10 Aralık 2023

,

Edebiyat Sosyolojisi


Müfredata Giriş 2-Edebiyat Sosyolojisi:
Kırmızı Pazartesi-Canlı Mezarlık


Söylediğimiz türkülerde senin de sesin olmalı.

1. Yılmaz Güney’in Umut filminde faytonla geçimini sağlayan başkarakterin yaşadığı yoksulluk konu alınır. Faytonu iki attan oluşur, atlardan birinin borcu ödenmeye devam eder. Yoksul bir ailenin tek geçim kaynağıdır. Tek oda ev, hem eşler hem çocuklar için yatak odasıdır. Faytoncu, bir gün bakkala girmek için yolun kenarında durur. Alışveriş yaptığı sırada, zengin bir adam, kullandığı lüks aracıyla yolun kenarındaki faytona çarpınca atlardan biri orada can verir. Çıkan kavga karakolda biter. Faytoncu ayakta bekletilir; zengin adam oturtulur, ona içecek ikram edilir. Faytoncu suçlu bulunur çünkü “arabacı milleti” olduğundan hepsi aynıdır ve zengin adam “kibar” olduğundan, faytoncunun “affedilmesini” rica eder. Arabasının orijinal boyasının çizilmesi karşısında burjuva, “yüce gönüllü” davranır. İşsiz kalan yoksul faytoncu, en yakın arkadaşıyla zenginlerin yolunu kesip onlardan para almayı planlar. Bir akşam, emperyalist ülke askeri bir siyahi adamın karşısına çıkarlar, ama adam faytoncuya bir tokat atar, onun arkadaşını da döver. El tokadını kendi ülkesinde emperyalizmin eliyle yer, yoksullar. Film işte, kurgudur hani!

Geçtiğimiz günlerde Avrasya Tüneli’nin Aksaray çıkışında 38 yaşında (“esnaf kurye” diye tabir edilen) bir motokurye, güvenlik şeridi denilebilecek alanda, yolun en sağında ilerlerken Ankara plakalı Somali Büyükelçiliği’ne ait resmi bir araç tarafından arkadan çarpılarak motorundan düştü ve bir haftaya yakın bir süre yaşam mücadelesi verdi. Kamera kayıtları internet ortamında paylaşıldı. Arabayı kullanan şoför, Somali başkanının oğlu. En başta motokuryenin hatalı olduğunu iddia etse de sonuç kendisinin hatalı olduğu yönünde belirlendi. Motokuryenin bilinci kapalı olduğu için ifadesi alınamadığı iddia edildi ama bir başka iddia da bu süreçte failin yurt dışına çıktığı yönünde.

Bilinci kapalı bir insanın (demek ki ölme riski taşıyor) ifadesi alınamıyorken fail için neden yurt dışına çıkış yasağı getirilmez? Ankara plakalı konsolosluk aracı neden İstanbul trafiğinde yer alır? Resmi bir konu gereği İstanbul’a gelindiği yanıtı verilebilir, doğrudur fakat aracı kullanan resmi bir yetkiye sahip olmayan biri: Somali başkanının oğlu.

Araştırmaların geldiği aşamada en yetkili mercilerden yapılan açıklamaya göre motokuryenin hatası bulunmadığı yönünde ki kamera kaydını seyreden herkes bu durumu net bir biçimde görebilir. Cenazenin ardından konuşan emekçinin eşi, Avrasya Tüneli’ne ait kamera kayıtlarına ulaşamadığını, haberi ilk duyduğunda eşinin motordan düştüğünü sandığını, bakmak zorunda oldukları biri engelli olmak üzere iki çocuklarının bulunduğunu, failin neden serbest bırakıldığını anlamadıklarını, adalet ve destek beklediğini dile getirdi.

Biri engelli olmak üzere iki çocuk, bir eş, geçimlerini sağlamak zorunda olan 38 yaşında bir baba. Vapurların, feribotların ve uçak seferlerinin lodos nedeniyle iptal edildiği/ertelendiği İstanbul’da bir emekçi, bu soğuk, fırtına ve yağmurda ekmek parasını kazanmak için motokuryelik yapıyor. Kendi ülkesinde yabancı ülkenin büyükelçilik aracıyla resmi hiçbir görevi olmayan yabancı biri tarafından canından, ailesinden ve sevdiklerinden ediliyor. Fail, yurt dışına çıkıyor.

İstanbul’da yaşayanların bildiği üzere trafikte sürekli motokuryeleri görür. Araçların aralarından, yolun en sağından, motorunun arkasındaki çantayla hız yaparak gittikleri görülür. Dışarıdan bakınca motokuryelerin önemli bölümünün 20-30 yaş grubunda olduğundan onların yaptıkları hızı gençlik hevesi sanıp Umut filminde faytoncuya verilen tepki gibi “Motorcu milleti değil mi, hepiniz aynısınız!” diyenler olur. Gerçek öyle değil! Yapılan hızın bir nedeni var: Gün içinde ulaştırdığı kargo, paket, sipariş sayısı kadar parça başından ücret alırlar. Hızlarının nedeni, yaşam zorluğunun hızına yetişmeye çalışmalarındandır. Dışarıdan bakılınca motokuryelerin birbiriyle yarıştığı sanılır ama asıl gerçek, bir sonraki siparişe ulaştırmaya talip olmaktır. Sokak aralarında, ana yollarda, caddelerde, acil servislerde, kaldırımlarda motorundan düşmüş motokuryelere sık rastlanır. Zorunlu durumlarda kullanılması için yapılan güvenlik şeridinde gitmek zorunda kaldıkları hâlde, hatta kırmızı ışıkta beklerken bile bir araç gelir, onlara çarpar.

Ve ülkemiz... Kapitalizmin yarattığı ideolojik ve kültürel tahribat lüks bir araç sahibi olup trafikte hacimce kendinden küçük araca yol hakkı vermeme, kamera yoksa kırmızı ışıkta geçme, yayanın üzerine sürme, abartılı egzozla son ses araç kullanma yabancılaşması/anomisi. Motokuryeler ölüme meydan okurcasına ekmek paralarını iki teker üstünde ölümle yaşam arasında mücadele vererek çıkarır. Hız yapmak zorunda kaldığından ve trafiği “altüst ettiğinden” eleştirilen motokuryeler, kış şartlarında yedi tepeli şehirde yemek ya da siparişi geç getirse şikâyet edilmekten kurtulamaz! Yaşam çelişkilerle yüklü.

2. Mehmet Akif’in Seyfi Baba adlı manzum hikâyesinde (şiir formundaki hikâye) yaşlı bir adamın kışın para kazanmak için çıktığı çatıda hastalanması konu edilir. Onu ziyarete giden adam akşam karanlığında geçtiği çamura belenmiş karanlık sokaklarda şahit olduğu yoksulluk betimler.

Geçtiğimiz hafta Avcılar’da 79 yaşında bir adam, çatı tamiri için ev sahibiyle anlaşır ve ev sahibi adam evden ayrılır. Çatıda fenalaşan adam orada kalır, çünkü çatıda ölmüştür. İki saat boyunca onun hareketsiz olduğunu gören civardaki aileler ambulans çağırır ve ölen adam çatıdan vinçle alınır.

Anadolu’da bir gelenek vardır: İnsanlar yaşlanınca ölümün her an geleceğini düşündüğünden bir kenara “kefen parası” denen bir para ayırır. Bu para, yaşamını tamamladıktan sonra kimseye muhtaç olmamak ve cenazesinin kaldırılması içindir. Yoksulluk geleneği, içinde onuru barındırır, geride kalan insanlara ve çevresine öldükten sonra bile mahcup olmama erdemi. Emekli olabildiyse gündüzleri bir duvar dibinde oturarak güneşten faydalanmaya çalışır, erkek bir yaşlıysa çay ocağına gider, sosyalleşeceği tek alana.

Bugün tüm değerler kapitalizm aracılığıyla emperyalizm tarafından sömürülüyor. Kefen parası diye ayrılacak bir para da mezar yeri de mezar taşının yaptırılması da lüks haline geldi. Artık kentlerde emekçiler çalışıyor, çalışmak zorunda kalıyor. Sistem, tüm acımasızlığıyla onları çalışmaya mecbur kılıyor. Artık emekli olunca ev alamıyorlar, otuz yıllık çalışmanın sonucu aldıkları “ikramiye” ile bir ev alamıyorlar, almak isteseler emekli maaşlarını bankalara ipotek ederek kredi çekiyorlar. Krediyi ödemek için de çalışıyorlar, çünkü kapitalist düzende yaşlı, çocuk ve engelli sömürüye katılamazsa “yük” olarak kabul edilir. Emekçiliğin bitmediği bir sözde emeklilik... Ailesiyle, torunlarıyla vakit geçirilemeyen bir yaşlılık. Emekliler, açlıkla mücadele ediyor.

