18 Aralık 2023

Kitsch


Kitsch, zamanımızda sahte olan her şeyin özüdür. Kitsch, müşterilerinden paraları hariç hiçbir şey talep etmez, zamanlarını dahi.

[Clement Greenberg]


“Kitsch” kelimesi, kavram olarak sanat dünyasına ilkin resim dalında girmiştir. 19. yüzyılda Almanya’da, “1860’lar ve 1970’lerde Münih’in sanat çevrelerince kullanılan, kolayca pazarlanabilen, ucuz ve çok rağbet gören resimleri, eskiz çalışmaları”nı tanımlamak için kullanılmıştır. Etimolojik bağlamda kelimenin hangi anlamda kullanıldığına dair birçok ifade olsa da, akla yatkın ve “kitsch” ürünün gerçek değerine en yakın tanımlama şudur: İngilizce’de gelişigüzel yapılmış karalama ve müsvedde anlamına gelen “sketch” kelimesi, Almanya’da dönüşmüş, telaffuzuyla “kitsch” olarak yansımıştır. Almancada yaygın olarak kullanılan bayağılaşmak, ucuzlaşmak, çirkin, rüküş, zevksiz gibi kelimelere de karşılık gelir. Fakat ilginçtir ki zamanla “Kitsch” kavramı, neoliberal dünyayla birlikte, estetik zevkten yoksunluğu değil, estetik kalitenin özel bir türünü nitelediği çarpıtması kabul görmeye başlamıştır. Zamanla, nitelikli sanat eserlerinin ve estetik değerlerin yerini modern-postmodern akışın içinde estetik kalitenin bir tür özelliğinden, bizatihi “sanatsal ürün” olarak değer ve kabul görmüştür.

Dahası, 1919 yılında Almanya’nın Weimar şehrinde kurulan Bauhaus Okulu, bir sanat hareketi olarak doğup Mimar Walter Gropius tarafından kurumsallaşmıştı. Bu hareketin manifestosu “yeni bir hayata” ve ona dair fikirlere dair sürecin başlangıcını ifade ediyordu. Kuruluş olarak 1. Dünya savaşı sonrasında kurulan Bauhaus, endüstri-sanat-zanaat üçgenini modernist formda birleştirmeye çalışıyordu.


Bugün “sanat” diye önümüze sunulan ürünlere baktığımızda, sanatın zanaata, zanaatın endüstri metalarına nasıl dönüştüğünü görüyoruz. Sanatı burjuvanın lüks zevkleri olmaktan çıkartıp, bütün bir topluma mâl etmeye çalışan Bauhaus sanat hareketinin endüstri sahiplerince nasıl yok edildiğini günümüzün tüm sanat dallarında görmek mümkün. Müzik ve beste, elektronik ortamda mimari estetik form ve tasarımdan arınmış, basitleşip tekdüzeleşmiş, resim, dijital ortamda bir tuşla renk ve tonların otomatik yayıldığı repliklerle yine aynı şekilde basit ve tekdüze bir biçim kazanmıştır.

Sanatın tarihsel sürecinin birikimleriyle oluşmuş, yapıtta olması gerekli tüm estetik ve teknik yasaların hiç edilerek oluşturulan, “sözde sanatçıya” ait sözde “eserler” çoğulun satışına sunulur. Endüstri çağı ve bu çağın sanatı da, kullan-at pratikliği ile paranın döngüsünün, piyasa yasalarının kontrolündedir. Zaman kime “sanatçı”, hangi ürüne “yapıt” diyecek, aslında bunun cevabını tarihten biliyoruz.

Bu noktaya neden, nasıl gelindi? Dönüşü mümkün mü? Sanatın akıbeti nedir? Bu yazımızın asıl amacı, bu sorulara cevap aramaktır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki Milan Kundera’da karşımıza çıkan, “kitsch” ürünlere dair bakışını ve sanatın yüce misyonuna “geri dönüşü olmayan bir gerçeklik” olarak gören yaklaşımını teslimiyetçilik olarak ele almak ve kabul etmemek gerekir. Emekçisi olduğun disiplinde ürün veriyorken, bu yenilmiş zihniyet, edebiyatçılığı değil, olsa olsa edebiyat ve sanat gericiliğini doğurur. Keza Kundera’nın satır aralarında hayalini kurdurduğu “Reel Sosyalizm” de, neoliberal çevrenin sanat anlayışı dâhilinde halkı oyalayan bir pranga hizmeti görüyor, egemenlere zaman kazandırıyor. Bu sebeple, Kitsch ürünleri kaçınılmaz bir gerçeklik olarak gördüğünden, yazar olarak da büyük “ün”e kavuşuyor. Aksini savunuyor olsaydı, bugün Kundera’nın kitapları kaç baskı yapardı?

Bugünün dünyasına baktığımızda, 2023’ün son deminde geçen yıllara göz attığımızda gördüğümüz zulüm ve ölümler, tüm dünya insanının toplumsal olarak yaşadığı travma, Emperyalizme karşı “Reel Sosyalizm” savunucularının teorisinin pratikte çöktüğünün kanıtıdır. Taş atana taşı veren de, taşa karşılık “gül at” diyerek gülü uzatan el de aynı eldir. Bunu görmemek, ya bilinçsiz bir saflık, yahut kasıtlı bir tezgâhtır.

Sanat, emperyalizmin kullandığı tüm aygıtlarla birlikte ele geçirilmiş, toplumdan uzaklaştırılmıştır. Sanatçı, postmodernleşip bağlamdan kopmuş, bilinçli bir tezgâha düşerek, dümenini sömürüye kırmıştır. Bugün insanın onuruyla ve yaşam haklarıyla hayatta kalması için “Sanat”, özüne ve itibarına yeniden dönmelidir. Umuyoruz ki dönecektir de.

Burada gerçek sanatkârlara büyük iş düşmektedir. Öncelikle sanatın insanın özüne, gerçekliğine dokunmak olduğunun farkına varılmalıdır. Sanatın misyonu ve vizyonu nedir, ne değildir? Sanatçıların bu sorulara kafa yormaları gerekmektedir. Sanatsal ve estetik disiplin nedir? Bu soruya da cevap verilmelidir. Etik kaygıları var mıdır, yok mudur, olmalı mıdır? Tüm bu sorulara, sanatın ontolojik bağlamında argümanlarıyla önce “kendine” cevap vermelidir.

Son soruyu da sanatının izleyicisi ve dinleyicisi olan “toplum” soracak. Sanatçı, bugün mü yaşayacak, yoksa duygularının alın teriyle yarınları da kucaklayarak, tüm zamanlarda ve sanatın sonsuzluğunda yaşamaya devam mı edecek?

İdil Mevsim
17 Aralık 2023

0 Yorum: