Devletin
sınıflararasında uzlaştırıcı unsur olduğuna, onun toplumun üzerindeki hâkim ve üstün bir konuma sahip bulunduğuna, her türlü tarafsızlığı ile korunaklı bir
yere yerleştirilmesi gerektiğine dair tüm yanılsamaların dolayımı, küçük
burjuvadır.
Burjuvaziden mülhem tüm teşhislerin, tedbirlerin, tespitlerin devletten görece uzaklaşması, onu liberal manada dışa atması, muhafazakârlık açısından içe alması, bütünüyle küçük burjuvazi üzerinden işlevlik kazanan hamlelerdir.
Küçük burjuvazi,
sınıfsal çatışmaları, ayrımları, farklılıkları unutmanın adıdır. Kendi ara
konumuna bağlı olarak, bu tür çatışmaların, ayrımların, farklılıkların
belirginleştiği, netleştiği, dışavurduğu momentlerde asıl duyulan çığlık, küçük
burjuvazinin ağzından çıkar. Bir işlem olarak devleti burjuvaziden ayıran da küçük
burjuvadır, gerektiğinde ikisini birleştiren de.
ABD’de endüstriyel-askerî kompleksin ağırlığı bilinen bir gerçektir. Eğer bu kompleks, çeşitli araçlar ve aracılarla Ortadoğu’ya geliyorsa, bunun için gerekli zeminin teşkil edilmesi gerekir. Bu konuda da asli görev, küçük burjuvaziye tevdi edilmiştir.
Endüstri orduyu endüstriyelleştirmek; ordu endüstriyi
askerîleştirmek zorundadır. Onca özgürlükçü isimlerin bu gidişata dair tek bir
lafı yoktur. Sadece işin bir yanına dair mızmız eleştiriler dile getirilmekte,
diğer yan örtbas edilmektedir. Görevleri budur.
Sınıfsal
ayrımların, çatışmaların silikleştirilmesi, bulandırılması sonucu kitleler,
devlete ve burjuvaziye bağlanırlar. Tersten, devlete ve burjuvaziye
bağlananlar, ayrımları ve çatışmaları silikleştirmeye mecburdurlar. Mazlum halk
kitlelerinin devlet gibi düşünenlerle burjuva gibi düşünenlerin it dalaşına
mahkûm olmadıklarını görmek gerekir. Bu gerçeğin görüleceği yer, devrimci
politikadır. Devrimci politika ise ülke ve bölge gerçeğinde elbette geçmişin
devrimci mirası ve devrimci imkânları üzerinden ilerler, ama buna hapsolmayacak
bir coşkunluğa sahip olmalıdır.
Devletlerle
değil, o devletlerin ardındaki devrimlerle irtibat kurulmalıdır. Kemalizmle
sadece küçük burjuva mülkiyet ve rekabet anlayışı üzerinden mücadele
edilemeyeceği açıktır. Bugün ona mesafeli olanlar, onun askeri olmaktadırlar.
Kimse “tencere dibin kara, benimki de seninki kadar kara” dememektedir. Herkes,
kendi öznelliğine ve tarihine yüce bir anlam yüklemekte, bu anlamla Kemalizmle
kendi arasında kısa devre yapmaya çalışmaktadır. Oysa Kemalizmi önceleyen bir
mücadele tarihi olması gerekir. Bu tarih vardır.
Kemalizm,
o mücadele tarihini burjuva devleti adına kontrol ve disiplin altına alma
meselesidir. Toplam Kürt hareketi ve sosyalist hareket, kendi içerisinde bu
kontrolün ve disiplinin sancılarını yaşamıştır ve hâlâ yaşamaktadır. İslamî
hareketse, dilindeki Allah’a ve Peygamber’e rağmen, bu ılımlılık sınırlarına
mecburdur. Nefes aldığı yer orasıdır. Sosyalist hareket, Kürt hareketi ve
İslamî hareket ne vakit ötesine işaret etse, o parmak Kemalizmin şeriatıyla
kesilmiştir. Başka bir yol mümkün değildir.
Kemalizme
yakın düşmek, onunla çeşitli gündelik gerekçelerle flört etmek, “parmağımı
kesme!” yakarışından başka bir şey değildir. Aşırılığın sınırını, ötesini
göreceğimiz yer, sınıfsal ve devrimci olanın pratiği ile tayin edilir. Burada
belirleyici olan, Kemalizmin ihtiyaçları ve yönelimleri değildir.
Üç
hareket de bu anlamda kendi öznelliğini kendi içine doğru yüceltmenin
araçlarını üretmek zorundadır. Bu, kendine has, kendinden menkul bir dil,
slogan, anlayış ve metafizikle birlikte gerçekleşir.
Tüm
bunlara karşın, yakıcı gerçeklikte mesele, Kemalizmle kurulan örtük ya da açık
ilişkilerdir. Kimse, bu ilişkilerin hesabını vermeye yanaşmaz, dolayısıyla
Kemalizmle hesaplaşamaz. Ona mecburdur. Öznelliği Kemalizmin sınırlarına
tabidir. En evrenselci, dünyacı ya da Avrupacı bile o sınırlarla konuşur.
Bu
anlamda AKP, İslamî harekete indirgenmek, soyutlanmak, tecrit edilmek,
tekleştirilmek zorundadır. Buradan başka bir öznelliğin inşa edilebileceğine
inanılmaktadır, oysa bu, mümkün değildir. AKP, İslamî hareket değil, onun
katlidir. O cinayette imkân değil, tehlike görmek lazımdır. Görülen her imkân,
Kemalizmin sınırlarına, niyetlerine tabidir.
Lenin’in
tespitiyle, tüm burjuva partiler esasen tek partidir. AKP’yi tecrit etmek,
işaretlemek, bu sayede güç kazanacağı vehmine kapılmak beyhudedir. AKP,
herhangi bir burjuva parti ne yapmışsa onu yapmıştır, ne yapıyorsa onu
yapıyordur, ne yapacaksa onu yapacaktır.
AKP’nin
burjuva dışı, soyut bir parti olarak kodlanması, kimi öznelerin burjuvaziyi de
ona karşı örgütlemek istemeleriyle ilgilidir. AKP, devlet ve burjuvazi arası
bir kesişimin ifadesidir. Ondaki devleti yüceltmek, mevcut devlete bağlanmayı;
ondaki burjuvaziyi sıyırıp almak, mevcut burjuvaziye örgütlenmeyi beraberinde
getirecektir. AKP’yi tüm burjuva partilerinin teşkil ettiği tek parti
içerisinde görmemek, burjuvaziye hizmet eder.
Sınıf
dışı AKP analizleri, iktidara ve güce sahip sınıfı besler. Lenin’in Devlet
ve Devrim’inin basit bir silâh meselesine indirgenmesinin ve
anlamsızlaştırılmasının sebebi buradadır. Silâh, bugünün bizatihi kendisi gibi
ve zaten orada olmaklığı ile, sınıfsız ve sınırsızmış gibi görünür. O,
sınırsızlığın-sınıfsızlığın imgesidir.
Bu
açıdan 2006’da kimi ekipler, “bugünde sömürüyü göremiyoruz, sınıf da yok, o
vakit varolan silâhtan birine örgütlenelim” demişlerdir. Burada mücadelenin,
kitlelerin kendi silâhlarının üretilmesine asla izin verilmemiştir. Bunun
ceremesini Haziran Kıyamı çekmiştir.
Bugün
ah vah etmenin hiçbir anlamı bulunmamaktadır. PKK silâhına örgütlenenle
Kemalist ordunun silâhına örgütlenen arasında hiçbir kategorik fark yoktur. Her
iki taraf da ezilme-sömürülme bahsinde birbiriyle yarış içerisindedir. İki taraf
da halkın, sınıfın ve ezilenin kolektif iradesine düşmanlıkta ortaktır. İki taraf
arasındaki yarışın seyircisi olmak da o konuda bahse tutuşmak da o yarışın
kıyısından köşesinden parçası olmak da devrimci değildir.
Silâhın
liberalizmi sinsi bir tehdittir. Tencerenin dibinin iyice karardığı iklim
burasıdır: özneler, bu iç içe geçmiş ilişkiler kümesinde, kendilerini özel bir
yere çekmeye çalışmakta, bunun için de diğerlerine tariz okları fırlatarak yol
almaya çalışmaktadırlar. Özneler, öznelik imkânlarını kendilerine bahşedenleri
asla sorgulayamamaktadırlar. Devlete ve burjuvaziye karşı bir itirazın
örgütlenememesinin sebebi burada aranmalıdır.
AKP
karşıtı siyaset, küçük burjuvazinin karın ağrısından ibarettir. AKP’yi bileşeni
olduğu gerçeklikle birlikte ele almak şarttır. Sınırsızlığın ve sınıfsızlığın
imgesi olarak silâh, Devlet ve Devrim’i iğdiş etmeye mecburdur. Bu
eserdeki sınıf analizleri, yapılan sınıfsal ayrımlar silâh sayesinde silinir.
Silâh, soyut bir komünizm masalına bağlanır ve silâhı eline alan, kendisini
komünist addeder. Bu, komünizmin bugündeki güç ilişkilerine son verme pratiği
olmaktan çıkartır, onu kendinden menkul bir varlığa indirger. Bu varlığın
toplam gerçekliği karşıya atması mümkün değildir. Dolayısıyla o, tüm ezilen
dinamikleri asla ve kat’a örgütleyemez. Zaten örgütlememek, o sorumluluğu
almamak için ele silâh alınmıştır, o sorumluluk ve örgütlenme bilinci gereği
değil.
Sınıfsızlaşanlar,
ordunun ve PKK’nin silâhı üzerinden, verili gerçeğe biat etmenin imkânına
kavuşmaktadırlar. Kemalizme İslamî bir itirazın olmadığını söyleyenler, İran
Devrimi günlerinde İran’a gidip orada eğitim almış bir örgüt mensubunun “PKK
ileride bize mani olacak” sözlerine kulak kabartmak zorundadır. Evet, PKK
devletin İran Devrimi ile ilgili kaygılarından istifade etmeyi bilmiştir.
(Devlet aynı şekilde, yaklaşık bir on yıl sonra Hizbullah’ı devreye sokmuştur.)
Yirmi küsur yıl sonra İran Devrimi benzeri bir imkân, Irak ve Suriye işgali
üzerinden ortaya çıkmıştır. Genel teorik yaklaşıma göre, Irak ve Suriye
işgalleri İran’ın işgalinin ön provasıdır. Dolayısıyla İran’da eğitim alıp
burada silâhlı mücadele imkânlarını araştıran İslamî yapıların önü PKK ile
kesilmiştir. Bu, PKK’yi doğrudan ilgilendiren bir mesele değildir. O, Irak
işgali günlerinde bir günde tasfiye edilen örgütleri görmüş, hemen İran’a
(üstelik kadın) gerilla birliğini konuşlandırmıştır.
Burada
devletin işleyişine dair bir çift laf edilmektedir. Bu, bireysel küçük burjuva
rahatlığı, sınırsızlığı-sınıfsızlığı ile Kürtlük, sosyalistlik arasında kısa
devre yapanlara hiç de anlamlı gelmeyecek bir laftır. O sorumsuzlukla siyaseti
karıştıranların liberalizmi, mezarlık yanından geçerken ıslıkla çalınan türkü
gibidir. Bu türküde bugün devletin çöktüğünden bahsedilmektedir.
Esasen
devlet çökmemekte, reorganize olmaktadır. AKP’nin bu devleti yönetecek
kalibrede olmadığını söylemek, birkaç laik CHP’linin içini gıdıklayabilir, ama
bu tespitin sürgit dillendirilmesi, özünde kitlelerin devlete bağlanma işine
aracılık edildiğinin bir delilidir. Buradan “PKK’nin Kürt devrimcileri varsa,
bizim de Türk devrimcilerimiz olsun” sonucuna ulaşmak, aynı şekilde Kemalizmin
askeri olunduğuna dair bir yemindir.
AKP,
tüm kesimlerdeki Kemalistleri, devletçileri, burjuva yanlılarını ortak içtima
alanına toplamıştır. Muhtemelen varlık sebebi de budur. O, ardışık kriz
momentlerinde gösterilen refleksin doğal bileşenidir. İslamî kesimlerin düzene
bağlanması, İslam karşıtı unsurların belirginleştirilmesi, bunların da
burjuvaziye kul-köle edilmesi, dönemin önemli bir gereğidir. Sınıfsal
ayrımların, çatışmanın unutulduğu gerçeklikte o içtima alanında huysuzluk etme
imkânı da kalmayacaktır.
Dün
her tür liberal temrini ağzından eksik etmeyenlerin, burjuva siyasetinin
radikal kimi unsurlarını satmakta beis görmeyenlerin birden “komünist” veya
“devrimci” olması asla mümkün değildir.
Hep
bunlar, Karadeniz’de boğulan Mustafa Suphi’den düşünmemenin, onu ucuz, içi boş
anmaların figüranı kılmanın semeresidir. Kemal’e karşı Suphi, sınıfsal bir
zorunluluktur. Suphi’yi kenara itip solculuk oynamak Kadroculuktur, Şefik
Hüsnücülüktür.
Devlet,
düzen için aşırılığı ifade eden unsurların budanması ise, sol, budama sonrası
kalanlarla büyüyebileceğini, serpilip boy atabileceğini düşünmüştür.
Meyvelerini yiyense hep Kemalizm olmuştur. Kemalizm de AKP ölçüsünde devlet ve
burjuvazi arasındaki kesişim kümesidir. Devletin herkese eşit mesafeli olduğu
yanılsaması, bu budama işleminin yarattığı bir yanılsamadır. Budama işlemi
sonrası devlet herkesi yola getiriyor zannedilmektedir. AKP’yi devletin yola
getirmesinden, bunun kitlelerde yarattığı yanılsamadan bahsetmek zorunludur.
Kemalizmi
resmi tarih kadar, gayriresmi tarihten öğrenmek de sorunludur. Solun görevi, bu
açıdan, Kemalizmi kendisine layık hâle getirmek olamaz. O, bu anlamda
Kemalizmin eksik, yarım ve hatalı işlerini tamamlayacak ana unsur olmaya
soyunamaz. Kemalizmin ezdiklerinden bakarak kurgulanacak bir teori, ideoloji ve
politika, bize ezilenlerin iktidarına giden yolu göstermeyecektir. Çünkü
Kemalizmin ezdiklerine bakan göz de hâlâ ve ısrarla Kemalisttir. O, sadece onun
eksiklerini tamamlamaya ahdetmiş, daha gelişkin olduğuna inanan küçük
burjuvanın gözüdür.
Eren Balkır
İştirakî Dergisi Sayı 10
s. 72-75
0 Yorum:
Yorum Gönder