18 Ocak 2024

,

“1968 Düşüncesi” Efsanesi ve Fransız Aydınları II

Tarihsel Meta Fetişizmi

Zaman içinde yaşanan sapma dâhilinde her şey baş aşağı çevrildi. Yapısalcı ve postyapısalcı olarak anılan ve Fransız teorisiyle bağlantılı olan düşünürler, alenen politik olan kimi amaçlara hizmet eden, farklı ve alakasız tarihsel akımlardan oluşan bir harman üzerinden, 68 hareketiyle birlikte tanımlanır hâle geldiler. Ferry ve Renaut gibi isimleri içeren bu düşünürlerin bir kısmı için amaç, belirli bir teorik geleneğin yaşadığı iflasla politik başarısızlığı arasında kurulan muğlâk bir ilişki temelinde Fransız teorisini toprağa gömmekti. Bazı düşünürler, bilhassa İngilizce konuşulan dünyadaki kimi isimler içinse mesele, sözde entelektüel isyancılarla fiiliyatta politik olan militanlar arasında belli belirsiz ama kalıcı bir analoji kurmak suretiyle, bir grup düşünürün radikallik imajını öne çıkartmaktı. “68” denilen tarihsel olayın kendisinden geriye sadece sembolik değeri kalmıştır ki bu değer de maddi pratikten kopartılmış durumdadır. Kopartılmasındaki amaçsa olayın kendisini, küresel teori endüstrisine ait bir ürünü yaldızlamak veya karalamak için kullanılabilecek, yüzer gezer bir gösterge olarak işlemesini sağlamaktı.[1] Bu bahsini ettiğim vaka, esasen benim “tarihsel meta feşitizmi” olarak adlandırmayı tercih ettiğim şeyi örnekleyen bir vakadır: Politik mücadelelerde faal olan toplumsal ilişkiler, düşünsel bir metaya dönük, insanı büyüleyen tiksinti veya cazibenin gölgesinde kaybolup giderler.[2]

İşçilerin kimi kazanımlar elde etmesini ve belirli üniversite reformlarının gerçekleştirilmesini sağlasa da, 68 ayaklanması, hükümeti devirmeyi ve genel güç dinamiğini ya da ekonomik sistemi önemli ölçüde değiştirmeyi başaramadı. Bununla birlikte, küçük burjuva sınıf tabakasının ve onun tüketimci özlemlerinin yanı sıra, Clouscard’ın deyimiyle, “özgürlükçü liberalizm” ideolojisinin ortaya çıkması için daha fazla alan yaratarak, Fransız toplumunu bir dereceye kadar yeniden örgütlemeyi başardı. Söz konusu ideoloji, kapitalist sistemi ideolojik planda desteklemeye meyilli olan bu yeni orta sınıf tüketici katmanının gelişim sürecini besleme konusunda Marshall Planı’nın oynadığı önemli rolün güçlenmesini sağladı, zira bu ideoloji sayesinde ilgili katmandaki tüketiciler, Fransızlara has dokunuşlarla, Amerika kaynaklı arzu pazarına koşulsuz dalma imkânı buldular. Yaklaşık yüzde 18’i Fransa’ya olmak üzere Batı Avrupa’ya 13 milyar dolardan fazla (2023’te 161 milyar dolara eşdeğer) kaynak aktarılması, bu sınıfsal tabakayı güçlendirmeyi ve tüm bu bölgeyi antikomünist ve kapitalizm yanlısı saflarda tutmayı amaçlıyordu.

Mali ve kültürel bir güç olarak ABD emperyalizmi denilen proje, en geniş manada aydınları (profesörleri, araştırmacıları, gazetecileri, uzmanları vs.) içeren yeni küçük burjuva sınıfı için özgürlükçü ve tüketimci bir model ile üretimde yüksek sömürü düzeyinin damgasını vurduğu bir ekonomik durumun oluşmasına katkıda bulundu. Böylelikle, ilgili proje, Clouscard’ın dikkatle seçip kullandığı kelimelerle örülü ifadesinde dile getirdiği biçimiyle, “her şeye izin verilen ama hiçbir şeyin mümkün olmadığı”[3] bir toplumun gelişmesini sağladı. Tabuların ve yasakların sonunu vaat eden bir sınıf fraksiyonu için tüketimcilikteki özgürlükçü patlama, böylece giderek daha baskıcı hâle gelen bir üretim alanıyla birleşti (bu çalışmanın sonunda bu hususa geri döneceğiz). Aymeric Monville’in de dile getirdiği biçimiyle, Clouscard’a göre, Mayıs 68’den en çok da toplumun maddi temelini değiştirmeksizin ona hâkim olmanın yollarını arayan, savaş sonrası dönemde palazlanmış eğitimli orta sınıflar istifade ettiler. İkinci Dünya Savaşı’nın öne çıkarttığı iki büyük güç olarak komünizmin ve Dögolcülüğün öldüğünü, Giscard’dan Mitterand’a dek birçok ismin Atlantikçiliğe yüzünü çevirdiği gerçeğini cümle âleme duyurmak Mayıs 68’e düştü.[4]

Bu bağlamda, Fransız teorisi, dünya genelinde ön plana çıkan bir tüketim nesnesidir. Birçok tarihçiye göre bu teori dünya pazarına, Ford Vakfı’nın Baltimore’daki Johns Hopkins Beşeri Bilimler Merkezi’nde düzenlenen bir uluslararası konferans için 36.000 dolar (bugünün parasıyla 332.000 dolar) verdiği, bu konferans sonrası birçok etkinliği finanse ettiği Ekim 1966’da çıktı.[5] Bahsi edilen konferans, aralarında Derrida, Lacan ve Barthes gibi yıldızı parlamakta olan bir dizi önemli ismi bir araya getirdi. Deleuze ve Gérard Genette gibi konferansa bizzat katılamayan az sayıdaki düşünür ise ona makalelerle katkıda bulundu. Konferansa Lucien Goldmann haricinde hiçbir Marksist davet edilmedi. O dönem Fransız yapısalcılığının zirvesi olarak kabul edilen Althusser’in konferanstaki yokluğu bilhassa dikkat çeken bir husustu. Althusser’in FKP üyeliği büyük ihtimalle endişelere yol açmıştı, zira parti, Ford Vakfı’nın destekleyeceği türden bir düşünce geleneğinin asla parçası değildi.

Gerçi Althusser, o dönemde birçok yönden önemli bir sima idi. Belirli açılardan Marksist gelenekle güçlü bağları bulunan eserleri Marksizm sahasından uzaklaşan kimi yollar açmıştı. Dolayısıyla, yetmişlerin başında yapısalcı Marksizmin Altuzerci versiyonunu İngilizce konuşulan dünyaya bizatihi (sonrasında Verso ismini alan) New Left Books yayınevi pazarladı.[6] Marksizmin kurucu metinlerinin detaylı ve derin okumasını akademik manada fetişleştiren yaklaşımın ve tarihsel materyalist analiz yoksunluğunun damgasını vurduğu, Marksizmi sorunlu bir müdahaleyle, Lakancılıkla sulandıran bu Marksizm türü ve bilhassa Althusser’in şakirtleri veya müritlerinin (Badiou, Rancière, Balibar vs.) Marksizm anlayışı, Fransız teorisi olarak bilinen küresel teori endüstrisinin tüketim nesnesiyle uyumlu olduğunu zamanla kanıtladı.

Biz, bu noktada Ford Vakfı ve onun 1966’da Johns Hopkins’te düzenlenen konferansa akıttığı paralarla ilgili hikâyeye geri dönelim. Diğer önemli kapitalist vakıflar gibi Ford Vakfı da CIA ile o kadar yakın bir çalışma geçmişine sahipti ki, aynı kişiler, genellikle her iki kurumda da kariyer yaparlardı. Konferansın düzenlendiği sırada vakfın başkanı, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanlığı görevinden yeni ayrılmış olan McGeorge Bundy’den başkası değildi. Bundy, Domuzlar Körfezi’nin işgalinde, Vietnam’daki emperyalist savaşın şiddetlenmesinde ve çeşitli gizli operasyonlarda yer almış bir isimdi. Ayrıca bu zat, psikolojik savaş konusunda da oldukça yetkindi. 1949’da Bundy, CIA’den Allen Dulles ve Richard Bissell ile birlikte, Marshall Planı’nın dünya genelinde komünizme karşı yürütülen fikir savaşındaki rolüne dair bir çalışma yaptı. CIA, Batı Avrupa’daki antikomünist aydınların, gazetecilerin, sendika liderlerinin, politikacıların ve diğer önde gelen isimlerin çalışmalarını finanse etmek için Marshall Planı’na bağlı olarak yılda 200 milyon dolar fon kullanıyordu. Dolayısıyla, Ford Vakfı’nın Fransız teorisinin desteklendiği sürecin parçası hâline gelmesinde şaşılacak bir yan bulunmuyor. Nitekim, ABD’de bu yeni akımın güçlenmesini sağlayan ana unsur olarak bilinen ilgili konferansa para akıttığı aynı yıl içerisinde Ford Vakfı, bir yandan da Kültürel Özgürlük Kongresi’nin esasında CIA’ye bağlı bir kurum olduğunun ortaya çıkması ardından (ki Bundy bu gerçeği zaten biliyordu), bu çalışma alanı geniş olan antikomünist propaganda teşkilâtını kurtarmaya çalışmak adına, onun desteklenmesiyle ilgili masrafları üstlendi.

Fransız teorisi, uluslararası alanda radikal ve yenilikçi, düzen karşıtı ve sınır aşıcı, özgürlükçü ve alışılmışın dışında bir şey olarak takdim ve reklâm edildi. Pazar alanı, emperyalist merkezdeki yeni küçük burjuva sınıf tabakasıydı. Bu tabaka, tüketimcilik yoluyla özgürleşmeye düşkündü, ama öte yandan, işçilerin sosyalist proje yoluyla özgürleşmesi meselesinden genelde uzak duruyordu. Dolayısıyla, teorideki radikallik, öncelikle söylem ve teori düzeyindeydi. Az sayıda ve nispeten kısa ömürlü birkaç istisna haricinde, politik alanda Fransız teorisinin önemli isimleri, “totaliterlik karşıtı”ydı ve reel sosyalizm projesine açıktan karşı çıkıyorlardı. Clouscard’ın aktarımıyla bu teorisyenlerin ana düsturu, “teoride her şeye izin var, ama pratikte hiçbir şey mümkün değil”di (yani bu isimlere göre kapitalist sistem köklü bir değişime asla tabi tutulamazdı.)

Fransız teorisyenlerinin öğrenci hareketine, bilhassa işçi eylemliliğine şüpheyle yaklaşmalarına, hatta ona karşı olmalarına karşın, gene de “68 düşünürleri” olarak takdim ve reklâm edilmeleri meselesi, esasen 68 sonrası yeni küçük burjuvazinin tüketimci ütopyasının bir sonucu olarak ele alınmalı: Onlara izafe edilen radikallik, pekâlâ, radikal politikaya pratikte iştirak etmenin yerini alan sembolik bir unsur olarak iş gören, sınır mınır tanımayan söylemsel ürünlere ait bir biçim olarak ele alınabilir. “68 düşünürleri” olarak anılan kişiler, bu anlamda, 68 sonrası dönemde yükselen radikal tüketimcilik dalgasının önüne kattığı isimlerdi ve onlardaki parlak belagat yeteneği, pratikte devrimin becerilemediği yerde teoride devrim yapmanın bir yolu olarak takdim edildi. Böylelikle bu isimler, radikal şifacılar rolünü üstlendiler. Fransız teorisyenleri, önemli bir kısmı meşru zemine dayalı olan isyan ateşini gerçeklere kayıtsız bir tüketimcilik ve pratik bir antikomünizm projesine kanalize ettiler ve her daim küresel teori endüstrisi dâhilinde sürekli kendi özel ürünlerini farklıymış gibi sunma çabası içine girmek suretiyle, kendi bireysel kariyerlerinde hızla ilerlediler. Devrimci düşünürler olarak takdim edilen bu teorisyenler, aslında başarısız bir isyanın pazarlandığı, nihayetinde 68 sonrasının antikomünist Atlantikçiliğinin tahkim edildiği sürecin birer simgesinden başka bir şey değildi.

Öte yandan, 68 hareketinin hazırlık sürecinde gerçek varlıklarıyla yer almış ve kendilerini harekete doğrudan adamış olan aydınlar, büyük ölçüde marjinalleştirildiler veya küresel bir olgu mertebesine yükseltilen Fransız teorisi alanının dışında tutuldular. Bu aydınlar, söylemde radikal pozlar kesmek yerine, çoğunlukla öğrenci hareketini destekleme biçimini alan, somut adımlar attılar. Bu bağlamda, politikaya iştirakin farklı biçimler aldığını, bu biçimler arasında belirgin bir ayrım olduğunu belirtmek gerekiyor. Somutta öğrencilere destek çıkan aydınların büyük bir kısmı, Domenico Losurdo’nun “popülizm” dediği şeyi benimsemiş, bu anlamda, “kitleler”i yüceltip komünist partiler ve sosyalist devletler dâhil her türden iktidar biçimine karşı çıkan kişilerden oluşuyordu. Bu, Troçkist, Maoist, liberter sosyalist ve anarşist hareketlerdeki pek çok kişiyi zehirlemiş olan, derin bir siyasi meseleydi. Losurdo, 68 kültürüne açıktan atıfta bulunan açıklamasında meseleyi şu şekilde özetliyor:

“Kitleler ile iktidar arasındaki çelişkiyi mutlaklaştıran ve iktidarı bu şekilde mahkûm eden popülizm, devrim ile karşı-devrim arasında bir sınır çizgisi çekmekten aciz olduğunu kanıtlamıştır.”[7]

Başkaldırı pratiğini popülizm düzleminde benimseyenler, parti üzerinden gerçek işçi iktidarını inşa edip nihayetinde devleti ele geçirmek için uygun ve kendi içinde tutarlı bir sosyalist strateji geliştirmek yerine, en genel manada kendiliğinden mücadeleyi fetişleştirme eğiliminde oluyorlar. Fransa örneğinde Clouscard’ın bahsini ettiği, sözde radikal, ama aslında karşı-devrimci olan aydınlar, Herbert Marcuse’nin peşinden giderek, “işçi sınıfının satıldığını ve artık devrimci güç olma potansiyeline sahip bulunmadığını” iddia ettiler. Bu söylem, “yeni orta sınıfın özgürlükçü tüketicisindeki narsisizmi devrimcilik mertebesine yükseltiyordu”.[8] Tam da Clouscard’ın sarih bir biçimde dile getirdiği tespitinde aktardığı gibi, “devrimciliğe ve politikaya dair her türden yaklaşımı baş aşağı çeviren bu aydınlar, üreticileri (proletaryayı) yeni toplumun olumsuz yönü olarak gören, öte yandan, özgürlükçü tüketiciyi ise devrimci ve olumlu bir yön olarak değerlendiren bir yaklaşım içine girdiler.”[9]

Öğrencileri destekleyen aydınların en bilinen örneklerinden biri, yapısalcıların ve postyapısalcıların en büyük düşmanı olan, edebi çalışmaları ve varoluşçuluğuyla uluslararası alanda çok fazla tanınmasına rağmen, genellikle Fransız teorisini geliştiren en ileri adımların parçası olarak görülmeyen Jean-Paul Sartre’dı.[10] Benzer bir yönelim içerisinde olan Simone de Beauvoir’la birlikte Sartre, bir gece, olan biteni izah etsin ve kendilerini mücadelenin parçası kılsın diye Geismar’yı evlerine davet etti.[11] 8 Mayıs günü Sartre ve Beauvoir, Colette Audry, Michel Leiris ve Daniel Guérin’le birlikte, Le Monde gazetesinde, işçilere ve aydınlara öğrencilerle öğretmenlerin mücadelesine destek sunmaları çağrısında bulunan bir bildiri yayımladı. İki gün sonra Le Monde’da yayımlanan ve yazarların küresel öğrenci hareketiyle dayanışma içerisinde olduğunu ortaya makalenin altında Sartre’ın yanı sıra Blanchot, Lacan, Henri Lefebvre, André Gorz, Pierre Klossowski, Maurice Nadeau gibi isimlerin imzaları yer alıyordu. Sartre, ayrıca kişisel olarak Lüksemburg Radyosu’na verdiği mülâkatta, öğrencileri desteklediğini açıkladı. Dahası, Cohn-Bendit’le yaptığı mülâkatta, “ihtimaller alanını genişletme” çabalarına ve hayal güçlerine methiyeler dizdi.[12] 20 Mayıs günü ise bir haftadır işgal altında olan Sorbonne Üniversitesi’nde konuşma yapan Sartre, harekete yönelik hayranlığını ifade etti. Bu süreçte üniversiteye sıklıkla uğrayan ve okuldaki tartışmalara iştirak eden Beauvoir da “eylemcilerin rejimin temellerini sarsacaklarına, hatta belki de onu yıkacaklarına” dair umudunu dile getirdi.[13] Haziran ayında ve Temmuz başlarında Sartre, harekete destek veren iki makalesini Le Nouvel Observateur [“Yeni Gözlemci”] dergisinde yayımladı.

Sartre ve Beauvoir’nın harekete yönelik tepkileriyle yapısalcıların verdikleri tepkiler arasındaki farklılık, o dönemde basının da dikkatini çeken bir husustu. Bazı gazeteciler, tarihin “özneler”inin ortaya koydukları, tahrip düzeyi yüksek eylemlerin Sartre ve Beauvoir’nın Marksist felsefesinin yeniden can bulduğuna işaret ettiği, oysa yapısalcıların bu Marksist felsefeyi öznenin ölümü, yapıların nispi veya eksiksiz istikrarı, Marksizmin sonu gibi meselelere dair sözde bilimsel tezleriyle toprağa gömmeye çalıştıkları üzerinde durdular.[14]

Hattizatında Mayıs-Haziran 68’in yapısalcılığın hegemonyasını sorgulanır kıldığı, onun ölümüne işaret ettiği fikri öylesine yaygın bir fikirdi ki Le Monde, Kasım 1968’de “Mayıs Hareketi Yapısalcılığı Öldürdü mü?” başlıklı bir haber yayınlama ihtiyacı duydu. O günlerde François Bott, “1968 baharı, en azından bir eğilimin sonunu, aydınlar nezdinde bir aygıtın [yapısalcılığın] işlevsizleştiğinin delilidir” diye yazıyordu.[15]

Bu noktada, İngilizce konuşulan dünyada “postyapısalcılık” olarak adlandırılan şeyin o dönemde Fransa’da büyük ölçüde yapısalcı projenin bir uzantısı olarak anlaşıldığını hatırlamakta fayda var. Başka bir deyişle, yapısalcılık kategorisi, Fransa’da hem Lévi-Strauss gibi klasik yapısalcılara hem de Derrida ve Kristeva gibi aşırı-yapısalcı düşünürlere atıfta bulunmak için kullanılıyordu.

Somutta harekete iştirak etmiş aydınlar, bu süreçte her daim sahnede ön plana çıkartılmış olan Fransız aydınlarının gölgesinde kaldılar. Bu insanların kaleme aldıkları eserleri, Derrida ve Foucault gibi isimlerin kitapları konusunda çok sayıda yorum kaleme alan, onları her fırsatta öven mahfillerde pek bilinmedi.

FKP’li profesör ve militan Michel Simon, hareket içerisindeki ayrışmaya dair en derinlikli analizi yapan isimlerden biri. Eylül 1968’de yayımladığı çalışmada Simon, okurlarını yaşanan olayı iki gözleriyle izlemeye, nesnel durum devrimci olmadığı için aşırı solculuğun insanı büyüleyen sesine teslim olmamaya, bir yandan da tekelci kapitalizmin zulmüne karşı önemli reformları talep edecek müşterek bir demokrasi cephesinin örgütlenmesi için bir fırsat olarak görmeye çağırıyordu.

“Grev hareketi, kendisini tüm yalınlığıyla, olduğu gibi ortaya koydu. Kendisinin kimi taleplere sahip bir sınıf mücadelesi verdiğini net bir biçimde ifade etti. Akademi kaynaklı düşünce hareketi ise salt mücadeleye girmiş olan toplumsal katmanlara has olmayan, herkesi ilgilendiren hedeflere sahip devrimci bir savaşa girmediği gerçeğini kendince gizlemeyi tercih etti.”[16]

Fransız Komünist Partisi içerisinde o dönemde yoğun tartışmalar yürüten diğer kimi aydınlar (Lucien Sève, Louis Aragon, Rolande Trempé, Roger Garaudy vd.) gibi Simon’un harekete verdiği destek de hareketi en verimli yöne, yani küçük burjuva goşizminden uzaklaştırmaya ve işçi sınıfı için gerçek kazanımlara doğru yönlendirmeye çalışıyordu. FKP’nin resmi üyesi olmayan Clouscard ise topluma ait olanı topluma dair olanla, sınıf mücadelesini kültürel meselelerle ikame etme gayreti içinde olan 68’lilerin kültürcü ideolojisini alabildiğine eleştirmekteydi. Bununla birlikte, Simon gibi Clouscard da “işçilerin yürüttüğü, hem ekonomik hem de kültürel açıdan yadsınamaz kimi ilerlemelere yol açmayı amaç edinmiş hareket”i sevinçle karşılıyor, onu takdirle karşılıyordu.[17]

Maoist eğilimli Parti communiste marxiste-léniniste de France’ın [“Fransa Marksist-Leninist Komünist Partisi”] kurucularından biri ve genel sekreteri olan Jacques Jurquet, bu nispeten yeni partiyle Mayıs-Haziran olaylarında yer aldı ve o dönemde bu olayları destekleyen yazılar yazdı.[18] Sonrasında, aynı yıl içerisinde harekete dair analizini Le printemps révolutionnaire de 1968 [“1968’in Devrimci Baharı”] başlığıyla yayımladı. Kitapta öğrencilerin ve işçilerin mücadelelerine verilecek tam desteğin önemi üzerinde duran Jurquet, bir yandan da tıpkı Marx’ın Paris Komünü’yle kurduğu ilişkide tanık olduğumuz üzere, sonrasında hareketin belirli hatalarını eleştirme hakkını saklı tuttuğunu söyledi.[19]

Üniversitelerdeki hareketin liderlerinden olan Geismar, 3 Mayıs günü yüksek eğitim alanında genel grev yapılması çağrısında bulundu. Kendisi, bir fizik araştırma merkezinde öğretim görevlisi (maître assistant) ve Ulusal Öğretmenler Eğitim Sendikası’nın (Syndicat national de l'enseignement supérieur) genel sekreteriydi. 1968’in ardından Benny Lévy ile birlikte Maoist örgüt la Gauche prolétarienne’i [“Proleter Sol”] kurdu. O sırada Hachette yayınevinde editör yardımcısı olarak çalışan Alain Krivine, (daha sonra Paris VIII Üniversitesi felsefe bölümünde Deleuze, Badiou ve Jean-François Lyotard ile birlikte ders verecek olan) Henri Weber ile birlikte kurduğu Troçkist Jeunesse communiste révolutionnaire [“Devrimci Komünist Gençlik” -JCR) hareketinin yöneticisiydi.

Foucault’nun Paris VIII Üniversitesi bünyesinde kurduğu felsefe bölümünde ders veren Bensaïd de bu JCR denilen ve 68 hareketi dâhilinde önemli bir rol oynayan örgütün aktif bir parçasıydı. JCR’nin diğer bir üyesi, aynı zamanda sonrasında okulda felsefe dersleri verecek olan Guy Hocquenghem, Sorbonne işgaline katıldı, ayrıca Action [“Eylem”] dergisi için yazılar kaleme aldı.[20] 68 sonrası hareket içerisinde yer almış olan militan aydınlardan Guérin’le birlikte Front homosexuel d’action révolutionnaire [“Eşcinsellerin Devrimci Eylem Cephesi”] isimli örgütü kurdu. Guérin, Anarşizm isimli eserini 1965’te yazdı. [21] Sorbonne işgaline katılan isimlerden olan kızının sonrasında aktardığı kadarıyla, kitabına öyle çok talep oldu ki kendisi, işgal altındaki okula kutular dolusu kitap taşımak durumunda kaldı.[22] Guérin’in okulu bizzat ziyaret ettiği vakit okuldaki anarşistler, ondan özyönetimle ilgili bir münazarayı yönetmesini isteyince Guérin, bu talebi memnuniyetle yerine getirdi. Ardından işgal altındaki okulda gerçekleştirilen bir dizi münazaraya katılan Guérin, harekete destek sunan birçok çalışma kaleme aldı ve bu çalışmalarda yaşanan olayları işçi mücadelelerinin geride bıraktığı, uzun bir geçmişe sahip gelenek bağlamına oturttu.[23]

Ya Sosyalizm Ya Da Barbarlık örgütünden daha önce bahsetmiştim. Bu örgütün liderlerinden olan Castoriadis, Mayıs ayı içerisinde yazılıp dağıtılan bir metinde, harekete yönelik desteğini ortaya koydu.[24] Anlaşılan o ki Castoriadis, bu süreçte kurulan barikatları ve işgal alanlarını Yunanistan’a geri gönderilirim, CIA destekli diktatörlüğe teslim edilirim korkusuyla hiç ziyaret etmedi.[25] Dosse’ye göre Cohn-Bendit, Castoriadis’in esasında politik bilincini örgütün dergisi Ya Sosyalizm Ya Da Barbarlık’a borçlu olduğu için Sorbonne’de “bulunduğu”nu iddia ediyordu.[26] Odeon Tiyatrosu işgalinin fitilini ateşleyen kişi, Ya Sosyalizm Ya Da Barbarlık örgütüyle eskiden çalışmış olan Jean-Jacques Lebel’di.[27] Georges Petit’nin aktarımına göre bu örgüt, o dönemde hareketle temas hâlindeydi ve gayriresmi yollardan onun parçası olma kararını hareketin önderlerine iletmişti.[28]

Her ne kadar Fransız teorisi içerisindeki ana akımların kıyısında köşesinde bir isim olmaktan öteye geçmiş olamasa da ve genelde ilk dönem gerçekleştirdiği politik eylemleriyle değil de postmodernizm ve farklılık meselesine dair yazılarıyla biliniyor olsa da hiç şüphesiz örgütün İngilizce konuşulan dünyada en fazla bilinen ismi Lyotard’dır. Nanterre’deki 22 Mart hareketinde yer almış olan Lyotard, en genel manada mücadeleye ciddi katkılarda bulundu. Hareket için konuşan ve yazan Lyotard, öğrencilerle birlikte yürümekten hiçbir vakit imtina etmedi.[29]

Marksist Arguments [“Argümanlar”] dergisi (1956-1962) etrafında oluşan grubun bazı üyeleri de süreçte epey aktifti. Jean Duvignaud, Georges Lapassade ile birlikte Sorbonne’un bahçesine bir piyano yerleştirdi ve Jean Genet ile birlikte yaklaşık iki hafta boyunca işgale katıldı.[30]

Herkesçe eylemlerin müdavimi olarak tarif edilen Edgar Morin, Le Monde’a (gazetenin 15 Mayıs ve 10 Haziran tarihli nüshalarına) olaylara destek sunan iki makale yazdı.[31] Sitüasyonist Enternasyonal ise bu süreçte sıklıkla öğrenci ve gençlik hareketinin önemli bir kaynağı olarak tanımlanıyordu. Guy Debord ve Raoul Vaneigem’in kitapları yaygın bir biçimde dağıtılıyor, Sitüasyonistler, Sorbonne işgalinde, sonrasında Ulusal Pedagoji Enstitüsü ile Süsleme Sanatları Okulu işgallerinde aktif olarak yer alıyorlardı.[32]

Bu süreçte Lefebvre de önemli bir sima idi. Kendisinin de aktardığı biçimiyle, birçok öğrencisiyle birlikte hareket içerisinde yer alan Lefebvre, “ortalığı bir miktar karıştırmak”tan hiçbir şekilde geri durmadı.[33] Ayrıca alelacele Patlama ismini taşıyan kitabını yazıp yayımladı. Ayaklanmanın analizini içeren kitapta parti temelli örgütlenmeye ve liderliğe yönelik ihtiyaç türünden Marksizm-Leninizmin önemli yönlerini tartışan Lefebvre, bir yandan “devletçiliğe” ve “merkezileşme”ye itiraz ediyor, bu tür meseleler karşısında mücadeleyi ve kendiliğindenliği göklere çıkartıyordu.[34] Lefebvre’in yer aldığı, eylemlere katılmış başka aydınlar da var, lâkin burada hepsine değinmek imkânsız.[35]

