Tarihsel Meta Fetişizmi
Zaman içinde yaşanan sapma dâhilinde her şey baş aşağı
çevrildi. Yapısalcı ve postyapısalcı olarak anılan ve Fransız teorisiyle
bağlantılı olan düşünürler, alenen politik olan kimi amaçlara hizmet eden,
farklı ve alakasız tarihsel akımlardan oluşan bir harman üzerinden, 68
hareketiyle birlikte tanımlanır hâle geldiler. Ferry ve Renaut gibi isimleri
içeren bu düşünürlerin bir kısmı için amaç, belirli bir teorik geleneğin
yaşadığı iflasla politik başarısızlığı arasında kurulan muğlâk bir ilişki
temelinde Fransız teorisini toprağa gömmekti. Bazı düşünürler, bilhassa
İngilizce konuşulan dünyadaki kimi isimler içinse mesele, sözde entelektüel
isyancılarla fiiliyatta politik olan militanlar arasında belli belirsiz ama
kalıcı bir analoji kurmak suretiyle, bir grup düşünürün radikallik imajını öne
çıkartmaktı. “68” denilen tarihsel olayın kendisinden geriye sadece sembolik
değeri kalmıştır ki bu değer de maddi pratikten kopartılmış durumdadır.
Kopartılmasındaki amaçsa olayın kendisini, küresel teori endüstrisine ait bir
ürünü yaldızlamak veya karalamak için kullanılabilecek, yüzer gezer bir
gösterge olarak işlemesini sağlamaktı.[1] Bu bahsini ettiğim vaka, esasen benim
“tarihsel meta feşitizmi” olarak adlandırmayı tercih ettiğim şeyi örnekleyen
bir vakadır: Politik mücadelelerde faal olan toplumsal ilişkiler, düşünsel bir
metaya dönük, insanı büyüleyen tiksinti veya cazibenin gölgesinde kaybolup
giderler.[2]
İşçilerin kimi kazanımlar elde etmesini ve belirli
üniversite reformlarının gerçekleştirilmesini sağlasa da, 68 ayaklanması,
hükümeti devirmeyi ve genel güç dinamiğini ya da ekonomik sistemi önemli ölçüde
değiştirmeyi başaramadı. Bununla birlikte, küçük burjuva sınıf tabakasının ve
onun tüketimci özlemlerinin yanı sıra, Clouscard’ın deyimiyle, “özgürlükçü
liberalizm” ideolojisinin ortaya çıkması için daha fazla alan yaratarak,
Fransız toplumunu bir dereceye kadar yeniden örgütlemeyi başardı. Söz konusu
ideoloji, kapitalist sistemi ideolojik planda desteklemeye meyilli olan bu yeni
orta sınıf tüketici katmanının gelişim sürecini besleme konusunda Marshall
Planı’nın oynadığı önemli rolün güçlenmesini sağladı, zira bu ideoloji
sayesinde ilgili katmandaki tüketiciler, Fransızlara has dokunuşlarla, Amerika
kaynaklı arzu pazarına koşulsuz dalma imkânı buldular. Yaklaşık yüzde 18’i
Fransa’ya olmak üzere Batı Avrupa’ya 13 milyar dolardan fazla (2023’te 161
milyar dolara eşdeğer) kaynak aktarılması, bu sınıfsal tabakayı güçlendirmeyi
ve tüm bu bölgeyi antikomünist ve kapitalizm yanlısı saflarda tutmayı
amaçlıyordu.
Mali ve kültürel bir güç olarak ABD emperyalizmi
denilen proje, en geniş manada aydınları (profesörleri, araştırmacıları,
gazetecileri, uzmanları vs.) içeren yeni küçük burjuva sınıfı için özgürlükçü
ve tüketimci bir model ile üretimde yüksek sömürü düzeyinin damgasını vurduğu
bir ekonomik durumun oluşmasına katkıda bulundu. Böylelikle, ilgili proje, Clouscard’ın
dikkatle seçip kullandığı kelimelerle örülü ifadesinde dile getirdiği
biçimiyle, “her şeye izin verilen ama hiçbir şeyin mümkün olmadığı”[3] bir toplumun
gelişmesini sağladı. Tabuların ve yasakların sonunu vaat eden bir sınıf
fraksiyonu için tüketimcilikteki özgürlükçü patlama, böylece giderek daha
baskıcı hâle gelen bir üretim alanıyla birleşti (bu çalışmanın sonunda bu hususa
geri döneceğiz). Aymeric Monville’in de dile getirdiği biçimiyle, Clouscard’a
göre, Mayıs 68’den en çok da toplumun maddi temelini değiştirmeksizin ona hâkim
olmanın yollarını arayan, savaş sonrası dönemde palazlanmış eğitimli orta
sınıflar istifade ettiler. İkinci Dünya Savaşı’nın öne çıkarttığı iki büyük güç
olarak komünizmin ve Dögolcülüğün öldüğünü, Giscard’dan Mitterand’a dek birçok
ismin Atlantikçiliğe yüzünü çevirdiği gerçeğini cümle âleme duyurmak Mayıs 68’e
düştü.[4]
Bu bağlamda, Fransız teorisi, dünya genelinde ön plana
çıkan bir tüketim nesnesidir. Birçok tarihçiye göre bu teori dünya pazarına,
Ford Vakfı’nın Baltimore’daki Johns Hopkins Beşeri Bilimler Merkezi’nde
düzenlenen bir uluslararası konferans için 36.000 dolar (bugünün parasıyla
332.000 dolar) verdiği, bu konferans sonrası birçok etkinliği finanse ettiği
Ekim 1966’da çıktı.[5] Bahsi edilen konferans, aralarında Derrida, Lacan ve
Barthes gibi yıldızı parlamakta olan bir dizi önemli ismi bir araya getirdi. Deleuze
ve Gérard Genette gibi konferansa bizzat katılamayan az sayıdaki düşünür ise ona
makalelerle katkıda bulundu. Konferansa Lucien Goldmann haricinde hiçbir
Marksist davet edilmedi. O dönem Fransız yapısalcılığının zirvesi olarak kabul
edilen Althusser’in konferanstaki yokluğu bilhassa dikkat çeken bir husustu. Althusser’in
FKP üyeliği büyük ihtimalle endişelere yol açmıştı, zira parti, Ford Vakfı’nın
destekleyeceği türden bir düşünce geleneğinin asla parçası değildi.
Gerçi Althusser, o dönemde birçok yönden önemli bir
sima idi. Belirli açılardan Marksist gelenekle güçlü bağları bulunan eserleri
Marksizm sahasından uzaklaşan kimi yollar açmıştı. Dolayısıyla, yetmişlerin
başında yapısalcı Marksizmin Altuzerci versiyonunu İngilizce konuşulan dünyaya
bizatihi (sonrasında Verso ismini alan) New Left Books yayınevi pazarladı.[6] Marksizmin
kurucu metinlerinin detaylı ve derin okumasını akademik manada fetişleştiren
yaklaşımın ve tarihsel materyalist analiz yoksunluğunun damgasını vurduğu,
Marksizmi sorunlu bir müdahaleyle, Lakancılıkla sulandıran bu Marksizm türü ve
bilhassa Althusser’in şakirtleri veya müritlerinin (Badiou, Rancière, Balibar
vs.) Marksizm anlayışı, Fransız teorisi olarak bilinen küresel teori
endüstrisinin tüketim nesnesiyle uyumlu olduğunu zamanla kanıtladı.
Biz, bu noktada Ford Vakfı ve onun 1966’da Johns
Hopkins’te düzenlenen konferansa akıttığı paralarla ilgili hikâyeye geri
dönelim. Diğer önemli kapitalist vakıflar gibi Ford Vakfı da CIA ile o kadar
yakın bir çalışma geçmişine sahipti ki, aynı kişiler, genellikle her iki
kurumda da kariyer yaparlardı. Konferansın düzenlendiği sırada vakfın başkanı, ABD
Ulusal Güvenlik Danışmanlığı görevinden yeni ayrılmış olan McGeorge Bundy’den
başkası değildi. Bundy, Domuzlar Körfezi’nin işgalinde, Vietnam’daki
emperyalist savaşın şiddetlenmesinde ve çeşitli gizli operasyonlarda yer almış
bir isimdi. Ayrıca bu zat, psikolojik savaş konusunda da oldukça yetkindi. 1949’da
Bundy, CIA’den Allen Dulles ve Richard Bissell ile birlikte, Marshall Planı’nın
dünya genelinde komünizme karşı yürütülen fikir savaşındaki rolüne dair bir
çalışma yaptı. CIA, Batı Avrupa’daki antikomünist aydınların, gazetecilerin,
sendika liderlerinin, politikacıların ve diğer önde gelen isimlerin
çalışmalarını finanse etmek için Marshall Planı’na bağlı olarak yılda 200
milyon dolar fon kullanıyordu. Dolayısıyla, Ford Vakfı’nın Fransız teorisinin
desteklendiği sürecin parçası hâline gelmesinde şaşılacak bir yan bulunmuyor. Nitekim,
ABD’de bu yeni akımın güçlenmesini sağlayan ana unsur olarak bilinen ilgili
konferansa para akıttığı aynı yıl içerisinde Ford Vakfı, bir yandan da Kültürel
Özgürlük Kongresi’nin esasında CIA’ye bağlı bir kurum olduğunun ortaya çıkması
ardından (ki Bundy bu gerçeği zaten biliyordu), bu çalışma alanı geniş olan antikomünist
propaganda teşkilâtını kurtarmaya çalışmak adına, onun desteklenmesiyle ilgili
masrafları üstlendi.
Fransız teorisi, uluslararası alanda radikal ve
yenilikçi, düzen karşıtı ve sınır aşıcı, özgürlükçü ve alışılmışın dışında bir
şey olarak takdim ve reklâm edildi. Pazar alanı, emperyalist merkezdeki yeni
küçük burjuva sınıf tabakasıydı. Bu tabaka, tüketimcilik yoluyla özgürleşmeye
düşkündü, ama öte yandan, işçilerin sosyalist proje yoluyla özgürleşmesi
meselesinden genelde uzak duruyordu. Dolayısıyla, teorideki radikallik, öncelikle
söylem ve teori düzeyindeydi. Az sayıda ve nispeten kısa ömürlü birkaç istisna
haricinde, politik alanda Fransız teorisinin önemli isimleri, “totaliterlik
karşıtı”ydı ve reel sosyalizm projesine açıktan karşı çıkıyorlardı. Clouscard’ın
aktarımıyla bu teorisyenlerin ana düsturu, “teoride her şeye izin var, ama
pratikte hiçbir şey mümkün değil”di (yani bu isimlere göre kapitalist sistem köklü
bir değişime asla tabi tutulamazdı.)
Fransız teorisyenlerinin öğrenci hareketine, bilhassa
işçi eylemliliğine şüpheyle yaklaşmalarına, hatta ona karşı olmalarına karşın,
gene de “68 düşünürleri” olarak takdim ve reklâm edilmeleri meselesi, esasen 68
sonrası yeni küçük burjuvazinin tüketimci ütopyasının bir sonucu olarak ele alınmalı:
Onlara izafe edilen radikallik, pekâlâ, radikal politikaya pratikte iştirak
etmenin yerini alan sembolik bir unsur olarak iş gören, sınır mınır tanımayan
söylemsel ürünlere ait bir biçim olarak ele alınabilir. “68 düşünürleri” olarak
anılan kişiler, bu anlamda, 68 sonrası dönemde yükselen radikal tüketimcilik
dalgasının önüne kattığı isimlerdi ve onlardaki parlak belagat yeteneği,
pratikte devrimin becerilemediği yerde teoride devrim yapmanın bir yolu olarak
takdim edildi. Böylelikle bu isimler, radikal şifacılar rolünü üstlendiler.
