Müfredata Giriş 2-Edebiyat Sosyolojisi:
Kırmızı Pazartesi-Canlı Mezarlık
“Söylediğimiz türkülerde senin de sesin olmalı.”
1.
Yılmaz Güney’in Umut filminde faytonla geçimini sağlayan başkarakterin
yaşadığı yoksulluk konu alınır. Faytonu iki attan oluşur, atlardan birinin
borcu ödenmeye devam eder. Yoksul bir ailenin tek geçim kaynağıdır. Tek oda ev,
hem eşler hem çocuklar için yatak odasıdır. Faytoncu, bir gün bakkala girmek
için yolun kenarında durur. Alışveriş yaptığı sırada, zengin bir adam,
kullandığı lüks aracıyla yolun kenarındaki faytona çarpınca atlardan biri orada
can verir. Çıkan kavga karakolda biter. Faytoncu ayakta bekletilir; zengin adam
oturtulur, ona içecek ikram edilir. Faytoncu suçlu bulunur çünkü “arabacı
milleti” olduğundan hepsi aynıdır ve zengin adam “kibar” olduğundan,
faytoncunun “affedilmesini” rica eder. Arabasının orijinal boyasının çizilmesi
karşısında burjuva, “yüce gönüllü” davranır. İşsiz kalan yoksul faytoncu, en
yakın arkadaşıyla zenginlerin yolunu kesip onlardan para almayı planlar. Bir
akşam, emperyalist ülke askeri bir siyahi adamın karşısına çıkarlar, ama adam
faytoncuya bir tokat atar, onun arkadaşını da döver. El tokadını kendi
ülkesinde emperyalizmin eliyle yer, yoksullar. Film işte, kurgudur hani!
Geçtiğimiz
günlerde Avrasya Tüneli’nin Aksaray çıkışında 38 yaşında (“esnaf kurye” diye
tabir edilen) bir motokurye, güvenlik şeridi denilebilecek alanda, yolun en
sağında ilerlerken Ankara plakalı Somali Büyükelçiliği’ne ait resmi bir araç
tarafından arkadan çarpılarak motorundan düştü ve bir haftaya yakın bir süre
yaşam mücadelesi verdi. Kamera kayıtları internet ortamında paylaşıldı. Arabayı
kullanan şoför, Somali başkanının oğlu. En başta motokuryenin hatalı olduğunu
iddia etse de sonuç kendisinin hatalı olduğu yönünde belirlendi. Motokuryenin
bilinci kapalı olduğu için ifadesi alınamadığı iddia edildi ama bir başka iddia
da bu süreçte failin yurt dışına çıktığı yönünde.
Bilinci
kapalı bir insanın (demek ki ölme riski taşıyor) ifadesi alınamıyorken fail
için neden yurt dışına çıkış yasağı getirilmez? Ankara plakalı konsolosluk
aracı neden İstanbul trafiğinde yer alır? Resmi bir konu gereği İstanbul’a
gelindiği yanıtı verilebilir, doğrudur fakat aracı kullanan resmi bir yetkiye
sahip olmayan biri: Somali başkanının oğlu.
Araştırmaların
geldiği aşamada en yetkili mercilerden yapılan açıklamaya göre motokuryenin
hatası bulunmadığı yönünde ki kamera kaydını seyreden herkes bu durumu net bir
biçimde görebilir. Cenazenin ardından konuşan emekçinin eşi, Avrasya Tüneli’ne
ait kamera kayıtlarına ulaşamadığını, haberi ilk duyduğunda eşinin motordan
düştüğünü sandığını, bakmak zorunda oldukları biri engelli olmak üzere iki
çocuklarının bulunduğunu, failin neden serbest bırakıldığını anlamadıklarını,
adalet ve destek beklediğini dile getirdi.
Biri
engelli olmak üzere iki çocuk, bir eş, geçimlerini sağlamak zorunda olan 38
yaşında bir baba. Vapurların, feribotların ve uçak seferlerinin lodos nedeniyle
iptal edildiği/ertelendiği İstanbul’da bir emekçi, bu soğuk, fırtına ve
yağmurda ekmek parasını kazanmak için motokuryelik yapıyor. Kendi ülkesinde
yabancı ülkenin büyükelçilik aracıyla resmi hiçbir görevi olmayan yabancı biri
tarafından canından, ailesinden ve sevdiklerinden ediliyor. Fail, yurt dışına
çıkıyor.
İstanbul’da
yaşayanların bildiği üzere trafikte sürekli motokuryeleri görür. Araçların
aralarından, yolun en sağından, motorunun arkasındaki çantayla hız yaparak
gittikleri görülür. Dışarıdan bakınca motokuryelerin önemli bölümünün 20-30 yaş
grubunda olduğundan onların yaptıkları hızı gençlik hevesi sanıp Umut
filminde faytoncuya verilen tepki gibi “Motorcu milleti değil mi, hepiniz
aynısınız!” diyenler olur. Gerçek öyle değil! Yapılan hızın bir nedeni var: Gün
içinde ulaştırdığı kargo, paket, sipariş sayısı kadar parça başından ücret
alırlar. Hızlarının nedeni, yaşam zorluğunun hızına yetişmeye
çalışmalarındandır. Dışarıdan bakılınca motokuryelerin birbiriyle yarıştığı
sanılır ama asıl gerçek, bir sonraki siparişe ulaştırmaya talip olmaktır. Sokak
aralarında, ana yollarda, caddelerde, acil servislerde, kaldırımlarda
motorundan düşmüş motokuryelere sık rastlanır. Zorunlu durumlarda kullanılması
için yapılan güvenlik şeridinde gitmek zorunda kaldıkları hâlde, hatta kırmızı
ışıkta beklerken bile bir araç gelir, onlara çarpar.
Ve
ülkemiz... Kapitalizmin yarattığı ideolojik ve kültürel tahribat lüks bir araç
sahibi olup trafikte hacimce kendinden küçük araca yol hakkı vermeme, kamera
yoksa kırmızı ışıkta geçme, yayanın üzerine sürme, abartılı egzozla son ses
araç kullanma yabancılaşması/anomisi. Motokuryeler ölüme meydan okurcasına
ekmek paralarını iki teker üstünde ölümle yaşam arasında mücadele vererek
çıkarır. Hız yapmak zorunda kaldığından ve trafiği “altüst ettiğinden”
eleştirilen motokuryeler, kış şartlarında yedi tepeli şehirde yemek ya da
siparişi geç getirse şikâyet edilmekten kurtulamaz! Yaşam çelişkilerle yüklü.
2.
Mehmet Akif’in Seyfi Baba adlı manzum hikâyesinde (şiir formundaki hikâye)
yaşlı bir adamın kışın para kazanmak için çıktığı çatıda hastalanması konu
edilir. Onu ziyarete giden adam akşam karanlığında geçtiği çamura belenmiş
karanlık sokaklarda şahit olduğu yoksulluk betimler.
Geçtiğimiz
hafta Avcılar’da 79 yaşında bir adam, çatı tamiri için ev sahibiyle anlaşır ve
ev sahibi adam evden ayrılır. Çatıda fenalaşan adam orada kalır, çünkü çatıda
ölmüştür. İki saat boyunca onun hareketsiz olduğunu gören civardaki aileler
ambulans çağırır ve ölen adam çatıdan vinçle alınır.
Anadolu’da
bir gelenek vardır: İnsanlar yaşlanınca ölümün her an geleceğini düşündüğünden
bir kenara “kefen parası” denen bir para ayırır. Bu para, yaşamını
tamamladıktan sonra kimseye muhtaç olmamak ve cenazesinin kaldırılması içindir.
Yoksulluk geleneği, içinde onuru barındırır, geride kalan insanlara ve
çevresine öldükten sonra bile mahcup olmama erdemi. Emekli olabildiyse
gündüzleri bir duvar dibinde oturarak güneşten faydalanmaya çalışır, erkek bir
yaşlıysa çay ocağına gider, sosyalleşeceği tek alana.
Bugün
tüm değerler kapitalizm aracılığıyla emperyalizm tarafından sömürülüyor. Kefen
parası diye ayrılacak bir para da mezar yeri de mezar taşının yaptırılması da
lüks haline geldi. Artık kentlerde emekçiler çalışıyor, çalışmak zorunda
kalıyor. Sistem, tüm acımasızlığıyla onları çalışmaya mecbur kılıyor. Artık
emekli olunca ev alamıyorlar, otuz yıllık çalışmanın sonucu aldıkları “ikramiye”
ile bir ev alamıyorlar, almak isteseler emekli maaşlarını bankalara ipotek
ederek kredi çekiyorlar. Krediyi ödemek için de çalışıyorlar, çünkü kapitalist
düzende yaşlı, çocuk ve engelli sömürüye katılamazsa “yük” olarak kabul edilir.
Emekçiliğin bitmediği bir sözde emeklilik... Ailesiyle, torunlarıyla vakit
geçirilemeyen bir yaşlılık. Emekliler, açlıkla mücadele ediyor.
Sabahattin
Ali’nin Kafa Kâğıdı öyküsünde yol kullanım ücreti ödeyemeyen yaşlı bir
köylü adamın hapse düşmesi anlatılır. Kimliğini bulamadığı için torununun
kimliğini kullanmak zorunda kalan köylü, yaşından dolayı kendisinden ücret
alınmayacağı hâlde, hapse atılır. Oğulları seferberlikte ölmüş ve engelli
kalmıştır. Yalancı şahitler kullanan ağa da yoksul köylülerin toprağına el
koyar.
3.
Mehmet Akif’in Küfe şiirinde sırtında taşıdığı küfeyle ailesine bakmak
zorunda kalan yoksul bir çocuk anlatılır. Orhan Kemal’in Elli Kuruş ve Harika
Çocuk adlı öykülerinde çocuk işçiliği konusu işlenir. Kurgu işte, yazarın
hayal dünyası... Gerçek öyle değil, çünkü kurgu, günümüzün gerçeklerinin
yanında masum kalır. Sayıları 700 bini bulan çocuk işçilerin her yıl ortalama
60-70’i iş “kazalarında” can verir. Okulda değildir, sokaktadır ama oyun için
değil, ailesinin geçimini sağlamak için. Erken büyüyor çocuklarımız. Filistin’de
çocuklar katlediliyor, ülkemizde çocuklar ekmek parası için can veriyor. Rıfat
Ilgaz, Çocuklarım şiirinde bu durumu yarım asır önceden şöyle betimler:
“Yoklama
defterinden öğrenmedim sizi,
benim haylaz çocuklarım!
Sınıfın en devamsızını
bir sinema dönüşü tanıdım,
koltuğunda satılmamış gazeteler…
Dumanlı bir salonda
kendime göre karşılarken akşamı,
naneşekeri uzattı en tembeliniz…
Götürmek istedi küfesinde
elimdeki ıspanak demetini
en dalgını sınıfın!
İsterken adam olmanızı
çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun
palto, ayakkabı yüzünden.
Kiminiz limon satar Balıkpazarı’nda
kiminiz Tahtakale’de çaycılık eder;
biz inceleyeduralım aç tavuk hesabı,
tereyağındaki vitamini
ve kalorisini taze yumurtanın!
Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta,
çevresini ölçtük dünyanın,
hesapladık yıldızların uzaklığını,
Orta Asya’dan konuştuk
laf kıtlığında.
Neler düşünmedik beraberce
burnumuzun dibindekini görmeden
bulutlara mı karışmadık!
'Hazan rüzgârı'nda dökülmüş
'hasta yapraklar'a mı üzülmedik!
Serçelere mi acımadık, kış günlerinde
kendimizi unutarak!” [Rıfat Ilgaz]
4.
Doğrudan üçüncü maddeyle ilgili. Bir başka kurgu da 1960’lı yıllarda çekilen Karanlıkta
Uyananlar filmidir. Karanlıkta uyanmak bugün için kurgu değil, sömürünün
gerçeğidir. Geçtiğimiz yıllarda Ankara’da “sabah” karanlığında okula giden bir
çocuğa araba çarptı ve çocuk yaşamını yitirdi. Ne için? Uygulanmayan yaz ve kış
saati düzenlenmesinden. Ne için? İkili öğretim yapan okulların kırk kişilik
sınıflarında eğitim görmek için. Ne için? Anne babasının daha fazla sömürülmesi
için düzenlenmeyen saat uygulaması için. Öğlenciyse de 19.30-20.00’da
ortaokuldan karanlıkta çıkacak, bir çocuk için tekin olmayan bir saatte.
Servise ödeyecek parası olmayan yoksul emekçi ailelerin çocukları. İşten
koşturarak çocuklarını okuldan almaya giden anne babalar. Çocukta sorumluluk
bilinci nasıl gelişsin... Akşam karanlığında ders gören ortaokul öğrencisi.
Hangi motivasyonla? Okumak istemiyor değil mi? Öyleyse MESEM projesiyle beş gün
işe bir gün okula gönderilir! Orada da patron sömürüyor. Amaç, hayata
hazırlamak!
5.
Zonguldak’ta, Amasra’da, Soma’da, Ermenek’te, Şırnak’ta ve başka kentlerde her
yıl madenlerde, yerin derinliklerinde, yüzlerce işçi can veriyor. Alınması
gereken tedbirler önceden bildirildiği hâlde... Afgan bir işçi, iş kazasında
can veriyor ama daha sonra patron tarafından yakıldığı iddiası gündeme
geliyor... Ülkesindeki ölümden kaçıp başka bir ülkede yakılarak can vermek.
6.
Yaşar Kemal ve Orhan Kemal, en çok da Çukurova’nın yoksul köylülerini
romanlarına ve öykülerine taşınmasıyla bilinir. Her yıl mevsimlik tarım
işçileri balık istifi dolduruldukları araçlarda can veriyor. Kadın ve çocuk
tarım işçisi erkek tarım işçisinden daha az ücrete reva görülüyor.
7.
Genel tablo: Sokak uyuşturucu kokuyor, medya yalan kusuyor, trafik ölüm
saçıyor, bir anomiye dönüşen şiddet her yanımızı sarıyor, ekmek aslanın değil,
timsahın ağzında kapana konan peynire dönüşüyor. Bizden futbolcuların nasıl
dolandırıldığını konuşmamız, dizileri takip edip burjuva medyaya inanmamız, Tiktok’ta
beynimizi uyuşturmamız, sokak röportajlarından birbirimizi tanımamız; güven,
paylaşım, adalet yerine bencilliği ve bireyci rekabeti, nefreti benimsememiz
isteniyor. Tek amaç, sömürü düzeninin devam ettirilmesi. AVM’lerin ve
gökdelenlerin harcında ve temelinde işçinin kanı olduğu, evimize sipariş
getiren motokuryelerin ölümü göze alarak hız yaptığı, sömürülmemizin nedenleri
unutturulmaya çalışılıyor. Ölüm çemberinde yaşıyoruz: uyuşturucudan kaldırıma
düşenler, bedenini satmak zorunda kalanlar, parçalanmış aileler, asansörlerde
can veren öğrenciler, inşaatlarda ölen öğretmenler, madenlerde ve depremlerde
enkazların altında çığlıkları duyularak ölenler, çığda ve göçüklerde can
verenler, trafikte asfaltta ve bariyerlerde sürüklenen gencecik motokuryeler,
tarikat yurtlarında tecavüze uğrayan çocuklar, çocuk yaşta evlendirilmesi için
fetvası çıkarılan geleceğimiz...
Sanat
ilk kez büyüleyiciliğini ve kurgu gücünü yaşamın gerçekliği karşısında
yitiriyor, distopyalar tarihe veda ediyor, korku filmi ilgi çekmiyor... Sömürü
düzeninin can simidi psikiyatri klinikleri, tarikatlar, medya, uyuşturucu ve
müteahhit çeteleri...
Sonuç:
Kırmızı Pazartesi
Kırmızı
Pazartesi romanını etkili kılan tek ayrıntı, işleneceği bilinen bir
cinayet olduğu hâlde kasaba sakinlerinin sakin kalarak bu cinayeti önlememesi.
Canından olacağından haberi olmayan ise bir genç. Sömürü düzeninde ölüm de
yaşlılık da çocukluk da sınıfsaldır. Sömürülen ve ezilen yoksul kesimler için
sınıfsal olan ölüm her an kapıda. Bir reklâm dili olarak ekrana aniden çıkan “Az
sonra!!!” sloganı Kırmızı Pazartesi’mizin ölüm bildirimine dönüştü.
Çözüm,
bizim ellerimizde. Trendyol motokuryeleri birkaç yıl önce kontak kapattığında
tüm siparişler yetiştirilmeme noktasına geldi, teslimatlar bir hafta gecikti.
Bu durum karşısında şirket geri adım attı, atmak zorunda kaldı. İşçi ve emekçi
için son, beklenen sondur. Bu son da insan olmanın onuruna aykırıdır. Burjuvazi
sınıf bilinciyle hareket ediyor, biz de sınıf bilinciyle hareket edip sınıfsız
sömürüsüz bir düzeni kurmadıkça unutuşun kolay olduğu ülkede istatistikte
yerimizi alacağız. Ellerimizi birbirine kavuşturmak bir tercih değil, ayakta
kalmanın zorunluluğu ve sorumluluğudur; en başta kendimiz için, bu adımı atmak
fedakârlık değildir. O yüzden unutmayacağız, unutturmayacağız! Ölen genç
motokuryenin de yakılan Afgan işçinin de çatıda can veren yaşını almış
insanımızın da suçlusu emperyalizmdir. O yüzden artık her yer Gazze’dir,
hepimiz de Filistinliyiz.
S. Adalı
10
Aralık 2023
0 Yorum:
Yorum Gönder