01 Aralık 2023

,

Milei’nin Zaferi Medyanın İmal Ettiği Bir Olgu


Atilio Boron Söyleşisi

Correo del Alba

20 Kasım 2023


Latin Amerika ve Karayipler’deki her politik gelişmenin veya seçimin ardından yaptığımız gibi, Arjantin’deki cumhurbaşkanlığı seçiminde Javier Milei’nin zafer elde etmesinden birkaç saat sonra Correo del Alba için ünlü siyaset bilimci ve aydın Atilio Boron’la özel bir röportaj gerçekleştirdik ve kendisiyle aşırı sağın zaferini birlikte düşünme imkânı bulduk.

* * *

Siyaset sahasında bir yabancı olarak görülen ve tartışmalı bir sima olan Milei, nasıl oldu da bu kadar parladı ve çoğu erkek, genç insanlardan bu kadar destek gördü? Eski Peronist sivil-asker bürokrasisi bugünün gelişini göremedi mi? Bu 19 Kasım’da ortaya çıkan sonuçlardan o bürokrasi mi sorumlu?

Sorunuza tek tek cevap vermeye çalışayım. Öncelikle evet, Milei siyaset sahasında yabancı görülen bir isimdi, ama medya ona aşinaydı. Birkaç hafta evvel ne yazık ki ortadan kaybolmuş olan Mariana Moyano’nun da doğruladığı biçimiyle Milei, 2018’de radyo ve televizyon programlarında kendisine en fazla danışılan kişiydi. Moyano’ya göre, bu yıl içerisinde Milei ile 235 kez röportaj yapılmış, kendisinin katıldığı canlı yayın süresi ise toplamda 193 bin 543 saniye. Siyaset hayatı boyunca bu rakamlara ulaşan başka bir isim yok. Üstelik sonraki yıllarda da Milei aynı ilgiyi görmeyi sürdürmüş. Başka bir ifadeyle, Milei, medyanın akıllı bir plan dâhilinde imal ettiği bir isim.

Sorunuzun ikinci kısmında, enformelleşme, ücretlerin kesilmesi ve emeğin güvencesizleşmesi sürecinin en önemli mağduru olan gençliğin rolünden bahsediyorsunuz. 18-29 yaş aralığındaki toplam 8.337.914 kişi toplam seçmenin yüzde 24,29’unu teşkil ediyor. Buna oy kullanma hakkına kavuşan 16-17 yaşlarındaki 1.163.477 kişiyi de ekleyelim. Bu yaş grubu da toplam oyların yüzde 3,3’ünü teşkil ediyor ki bu oran, Entre Ríos kentinin toplam oy oranına denk. Dolayısıyla, burada hükümet yanlısı aday lehine oy verme konusunda gerekli dürtüden yoksun olan veya 19 ve 20 Aralık 2001’deki olayları neredeyse hiç anımsamayan, Kirçnerizmin altın çağını bilmeyen gençlerin teşkil ettikleri seçmen kitlesinin sadece yüzde 27’sinden bahsediyoruz. Bu insanlar, hükümetin resmi teklifine yüz vermediler. Bunun böyle olacağını kör biri bile görürdü. Hiç şüphe yok ki titizlikle ve dikkatle sahnelenen Milei mitinglerindeki gençlik coşkusu bu yüzün verilmeyeceğinin kanıtıydı. O mitingler gençleri coşkulandırdı, ama aynı coşku, seçimin diğer partisi Vatan İçin Birlik’in adayı Sergio Massa’nın mitinglerinde yoktu.

Sorunuzun son kısmı için şu söylenebilir: şirketlerin çıkarlarını savunmaktan başka bir şey yapmayan eski Peronist sivil-asker bürokrasisi geleni göremedi. Üstelik bu körlük, onlarda uzun zamandır vardı. Ayrıca bu kesim, günümüz toplumunu hiç anlamadı, nasıl işlediğini hiç bilmedi.

Milei, bugün kampanyasında dile getirdiği vaatlerin ne kadarını bu ülkede gerçekleştirebilir?

Bir tahminde bulunmak güç. Belirli alanlarda toplumsal direniş, aşağıdan ve kendiliğinden, oldukça güçlü bir biçimde ortaya konulacaktır. Bu noktada aklıma dünya genelinde AFJP[1] gibi yapıları felâkete sürükleyen, sosyal güvenliğin özelleştirilmesine dönük adımlar geliyor. Arjantin Havayolları’nın özelleştirilmesi de benzer bir sonucu doğurabilir. Tabii sürprizlerle de karşılaşılabilir. Devlete ait enerji şirketi YPF özelleştirilirse, mesele daha da içinden çıkılmaz bir hâl alır, zira ülkede yeraltı zenginliklerinin sahibi şehirlerdir. Kongrenin iki bileşeni arasında bir tartışmanın yaşanacağı çok açık. Hâsılı: mevcut güç korelasyonuna göre her bir vaka ve alınan her bir tedbir tek tek incelenmek zorunda.

Ortada çok fazla faktör olduğu için çok farklı tepkiler verilecektir. Bu faktörler şunlardır:

1. Ülkede toplumsal örgütler ve parti güçleri oldukça zayıf ve gayrimeşrudur.

2. Halk bölünmüş durumdadır, güvencesizliğin damgasını vurduğu emek paramparça hâldedir. Sendika temsiliyeti düşüktür, emeği koruyan yasalara rastlanmamaktadır. Bu durum, sadece ekonomide aktif olan kesimin çok küçük bir kısmının ekmeğine yağ sürmektedir.

3. Mali spekülasyonla geçinen kesimin sanayi üretimine, hatta zirai işletmelere bağımlı kesime nazaran daha fazla ağırlığa sahip olduğu ve heterojen bir yapı arz eden hâkim blok içerisinde yoğun bir mücadele yaşanmaktadır. Egemen sınıflar içre hizipler arasındaki bu tartışma, farklı sonuçlara yol açacaktır. Yeni cumhurbaşkanının kampanya süresince verdiği vaatlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine de bunlara mani olunup olunmayacağına da ortaya çıkacak bu sonuçlar karar verecektir.

Milei, daha çok gerçekliği kendi çıkarları ile sınırlayan sosyal ağların eşlik ettiği bir süreç dâhilinde gençlerde yaşanan paradigma değişikliğini mi ifade ediyor?

Milei, pandeminin ve karantinaların, dahası, ekonomik ve toplumsal dışlanma sürecini derinleştirip yoksulluğu beklenmedik düzeylerde artıran, bilhassa Mayıs-Temmuz 1989 ile Ocak-Mart 1990’daki aşırı enflasyona tanık olunan dönemlerdeki yoksulluk düzeyine yakınlaştıran ekonomi politikalarının ağır darbesini yemiş gençlerdeki hasarın ortaya çıkarttığı bir isim. Söz konusu toplumsal kategori, yani gençlere göre Alberto Fernández ve onun ekonomi bakanı Sergio Massa, daha makul bir felâkete yol açmayacaktı. Bu gençler, ücretleri küçük bir azınlık dışında kimse için düzeltmeyecek ekonomi politikalarının da kendilerini ulusal bir davanın militanları olarak algılamalarını sağlayacak bir destanın da işlerine yaramayacağını gördü. İletişim aygıtlarının seslerini yöneticilere duyurmayacağını anladı. Bunun sonucunda gençlik, hâkim güçlerin kurnaz bir plan dâhilinde piyasaya, 53 yaşında olmasına rağmen, “taze, genç ve yeni bir isim” olarak sürdüğü kişiye yöneldi. Bu, sosyal ağların, algoritmaların ve sinirbilimi esas alan politik pazarlamaya dair yeni teknikleri incelemiş bizim gibi kişileri hiçbir şekilde şaşırtmadı. Benim gibi, yalnız kalma pahasına, geçen yüzyılın sonunda Fidel’in dediği gibi fikirler mücadelesinin verilmesi gerektiğini söyleyen kişilerce öngörülen bir gelişmeydi bu. Ama ne sol ne de milli-halkçı hareket, sorumluluk alıp bu mücadeleyi verebildi. Neticede siyaset karşıtlığı zafer kazandı. Devlet ve “kast sistemi” yağmacı güçler olarak belirlendi, ama kolektif sömürünün failleri olarak egemen sınıfların ve burjuvazinin oynadığı rol örtbas edildi. Aşırı bireycilik ve onunla bağlantılı fikirler övüldü, kolektif eylem stratejileri, sınıf, işçi ve köylü örgütleri, reddedilmese bile terk edildi. Bireysel kurtuluş masalına güvenildi, kolektif eylemlere katılanlar mahkûm edildi, uyum içerisinde hareket eden sermayenin besleyip desteklediği yetenekli bir demagog, akıl dışı yöntemlerle yüceltildi.

Kültürel dizilim açısından bakıldığında, bilhassa aylık enflasyonun yüzde 13 ilâ 15 civarında seyrettiği bir ülkede, bu durumdan sorumlu bir ekonomi bakanının seçimi kazanması imkânsızdı. Bu arka plan dikkate alındığında, esasında Sergio Massa gereğinden fazla oy aldı.

Milei, geçen yüzyılın ortalarında Perón ve Evita ile tanımlanan refah devletine son verebilecek mi?

Esasında bu sorunuza ilk soruda kısmen cevap vermiştim. Perón ve Evita’nın yapıp ettiklerine bir de Kirçnerizm yılları boyunca elde edilen önemli ekonomik ve toplumsal kazanımları da eklemek gerek. Fakat bir yandan da bu kazanımlar ne kadar övgüye değer olsalar da bu adımların dünya genelinde, bilhassa Arjantin gibi güçsüz ve etkisiz bir ülkede sermaye birikim sürecinin yol açtığı tahribata başarıyla karşı koyma konusunda yetersiz kaldığını da söylemek lazım.

Arjantin Merkezi İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun [Central de Trabajadores de la Argentina] hazırladığı bir rapora göre, 2016-2022 arası dönemde emekten sermayeye aktarılan gelir 87 milyar doları buldu ki bunun 48 milyar doları 2021 ve 2022 yıllarında, yani “milli ve halkçı” koalisyon hükümeti döneminde aktarıldı. Neticede ücretler epey düştü, formel ekonomide yoksulluk sınırının altına geriledi. Bu acı ve dert yüklü ekonomik gerçeklik karşısında seçmen kitlesinin en geniş kesimlerindeki hayal kırıklığı ve öfkenin başka ne tür bir sonuç vermesini bekliyorlardı ki? Bu dönemde anlamsız laflar edildi, “Arjantin’in yirminci yüzyılın başında dünyanın en zengin ülkesi” olduğuna dair efsanelere sığınıldı, kimse “artık tahammül edilemeyen mevcut gidişata son verme gerek” demedi, eski bir tarafa konuldu, “kast sistemi”ne lanet okumakla yetinildi, kimse, insanları yoksulluğa ve mahrumiyete mahkûm edenlere tek laf etmedi.


Milei’ye yönelik muhalefete dair öngörünüz nedir, onun programını denetleyecek bir hareket ortaya çıkacak mı?

Çıkıp çıkmaması, halkçı kesimin yeniden örgütlenmesine, somut öneriler zemininde yeniden birleşmesine, ekonomiyi azami düzeyde ayarlayacak adımlarla, işçi haklarını ve toplumsal hakları ortadan kaldırmaya kafayı takmış bir hükümetin öngörülebilir saldırılarından önce bir savunma stratejisi geliştirip geliştirmemesine bağlı. Ayrıca muhalefetin sefalete sürüklenmiş, güvencesizliğin ve sermayenin doymak bilmezliğinin çilesini çeken milyonları etkileyebilecek, büyük bir güce erişecek muteber liderlere sahip olması gerekiyor.

Ülkede parti sistemi çöktü. Daha da kötüsü, geçen yüzyıl ortalarından radikalizme ve Peronizme tanık olmuş o birkaç yıllık döneme dek süren politik hayatın büyük bir kısmına damgasını vurmuş politik güçler ve kimlikler, eşi benzeri görülmemiş bir krizin içine sürüklendiler. Bu güçler ve kimlikler, muhtemelen sahneye yeniden çıkacak, ama bu sefer ellerindeki neoliberalizm anahtarıyla ve kendilerini teşkil eden genetik yapıyla bir alakası olmayan tuhaf ve sapkın biçimler altında.

Organik radikalizm sönümlendi, seçmenleri politik güce sahip en önemli iki lidere, Yrigoyen ve Alfonsín’e hakaret eden adaylara oy verdi. Peronizm denilen aygıt ve bu akımın seçmenleri azınlıkta kaldı ve gidip Massa’ya destek sundu. Peronistlerin kalesi olan La Rioja, Salta, Tucumán, Chaco, Catamarca, Santa Cruz gibi şehirlerde görüldü ki seçmen kitlesi, o şehirlerin mührünü eline almış grupların kararlaştırdıkları birleştiricilik imajına sahip olan adaya veya her türden demagoga oy verecek kıvama getirilmiş. Bugün ne radikaller ne de Peronistler, ülke genelinde politik mücadele yürütebilecek örgüte, liderliğe ve stratejilere sahipler. Bu güçler, 24 ayrı partiye bölünmüş durumda ve bu partilerin her birine bir şehir düşüyor. Oturup bu partiler, koşullara göre, kime oy verecekleri konusunda pazarlık yürütüyorlar.

Bugün Milei, silâhlı kuvvetlerle nasıl bir ilişkiye sahip, ileride bu ilişki ne tür bir biçim alacak?

Bence Milei’nin askerle arası gayet iyi. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Victoria Villarruel, soykırım yapmış diktatörlüğü açıktan savunan, insan haklarını ihlal eden diktatör Jorge Rafael Videla’nın ve suç örgütünün hayranı olan bir isim. Kadın, muhtemelen savunma ve güvenlik bakanı olacak.

Güney Komutanlığı ve ABD-Arjantin arasında imzalanan askeri işbirliği anlaşmalarının önemli bir rol oynadığı süreç dâhilinde silâhlı kuvvetlerin toplumsal politik yapısı alabildiğine gericileşti. Bu hâliyle ordu, büyük olasılıkla Milei’nin aşırı neoliberal politikalarının talep ettiği baskı uygulama görevini üstlenecek.

Macri hükümetinde güvenlik bakanı iken Patricia Bullrich’in yapıp ettiklerine uygun bir çizgi takip edecek olan Milei, silâhlı kuvvetlere ve polise içteki düşmana karşı ellerindeki baskı gücünün tüm imkânlarını kullanma izni verecek, üstelik onları her türlü cezadan muaf tutacak. Ülkede polise her türlü şüpheliyi ikazda bulunmadan vurma yetkisi veren “Chocobar Doktrini”[2] bireyin hakları ve hukuk düzenine saygı açısından ciddi bir geri adımı ifade ediyordu. Bu, Alberto Fernandez hükümetinin attığı ilk adımlardan biriydi, ama maalesef görünüşe göre söz konusu doktrin, yeni hükümetle birlikte tekrar yürürlüğe girecek.

Ancak öte yandan, adalet talep eden binlerce genci, kadını ve çocuğu karşılarında gördüklerinde güvenlik güçlerinin nasıl bir tepki vereceğini hep birlikte göreceğiz. Latin Amerika’nın yakın tarihinin de ortaya koyduğu biçimiyle, iç güvenlikle dışa dönük savunma birbirine karıştırıldığında, ciddi insan hakları ihlallerine tanık olunur, tıpkı Meksika’da Andrés Manuel López Obrador hükümeti kurulmazdan önceki yıllarda yaşandığı gibi. ABD ve Avrupa ülkelerinde iç güvenlik ve dışa dönük savunma net sınırlara sahiptir. Yeni Arjantin hükümeti, muhtemelen bu konuda kumar oynayacak ve felâketlere yol açacak. Ama başka konularda olduğu gibi hakların iptali veya sınırlandırılması türünden politikaları uygulayanlar, birçok kez toplumu harap eden ekonomik ayarlama planlarına veya zorba diktatörlüklere karşı koyabildiğini göstermiş olan Arjantin toplumunun tepkisini hafife almış olurlar. Arjantin tarihi, direniş örnekleriyle örülü bir tarihtir. Son dönemde her ne kadar toplum değişmişse de gerekli örgütsel yapılar henüz mevcut olmamasına rağmen, bu isyan hâli, yeniden büyük bir güçle ortaya çıkarsa kimse şaşırmasın.

1969’daki “Cordobazo” [Kordoba İsyanı] ile 19-20 Aralık 2001’deki halk ayaklanması, Arjantin halkının büyük mücadelelerle kazandıkları ekonomik, toplumsal ve kültürel hakları yok etme hayali kuranları rahatsız eden birer hayalettir.

Milei’nin zaferi jeopolitik açıdan bölgeyi nasıl etkileyecek?