Sabahattin Ali’nin Kafa Kâğıdı öyküsünde yol kullanım ücreti ödeyemeyen yaşlı bir köylü adamın hapse düşmesi anlatılır. Kimliğini bulamadığı için torununun kimliğini kullanmak zorunda kalan köylü, yaşından dolayı kendisinden ücret alınmayacağı hâlde, hapse atılır. Oğulları seferberlikte ölmüş ve engelli kalmıştır. Yalancı şahitler kullanan ağa da yoksul köylülerin toprağına el koyar.

3. Mehmet Akif’in Küfe şiirinde sırtında taşıdığı küfeyle ailesine bakmak zorunda kalan yoksul bir çocuk anlatılır. Orhan Kemal’in Elli Kuruş ve Harika Çocuk adlı öykülerinde çocuk işçiliği konusu işlenir. Kurgu işte, yazarın hayal dünyası... Gerçek öyle değil, çünkü kurgu, günümüzün gerçeklerinin yanında masum kalır. Sayıları 700 bini bulan çocuk işçilerin her yıl ortalama 60-70’i iş “kazalarında” can verir. Okulda değildir, sokaktadır ama oyun için değil, ailesinin geçimini sağlamak için. Erken büyüyor çocuklarımız. Filistin’de çocuklar katlediliyor, ülkemizde çocuklar ekmek parası için can veriyor. Rıfat Ilgaz, Çocuklarım şiirinde bu durumu yarım asır önceden şöyle betimler:

“Yoklama defterinden öğrenmedim sizi,
benim haylaz çocuklarım!
Sınıfın en devamsızını
bir sinema dönüşü tanıdım,
koltuğunda satılmamış gazeteler…
Dumanlı bir salonda
kendime göre karşılarken akşamı,
naneşekeri uzattı en tembeliniz…
Götürmek istedi küfesinde
elimdeki ıspanak demetini
en dalgını sınıfın!
İsterken adam olmanızı
çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun
palto, ayakkabı yüzünden.
Kiminiz limon satar Balıkpazarı’nda
kiminiz Tahtakale’de çaycılık eder;
biz inceleyeduralım aç tavuk hesabı,
tereyağındaki vitamini
ve kalorisini taze yumurtanın!
Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta,
çevresini ölçtük dünyanın,
hesapladık yıldızların uzaklığını,
Orta Asya’dan konuştuk
laf kıtlığında.
Neler düşünmedik beraberce
burnumuzun dibindekini görmeden
bulutlara mı karışmadık!
'Hazan rüzgârı'nda dökülmüş
'hasta yapraklar'a mı üzülmedik!
Serçelere mi acımadık, kış günlerinde
kendimizi unutarak!” [Rıfat Ilgaz]

4. Doğrudan üçüncü maddeyle ilgili. Bir başka kurgu da 1960’lı yıllarda çekilen Karanlıkta Uyananlar filmidir. Karanlıkta uyanmak bugün için kurgu değil, sömürünün gerçeğidir. Geçtiğimiz yıllarda Ankara’da “sabah” karanlığında okula giden bir çocuğa araba çarptı ve çocuk yaşamını yitirdi. Ne için? Uygulanmayan yaz ve kış saati düzenlenmesinden. Ne için? İkili öğretim yapan okulların kırk kişilik sınıflarında eğitim görmek için. Ne için? Anne babasının daha fazla sömürülmesi için düzenlenmeyen saat uygulaması için. Öğlenciyse de 19.30-20.00’da ortaokuldan karanlıkta çıkacak, bir çocuk için tekin olmayan bir saatte. Servise ödeyecek parası olmayan yoksul emekçi ailelerin çocukları. İşten koşturarak çocuklarını okuldan almaya giden anne babalar. Çocukta sorumluluk bilinci nasıl gelişsin... Akşam karanlığında ders gören ortaokul öğrencisi. Hangi motivasyonla? Okumak istemiyor değil mi? Öyleyse MESEM projesiyle beş gün işe bir gün okula gönderilir! Orada da patron sömürüyor. Amaç, hayata hazırlamak!

5. Zonguldak’ta, Amasra’da, Soma’da, Ermenek’te, Şırnak’ta ve başka kentlerde her yıl madenlerde, yerin derinliklerinde, yüzlerce işçi can veriyor. Alınması gereken tedbirler önceden bildirildiği hâlde... Afgan bir işçi, iş kazasında can veriyor ama daha sonra patron tarafından yakıldığı iddiası gündeme geliyor... Ülkesindeki ölümden kaçıp başka bir ülkede yakılarak can vermek.

6. Yaşar Kemal ve Orhan Kemal, en çok da Çukurova’nın yoksul köylülerini romanlarına ve öykülerine taşınmasıyla bilinir. Her yıl mevsimlik tarım işçileri balık istifi dolduruldukları araçlarda can veriyor. Kadın ve çocuk tarım işçisi erkek tarım işçisinden daha az ücrete reva görülüyor.

7. Genel tablo: Sokak uyuşturucu kokuyor, medya yalan kusuyor, trafik ölüm saçıyor, bir anomiye dönüşen şiddet her yanımızı sarıyor, ekmek aslanın değil, timsahın ağzında kapana konan peynire dönüşüyor. Bizden futbolcuların nasıl dolandırıldığını konuşmamız, dizileri takip edip burjuva medyaya inanmamız, Tiktok’ta beynimizi uyuşturmamız, sokak röportajlarından birbirimizi tanımamız; güven, paylaşım, adalet yerine bencilliği ve bireyci rekabeti, nefreti benimsememiz isteniyor. Tek amaç, sömürü düzeninin devam ettirilmesi. AVM’lerin ve gökdelenlerin harcında ve temelinde işçinin kanı olduğu, evimize sipariş getiren motokuryelerin ölümü göze alarak hız yaptığı, sömürülmemizin nedenleri unutturulmaya çalışılıyor. Ölüm çemberinde yaşıyoruz: uyuşturucudan kaldırıma düşenler, bedenini satmak zorunda kalanlar, parçalanmış aileler, asansörlerde can veren öğrenciler, inşaatlarda ölen öğretmenler, madenlerde ve depremlerde enkazların altında çığlıkları duyularak ölenler, çığda ve göçüklerde can verenler, trafikte asfaltta ve bariyerlerde sürüklenen gencecik motokuryeler, tarikat yurtlarında tecavüze uğrayan çocuklar, çocuk yaşta evlendirilmesi için fetvası çıkarılan geleceğimiz...

Sanat ilk kez büyüleyiciliğini ve kurgu gücünü yaşamın gerçekliği karşısında yitiriyor, distopyalar tarihe veda ediyor, korku filmi ilgi çekmiyor... Sömürü düzeninin can simidi psikiyatri klinikleri, tarikatlar, medya, uyuşturucu ve müteahhit çeteleri...

Sonuç: Kırmızı Pazartesi

Kırmızı Pazartesi romanını etkili kılan tek ayrıntı, işleneceği bilinen bir cinayet olduğu hâlde kasaba sakinlerinin sakin kalarak bu cinayeti önlememesi. Canından olacağından haberi olmayan ise bir genç. Sömürü düzeninde ölüm de yaşlılık da çocukluk da sınıfsaldır. Sömürülen ve ezilen yoksul kesimler için sınıfsal olan ölüm her an kapıda. Bir reklâm dili olarak ekrana aniden çıkan “Az sonra!!!” sloganı Kırmızı Pazartesi’mizin ölüm bildirimine dönüştü.

Çözüm, bizim ellerimizde. Trendyol motokuryeleri birkaç yıl önce kontak kapattığında tüm siparişler yetiştirilmeme noktasına geldi, teslimatlar bir hafta gecikti. Bu durum karşısında şirket geri adım attı, atmak zorunda kaldı. İşçi ve emekçi için son, beklenen sondur. Bu son da insan olmanın onuruna aykırıdır. Burjuvazi sınıf bilinciyle hareket ediyor, biz de sınıf bilinciyle hareket edip sınıfsız sömürüsüz bir düzeni kurmadıkça unutuşun kolay olduğu ülkede istatistikte yerimizi alacağız. Ellerimizi birbirine kavuşturmak bir tercih değil, ayakta kalmanın zorunluluğu ve sorumluluğudur; en başta kendimiz için, bu adımı atmak fedakârlık değildir. O yüzden unutmayacağız, unutturmayacağız! Ölen genç motokuryenin de yakılan Afgan işçinin de çatıda can veren yaşını almış insanımızın da suçlusu emperyalizmdir. O yüzden artık her yer Gazze’dir, hepimiz de Filistinliyiz.

S. Adalı
10 Aralık 2023

0 Yorum: