“Kitsch, zamanımızda
sahte olan her şeyin özüdür. Kitsch, müşterilerinden paraları hariç hiçbir şey
talep etmez, zamanlarını dahi.”
[Clement
Greenberg]
“Kitsch” kelimesi,
kavram olarak sanat dünyasına ilkin resim dalında girmiştir. 19. yüzyılda
Almanya’da, “1860’lar ve 1970’lerde Münih’in sanat çevrelerince kullanılan,
kolayca pazarlanabilen, ucuz ve çok rağbet gören resimleri, eskiz çalışmaları”nı
tanımlamak için kullanılmıştır. Etimolojik bağlamda kelimenin hangi anlamda
kullanıldığına dair birçok ifade olsa da, akla yatkın ve “kitsch” ürünün gerçek
değerine en yakın tanımlama şudur: İngilizce’de gelişigüzel yapılmış karalama
ve müsvedde anlamına gelen “sketch” kelimesi, Almanya’da dönüşmüş, telaffuzuyla
“kitsch” olarak yansımıştır. Almancada yaygın olarak kullanılan bayağılaşmak,
ucuzlaşmak, çirkin, rüküş, zevksiz gibi kelimelere de karşılık gelir. Fakat ilginçtir
ki zamanla “Kitsch” kavramı, neoliberal dünyayla birlikte, estetik zevkten
yoksunluğu değil, estetik kalitenin özel bir türünü nitelediği çarpıtması kabul
görmeye başlamıştır. Zamanla, nitelikli sanat eserlerinin ve estetik değerlerin
yerini modern-postmodern akışın içinde estetik kalitenin bir tür özelliğinden,
bizatihi “sanatsal ürün” olarak değer ve kabul görmüştür.
Dahası, 1919 yılında
Almanya’nın Weimar şehrinde kurulan Bauhaus Okulu, bir sanat hareketi olarak doğup
Mimar Walter Gropius tarafından kurumsallaşmıştı. Bu hareketin manifestosu “yeni
bir hayata” ve ona dair fikirlere dair sürecin başlangıcını ifade ediyordu.
Kuruluş olarak 1. Dünya savaşı sonrasında kurulan Bauhaus, endüstri-sanat-zanaat
üçgenini modernist formda birleştirmeye çalışıyordu.
Bugün “sanat” diye önümüze
sunulan ürünlere baktığımızda, sanatın zanaata, zanaatın endüstri metalarına
nasıl dönüştüğünü görüyoruz. Sanatı burjuvanın lüks zevkleri olmaktan çıkartıp,
bütün bir topluma mâl etmeye çalışan Bauhaus sanat hareketinin endüstri
sahiplerince nasıl yok edildiğini günümüzün tüm sanat dallarında görmek mümkün.
Müzik ve beste, elektronik ortamda mimari estetik form ve tasarımdan arınmış,
basitleşip tekdüzeleşmiş, resim, dijital ortamda bir tuşla renk ve tonların
otomatik yayıldığı repliklerle yine aynı şekilde basit ve tekdüze bir biçim
kazanmıştır.
Sanatın tarihsel sürecinin
birikimleriyle oluşmuş, yapıtta olması gerekli tüm estetik ve teknik yasaların
hiç edilerek oluşturulan, “sözde sanatçıya” ait sözde “eserler” çoğulun satışına
sunulur. Endüstri çağı ve bu çağın sanatı da, kullan-at pratikliği ile paranın
döngüsünün, piyasa yasalarının kontrolündedir. Zaman kime “sanatçı”, hangi ürüne
“yapıt” diyecek, aslında bunun cevabını tarihten biliyoruz.
Bu noktaya neden, nasıl
gelindi? Dönüşü mümkün mü? Sanatın akıbeti nedir? Bu yazımızın asıl amacı, bu
sorulara cevap aramaktır.
Öncelikle belirtmek
gerekir ki Milan Kundera’da karşımıza çıkan, “kitsch” ürünlere dair bakışını ve
sanatın yüce misyonuna “geri dönüşü olmayan bir gerçeklik” olarak gören
yaklaşımını teslimiyetçilik olarak ele almak ve kabul etmemek gerekir. Emekçisi
olduğun disiplinde ürün veriyorken, bu yenilmiş zihniyet, edebiyatçılığı değil,
olsa olsa edebiyat ve sanat gericiliğini doğurur. Keza Kundera’nın satır aralarında
hayalini kurdurduğu “Reel Sosyalizm” de, neoliberal çevrenin sanat anlayışı
dâhilinde halkı oyalayan bir pranga hizmeti görüyor, egemenlere zaman kazandırıyor.
Bu sebeple, Kitsch ürünleri kaçınılmaz bir gerçeklik olarak gördüğünden, yazar
olarak da büyük “ün”e kavuşuyor. Aksini savunuyor olsaydı, bugün Kundera’nın kitapları
kaç baskı yapardı?
Bugünün dünyasına
baktığımızda, 2023’ün son deminde geçen yıllara göz attığımızda gördüğümüz zulüm
ve ölümler, tüm dünya insanının toplumsal olarak yaşadığı travma, Emperyalizme
karşı “Reel Sosyalizm” savunucularının teorisinin pratikte çöktüğünün kanıtıdır.
Taş atana taşı veren de, taşa karşılık “gül at” diyerek gülü uzatan el de aynı
eldir. Bunu görmemek, ya bilinçsiz bir saflık, yahut kasıtlı bir tezgâhtır.
Sanat, emperyalizmin kullandığı
tüm aygıtlarla birlikte ele geçirilmiş, toplumdan uzaklaştırılmıştır. Sanatçı,
postmodernleşip bağlamdan kopmuş, bilinçli bir tezgâha düşerek, dümenini
sömürüye kırmıştır. Bugün insanın onuruyla ve yaşam haklarıyla hayatta kalması
için “Sanat”, özüne ve itibarına yeniden dönmelidir. Umuyoruz ki dönecektir de.
Burada gerçek sanatkârlara
büyük iş düşmektedir. Öncelikle sanatın insanın özüne, gerçekliğine dokunmak olduğunun
farkına varılmalıdır. Sanatın misyonu ve vizyonu nedir, ne değildir? Sanatçıların
bu sorulara kafa yormaları gerekmektedir. Sanatsal ve estetik disiplin nedir? Bu
soruya da cevap verilmelidir. Etik kaygıları var mıdır, yok mudur, olmalı mıdır?
Tüm bu sorulara, sanatın ontolojik bağlamında argümanlarıyla önce “kendine” cevap
vermelidir.
Son soruyu da sanatının
izleyicisi ve dinleyicisi olan “toplum” soracak. Sanatçı, bugün mü yaşayacak,
yoksa duygularının alın teriyle yarınları da kucaklayarak, tüm zamanlarda ve sanatın
sonsuzluğunda yaşamaya devam mı edecek?
İdil Mevsim
17 Aralık 2023
0 Yorum:
Yorum Gönder