Fransız teorisyenleri, önemli bir kısmı meşru zemine dayalı olan isyan ateşini gerçeklere
kayıtsız bir tüketimcilik ve pratik bir antikomünizm projesine kanalize ettiler
ve her daim küresel teori endüstrisi dâhilinde sürekli kendi özel ürünlerini
farklıymış gibi sunma çabası içine girmek suretiyle, kendi bireysel kariyerlerinde
hızla ilerlediler. Devrimci düşünürler olarak takdim edilen bu teorisyenler, aslında
başarısız bir isyanın pazarlandığı, nihayetinde 68 sonrasının antikomünist
Atlantikçiliğinin tahkim edildiği sürecin birer simgesinden başka bir şey değildi.
Öte yandan, 68 hareketinin hazırlık sürecinde gerçek
varlıklarıyla yer almış ve kendilerini harekete doğrudan adamış olan aydınlar, büyük
ölçüde marjinalleştirildiler veya küresel bir olgu mertebesine yükseltilen Fransız
teorisi alanının dışında tutuldular. Bu aydınlar, söylemde radikal pozlar
kesmek yerine, çoğunlukla öğrenci hareketini destekleme biçimini alan, somut adımlar
attılar. Bu bağlamda, politikaya iştirakin farklı biçimler aldığını, bu
biçimler arasında belirgin bir ayrım olduğunu belirtmek gerekiyor. Somutta
öğrencilere destek çıkan aydınların büyük bir kısmı, Domenico Losurdo’nun “popülizm”
dediği şeyi benimsemiş, bu anlamda, “kitleler”i yüceltip komünist partiler ve
sosyalist devletler dâhil her türden iktidar biçimine karşı çıkan kişilerden
oluşuyordu. Bu, Troçkist, Maoist, liberter sosyalist ve anarşist hareketlerdeki
pek çok kişiyi zehirlemiş olan, derin bir siyasi meseleydi. Losurdo, 68 kültürüne
açıktan atıfta bulunan açıklamasında meseleyi şu şekilde özetliyor:
“Kitleler
ile iktidar arasındaki çelişkiyi mutlaklaştıran ve iktidarı bu şekilde mahkûm
eden popülizm, devrim ile karşı-devrim arasında bir sınır çizgisi çekmekten
aciz olduğunu kanıtlamıştır.”[7]
Başkaldırı pratiğini popülizm düzleminde benimseyenler,
parti üzerinden gerçek işçi iktidarını inşa edip nihayetinde devleti ele geçirmek
için uygun ve kendi içinde tutarlı bir sosyalist strateji geliştirmek yerine,
en genel manada kendiliğinden mücadeleyi fetişleştirme eğiliminde oluyorlar.
Fransa örneğinde Clouscard’ın bahsini ettiği, sözde radikal, ama aslında karşı-devrimci
olan aydınlar, Herbert Marcuse’nin peşinden giderek, “işçi sınıfının
satıldığını ve artık devrimci güç olma potansiyeline sahip bulunmadığını” iddia
ettiler. Bu söylem, “yeni orta sınıfın özgürlükçü tüketicisindeki narsisizmi
devrimcilik mertebesine yükseltiyordu”.[8] Tam da Clouscard’ın sarih bir
biçimde dile getirdiği tespitinde aktardığı gibi, “devrimciliğe ve politikaya dair
her türden yaklaşımı baş aşağı çeviren bu aydınlar, üreticileri (proletaryayı) yeni
toplumun olumsuz yönü olarak gören, öte yandan, özgürlükçü tüketiciyi ise
devrimci ve olumlu bir yön olarak değerlendiren bir yaklaşım içine girdiler.”[9]
Öğrencileri destekleyen aydınların en bilinen
örneklerinden biri, yapısalcıların ve postyapısalcıların en büyük düşmanı olan,
edebi çalışmaları ve varoluşçuluğuyla uluslararası alanda çok fazla tanınmasına
rağmen, genellikle Fransız teorisini geliştiren en ileri adımların parçası
olarak görülmeyen Jean-Paul Sartre’dı.[10] Benzer bir yönelim içerisinde olan Simone
de Beauvoir’la birlikte Sartre, bir gece, olan biteni izah etsin ve kendilerini
mücadelenin parçası kılsın diye Geismar’yı evlerine davet etti.[11] 8 Mayıs
günü Sartre ve Beauvoir, Colette Audry, Michel Leiris ve Daniel Guérin’le
birlikte, Le Monde gazetesinde, işçilere ve aydınlara öğrencilerle
öğretmenlerin mücadelesine destek sunmaları çağrısında bulunan bir bildiri yayımladı.
İki gün sonra Le Monde’da yayımlanan ve yazarların küresel öğrenci
hareketiyle dayanışma içerisinde olduğunu ortaya makalenin altında Sartre’ın yanı
sıra Blanchot, Lacan, Henri Lefebvre, André Gorz, Pierre Klossowski, Maurice
Nadeau gibi isimlerin imzaları yer alıyordu. Sartre, ayrıca kişisel olarak
Lüksemburg Radyosu’na verdiği mülâkatta, öğrencileri desteklediğini açıkladı. Dahası,
Cohn-Bendit’le yaptığı mülâkatta, “ihtimaller alanını genişletme” çabalarına ve
hayal güçlerine methiyeler dizdi.[12] 20 Mayıs günü ise bir haftadır işgal
altında olan Sorbonne Üniversitesi’nde konuşma yapan Sartre, harekete yönelik
hayranlığını ifade etti. Bu süreçte üniversiteye sıklıkla uğrayan ve okuldaki
tartışmalara iştirak eden Beauvoir da “eylemcilerin rejimin temellerini
sarsacaklarına, hatta belki de onu yıkacaklarına” dair umudunu dile
getirdi.[13] Haziran ayında ve Temmuz başlarında Sartre, harekete destek veren
iki makalesini Le Nouvel Observateur [“Yeni Gözlemci”] dergisinde
yayımladı.
Sartre ve Beauvoir’nın harekete yönelik tepkileriyle
yapısalcıların verdikleri tepkiler arasındaki farklılık, o dönemde basının da dikkatini
çeken bir husustu. Bazı gazeteciler, tarihin “özneler”inin ortaya koydukları, tahrip
düzeyi yüksek eylemlerin Sartre ve Beauvoir’nın Marksist felsefesinin yeniden
can bulduğuna işaret ettiği, oysa yapısalcıların bu Marksist felsefeyi öznenin ölümü,
yapıların nispi veya eksiksiz istikrarı, Marksizmin sonu gibi meselelere dair
sözde bilimsel tezleriyle toprağa gömmeye çalıştıkları üzerinde durdular.[14]
Hattizatında Mayıs-Haziran 68’in yapısalcılığın
hegemonyasını sorgulanır kıldığı, onun ölümüne işaret ettiği fikri öylesine
yaygın bir fikirdi ki Le Monde, Kasım 1968’de “Mayıs Hareketi Yapısalcılığı
Öldürdü mü?” başlıklı bir haber yayınlama ihtiyacı duydu. O günlerde François
Bott, “1968 baharı, en azından bir eğilimin sonunu, aydınlar nezdinde bir
aygıtın [yapısalcılığın] işlevsizleştiğinin delilidir” diye yazıyordu.[15]
Bu noktada, İngilizce konuşulan dünyada “postyapısalcılık”
olarak adlandırılan şeyin o dönemde Fransa’da büyük ölçüde yapısalcı projenin
bir uzantısı olarak anlaşıldığını hatırlamakta fayda var. Başka bir deyişle,
yapısalcılık kategorisi, Fransa’da hem Lévi-Strauss gibi klasik yapısalcılara
hem de Derrida ve Kristeva gibi aşırı-yapısalcı düşünürlere atıfta bulunmak
için kullanılıyordu.
Somutta harekete iştirak etmiş aydınlar, bu süreçte
her daim sahnede ön plana çıkartılmış olan Fransız aydınlarının gölgesinde
kaldılar. Bu insanların kaleme aldıkları eserleri, Derrida ve Foucault gibi
isimlerin kitapları konusunda çok sayıda yorum kaleme alan, onları her fırsatta
öven mahfillerde pek bilinmedi.
FKP’li profesör ve militan Michel Simon, hareket
içerisindeki ayrışmaya dair en derinlikli analizi yapan isimlerden biri. Eylül
1968’de yayımladığı çalışmada Simon, okurlarını yaşanan olayı iki gözleriyle
izlemeye, nesnel durum devrimci olmadığı için aşırı solculuğun insanı büyüleyen
sesine teslim olmamaya, bir yandan da tekelci kapitalizmin zulmüne karşı önemli
reformları talep edecek müşterek bir demokrasi cephesinin örgütlenmesi için bir
fırsat olarak görmeye çağırıyordu.
“Grev
hareketi, kendisini tüm yalınlığıyla, olduğu gibi ortaya koydu. Kendisinin kimi
taleplere sahip bir sınıf mücadelesi verdiğini net bir biçimde ifade etti. Akademi
kaynaklı düşünce hareketi ise salt mücadeleye girmiş olan toplumsal katmanlara
has olmayan, herkesi ilgilendiren hedeflere sahip devrimci bir savaşa girmediği
gerçeğini kendince gizlemeyi tercih etti.”[16]
Fransız Komünist Partisi içerisinde o dönemde yoğun
tartışmalar yürüten diğer kimi aydınlar (Lucien Sève, Louis Aragon, Rolande
Trempé, Roger Garaudy vd.) gibi Simon’un harekete verdiği destek de hareketi en
verimli yöne, yani küçük burjuva goşizminden uzaklaştırmaya ve işçi sınıfı için
gerçek kazanımlara doğru yönlendirmeye çalışıyordu. FKP’nin resmi üyesi olmayan
Clouscard ise topluma ait olanı topluma dair olanla, sınıf mücadelesini
kültürel meselelerle ikame etme gayreti içinde olan 68’lilerin kültürcü
ideolojisini alabildiğine eleştirmekteydi. Bununla birlikte, Simon gibi Clouscard
da “işçilerin yürüttüğü, hem ekonomik hem de kültürel açıdan yadsınamaz kimi ilerlemelere
yol açmayı amaç edinmiş hareket”i sevinçle karşılıyor, onu takdirle karşılıyordu.[17]
Maoist eğilimli Parti communiste marxiste-léniniste
de France’ın [“Fransa Marksist-Leninist Komünist Partisi”] kurucularından
biri ve genel sekreteri olan Jacques Jurquet, bu nispeten yeni partiyle Mayıs-Haziran
olaylarında yer aldı ve o dönemde bu olayları destekleyen yazılar yazdı.[18] Sonrasında,
aynı yıl içerisinde harekete dair analizini Le printemps révolutionnaire de
1968 [“1968’in Devrimci Baharı”] başlığıyla yayımladı. Kitapta öğrencilerin
ve işçilerin mücadelelerine verilecek tam desteğin önemi üzerinde duran Jurquet,
bir yandan da tıpkı Marx’ın Paris Komünü’yle kurduğu ilişkide tanık olduğumuz
üzere, sonrasında hareketin belirli hatalarını eleştirme hakkını saklı
tuttuğunu söyledi.[19]
Üniversitelerdeki hareketin liderlerinden olan Geismar,
3 Mayıs günü yüksek eğitim alanında genel grev yapılması çağrısında bulundu.
Kendisi, bir fizik araştırma merkezinde öğretim görevlisi (maître assistant)
ve Ulusal Öğretmenler Eğitim Sendikası’nın (Syndicat national de
l'enseignement supérieur) genel sekreteriydi. 1968’in ardından Benny Lévy
ile birlikte Maoist örgüt la Gauche prolétarienne’i [“Proleter Sol”] kurdu.
