14 Mart 2024

Batılı Sol Entelijansiya III


Burjuvazinin savunduğu “ifade hürriyeti” meselesini nasıl ele almalıyız? Bugün burjuva dünyasında “ifade hürriyeti” gerçekten var mı?

Burjuva ideolojisi, ifade hürriyeti meselesini iktidar ve mülkiyet sorunlarından soyutlayarak, birbirinden tecrit edilmiş bireylerin eylemlerini yöneten soyut bir ilkeye dönüştürmeye çalışır. Böyle bir yaklaşım, iletişim araçlarının ve bu araçlara kimin sahip olduğu ve kontrol ettiği gibi çok önemli bir sorunun materyalist analizini engellemek derdindedir. Bu ideoloji, böylelikle, tüm analiz alanını toplumsal bütünlükten teorik ilkeler ile münferit bireysel konuşma eylemleri arasındaki soyut ilişkiye kaydırır.

Bu yaklaşımın avantajlarından biri, bir kişiye soyut ifade hürriyeti hakkının tam da sesini duyuracak güçten yoksun olduğu için verilebilmesidir. Kapitalist dünyada yaşayan çoğu insanın durumu budur. İnsanlar, ilkesel olarak, bireysel görüşlerini istedikleri şekilde ifade edebilirler. Ancak gerçekte bu görüşler, iletişim araçlarının sahiplerinin yayınlamak istedikleri bakış açılarına uymuyorsa büyük ölçüde önemsiz hâle gelecektir. Onlara basit bir kürsü bile verilmeyecektir. Yönetici sınıf, iletişim araçları üzerinde öylesine büyük bir güce sahiptir ki, pek çok insanı sansürün var olmadığına ikna etmiş durumdadır. Bu görüşler, açıktan bastırılabilmekte veya kamuoyu farkına bile varmadan yasaklanabilmektedir.

Kapitalist ana akımın dışındaki bakış açıları geniş bir kitle kazanabiliyor ve gerçek bir güç oluşturmaya başlayabiliyorsa, o zaman mülk sahibi sınıfın ve burjuva devletinin neler yapabileceğini biliyoruz demektir. Sınıf düşmanlarını ve onların fikirlerinin serbest dolaşımını destekleyen her türlü altyapıyı yok etmek adına ifade hürriyetine yönelik her türlü çağrıyı hurdaya çıkarma konusunda uzun bir geçmişe sahiptirler. Bu noktada Yabancı ve Başkaldırı Yasaları’nı, Palmer Baskınlarını, Smith Yasası’nı, McCarran Yasası’nı, McCarthy dönemini ya da “yeni” Soğuk Savaş’ı örnek gösterebiliriz. Rusya’nın Ukrayna’da yürüttüğü özel askeri operasyonun başladığı günden bu yana dünya, burjuvazinin ABD içindeki iletişim araçlarını tümüyle kontrol altında tuttuğu gerçeği konusunda bir ders alma imkânı buldu. Başta Russia Today ve Sputnik olmak üzere YouTube ve sosyal medyadaki kapsamlı sansüre ek olarak, tüm büyük medya, Rusya ve Çin karşıtı propagandalarının yanı sıra ABD’nin vekâlet savaşına sorgusuz sualsiz destek sunmak için elindeki savaş davullarını çalıp durdu (bu noktada belirtmekte fayda var: son dönemde kimi muhafazakârlar, bu gelişmeyi kendilerini bir şekilde savaş karşıtı olarak takdim etmek için bir fırsat olarak gördüler). Burjuvazinin ifade hürriyeti hakkına sunduğu destek, esasında egemen sınıfın iletişim araçlarına sahip olma hakkıyla ilgili bir meseledir. Bu hakkı ellerinde tutmak istiyorlar, çünkü böylelikle kimlerin görüşlerinin büyütülüp yayılmaya değer olduğuna, kimlerin marjinalleştirileceğine veya sessizliğe gömüleceğine hiçbir kısıtlamayla karşılaşmadan karar vermek istiyorlar.

Makalelerinizin birinde “Faşist yönetişim tarzlarının tüm gerçekliğiyle karşımızda olduğunu, liberal dünya düzeninin bugün parçası hâline geldiğini” söylüyorsunuz.[53] Neden böyle düşünüyorsunuz?

Şimdilik adını “Faşizm ve Sosyalist Çözüm” koyduğum kitap çalışması için yürüttüğüm araştırmalar dâhilinde hâkim anlayış olarak “her bir devlete tek hükümet düşer” anlayışını sorgulayan, süreci izah etmeye yönelik bir çalışmanın genel çerçevesini ortaya koydum. Bu yaklaşıma göre açıktan yürüyen bir savaş içerisinde değilse her bir devlet, belirli bir dönemde sadece tek bir yönetişim tarzına sahip oluyor. Bu diyalektik dışı modeldeki sorunu, ABD ve Batı’daki liberal burjuva demokrasilerinde kolaylıkla görmek mümkün.

Konuyla ilgili bir makalemde ortaya koyduğum biçimiyle, ABD hükümeti İkinci Dünya Savaşı sonrası on binlerce Nazi’yi ve faşisti örgütleyip kendi işlerinde kullandı.[54] Birçoğuna Ataş Operasyonu gibi operasyonlar dâhilinde ABD’ye güvenli giriş hakkı verdi ve bu isimleri NATO ve NASA dâhil, birçok bilim, istihbarat ve askeri kurumun kadrosuna dâhil etti. Birçoğu ise Avrupa genelinde kurulan gizli ordularda, Avrupa’daki istihbarat kurumlarında, hatta İtalya’da karşımıza çıkan Mareşal Badoglio gibi isimler şahsında görüldüğü üzere, hükümetlerde istihdam edildi.[55] Bugün hâlâ bu Naziler ve faşistler Latin Amerika’ya veya başka bölgelere uzanan gizli kanallarda bir biçimde kullanılıyorlar. Japon faşistleri ise CIA eliyle yeniden iktidara taşındı. Liberal Parti’yi ele geçiren bu faşistler, onu bundan sonra Japon imparatorluğunun liderlerini yetiştirecek sağcı bir kulüp hâline getirdiler. ABD imparatorluğunun yetki ve kudret bahşettiği, antikomünist faaliyetin bu yetkin isimlerinden oluşan küresel ağ, kirli savaşlar yürüttü, darbeler gerçekleştirdi, başka ülkeleri istikrarsızlaştırmak için uğraştı, sabotajlara ve terör faaliyetlerine imza attı. Evet, faşizm, İkinci Dünya Savaşı’nda esas olarak yirmi yedi milyon Sovyet yurttaşının ve yirmi milyon Çinlinin büyük fedakârlığı neticesinde mağlup edildi, ama onun liberal demokrasiler dâhil, birçok ülkede ortadan kaldırılmadığı da bir gerçek.

İlerici liberal uzmanların zaman zaman iddia ettiği gibi, ABD'nin yurtdışında faşist yönetim biçimleri uyguladığını ancak iç cephede demokrasiyi koruduğunu söylemek kimilerine cazip gelebilir. Ancak bu, tam olarak doğru değildir. Tarihsel-materyalist analiz, bazı çalışmalarımda savunduğum gibi, sezgisel düzeyde birbirinden farklı üç boyutu her daim dikkate almalıdır: tarih, coğrafya ve sosyal tabakalaşma. Bu bağlamda, sadece liberal uzmanlarla aynı sınıfsal kesimi işgal edenleri değil, tüm nüfusu incelemek önemlidir. Örneğin Yerli nüfusunu ele alalım. Soykırıma varan bir yok etme politikasına maruz bırakılan ve daha sonra ABD devleti tarafından kontrol edilen ve denetlenen özel alanlara kapatılan bu nüfusun önemli bir kısmı, özellikle de en yoksulları, hâlâ ırkçı polis terörünün hedefi olmakta, temel insani ve demokratik hakları için mücadele etmektedir.[56] Aynı durum, yoksul ve işçi Afrikalı-Amerikalı nüfusun bazı kesimleri ve göçmenler için de geçerlidir. George Jackson’ın “Dördüncü Kutsal Roma İmparatorluğu” olarak adlandırdığı ABD’ye yönelik sert eleştirisini bu şekilde anlamamız gerekiyor.[57] Nüfusun belirli kesimleri, yani hayatta kalma mücadelesi veren, ırkçı saldırılara maruz kalan yoksullar ve işçi sınıfı, genellikle demokratik haklar ve temsil sistemi aracılığıyla değil, öncelikle devletin ve devlet dışında kurulmuş yapıların uyguladığı baskı ile yönetiliyor. Peki o zaman onların bir demokraside yaşadıklarını neden varsayalım? Unutmayalım ki Nazilerin kendileri de ABD’de ırk ayrımcısı ve ırkçı devletçiliğin en gelişmiş biçimini görmüş ve bunu açıkça bir model olarak kullanmışlardı.[58]

Çoklu yönetim biçimleri paradigması, kapitalist toplum içinde işleyen sınıf dinamiklerine ve nüfusun muhtelif unsurlarının aynı şekilde yönetilmediği gerçeğine dikkat ettiği ölçüde diyalektik bir yaklaşımdır. Örneğin ABD’deki meslek sahibi-yönetici sınıf tabakasının üyeleri, resmi anlamda bazı demokratik haklara sahiptir ve bu haklardan çeşitli yasal sınıf mücadelesi biçimleri dâhilinde başarıyla istifade edebilmektedirler. Sömürülen bir nüfus olarak kapitalizmin boyunduruğu altında olanlarsa, özellikle de Ejderha olarak bilinen George Jackson gibi boyunduruktan kurtulmak için örgütlenmeye başlamaları durumunda, genellikle çok farklı bir şekilde yönetilirler. Bu noktada polis terörüne ve kanunsuz şiddete maruz kalırlar ve (Ward Churchill’in hesaplamalarına göre) 1968 ile 1976 yılları arasında FBI ve polis tarafından öldürülen yirmi dokuz Kara Panter ve altmış dokuz Kızılderili aktivist gibi sözde hakları, genellikle ayrım gözetilmeksizin çiğnenir. Hayatının önemli bir kısmını hapishanede geçiren ve daha sonra şüpheli bir şekilde öldürülen Jackson gibi teorisyenler, bunu “faşizm” olarak adlandırdılar.

Yönetişim sürecinin kapitalizm koşullarında gerçekte nasıl işlediğini anlamak için, farklı biçimlerine dikkat eden, ayrıntılara odaklanmış bir diyalektik yaklaşımı benimsemek gerekmektedir. Sözde liberal demokrasi, uysal öznelere haklar ve temsil vaat ederek, kapitalizmin iyi polisi gibi işlev görür. Büyük ölçüde orta ve üst orta sınıf tabakaları ve onlara talip olanları yönetmek için kullanılır. Faşizmin kötü polisi, hem yurt içinde hem de yurt dışında nüfusun yoksul, ırksallaştırılmış ve hoşnutsuz kesimlerinin üzerine salınır. Açıkçası iyi polis tarafından yönetilmek, tercih edilir ve sınırlı demokrasi biçimlerinin bile savunulması ve genişletilmesi (özellikle de devlet aygıtının tamamen faşistlerin eline geçmesiyle oluşacak dehşetle kıyaslandığında) değerli taktiksel hedefler olarak görülür. Tıpkı bir polis sorgusunda olduğu gibi, iyi polis ve kötü polisin aynı devlet için ve aynı amaçla birlikte çalıştığını kabul etmek stratejik açıdan önemlidir: kapitalist toplumsal ilişkiler, burjuva demokrasisi havucu veya faşizm sopasıyla sürdürülür, hatta bu ilişkiler daha da derinleştirilir.

Birçok insan, “Trump” denilen olgunun ortaya çıkışına bakıp faşizm tehlikesinin büyüdüğü sonucuna ulaşıyor. Bu bakış açısı konusunda ne düşünüyorsunuz? Trump destekçilerinin 6 Ocak 2021’de Kongre binasını basmalarını nasıl yorumluyorsunuz?

Trump, faşist güçleri cesaretlendirmiş ve faaliyetlerini teşvik etmiştir. Trump, aşırı milliyetçi bir beyaz üstünlükçüsü, kapitalizme ve emperyalizme bağnazca bağlı olan biridir.[59] Fakat bu Trump denilen olgu, emperyalist düzen içinde açığa çıkan daha büyük bir krizin semptomudur. Çok kutuplu bir dünyanın ısrarlı gelişimi, Çin’in yükselişi, finansallaşmış neoliberalizmin başarısızlıkları ve önde gelen emperyalist devletlerin azalan gücü nedeniyle, faşizm, kapitalist dünya genelinde yükseliştedir.

ABD bağlamında, Joe Biden’ın 2020 seçimleri için yürüttüğü başkanlık kampanyası büyük ölçüde, iktidarın barışçıl bir şekilde devredilmesine ve hukukun üstünlüğüne saygı göstereceği için ülkeyi faşizmden kurtarabileceği fikri etrafında örgütlendi. Burjuva demokrasisinin açık bir faşist diktatörlüğe açık ara tercih edilebilir olduğu kesinlikle doğrudur ve birincisi için ikincisine karşı mücadele etmek son derece önemlidir. Burjuva demokrasisi, her ne kadar yozlaşmış, işlevsiz ve yalancı olma eğiliminde olsa da, nüfusun belirli kesimlerine örgütlenme, siyasi eğitim ve güç inşa etmek için önemli bir manevra alanı sağlar. Bununla birlikte, ABD’deki Demokrat Parti’nin faşizme karşı bir kale olduğunu varsaymak büyük bir hatadır. Biden göreve geldiğinde, Trump’ı milleti kışkırtmayı temel alan komploya imza atma suçundan hapse atmak için hemen adım atmadı ve sahadaki faşistlere genellikle yumuşak davrandı (bu kesimin çok küçük bir kısmı komplo kurmakla suçlandı, aldıkları cezalar beklenmedik ölçüde hafif cezalardı). Ancak şimdi, olaydan yıllar sonra ve 2024 başkanlık seçimlerine giden propaganda sürecinde komploculardan bazıları hapis cezasıyla karşı karşıya kalırken, Trump da farklı davalarda yargılanıyor. Dahası, Biden yönetimi, ABD polis devletini, ırkçı polis şiddetini ve (kurulmasına yardım ettiği) kitlelerin hapse tıkılmasını öngören sistemi zayıflatmak için ciddi bir adım atmadığı gibi, faşist örgütleri ve milisleri dağıtma konusunda hiçbir şey yapmadı. Joe Biden, Trump gibi kendi ülkesindeki faşist hareketleri açıktan desteklememiş olsa da (ki bunun olumlu bir gelişme olduğu açık), ekibi, ABD’nin emperyalist ajandasını uygulamaya koymuş, Ukrayna gibi ülkelerde faşizmin gelişmesini saldırgan bir üslupla desteklemiştir.[60]

Kongre Binası’nın basılmasıyla ilgili olarak şu söylenebilir: bu olay, sadece Biden’ın seçilmesine karşı kendiliğinden gelişmiş olan bir ayaklanma değildi. Konuyla ilgili ayrıntılı bir makalede de tespit ettiğim biçimiyle, baskın, kapitalist egemen sınıfın bir kesimi tarafından desteklendi ve ABD hükümetinin en üst düzeyleri bunun gerçekleşmesine izin verdi.[61] Publix süpermarketinin varisi Julie Jenkins Fancelli, “Hırsızlığı Durdurun” mitingi için yaklaşık 300.000 dolar temin etti. Trump ailesi de milyonlarca dolar topladığı protestonun finansmanına doğrudan katkı sundu: “Trump’ın politik faaliyetlerini yürütenler, 6 Ocak eylemini örgütleyenlere 4,3 milyon doların üzerinde para aktardılar.”[62] Halktan insanların gerçekleştirdiği bir eylemden çok belirli bir partinin bizzat yürüttüğü bir operasyondu. Ayrıca elimizde, asgari düzeyde de olsa, Kongre Binası’nın basılmasına istihbaratın, ordunun ve polis teşkilâtının üst kademelerindeki isimlerin izin verdiklerini açık biçimde ortaya koyan işaretler de mevcut. Kongre Binası önünde ilerici güçlerce yapılan eylemlerde uygulanan ağır güvenlik önlemlerine aşina olan, sadece video görüntülerine ve Kongre Binası polisinin sadece beşte birinin o gün görevde olduğu ve geniş çapta beklenen ayaklanmalar için yetersiz donanıma sahip olduğunu gören herkes, böylesi bir sonuca kolaylıkla ulaşabilir. Artık biliyoruz ki Ulusal Muhafızlar’ın binaya konuşlandırılması adımının atılmasındaki gecikmeden doğrudan ordunun üst düzey komuta kademesi sorumluydu. Ayrıca, Kongre Binası yakınlarında hazır bekletilen İç Güvenlik Bakanlığı ajanları harekete geçirilmedi. Tüm bunlar ve çok daha fazlası, Kongre Binası baskınında ABD hükümetinin en üst kademelerinin suç ortaklığına işaret etmektedir.

ABD ulusal güvenlik devleti tarafından yürütülen psikolojik operasyonların kapsamlı tarihini ciddiyetle inceleyen herkes, 6 Ocak’ın bu tarihle örtüşen yönlerini illaki görecektir. Açık konuşmak gerekirse burada ben, burjuva medyasının yaydığı, Kongre Binası’nı basan insanların hepsinin bu işin içinde olduğu ya da bu kişilerin parayla tutulmuş aktörler olduğu türünden saçma ve aptalca iddialar üzerine kurulu bir komplodan bahsetmiyorum. Bu tür operasyonlar, gerekli bilgiye sadece ilgili kişilerin vakıf olması ilkesi uyarınca yürütülürler, yani ideal bir durumda emir komuta zincirinin en tepesinde bilerek suç ortağı olan, sadece birkaç kişi vardır. Onların altında ise olan bitenin bilincinde olmayan ve kendi başlarına hareket eden çok sayıda kişi bulunur. Bu durum, yüksek düzeyde bir öngörülemezlik yaratır ve böylece aşağıdaki kitlenin gerçekleştirdiği kendiliğinden eylemler arzu edilen görüntüye kavuşurlar, bu da tepedeki karar vericilere gerekli koruma kalkanını sağlar.

Kongre Binası’nın basılması eyleminin parasını veren, onu teşvik eden ve buna izin veren, bu iş için özel seçilmiş uygulayıcı kişiler konusunda çok daha fazla şey bilmemiz gerekiyor. Daha fazla bilgi elde edilene dek, ki muhtemelen zaman içinde elde edilecektir, en azından bunun Biden yönetimi için son derece faydalı bir olay olduğunu biliyoruz. Olay, “Uykucu Joe” olarak bilinen Biden’a demokrasinin kurtarıcısı halesini tesadüf eseri başına geçirme fırsatı sundu, böylelikle Biden, sağa yöneldiği, egemen sınıf adına emekçi halka karşı savaş yürüteceği koşullarda gerekli kılıfa kavuştu. Bu sayede Trump da hapse atılmak yerine eski imajına ve haklarına yeniden kavuştu. Tucker Carlson ve Alex Jones gibi Trump yönetiminin medyadaki kuklaları kimseyi incitmeyecek bir hikâye uydurdular, bu sayede Trump ve destekçileri, korkunç bir hükümet komplosunun kurbanları hâline geldiler. Büyük hükümete karşı çıkan ve özgürlüğe sevdalı bir muhalif olarak takdim eden Trump, düzenin dışında duran isim olarak yeniden başkan adayı hâline geldi. Ona karşı açılan davaların seyri nasıl olacak bilinmez, ama zamanlamalarının epey manidar olduğu açık, zira bu davalar, olay yaşandıktan, yeni başkanlık seçimi süreci iki emperyalist adayın kafa kafaya yarışacağı yeni başkanlık seçimi sürecinin hız kazandığı bir dönemde gündeme geldi.

Bugün dünya solu, burjuvazinin ideolojik hegemonyasına nasıl karşı koymalı? Ne tür bir devrimci teori inşa etmeliyiz?

Kapitalist dünyada burjuvazinin ideolojik hegemonyası, kültürel aygıt, yani tüm kültürel üretim, dağıtım ve tüketim sistemi üzerinde uyguladığı nefes kesici kontrol sayesinde sürdürülüyor. Alan MacLeod’un tespitiyle, “Amerika’nın okuduğu, izlediği ya da dinlediği şeylerin yüzde 90’ından fazlasını beş şirket kontrol ediyor.”[63] Yukarıda kısaca ele aldığımız biçimiyle, bu devasa şirketler, ABD hükümetiyle kurdukları sıkı ilişkiler dâhilinde çalışıyorlar. Bu şirketlerin ana hedefini, 1981’de CIA Direktörü William Casey personelini topladığı ilk toplantıda şu şekilde dile getiriyor: “Uygulamaya koyduğumuz dezenformasyon programımızın tamama erdiğini, ancak Amerikan halkı inandığı her şeyin yanlış olduğuna kanaat getirdiği vakit bileceğiz.”[64]

Bu bize, ABD gibi bir ülkede verilecek ideolojik mücadelenin nesnel koşulları konusunda çok şey söyler. Dolayısıyla, sadece doğru bir analiz geliştirmemiz ve bireysel görüşlerimizi paylaşmamız, insanları rasyonel tartışmalar ve konuşmalar yoluyla ikna etmemiz gerektiğini düşünmek saflık olur. Gerçek bir etki yaratmak için kolektif olarak çalışmalı ve gücü kendi lehimize kullanmanın yollarını bulmalıyız.

Şu anda Jennifer Ponce de León ile birlikte üzerinde çalıştığımız ve kültürü bir sınıf mücadelesi alanı olarak inceleyen kitapta, üç farklı taktik arasında ayrım yapıyoruz. Truva Atı taktiği adını verdiğimiz ilk taktik, burjuva kültür aygıtını, olağanüstü altyapısından yararlanarak karşı hegemonik mesajları gizlice içeride yaymak, böylece geniş bir kitleye ulaştırmak için o altyapıyı sahiplerine karşı kullanmaktan ibarettir (“Postal” lakabıyla anılan, sosyalist eylemci, repçi ve sinema yönetmeni Raymond Lawrence Riley bunu başarıyla yapan, harika bir örnektir).

İkinci önemli taktik, fikirlerin üretimi, dolaşımı ve edinimi için alternatif aygıt geliştirmekle ilgilidir. Bu alanda birçok önemli çalışma yürütülüyor. Bu noktada alternatif medya ve yayınlardan, eğitim platformlarına, kültür alanlarına, aktivist ağlarına ve topluluk merkezlerine dek bir çaba ortaya konuluyor. Ponce de Léon’la birlikte bu türden çalışmalar yürüten Eleştirel Teori Atölyesi içerisinde yer alıyoruz.[65]

Üçüncü ve son taktikse iktidarı burjuvazinin elinden almış olan ülkelerde geliştirilmiş olan sosyalist aygıtlarla ilgili. Bunların ürettikleri haberler, bilgiler ve kültür, kapitalist kültür aygıtı karşısında gerçek bir seçenek sunuyorlar. Batı yarımkürede iki önemli örnek üzerinde durulabilir. İlki Küba’daki Prensa Latina, ikincisi Venezuela’daki Telesur’dur. Her iki kuruluş da oldukça önemli işler yapmaktadır.

İhtiyacımız olan devrimci teori konusunda Cheng Enfu ikna edici şeyler söylüyor. Kendisi, diğer pek çok kişinin çalışmalarını takip ederek ve daha da geliştirerek, Marksizmin yaratıcı olduğunu ve düzenli olarak değişen durumlara uyarlanması gerektiğini iddia ediyor.[66] Taşlaşmış bir doktrin olmaktan uzak olan Marksizm, Losurdo’nun deyimiyle, zamana göre değişen bir öğrenme sürecidir. İçinde bulunduğumuz dönemde bu konuda yapılması gereken çok iş var. En acil üç meselenin altını çizmek gerekirse, faşizmi, dünya savaşını ve ekolojik çöküşü hem anlayabilecek hem de durdurabilecek devrimci teoriyi daha da geliştirmemiz gerekiyor.[67] İmparatorluğun merkezinde yaşadığım ve örgütlendiğim için, şimdiye dek devlet iktidarının ele geçirilmesi pratiklerinden zerre etkilenmemiş olan bu özel bölgede, devrimci teori ve pratik geliştirmenin de elzem olduğunu söylemeliyim.

Genel olarak, en önemli devrimci teori, sosyalizmi inşa etmek denilen o karmaşık ve zor göreve katkıda bulunacak olan teoridir. 1917’den bu yana pek çok sürpriz yaşandı ve çok şey öğrenildi. Küresel durum bugün, Üçüncü Enternasyonal’in en parlak döneminde ya da Soğuk Savaş olarak adlandırılan dönemde olduğundan çok farklı görünüyor. Sosyalist ülkeler, (BRICS+, Bir Kuşak Bir Yol Girişimi, Şangay İşbirliği Örgütü, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN), vb. gibi) emperyal dünya düzenine karşı çıkan yeni uluslararası çerçeveler inşa etmek için ulusal kalkınma niyetindeki kapitalist ülkelerle birlikte çalışıyorlar.

Batı ve Orta Afrika’da yaşanan son ayaklanmalar, Fransa’nın bölgedeki yeni-sömürgeci rejimine ve Batı emperyalizminin hapishanesine meydan okudu. Bu ve diğer sömürgecilikten kurtuluş mücadelelerini ve ortaya çıkmakta olan çok kutuplu dünyayı anlamak ve ilerletmek, hayati önemi haiz teorik ve pratik bir görevdir. Aynı zamanda, emperyalist dünya düzenine karşı çıkmanın ve çok kutupluluğun gelişiminin sosyalist projenin genişlemesine nasıl basamak teşkil edeceğini açıklayabilmek de son derece önemli bir husustur. Bu, günümüzün en acil meselelerinden biridir.

Kaynak

Dipnotlar:
[53] Gabriel Rockhill, “Liberalism and Fascism: The Good Cop and Bad Cop of Capitalism,” 21 Ekim 2020, BAR.

[54] Gabriel Rockhill, “The U.S. Did Not Defeat Fascism in WWII, It Discretely Internationalized It,” 16 Ekim 2020, Counterpunch.

[55] “Etiyopya’da işlenen o korkunç savaş suçlarından sorumlu olan ve uzun süre Benito Mussolini ile birlikte çalışan Mareşal Pietro Badoglio, faşizm sonrası İtalya’da ilk kurulan hükümetin başına geçmesine izin verildi. İtalya’nın kurtarılmış olan kısmında yeni sisteme eskisi gibi şüpheyle yaklaşılıyordu, dolayısıyla buradaki insanlar yeni düzeni ‘Mussolini’siz faşizm (fascismo senza Mussolini] olarak tarif ediyorlardı.” (Jacques R. Pauwels, The Myth of the Good War [Toronto: Lorimer, 2015], s. 119).

[56] Bkz.: Dunbar-Ortiz, An Indigenous Peoples’ History of the United States ve Smith, Endless Holocausts.

[57] George L. Jackson, Blood in My Eye (Baltimore: Black Classic Press, 1990), s. 9.

[58] Örneğin bkz.: James Q. Whitman, Hitler’s American Model (Princeton: Princeton University Press, 2018).

[59] Bkz.:  John Bellamy Foster, Trump in the White House: Tragedy and Farce (New York: Monthly Review Press, 2017), MR.

[60] Bkz.: Gabriel Rockhill, “Nazis in Ukraine: Seeing through the Fog of the Information War,” 30 Mart 2022, Liberation.

[61] Bkz.: Gabriel Rockhill, “Lessons from January 6th: An Inside Job,” 18 Şubat 2022, CounterPunch.

[62] Anna Massoglia, “Details of the Money behind Jan. 6 Protests Continue to Emerge,” 25 Ekim 2021, OpenSecrets.

[63] Yayına Hz.: Alan MacLeod, Propaganda in the Information Age: Still Manufacturing Consent (New York: Routledge, 2019).

[64] Bu sık sık alıntılanan ifadenin kökeniyle ilgili bir tartışma için bkz.: Tony Brasunas, “Is the CIA Trying to Deceive All Americans?,” 9 Şubat 2023, Tonybrasunas.

[65] Bkz.: criticaltheoryworkshop.

[66] Bkz.: Cheng Enfu, China’s Economic Dialectic (New York: International Publishers, 2021).

[67] ABD’nin en önemli Marksistlerin biri olan John Bellamy Foster, bu üç alanla ilgili oldukça önemli çalışmalara imza atmış bir isimdir.

0 Yorum: