Marc Becker, 2011.]
Dipnotlar
[1] Magdeleine Marx, This Is the Final Fight, The Romance of New Russia içinde (New
York: T. Seltzer, 1924).
[2] Eugène
Pottier: Fransız işçi şair aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin resmi marşı
hâline gelen Enternasyonal marşının sözlerinin sahibi.
[3] Au-dessus
de la Mêlée [“Kavganın Üzerinde”]: Romain Rolland’ın Birinci Dünya
Savaşı’na karşı kaleme aldığı barışçı manifesto.
[4] Luigi
Pirandello (1867–1936): İtalyan oyun yazarı, romancı ve hikâyeci.
0 Yorum:
Yorum Gönder