O sırada Hachette yayınevinde editör yardımcısı olarak çalışan Alain Krivine, (daha
sonra Paris VIII Üniversitesi felsefe bölümünde Deleuze, Badiou ve
Jean-François Lyotard ile birlikte ders verecek olan) Henri Weber ile birlikte
kurduğu Troçkist Jeunesse communiste révolutionnaire [“Devrimci Komünist
Gençlik” -JCR) hareketinin yöneticisiydi.
Foucault’nun Paris VIII Üniversitesi bünyesinde
kurduğu felsefe bölümünde ders veren Bensaïd de bu JCR denilen ve 68 hareketi
dâhilinde önemli bir rol oynayan örgütün aktif bir parçasıydı. JCR’nin diğer
bir üyesi, aynı zamanda sonrasında okulda felsefe dersleri verecek olan Guy
Hocquenghem, Sorbonne işgaline katıldı, ayrıca Action [“Eylem”] dergisi
için yazılar kaleme aldı.[20] 68 sonrası hareket içerisinde yer almış olan
militan aydınlardan Guérin’le birlikte Front homosexuel d’action
révolutionnaire [“Eşcinsellerin Devrimci Eylem Cephesi”] isimli örgütü kurdu.
Guérin, Anarşizm isimli eserini 1965’te yazdı. [21] Sorbonne işgaline
katılan isimlerden olan kızının sonrasında aktardığı kadarıyla, kitabına öyle çok
talep oldu ki kendisi, işgal altındaki okula kutular dolusu kitap taşımak
durumunda kaldı.[22] Guérin’in okulu bizzat ziyaret ettiği vakit okuldaki
anarşistler, ondan özyönetimle ilgili bir münazarayı yönetmesini isteyince Guérin,
bu talebi memnuniyetle yerine getirdi. Ardından işgal altındaki okulda gerçekleştirilen
bir dizi münazaraya katılan Guérin, harekete destek sunan birçok çalışma kaleme
aldı ve bu çalışmalarda yaşanan olayları işçi mücadelelerinin geride bıraktığı,
uzun bir geçmişe sahip gelenek bağlamına oturttu.[23]
Ya Sosyalizm Ya Da Barbarlık örgütünden daha önce
bahsetmiştim. Bu örgütün liderlerinden olan Castoriadis, Mayıs ayı içerisinde
yazılıp dağıtılan bir metinde, harekete yönelik desteğini ortaya koydu.[24]
Anlaşılan o ki Castoriadis, bu süreçte kurulan barikatları ve işgal alanlarını Yunanistan’a
geri gönderilirim, CIA destekli diktatörlüğe teslim edilirim korkusuyla hiç
ziyaret etmedi.[25] Dosse’ye göre Cohn-Bendit, Castoriadis’in esasında politik
bilincini örgütün dergisi Ya Sosyalizm Ya Da Barbarlık’a borçlu olduğu için
Sorbonne’de “bulunduğu”nu iddia ediyordu.[26] Odeon Tiyatrosu işgalinin fitilini
ateşleyen kişi, Ya Sosyalizm Ya Da Barbarlık örgütüyle eskiden çalışmış olan Jean-Jacques
Lebel’di.[27] Georges Petit’nin aktarımına göre bu örgüt, o dönemde hareketle
temas hâlindeydi ve gayriresmi yollardan onun parçası olma kararını hareketin
önderlerine iletmişti.[28]
Her ne kadar Fransız teorisi içerisindeki ana
akımların kıyısında köşesinde bir isim olmaktan öteye geçmiş olamasa da ve
genelde ilk dönem gerçekleştirdiği politik eylemleriyle değil de postmodernizm
ve farklılık meselesine dair yazılarıyla biliniyor olsa da hiç şüphesiz örgütün
İngilizce konuşulan dünyada en fazla bilinen ismi Lyotard’dır. Nanterre’deki 22
Mart hareketinde yer almış olan Lyotard, en genel manada mücadeleye ciddi katkılarda
bulundu. Hareket için konuşan ve yazan Lyotard, öğrencilerle birlikte
yürümekten hiçbir vakit imtina etmedi.[29]
Marksist Arguments [“Argümanlar”] dergisi
(1956-1962) etrafında oluşan grubun bazı üyeleri de süreçte epey aktifti. Jean
Duvignaud, Georges Lapassade ile birlikte Sorbonne’un bahçesine bir piyano
yerleştirdi ve Jean Genet ile birlikte yaklaşık iki hafta boyunca işgale
katıldı.[30]
Herkesçe eylemlerin müdavimi olarak tarif edilen Edgar
Morin, Le Monde’a (gazetenin 15 Mayıs ve 10 Haziran tarihli nüshalarına)
olaylara destek sunan iki makale yazdı.[31] Sitüasyonist Enternasyonal ise bu
süreçte sıklıkla öğrenci ve gençlik hareketinin önemli bir kaynağı olarak
tanımlanıyordu. Guy Debord ve Raoul Vaneigem’in kitapları yaygın bir biçimde
dağıtılıyor, Sitüasyonistler, Sorbonne işgalinde, sonrasında Ulusal Pedagoji
Enstitüsü ile Süsleme Sanatları Okulu işgallerinde aktif olarak yer alıyorlardı.[32]
Bu süreçte Lefebvre de önemli bir sima idi. Kendisinin
de aktardığı biçimiyle, birçok öğrencisiyle birlikte hareket içerisinde yer
alan Lefebvre, “ortalığı bir miktar karıştırmak”tan hiçbir şekilde geri
durmadı.[33] Ayrıca alelacele Patlama ismini taşıyan kitabını yazıp
yayımladı. Ayaklanmanın analizini içeren kitapta parti temelli örgütlenmeye ve liderliğe
yönelik ihtiyaç türünden Marksizm-Leninizmin önemli yönlerini tartışan
Lefebvre, bir yandan “devletçiliğe” ve “merkezileşme”ye itiraz ediyor, bu tür meseleler
karşısında mücadeleyi ve kendiliğindenliği göklere çıkartıyordu.[34] Lefebvre’in
yer aldığı, eylemlere katılmış başka aydınlar da var, lâkin burada hepsine
değinmek imkânsız.[35]
Bu anlamda, “68 düşünürleri” olarak anılan ve önceki
bölümde ele alınan, hareket içerisinde yer almamış veya ona şüpheyle yaklaşmış aydınlarla
hareket içerisinde farklı, kimi vakit birbirine karşıt yollardan ilerleyerek
harekete doğrudan iştirak etmiş, onu açıktan desteklemiş 68 aydınları arasında
sanıldığı türde keskin bir karşıtlık yok. İlk kategorideki aydınlar, radikal
teorisyenler olarak, 68’in görkemli halesinin keyfini çıkartıp dünya genelinde
edindikleri şöhretle önemli bir kariyere sahip olurken, ikinci kategorideki
aydınlar gölgede kaldılar, geri plana itildiler veya nisyana gömüldüler,
eserlerine kıymet verilmedi, kitapları farklı dillere çevrilmedi, haklarında
hiçbir yorumda bulunulmadı.
Akım oluşturan yapısalcı ve postyapısalcı hareket ile
anarşizmin veya Marksizmin şu veya bu biçimine pratikte bağlanmış aydınların
mücadeleci teorileri arasındaki karşıtlık dâhilinde belirli fay hatlarının oluştuğu
artık net olarak görülmeli. Dosse’nin de dediği gibi, “eğer 68 fikriyatı diye
bir şey varsa onun kaynağı, gerçekte yapısalcılığı savunanlarda değil, ona karşı
çıkan Jean-Paul Sartre, Edgar Morin, Jean Duvignaud, Claude Lefort, Henri
Lefebvre ve tabii ki Cornelius Castoriadis gibi isimlerde aranmalı. Castoriadis’in
ait olduğu Ya Sosyalizm Ya Da Barbarlık örgütü ve yarattığı akım, yapısalcılığı
sistemi meşrulaştıran sözde bilimsel bir ideoloji olarak görüp onu her fırsatta
zemmetmiştir.”[36]
Demek ki 68 merkezli tarihyazımını önemli ölçüde
yapılandıran tarihsel meta fetişizminin toplumsal işlevini bugün artık net bir
biçimde görmek mümkün. Bu fetişizm, ister kıyıya köşeye atılmış anarşist,
Maoist, Troçkist, özgürlükçü sosyalist veya Marksist düşünürlere isterse genel
manada dışlanan Marksist-Leninistlere ait olsun, Fransız teorisinin nispeten
daha radikal olan yanına ait eserlerin çöpe atılmasına katkıda bulunuyor. Düşünce
sahasında işler olan bu meta fetişizmi, 68’in sembolik değerini bir pazarlama
sloganına dönüştürüyor, böylelikle harekete (bilhassa işçilere) sırtını dönen
isimlerin söylem düzeyinde geliştirdikleri radikalliğin öne çıkmasını sağlıyor.
Lyotard, onun kadar olmasa bile, Julia Kristeva ve (o
dönemde Avustralya’da olsa da) Jean Baudrillard, 68 hareketini belirli kanallar
üzerinden destekledi. Bahsini ettiğimiz genel eğilim içerisinde gençken solcu oldukları
için kısmen istisnai olan bu türden az sayıda ismin uluslararası kariyeri,
küresel teori endüstrisi dâhilinde sürekli parlatıldı. Yakından bakıldığında
görüyoruz ki bu düşünürlerin isimleri, politik görüşlerindeki radikallik
azaldığı ölçüde yaldızlanmış.[37] Neticede tüm bu sürecin sonunda eleştiri
pratiğinin sol zemini önemli ölçüde sağa kaydı, Marksizmin ve diğer antikapitalist
teorilerin yerini güya radikal olan, kapitalist sistemin materyalist
eleştirisinden yoksun, daha da önemlisi, alternatif bir sisteme yönelik makul
bir destek ortaya koymayan bir söylem aldı.
Gabriel Rockhill
1 Haziran 2023
Kaynak
Birinci Bölüm
Dipnotlar:
[1] Ferry ve Renaut’nun eserlerini 68’i ele alan, süreci yeterince araştırmamış
olan kitaplarında methedip durdukları Raymond Aron, bu bahsini ettiğimiz sembolik
soyutlama işlemini ilk uygulayan isimlerden birisidir. Aron, sanki Mayıs-Haziran
olaylarının cereyan ettikleri bağlamı anlamada önemli birer faktörmüş gibi, “Lévi-Strauss,
Foucault, Althusser ve Lacan”la bağlantılı, moda hâline gelmiş düşünce akımlarından
bol bol bahsedip durur. Bkz.: Raymond Aron, The Elusive Revolution: Anatomy
of a Student Revolt (Londra: Pall Mall, 1969), s. 125.
[2] Bu tarihsel meta fetişizmi, çoğunlukla coğrafi
meta fetişizmi kol kola ilerler. Coğrafi meta fetişizmine teslim olmuş kişilere
göre, “Mayıs olayları”nın geliştiği sürecin merkezinde Paris’teki öğrenci
hareketi durduğu için bu isimler, “Mayıs olayları”nı altmışların sonu,
yetmişlerin başında dünya genelinde hüküm süren sistem karşıtı hareketlerden
ayrı ve kopuk bir olgu olarak ele alırlar. İlgili dönemde uluslararası planda
yaşanan ayaklanmalarla Fransa’da cereyan eden gelişmeleri ilişkili şeyler
olarak ele alan tarihsel değerlendirmeler konusunda bkz.: Caute, The Year of
the Barricades ve Giovanni Arrighi, Terence K. Hopkins, ve Immanuel
Wallerstein, Antisystemic Movements (Londra: Verso 1989), s. 97–115, ayrıca
Chris Marker’ın 1977 tarihli A Grin Without a Cat [“Somurtuk Kedi”]
isimli filmi.
[3] Michel Clouscard, Néo-fascisme et idéologue du
désir: Genèse du libéralisme libertaire (Paris: Éditions Delga, 2017), s. 130.
[4] Aymeric Monville, Les Jolis Grands Hommes de
gauche: Badiou, Guilluy, Lordon, Michéa, Onfray, Rancière, Sapir, Todd et les
autres… (Paris: Éditions Delga, 2017), s. 36.
[5] Johns Hopkins’teki Beşeri Bilimler Merkezi, École
Pratique des Hautes Études [“Yüksek Pratik Çalışmalar Okulu”] içerisindeki
altıncı bölüm model alınarak kuruldu. Paris’te bulunan ve 1975’te Yüksek Sosyal
Bilimler Okulu (EHESS) adını alan bu kurum, Fransa’daki sosyal bilimler
sahasını ABD’de hâkim olan kapitalist model temelinde yeniden yapılandırıp
Fransız üniversitelerinde Marksistlerin nüfuzun kırmayı amaçlayan Ford ve Rockefeller
vakıflarınca fonlandı. Diğer kaynaklar yanında bkz.: Brigitte Mazon, Aux
Origines de l’École des Hautes Études en Sciences Sociales: Le Rôle du mécénat
américain (1920–1960) (Paris: Les Éditions du Cerf, 1988). Barthes,
Bourdieu ve Derrida EHESS’te dersler verdi.
[6] Burada Althusser’in Lenin ve Felsefe ve Diğer
Makaleler isimli çalışmasının 1971 yılında Monthly Review Yayınevi’nce basıldığını
not etmek gerek.
[7] Domenico Losurdo, Class Struggle: A Political
and Philosophical History (New York: Palgrave Macmillan, 2016), s. 337.
[8] Clouscard, Néo-fascisme et idéologue du désir,
s. 9; ayrıca bkz.: Monville, Les Jolis Grands Hommes de gauche, s. 37.
[9] Clouscard, Néo-fascisme et idéologue du désir,
s. 27.
[10] Sartre’ın 68 hareketi içerisindeki yerine dair
genel bir değerlendirme için bkz.: Michael Scriven, Jean-Paul Sartre:
Politics and Culture in Postwar France (Londra: MacMillan, 1999), s. 63–79.
[11] Bkz.: Cohen-Solal, Sartre (Paris: Éditions
Gallimard, 1985), s. 585. Beauvoir’nın katılımı konusunda bkz.: Deidre Bair, Simone
de Beauvoir: A Biography (New York: Summit, 1990), s. 530–35. Yazar
kitabında, Beauvoir’nın “68 militanlarıyla kurulacak teması önemli ve tesadüfi
bir gelişme olarak gördüğünü, kendisinin dünyanın her yerinde kadınları açıktan
savunan bir isim olarak bilindiği altmışlarda feminist faaliyetlerini yürütme
konusunda kendisine güven aşıladığına inandığını” iddia ediyor. Bair, Simone
de Beauvoir, s. 531. Delphy de çalışmasında 68’in feminist hareketin somutluk
kazandığı önemli bir moment olduğunu söylüyor, ayrıca özel olarak Kadının ve
Erkeğin Geleceği isimli örgütün kuruluşu üzerinde duruyor. [Delphy, “La
Révolution sexuelle,” s. 35]
[12] Daniel Cohn-Bendit ve Gabriel Cohn-Bendit, Le
Gauchisme: Remède à la maladie sénile du Communisme (Paris: Éditions du
Seuil, 1968).
[13] Beauvoir, All Said and Done, s. 424.
[14] Bkz.: Épistémon, Ces idées qui ont ébranlé la
France, s. 76.
[15] François Bott, “Le Structuralisme: a-t-il été tué
par le mouvement de mai?,” Le Monde, 30 Kasım 1968.
[16] Simon, “Mai–Juin 1968,” s. 4.
[17] Monville, Les Jolis Grands Hommes de gauche,
s. 40–41.
[18] Bkz.: Robert Mencherini, “JURQUET Jacques,” Le
Maitron, 25 Ağustos 2009, güncelleme tarihi: 25 Kasım 2014. Fransa’daki
muhtelif solcu grup ve örgütlere dair genel bir değerlendirme için bkz.:
Artières, 68: Une Histoire collective, s. 350–57.
[19] Jacques Jurquet, Le printemps révolutionnaire
de 1968: Essai d’analyse marxiste-léniniste (Paris: Éditions Gît-le-cœur,
1968), s. 45.
[20] Antoine Idier, Les Vies de Guy Hocquenghem:
Politique, sexualité, culture (Paris: Librairie Arthème Fayard, 2017), s. 49–52.
[21] Daniel Guérin, Anarchism (New York: Monthly Review Press,
1970).
[22] Bkz.: L. Muhleisen ve Patrice Spadoni, Daniel
Guérin (1904–1988)—Combats dans le siècle (Imagora Films, 1994), YouTube videosu, 1:20:47, videoyu yükleyen: Liberté Ouvrière, 6 Eylül
2015, youtube.com.
[23] Bkz.: Daniel Guérin, Pour le Communisme
libertaire (Paris: Les Amis de Spartacus, 2003), s. s163–67.
[24] Bkz.: Edgar Morin, Claude Lefort ve Cornelius
Castoriadis, Mai 68: La Brèche, suivi de vingt ans après (Paris: Fayard,
2008).
[25] “Fransa anayasasında yabancıların politik
faaliyetlerde bulunmasını yasaklayan aynı maddeler sebebiyle Poulantzas da
benzer bir durumdaydı.” Keith A. Reader, Intellectuals and Marxism since
1968—The Structuralists (New York: St. Martin’s, 1987), s. 48.
[26] Bkz.: Dosse, La Saga des intellectuels
français, s. 32. Castoriadis’in Cohn-Bendit üzerindeki etkisi konusunda
Judith Bernard’ın 2015’te Dosse ile yaptığı, “Peut-on penser la revolution sans
les ouviers?” [“İşçisiz Devrim Düşünülebilir mi?”] başlıklı mülâkata
bakılabilir. Mülâkatı yapan: Judith Bernard, Hors-Série, YouTube videosu, 3:53, 30 Mayıs 2015,
youtube.com. Ya Sosyalizm Ya Barbarlık örgütünün Daniel ve Gabriel Cohn-Bendit üzerindeki
etki, bilhassa ikilinin kaleme aldığı Le Gauchisme [“Solculuk”] isimli
kitapta net bir biçimde hissediliyor.
[27] Bkz.: Dosse, Gilles Deleuze et Félix Guattari,
s. 210.
[28] Philippe Gottraux, “Socialisme ou Barbarie”:
Un Engagement politique et intellectuel dans la France de l’après-guerre (Lozan:
Éditions Payot Lausanne, 1997), s. 164.
[29] Bkz.: Kiff Bamford, Jean-François Lyotard (Londra:
Reaktion, 2017), s. 66–67.
[30] Bkz.: Dosse, History of Structuralism, Cilt
2, s. 113. Genet’nin harekete kısmi katılımına dair detaylar için bkz.: Edmund
White, Genet: A Biography (New York: Alfred A. Knopf, 1993), s. 501–7.
[31] Bkz.: Morin, Lefort ve Castoriadis, Mai 68.
Harekete açık olan Michel de Certeau, Études [“Çalışmalar”] dergisinin Haziran
ayının sonlarında çıkan sayısında yayımlanan makalesinde hareket karşısında
duyduğu heyecanı somut ifadelere kavuşturuyor. Bkz.: François Dosse, Michel
de Certeau: Le Marcheur blessé (Paris: Éditions La Découverte, 2002), s. 158–60.
[32] Bkz.: Jean-Marie Apostolidès, Debord: Le
Naufrageur (Paris: Flammarion, 2015), s. 269–87.
[33] Henri Lefebvre, “Lefebvre on the Situationists:
An Interview,” mülâkatı yapan: Kristin Ross, Ekim 79 (Kış 1997): s. 82.
[34] Meseleyi derinlemesine kavrayan pasajlarından
birisinde Lefebvre şunları söylüyor: “Lenin iki düzeyi ayırmaktaydı: bir
tarafta kitlelerin devrimci dürtüsü ve kendiliğindenlik, diğer tarafta Marx ve
Engels gibi aydınların geliştirdikleri, sürece ve bütünsel bağlamına dair
teorik bilgi duruyordu. Politik parti, ona göre, iki düzeyi birleştirmekle,
eklemlemekle yükümlüydü. Böylelikle teori, işçi sınıfının ve müttefiklerinin kendiliğinden
eylemlerini bir bütün olarak topluma, onun altyapıdan üstyapıya, toplumsal
işbölümünden kurumlara varana dek hepten dönüştürülmesine dair bir anlayışla
kuşandıracak, bu dönüşüm, ilgili süreç için önemli olan mülkiyet ilişkilerinin
dönüşümünü de içerecekti. Lenin’e göre parti, öznel ve nesnel faktörleri
birleştirendi.” Henri Lefebvre, The Explosion: Marxism and the French
Revolution (New York: Monthly Review Press, 1969), s. 38.
[35] Hareketi farklı düzeylerde destekleyen aydınları
içeren o uzun listeye Monique Wittig, Jean Baudrillard, Alain Touraine ve
Jean-Paul Dollé gibi isimleri de ekleyebiliriz. Fransa’nın dışında Marcuse’nin
oynadığı role dair birçok tartışma yürütülmüştür. Hareketi örgütleyen
Cohn-Bendit, Duteuil ve Geismar gibi isimlerin aktardığına göre kendi çevrelerinde
Marcuse’yi okuyanların sayısı çok azdır (bkz.: Sauvageot vd., La Révolte
étudiante, s. 47, 70). Oysa Marcuse, o dönemde Paris’teydi ve “Sorbonne ve
Güzel Sanatlar Okulu’ndaki tıka basa dolu amfilerde irticalen konuşmalar yaptı,
çok sayıda gerginlikle malul politik tartışmalara katıldı, ayrıca işgal
altındaki Nanterre’de ‘Marcuse Günü’nün örgütlenmesine dönük çalışmalarda yer
aldı.” Barry Katz, Herbert Marcuse and the Art of Liberation: An
Intellectual Biography (Londra: Verso, 1982), s. 185–86.
[36] Dosse, History of Structuralism, Cilt 2, s.
115, çeviri bir miktar değiştirildi. Kristin Ross, May ’68 and Its Afterlives [“Mayıs
1968 ve Sonrası”] isimli kitabında benzer bir argüman dile getiriyor. Yapısalcılığı
“sözde bilimsel bir ideoloji” olarak görüp eleştiren bir değerlendirme için
bkz.: Lefebvre, L’Idéologie structuraliste (Paris: Éditions du Seuil,
1971), Castoriadis, The Imaginary Institution of Society (Cambridge,
Massachusetts: MIT Press, 1998), ayrıca Castoriadis, “The Movements of the
Sixties” in World in Fragments (Stanford: Stanford University Press, 1997),
s. 47–57, ve “The Diversionists” in Political and Social Writings (Minneapolis:
University of Minnesota Press, 1993), s. 272–80.
[37] Aynı şekilde, küresel teori endüstrisi, Althusser’in eserlerinden ve ondaki kimi unsurlardan, o Marksist-Leninist geleneğin belirli yönlerine pratikte bağlı olduğu için değil, Lacan’la kurduğu bağ ve felsefi katkıları sebebiyle istifade etmiştir.
0 Yorum:
Yorum Gönder