Her şeyden önce Milei hükümeti, Washington’ın talepleri uyarınca ülkeye zarar verecek ve Arjantin’i ulusal çıkarlara, ihracat sektörüne ve onlarla bağlantılı olarak işgücüne zarar vermek pahasına, bölgede Çin’in varlık alanını daraltmak için kullanılacak bir tür koçbaşına dönüştürecek. Milei, tam da Amerikan müesses nizamının hayalini kurduğu zaferi elde etti. Zira bu güç, Milei şahsında Washington’ın her türlü önerisini sorgusuz sualsiz uygulamaya istekli, kendisine fazlasıyla bağlı bir isim buldu. Milei, egemen güçlere sadık bir antikomünist (üstelik bu karşı olunan komünistlik, Lula, Papa Francis, Çin, Küba, Venezuela ve Nikaragua’yı içerecek, muğlâk ve esnek bir anlama sahip). İmparatorluğu koşulsuz şartsız savunan bir isim olarak Milei, Gazze’de devam eden soykırımı meşru gören açıklamalar yapan, terörist İsrail devletinin ve Kuzey Amerika toplumunun hayranı olan bir siyasetçi. Kısa süre sonra yerleşeceği Casa Rosada’da [“Pembe Ev” -Arjantin cumhurbaşkanlığı sarayı] muhtemelen komşu ülkelerdeki sağcı liderleri de sunduğu örneklikle benzer davranışlar sergilemeleri yönünde teşvik edecek.

Burada belki de hâkim blok içindeki ayrışmaları dikkate almalıyız. Milei, Arjantin’i Güney Amerika Ulusları Birliği’nden (Unasur) ve Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu’ndan (Celac) çıkartacak adımı atabilir, hatta ülkemizi BRICS’e dâhil edecek ve 1 Ocak’ta yürürlüğe girecek anlaşmayı iptal edebilir veya erteleyebilir.

Velhâsıl, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi belgelerine de yansıyan, “düşman Çin”e karşı sürmekte olan savaş, Güney Amerika’nın uzak ve çalkantılı topraklarında kendi elçisini buldu. Jeopolitika açısından Milei’nin cumhurbaşkanlığında Latin Amerika-Karayipler denilen satranç tahtasında süren uluslararası müsabaka sertleşecek gibi görünüyor.

Kaynak

[1] AFJP: Emeklilik ve Emekli Fonu Yöneticileri, Carlos Menem hükümeti döneminde yürürlüğe giren, 1993’teki emeklilik reformu uyarınca çıkartılmış 24.2411 sayılı kanunun belirlediği bireysel emeklilik sistemini tercih eden işçilerden alınan emeklilik katkı payları ile oluşturulmuş fonları yöneten (özel, kamu ya da karma sermayeli) şirketleri ifade ediyor. Bireysel emeklilik sistemi, devletin ücretten anında kesinti yaptığı sisteme paralel işleyen bir sistem. Burada amaç, zaman içerisinde tüm işçileri bireysel emeklilik sistemine aktarmaktı.

[2] Luis Oscar Chocobar (doğum tarihi: 26 Mayıs 1987): 8 Aralık 2017 günü Buenos Aires’in La Boca mahallesinde ABD’li bir turisti bıçakladıktan sonra kaçan genci öldürmekle suçlanan eski polis. Olay sonrası Cumhurbaşkanı Mauricio Macri ve güvenlik bakanı Patricia Bullrich Chocobar’ı öven açıklamalar yaptı. Chocobar’ın davası, Bullrich’in desteğini ve onayını alan, polisin silahını öldürme amaçlı kullanma hakkının kapsamını genişleten Chocobar Doktrini’nin ortaya çıkmasını sağladı.

[3] Cordobazo: General Juan Carlos Onganía’nın başta olduğu askeri diktatörlük döneminde, Mayıs 1969 sonunda Kordoba şehrinde meydana gelen ayaklanma. Bu ayaklanma, 1968 ayaklanmalarından bir yıl, gene ülkede Rosario kentinde meydana gelen ve “Rosariazo” denilen ayaklanmadansa birkaç gün sonra cereyan etti. Önceki gösterilerin aksine Cordobazo, askeri hükümete karşı verilen mücadelede Marksist işçi liderlerinin başını çektiği önceki mücadelelerden farklı bir ayaklanmaydı ve onda daha çok işçilerle öğrenciler önemli bir yere sahipti. Arjantin Genel İşçi Konfederasyonu (CGT) Kordoba’da 30 Mayıs 1969 günü Agustín Tosco önderliğinde genel grev ilân etti. Ama bir gün önce 29 Mayıs’ta genel grev yapılması kararlaştırıldı. Grev, polisin saldırısıyla karşılandı. Halk ayaklandı ve bu olay sonrasında “Kordobazo” olarak anıldı.

0 Yorum: