Solun
bir kısmı, özellikle son üç yıldır, siyaseten, 15 Temmuz darbe teşebbüsünü
akamete uğratan devlet içi dinamiğin bir uzantısıdır. Aylardır Tayyip’in “ABD
bir şeyler istedi, Tayyip buna karşı çıktı” türünden Tayyip’i örtük olarak öne
çıkartan, öven, yaldızlayan yazılar, bu nedenle yazılıyor.
“Yerli
ve milli” olma derdiyle sol, bir bölüğünü “yeni” kurgunun oluşum sürecinde
görevlendirmiştir. Ancak son 3-5 yıldır AKP’nin farkında olabilen sol, tüm
gücünü güya onu devirmeye teksif etmiştir. Burada bir şeylerin fısıldandığı
açıktır. 2009-12 momentinde yaşanan hiçbir gelişmeye kitlesel bir karşı-duruş
sergilenmemiş, cılız hâliyle, geleceğe ait kurgunun bir yerlerinde olma
tercihinde bulunulmuştur. Buradaki rol, AKP’nin devlet ve burjuvazi
belirleniminde işleyen mekanizmasını örtmek ve meseleyi tek başına AKP’nin
varlığına indirgemekle alakalıdır. Solun örgütlendiği görev ve rol budur.
Son
beş yıldır Suriye konusunda susulmasının sebebi de buradadır. Solun bir kısmı,
“AKP yıkılacak”; bir kısmı da “Kürdistan kurulacak” diye olan bitene sessiz
kalmıştır. Bugünse hiçbir şey yapılmamasına karşın, “Suriyeleşme ihtimali”nden
söz edilmektedir.
Birilerinin
renksiz hayatı renklensin diye, ülkede ve bölgede bir şeylerin değişmesi
beklenemez. Geleceğe ait kurguda devlet, “Atatürk” gibi bir mite muhtaçtır. Sol, halka değil, bu devlete örgütlü olduğu için, bu sürece ya ses çıkartmamış ya da
varlık olarak bu kuruluşa katkı sunmuştur.
Atatürk
sayesinde sosyalist olduğuna inananların ezilenlerden yana bir müdahalede
bulunması mümkün değildir. Devlet, onlarla birlikte kurulacaktır. Gündelik
yaşam, kişisel kimlikler, bunların laik, devlete ve burjuvaziye layık olması,
ana gündem maddeleridir.
Laisizm,
devletin bireyi örgütlemesi, kendisini bireyde örgütlemesidir. Din dedikleri
şey, burjuva güçleri önceleyen, dolayısıyla, akıl ve varlık dışı her şeydir.
Onun devlete ilişmemesini isteyenler, kendilerine de dokunmamasını talep
etmektedirler. Bu yaklaşım, bireyliklerini devlet olarak gördüklerinin
delilidir. Öyle görmeseler bile süreçte birey, devletin hizasına çekilecek ve
kendisini orada varedecektir.
Fethullah
tasfiyesi uydurmadır. Fethullah diye dinî bir örgütlenme yoktur. Bu adda bir
dinî cemaatten veya tarikattan söz edilemez. O, devletin emperyalistlerce
teşkil edilen boyutunun bir bileşenidir.
Devletin
arındığını düşünenler, onun emperyalizm ağına daha fazla bağlandığını
göremezler. Eskinin popüler Genç Siviller’i bugün içinden çıkan Fethullahçı
yüzünden AKP’nin elini ayağını öpmektedir. Bunlar, toplam bir operasyonun
parçasıdır. Sol, yüce aklıyla, bu operasyondan azade olduğu vehmiyle
yaşamaktadır. Fethullah’la münasebeti, onu da kendisi gibi zannetmesinin bir
sonucudur.
Kendinden
menkul bir aklı ve kendinden menkul bir özneliği örgütlemek, Fethullah’a
düşmüştür. Onların küfr-ü kibrine ortak olmak, külliyen yanlıştır. Batıda “bu
AKP’liler cahil, görgüsüz, kaba ve iş bilmezler, bunları biz adam ettik” diye
yazılar yazdıran Fethullahçıların sinik ve sinsi varlığı, ezilenlerin
mücadelesine yönelik bir küfürdür. Sol, bu şeytanî pratikte hayır gören
yanlarını sorgulamak zorundadır. Onların devletine ve demokrasisine biat,
kimseye bir gelecek sunmayacaktır.
Devlet
ve demokrasi bahsinde temel ayıraç devrimdir. Alttaki ezilen kitlelerin siyasi
öncüsü ve iradesi olmanın zorunluluğunu idrak etmeyenler, kısa vadede devlet ve
demokrasi arasında salınıp durmuşlardır, durmaktadırlar. Ezilenlerin devleti,
somut maddi güç olarak varolma imkânı bulduğu Haziran direnişinde o, sol eliyle
ezilmiştir. Bugün aşağıladığı halk kitlelerinin tankların önüne yatan
iradesinin binde birini Haziran günlerinde ortaya koyamamıştır. Gezi’den uzak
duran, ama onu istismar etmekten de geri durmayan sol, Haziran Hareketi ile
Taksim’de AKP’ye bağlanmıştır.
Orta
sınıfa, liberterizme, siyasetdışı arayışlara, burjuva kulvarlara hapsedilen
Haziran, devletin yeni kuruluşunun parçasıdır. Faş olan devlet, açıktan,
kendisini kitlelerle yeniden örgütleme imkânı bulmuştur. Buna devrimci bir
ayıraçla yaklaşacak, devrimci bir çentik atacak herhangi bir özneye
rastlanmamıştır. Teorik olarak tüm varlığı ile böylesi bir kıyama hazırlanması
ve örgütlenmesi gereken sol, hiçbir şeye örgütlenmediğini, hiçbir şeye
hazırlanmadığını, sadece kendi ayakkabısı içinden dünyaya baktığını cümle âleme
göstermiştir. Mısır, Tunus ve İran gibi yakın coğrafyalardaki pratiklerden de
dersler çıkartılmamıştır. Çünkü buralar, allı pullu ülkeleri Türkiye’den daha
aşağı, aşağılık yerlerdir. Bu ülkelerden bir şey öğrenmeye gerek yoktur.
Oysa
o ülkelerdeki eylemciler, ne olursa olsun, çıkarttıkları dersleri paylaşmayı
bilmişlerdir. Örneğin İranlı eylemciler, yoksullarla bağlarının koptuğundan,
herkesin bireylere bölünüp “gönüllü muhabir” hâline getirilmesinden,
Ahmedinecad’ın kitle manipülasyonuna cevap veremediklerinden, orta sınıfların
karın ağrılarına fazla kulak verdiklerinden dert yanmaktadırlar.
Haziran
Kıyamı, civarındaki derslerden mahrum bir içerikle cereyan etmiştir. Devrim
ayıracı devredışı bırakılmıştır. Sol öznelerin şefleri, devletin kuruluş
sürecinde rol ve pay sahibi olabilmek için, tüm mirası, birikimi, imkânları
çöpe atmıştır. Fethullah üzerinden çekilen ayarla yetinilmiştir. Birkaç yıldır
saray gladyosundan, AKP diktasından bahsedenlerin bugün aciz, çaresiz bir
Tayyip’den söz etmeleri şaşırtıcıdır. Karşımızda darbeden haberdar olmayan biri
vardır.
Özellikle
CHP menşeli bir diğer yönelim de bu olan bitenin kurgu olduğunu söylemiştir. Bu
yönelimi boşa düşürme işini ise Kemal Okuyan görmüştür. Okuyan’ın “Erdoğan’ın
Yunanistan’a sığınacağı” haberini paylaşmasının amacı budur. Bu haber sayesinde
darbenin gerçek olduğu teyit edilmektedir. Okuyan ve benzerleri hiçbir şey
olmamış gibi yollarına devam etmekte, soyut bir “işçi”den bahsetmeyi iş
saymaktadır. Onların “işçi” dediği, burjuvazinin çoğul hâlidir. Yaşanan,
devletin reorganizasyonu meselesidir.
Tahkimat,
teşkilat ve teminat, kilit üç kelime bunlardır. Siyaseti devlet ve yönetsel
ilişkiler merkezli yürütenler, pay kapma mücadelesinde belirli mevziler elde
etmişlerdir. Tayyip karşıtlığının asli amacı budur.
Dinsiz
veya dindışı ve Tayyip’in ya da başkasının başkanlığına artık herkes tavdır.
Bugün koca koca sosyalistler, yanık bir sesle, devletin çöktüğünden, devletin
dağıldığından şikâyet etmektedirler. Devrimsiz zihin, devletteki sarsıntıya
ancak üzülebilmektedir. Burada eksik olan, devrimin kolektif öznesidir; o
öznenin devletteki bu gelişmelere duygusal-öznel yaklaşması mümkün değildir. Bu
lafları eden şeflere, “devlet çöktü ise yap bir devrim!” denilebilir. “Hani
devrimciydin?” diye sorulabilir.
Darbe
teşebbüsü, herkesi tava getirme meselesidir. Demek ki laiklik, şeriat
yaygarasını kopartanlar, rollerini oynamış, işlerini görmüşlerdir. Taban, bir
süre daha CHP’den insan devşirileceği yalanına örgütlenecek, bu rol ve işin bu
amaçla ifa edildiği yalanına ikna edilecektir.
Darbenin
somut maddi eleştirisini yapmak, AKP’li kitlelere düşmüştür. Tek muzaffer ve
tek mağlup odur. AKP’li kitle, devleti önceleyen ve sonralayan tüm iradesinden
soyutlanmıştır. Erdoğan, bir imge olarak, bu iradeyi kendisine büzmüştür.
Devletin reorganizasyonundaki asli araç-sopa, Fethullahçılardır. FETÖ diyerek
umacı haline getirilen dinamik, NATO’nun ve ABD’nin bu reorganizasyona dair
silâhıdır. Darbe teşebbüsü ile çapaklar, kontrol dışı unsurlar temizlenecektir.
Bazı
AKP’lilerin FETÖ ile yeterince ve layıkınca mücadele edilmediğine dair
serzenişleri nafiledir ve esasen karartma faaliyetinin parçasıdır. Yüksek
mertebelerde bir Fethullahçı gider diğeri gelir. Fethullah bir tarikat
değildir, o sebeple, devlet hiçbir şeyden arınmamaktadır.
Eski
bir Fethullahçı şef, aba altından şunu söylemektedir: “Fethullah’a Güney
Afrika’da saray yapıldı.” Bu, Afrika pazarı karşısında ağzı sulanan burjuvaziye
verilmiş gizli bir mesajdır. Somali’deki Eşşebab örgütü, Türkiye’yi
“emperyalist” ilân ederek, düşman listesinin başına yazmıştır. Demek ki selefi
kafası kesmek için o kadar acele etmemek gerekir. Ezilenler, doğru yanlış, her
zaman tenine bir libas geçirmeyi bileceklerdir.
Örtük
milli mutabakat metninin altına imza atan meclisteki tüm partilerin esas olarak
artık devletin bileşeni, parçası olduğu bilince çıkartılmıştır. Herkes buna
tavdır. Demir tavında dövülmektedir. Siyaset, devlete dair gevezelik etmeye,
demokrasiye dair fallar açmaya indirgenince, o tavda dövülmek de istenilen bir
şey hâline gelir. Devletle ve demokrasiyle ilgili devrimci-politik ve
sınıfsal-politik ayıraçlar silinmiştir. Bu nedenle, darbe günü sokağa dökülen
kitlede hiçbir şey görülememektedir. Özle biçim aynılaşmış, düşmanın sözüne
kapatılmıştır. Herkes, o söze göre konum ve şekil almaktadır. AKP bunun için
vardır.
Orta
sınıfların AKP’yi sevmeme gerekçeleri eleştirilmeyi beklemektedir. Biraz da AKP
sayesinde palazlanan bu sınıflar, daha fazlasını istemekte, AKP gibi kendisine
layık olmayan bir partinin başında bulunmasına karşı çıkmaktadırlar. Bunların
dilinin ezilene, yoksula, işçiye öğütlenmemesi gerekmektedir.
Kemalizmi
Rum, Ermeni ve Yahudi sermayedarlar adına eleştirenle, Erdoğan’ı Batılı Türk
sermayedarlar adına eleştiren yan yanadır. Kürd’e ise ancak o Rum, Ermeni ve
Yahudi dolayımı ile acınabilmekte; o Batılı Türk üzerinden kıymet
verilebilmektedir.
FETÖ’cülerin
“haşhaşî” olarak nitelenmesinde çeşitli ideolojik gerekçeler rol oynar. Kadim
İran düşmanlığı kadar, devletin ideolojisiz varlık olarak örgütlenmesi muradına
dair bir anlam yüklüdür bu ifadede. Haşhaşîler, korku yoluyla ikna etmeye ve
teslim almaya çalıştıkları düşmanlarının yataklarının başucuna bir hançer ve
bir dilim ekmek koyarlar.
Sevgi
ve nefret ilişkisi içerisinde, yaratılan gerilim bağlamında, son darbe
teşebbüsünde asıl haşhaşîlik, ezilenlerin başucuna konulan hançer ve ekmekte
aranmalıdır. Ordunun ideolojilerden arındırılmış bir yapı olarak yeniden
kurulmasından söz edilmektedir. Üst yüce ideoloji bellidir. Herkesin başının
eğilmesini sağlayacak şekilde inşa edilmiş aslanlı yol, o ideolojinin hattını
çizer. Asıl yol, aslanlı yoldur.
Sol
ve sağ, tüm sızmalara, sapmalara, marazlara karşı, bu yola göre dizayn
edilmektedir. Tayyip Erdoğan, bunun temsili ve timsalidir. Yastığımızın yanına
konulan hançer ve ekmek arasındaki gerilime takılmamak gerekir. Bunları
dayatanlarla mücadele şarttır. Egemenler, ezilenlerin mücadelelerinin özünü yok
ederler, posasını çıkartırlar, işine yarayanları kasasına koyarlar.
Bu
açıdan, Türkiye’nin kuruluşunda Sovyetler’in etkisini ve ağırlığını görüp
yürekleri coşanlara, bu ülkede TKP’yi kuranın Mustafa Kemal Paşa olduğunu
anımsatmak gerekir. Bu partinin programının ilk maddesi, kendisi dışındaki
komünist faaliyetleri yasaklamakla alakalıdır. İlgili madde uyarınca solculuk
ve komünistlik oynayanların iktidarla mücadele etmesi mümkün değildir. Bu
konudaki tek imkân ise iltica edilmiş, teslim olunmuş Batı’dır. Batı’nın
söylediği kadar solculuk oynayanlar ise o TKP’nin o Batı için kurulduğunu asla
anlayamazlar. Bu kuruluşta devletle yan yana düştüğünü düşünenlerin ya da
belirli bir dönemde o devletin “geri” kalan yanlarına itiraz edenlerin
görmediği tek gerçek, ezilenlerin gerçek mücadeleleridir.
Onlara
verilen görev, o ezilenlerin mücadelelerinin devlet için soğurulması,
masedilmesidir. İltica ettikleri ülkelerde yerden bir taş almaya bile korkan,
devletten gelen maaşla geçinen kesimlerin Türkiye’ye yönelik yiğitlenmelerine,
boş sözlerine, mangalda bırakmadıkları küllere pek aldanmamak gerekir. Bugün daha
fazla cari olan laiklik ve aydınlanma gibi kavramlar, burjuvazinin kitle
manipülasyonu, ama daha temelde, ezilenlerin mücadelelerinin boğulmasına
dairdir. Kim bu kavramlardan söz ediyorsa, ezilenlerin mücadelelerini ezmenin,
boğmanın asli aracı olan devlet ve demokrasiye örgütlenmiş demektir. Bunlar
arasındaki kayıkçı kavgasının devrimciliğe bir katkısı asla olamaz.
AKP
ile özel ve öznel bir ilişki kuranların, onun bu laikliği ve aydınlanmayı
cilâladığını asla göremezler, görmek istemezler. Solun AKP’nin Türkiye
sisteminde ve devletinde-demokrasisinde bir maraz, sapma, sivilce olduğuna dair
yorumları, darbe teşebbüsü ile anlamını yitirmiştir. Tüm bu değerlendirmeler,
AKP’nin araçlık ettiği devletle zımni, söze dökülmemiş bir akdin altında imzası
olanlara aittir.
Özellikle
Gezi’den beri “şeriat, gericilik” diye bağıranların asli görevinin CHP-AKP
yakınlaşmasını karartmak olduğu anlaşılmıştır. İki sene önce Kemal Derviş
gelmiş, Batı’nın emrini iletmiştir: “Türkiye için tek çare, koalisyondur.”
Bugün bu koalisyon, zımnen devrededir.
Üç
kuruşluk gündelik pratikleri rahatlasın diye ezilenlerin kolektif mevzilerinden
vazgeçenler, tüm bu yaşananlar karşısında şaşkındır. Haşhaşîlerin ekmeği ve
hançeri mecazîdir. Yoksa haşhaşîliği basit bir terör örgütüne indirgeyenler,
oryantalistler ve egemenlerdir. Afyon-esrar ve sahte cennet hikâyeleri, onların
ezilenlerin mücadele içerisindeki azmine, cüretine ve aklına dönük
şaşkınlıkları ile ilgilidir.
Tarihte
haşhaşîlerin basit manada bir devrimci şiddet pratiğine kapatılması da
haksızlıktır. Haşhaşîler, her boydan, kavimden ve dinden ezileni, coğrafî planda
örgütlemeyi bilmiş bir harekettir. Ciddi bir propaganda ve ajitasyon ağına
sahiptir. Pazardaki ufak bir tartışmaya bile politik manada müdahil olabilecek
bir esneklikle ve akılla kuşanmıştır. Tersten, “bir hançer bir dilim ekmekle
haşhaşî olurum” denilemez. Ama az ve özel olanın iktidarı anlamında, devletin
kendisi o anlamda olur.
Darbe
teşebbüsünde ezilen halkımızın, kavgayla kurulan milletimizin başucuna bir
dilim ekmek bir de hançer konmuştur. İkisinden birini seçmeye zorlanan halk,
yeni dönüşüme biat etmek zorundadır. Ona öncülük eden güçler dünden teslim
oldukları için, o biatin altındaki kolektif direnci göremeyeceklerdir. Onların
gözleri kör, kalpleri mühürlüdür. Devrimsiz bir akıl, geriye tek kalan budur.
“Devrim” ise hançere de ekmeğe de örgütlenmeli, onları örgütlemelidir. Üzerine
yazıldığı duvarı yıkabilmeli; kâğıdı ateşe verebilmelidir.
Eren Balkır
İştirakî Dergisi Sayı 10
Ekim-Aralık 2016
s. 78-83
0 Yorum:
Yorum Gönder