Bu anlamda, “68 düşünürleri” olarak anılan ve önceki bölümde ele alınan, hareket içerisinde yer almamış veya ona şüpheyle yaklaşmış aydınlarla hareket içerisinde farklı, kimi vakit birbirine karşıt yollardan ilerleyerek harekete doğrudan iştirak etmiş, onu açıktan desteklemiş 68 aydınları arasında sanıldığı türde keskin bir karşıtlık yok. İlk kategorideki aydınlar, radikal teorisyenler olarak, 68’in görkemli halesinin keyfini çıkartıp dünya genelinde edindikleri şöhretle önemli bir kariyere sahip olurken, ikinci kategorideki aydınlar gölgede kaldılar, geri plana itildiler veya nisyana gömüldüler, eserlerine kıymet verilmedi, kitapları farklı dillere çevrilmedi, haklarında hiçbir yorumda bulunulmadı.

Akım oluşturan yapısalcı ve postyapısalcı hareket ile anarşizmin veya Marksizmin şu veya bu biçimine pratikte bağlanmış aydınların mücadeleci teorileri arasındaki karşıtlık dâhilinde belirli fay hatlarının oluştuğu artık net olarak görülmeli. Dosse’nin de dediği gibi, “eğer 68 fikriyatı diye bir şey varsa onun kaynağı, gerçekte yapısalcılığı savunanlarda değil, ona karşı çıkan Jean-Paul Sartre, Edgar Morin, Jean Duvignaud, Claude Lefort, Henri Lefebvre ve tabii ki Cornelius Castoriadis gibi isimlerde aranmalı. Castoriadis’in ait olduğu Ya Sosyalizm Ya Da Barbarlık örgütü ve yarattığı akım, yapısalcılığı sistemi meşrulaştıran sözde bilimsel bir ideoloji olarak görüp onu her fırsatta zemmetmiştir.”[36]

Demek ki 68 merkezli tarihyazımını önemli ölçüde yapılandıran tarihsel meta fetişizminin toplumsal işlevini bugün artık net bir biçimde görmek mümkün. Bu fetişizm, ister kıyıya köşeye atılmış anarşist, Maoist, Troçkist, özgürlükçü sosyalist veya Marksist düşünürlere isterse genel manada dışlanan Marksist-Leninistlere ait olsun, Fransız teorisinin nispeten daha radikal olan yanına ait eserlerin çöpe atılmasına katkıda bulunuyor. Düşünce sahasında işler olan bu meta fetişizmi, 68’in sembolik değerini bir pazarlama sloganına dönüştürüyor, böylelikle harekete (bilhassa işçilere) sırtını dönen isimlerin söylem düzeyinde geliştirdikleri radikalliğin öne çıkmasını sağlıyor.

Lyotard, onun kadar olmasa bile, Julia Kristeva ve (o dönemde Avustralya’da olsa da) Jean Baudrillard, 68 hareketini belirli kanallar üzerinden destekledi. Bahsini ettiğimiz genel eğilim içerisinde gençken solcu oldukları için kısmen istisnai olan bu türden az sayıda ismin uluslararası kariyeri, küresel teori endüstrisi dâhilinde sürekli parlatıldı. Yakından bakıldığında görüyoruz ki bu düşünürlerin isimleri, politik görüşlerindeki radikallik azaldığı ölçüde yaldızlanmış.[37] Neticede tüm bu sürecin sonunda eleştiri pratiğinin sol zemini önemli ölçüde sağa kaydı, Marksizmin ve diğer antikapitalist teorilerin yerini güya radikal olan, kapitalist sistemin materyalist eleştirisinden yoksun, daha da önemlisi, alternatif bir sisteme yönelik makul bir destek ortaya koymayan bir söylem aldı.

Gabriel Rockhill
1 Haziran 2023
Kaynak
Birinci Bölüm

Dipnotlar:
[1] Ferry ve Renaut’nun eserlerini 68’i ele alan, süreci yeterince araştırmamış olan kitaplarında methedip durdukları Raymond Aron, bu bahsini ettiğimiz sembolik soyutlama işlemini ilk uygulayan isimlerden birisidir. Aron, sanki Mayıs-Haziran olaylarının cereyan ettikleri bağlamı anlamada önemli birer faktörmüş gibi, “Lévi-Strauss, Foucault, Althusser ve Lacan”la bağlantılı, moda hâline gelmiş düşünce akımlarından bol bol bahsedip durur. Bkz.: Raymond Aron, The Elusive Revolution: Anatomy of a Student Revolt (Londra: Pall Mall, 1969), s. 125.

[2] Bu tarihsel meta fetişizmi, çoğunlukla coğrafi meta fetişizmi kol kola ilerler. Coğrafi meta fetişizmine teslim olmuş kişilere göre, “Mayıs olayları”nın geliştiği sürecin merkezinde Paris’teki öğrenci hareketi durduğu için bu isimler, “Mayıs olayları”nı altmışların sonu, yetmişlerin başında dünya genelinde hüküm süren sistem karşıtı hareketlerden ayrı ve kopuk bir olgu olarak ele alırlar. İlgili dönemde uluslararası planda yaşanan ayaklanmalarla Fransa’da cereyan eden gelişmeleri ilişkili şeyler olarak ele alan tarihsel değerlendirmeler konusunda bkz.: Caute, The Year of the Barricades ve Giovanni Arrighi, Terence K. Hopkins, ve Immanuel Wallerstein, Antisystemic Movements (Londra: Verso 1989), s. 97–115, ayrıca Chris Marker’ın 1977 tarihli A Grin Without a Cat [“Somurtuk Kedi”] isimli filmi.

[3] Michel Clouscard, Néo-fascisme et idéologue du désir: Genèse du libéralisme libertaire (Paris: Éditions Delga, 2017), s. 130.

[4] Aymeric Monville, Les Jolis Grands Hommes de gauche: Badiou, Guilluy, Lordon, Michéa, Onfray, Rancière, Sapir, Todd et les autres… (Paris: Éditions Delga, 2017), s. 36.

[5] Johns Hopkins’teki Beşeri Bilimler Merkezi, École Pratique des Hautes Études [“Yüksek Pratik Çalışmalar Okulu”] içerisindeki altıncı bölüm model alınarak kuruldu. Paris’te bulunan ve 1975’te Yüksek Sosyal Bilimler Okulu (EHESS) adını alan bu kurum, Fransa’daki sosyal bilimler sahasını ABD’de hâkim olan kapitalist model temelinde yeniden yapılandırıp Fransız üniversitelerinde Marksistlerin nüfuzun kırmayı amaçlayan Ford ve Rockefeller vakıflarınca fonlandı. Diğer kaynaklar yanında bkz.: Brigitte Mazon, Aux Origines de l’École des Hautes Études en Sciences Sociales: Le Rôle du mécénat américain (1920–1960) (Paris: Les Éditions du Cerf, 1988). Barthes, Bourdieu ve Derrida EHESS’te dersler verdi.

[6] Burada Althusser’in Lenin ve Felsefe ve Diğer Makaleler isimli çalışmasının 1971 yılında Monthly Review Yayınevi’nce basıldığını not etmek gerek.

[7] Domenico Losurdo, Class Struggle: A Political and Philosophical History (New York: Palgrave Macmillan, 2016), s. 337.

[8] Clouscard, Néo-fascisme et idéologue du désir, s. 9; ayrıca bkz.: Monville, Les Jolis Grands Hommes de gauche, s. 37.

[9] Clouscard, Néo-fascisme et idéologue du désir, s. 27.

[10] Sartre’ın 68 hareketi içerisindeki yerine dair genel bir değerlendirme için bkz.: Michael Scriven, Jean-Paul Sartre: Politics and Culture in Postwar France (Londra: MacMillan, 1999), s. 63–79.

[11] Bkz.: Cohen-Solal, Sartre (Paris: Éditions Gallimard, 1985), s. 585. Beauvoir’nın katılımı konusunda bkz.: Deidre Bair, Simone de Beauvoir: A Biography (New York: Summit, 1990), s. 530–35. Yazar kitabında, Beauvoir’nın “68 militanlarıyla kurulacak teması önemli ve tesadüfi bir gelişme olarak gördüğünü, kendisinin dünyanın her yerinde kadınları açıktan savunan bir isim olarak bilindiği altmışlarda feminist faaliyetlerini yürütme konusunda kendisine güven aşıladığına inandığını” iddia ediyor. Bair, Simone de Beauvoir, s. 531. Delphy de çalışmasında 68’in feminist hareketin somutluk kazandığı önemli bir moment olduğunu söylüyor, ayrıca özel olarak Kadının ve Erkeğin Geleceği isimli örgütün kuruluşu üzerinde duruyor. [Delphy, “La Révolution sexuelle,” s. 35]

[12] Daniel Cohn-Bendit ve Gabriel Cohn-Bendit, Le Gauchisme: Remède à la maladie sénile du Communisme (Paris: Éditions du Seuil, 1968).

[13] Beauvoir, All Said and Done, s. 424.

[14] Bkz.: Épistémon, Ces idées qui ont ébranlé la France, s. 76.

[15] François Bott, “Le Structuralisme: a-t-il été tué par le mouvement de mai?,” Le Monde, 30 Kasım 1968.

[16] Simon, “Mai–Juin 1968,” s. 4.

[17] Monville, Les Jolis Grands Hommes de gauche, s. 40–41.

[18] Bkz.: Robert Mencherini, “JURQUET Jacques,” Le Maitron, 25 Ağustos 2009, güncelleme tarihi: 25 Kasım 2014. Fransa’daki muhtelif solcu grup ve örgütlere dair genel bir değerlendirme için bkz.: Artières, 68: Une Histoire collective, s. 350–57.

[19] Jacques Jurquet, Le printemps révolutionnaire de 1968: Essai d’analyse marxiste-léniniste (Paris: Éditions Gît-le-cœur, 1968), s. 45.

[20] Antoine Idier, Les Vies de Guy Hocquenghem: Politique, sexualité, culture (Paris: Librairie Arthème Fayard, 2017), s. 49–52.

[21] Daniel Guérin, Anarchism (New York: Monthly Review Press, 1970).

[22] Bkz.: L. Muhleisen ve Patrice Spadoni, Daniel Guérin (1904–1988)—Combats dans le siècle (Imagora Films, 1994), YouTube videosu, 1:20:47, videoyu yükleyen: Liberté Ouvrière, 6 Eylül 2015, youtube.com.

[23] Bkz.: Daniel Guérin, Pour le Communisme libertaire (Paris: Les Amis de Spartacus, 2003), s. s163–67.

[24] Bkz.: Edgar Morin, Claude Lefort ve Cornelius Castoriadis, Mai 68: La Brèche, suivi de vingt ans après (Paris: Fayard, 2008).

[25] “Fransa anayasasında yabancıların politik faaliyetlerde bulunmasını yasaklayan aynı maddeler sebebiyle Poulantzas da benzer bir durumdaydı.” Keith A. Reader, Intellectuals and Marxism since 1968—The Structuralists (New York: St. Martin’s, 1987), s. 48.

[26] Bkz.: Dosse, La Saga des intellectuels français, s. 32. Castoriadis’in Cohn-Bendit üzerindeki etkisi konusunda Judith Bernard’ın 2015’te Dosse ile yaptığı, “Peut-on penser la revolution sans les ouviers?” [“İşçisiz Devrim Düşünülebilir mi?”] başlıklı mülâkata bakılabilir. Mülâkatı yapan: Judith Bernard, Hors-Série, YouTube videosu, 3:53, 30 Mayıs 2015, youtube.com. Ya Sosyalizm Ya Barbarlık örgütünün Daniel ve Gabriel Cohn-Bendit üzerindeki etki, bilhassa ikilinin kaleme aldığı Le Gauchisme [“Solculuk”] isimli kitapta net bir biçimde hissediliyor.

[27] Bkz.: Dosse, Gilles Deleuze et Félix Guattari, s. 210.

[28] Philippe Gottraux, “Socialisme ou Barbarie”: Un Engagement politique et intellectuel dans la France de l’après-guerre (Lozan: Éditions Payot Lausanne, 1997), s. 164.

[29] Bkz.: Kiff Bamford, Jean-François Lyotard (Londra: Reaktion, 2017), s. 66–67.

[30] Bkz.: Dosse, History of Structuralism, Cilt 2, s. 113. Genet’nin harekete kısmi katılımına dair detaylar için bkz.: Edmund White, Genet: A Biography (New York: Alfred A. Knopf, 1993), s. 501–7.

[31] Bkz.: Morin, Lefort ve Castoriadis, Mai 68. Harekete açık olan Michel de Certeau, Études [“Çalışmalar”] dergisinin Haziran ayının sonlarında çıkan sayısında yayımlanan makalesinde hareket karşısında duyduğu heyecanı somut ifadelere kavuşturuyor. Bkz.: François Dosse, Michel de Certeau: Le Marcheur blessé (Paris: Éditions La Découverte, 2002), s. 158–60.

[32] Bkz.: Jean-Marie Apostolidès, Debord: Le Naufrageur (Paris: Flammarion, 2015), s. 269–87.

[33] Henri Lefebvre, “Lefebvre on the Situationists: An Interview,” mülâkatı yapan: Kristin Ross, Ekim 79 (Kış 1997): s. 82.

[34] Meseleyi derinlemesine kavrayan pasajlarından birisinde Lefebvre şunları söylüyor: “Lenin iki düzeyi ayırmaktaydı: bir tarafta kitlelerin devrimci dürtüsü ve kendiliğindenlik, diğer tarafta Marx ve Engels gibi aydınların geliştirdikleri, sürece ve bütünsel bağlamına dair teorik bilgi duruyordu. Politik parti, ona göre, iki düzeyi birleştirmekle, eklemlemekle yükümlüydü. Böylelikle teori, işçi sınıfının ve müttefiklerinin kendiliğinden eylemlerini bir bütün olarak topluma, onun altyapıdan üstyapıya, toplumsal işbölümünden kurumlara varana dek hepten dönüştürülmesine dair bir anlayışla kuşandıracak, bu dönüşüm, ilgili süreç için önemli olan mülkiyet ilişkilerinin dönüşümünü de içerecekti. Lenin’e göre parti, öznel ve nesnel faktörleri birleştirendi.” Henri Lefebvre, The Explosion: Marxism and the French Revolution (New York: Monthly Review Press, 1969), s. 38.

[35] Hareketi farklı düzeylerde destekleyen aydınları içeren o uzun listeye Monique Wittig, Jean Baudrillard, Alain Touraine ve Jean-Paul Dollé gibi isimleri de ekleyebiliriz. Fransa’nın dışında Marcuse’nin oynadığı role dair birçok tartışma yürütülmüştür. Hareketi örgütleyen Cohn-Bendit, Duteuil ve Geismar gibi isimlerin aktardığına göre kendi çevrelerinde Marcuse’yi okuyanların sayısı çok azdır (bkz.: Sauvageot vd., La Révolte étudiante, s. 47, 70). Oysa Marcuse, o dönemde Paris’teydi ve “Sorbonne ve Güzel Sanatlar Okulu’ndaki tıka basa dolu amfilerde irticalen konuşmalar yaptı, çok sayıda gerginlikle malul politik tartışmalara katıldı, ayrıca işgal altındaki Nanterre’de ‘Marcuse Günü’nün örgütlenmesine dönük çalışmalarda yer aldı.” Barry Katz, Herbert Marcuse and the Art of Liberation: An Intellectual Biography (Londra: Verso, 1982), s. 185–86.

[36] Dosse, History of Structuralism, Cilt 2, s. 115, çeviri bir miktar değiştirildi. Kristin Ross, May ’68 and Its Afterlives [“Mayıs 1968 ve Sonrası”] isimli kitabında benzer bir argüman dile getiriyor. Yapısalcılığı “sözde bilimsel bir ideoloji” olarak görüp eleştiren bir değerlendirme için bkz.: Lefebvre, L’Idéologie structuraliste (Paris: Éditions du Seuil, 1971), Castoriadis, The Imaginary Institution of Society (Cambridge, Massachusetts: MIT Press, 1998), ayrıca Castoriadis, “The Movements of the Sixties” in World in Fragments (Stanford: Stanford University Press, 1997), s. 47–57, ve “The Diversionists” in Political and Social Writings (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1993), s. 272–80.

[37] Aynı şekilde, küresel teori endüstrisi, Althusser’in eserlerinden ve ondaki kimi unsurlardan, o Marksist-Leninist geleneğin belirli yönlerine pratikte bağlı olduğu için değil, Lacan’la kurduğu bağ ve felsefi katkıları sebebiyle istifade etmiştir.

0 Yorum: