15 Aralık 2023

,

Küçük Burjuvanın Görevi

Devletin sınıflararasında uzlaştırıcı unsur olduğuna, onun toplumun üzerindeki hâkim ve üstün bir konuma sahip bulunduğuna, her türlü tarafsızlığı ile korunaklı bir yere yerleştirilmesi gerektiğine dair tüm yanılsamaların dolayımı, küçük burjuvadır.

Burjuvaziden mülhem tüm teşhislerin, tedbirlerin, tespitlerin devletten görece uzaklaşması, onu liberal manada dışa atması, muhafazakârlık açısından içe alması, bütünüyle küçük burjuvazi üzerinden işlevlik kazanan hamlelerdir. 

Küçük burjuvazi, sınıfsal çatışmaları, ayrımları, farklılıkları unutmanın adıdır. Kendi ara konumuna bağlı olarak, bu tür çatışmaların, ayrımların, farklılıkların belirginleştiği, netleştiği, dışavurduğu momentlerde asıl duyulan çığlık, küçük burjuvazinin ağzından çıkar. Bir işlem olarak devleti burjuvaziden ayıran da küçük burjuvadır, gerektiğinde ikisini birleştiren de.

ABD’de endüstriyel-askerî kompleksin ağırlığı bilinen bir gerçektir. Eğer bu kompleks, çeşitli araçlar ve aracılarla Ortadoğu’ya geliyorsa, bunun için gerekli zeminin teşkil edilmesi gerekir. Bu konuda da asli görev, küçük burjuvaziye tevdi edilmiştir. 

Endüstri orduyu endüstriyelleştirmek; ordu endüstriyi askerîleştirmek zorundadır. Onca özgürlükçü isimlerin bu gidişata dair tek bir lafı yoktur. Sadece işin bir yanına dair mızmız eleştiriler dile getirilmekte, diğer yan örtbas edilmektedir. Görevleri budur.

Sınıfsal ayrımların, çatışmaların silikleştirilmesi, bulandırılması sonucu kitleler, devlete ve burjuvaziye bağlanırlar. Tersten, devlete ve burjuvaziye bağlananlar, ayrımları ve çatışmaları silikleştirmeye mecburdurlar. Mazlum halk kitlelerinin devlet gibi düşünenlerle burjuva gibi düşünenlerin it dalaşına mahkûm olmadıklarını görmek gerekir. Bu gerçeğin görüleceği yer, devrimci politikadır. Devrimci politika ise ülke ve bölge gerçeğinde elbette geçmişin devrimci mirası ve devrimci imkânları üzerinden ilerler, ama buna hapsolmayacak bir coşkunluğa sahip olmalıdır.

Devletlerle değil, o devletlerin ardındaki devrimlerle irtibat kurulmalıdır. Kemalizmle sadece küçük burjuva mülkiyet ve rekabet anlayışı üzerinden mücadele edilemeyeceği açıktır. Bugün ona mesafeli olanlar, onun askeri olmaktadırlar. Kimse “tencere dibin kara, benimki de seninki kadar kara” dememektedir. Herkes, kendi öznelliğine ve tarihine yüce bir anlam yüklemekte, bu anlamla Kemalizmle kendi arasında kısa devre yapmaya çalışmaktadır. Oysa Kemalizmi önceleyen bir mücadele tarihi olması gerekir. Bu tarih vardır.

Kemalizm, o mücadele tarihini burjuva devleti adına kontrol ve disiplin altına alma meselesidir. Toplam Kürt hareketi ve sosyalist hareket, kendi içerisinde bu kontrolün ve disiplinin sancılarını yaşamıştır ve hâlâ yaşamaktadır. İslamî hareketse, dilindeki Allah’a ve Peygamber’e rağmen, bu ılımlılık sınırlarına mecburdur. Nefes aldığı yer orasıdır. Sosyalist hareket, Kürt hareketi ve İslamî hareket ne vakit ötesine işaret etse, o parmak Kemalizmin şeriatıyla kesilmiştir. Başka bir yol mümkün değildir.

Kemalizme yakın düşmek, onunla çeşitli gündelik gerekçelerle flört etmek, “parmağımı kesme!” yakarışından başka bir şey değildir. Aşırılığın sınırını, ötesini göreceğimiz yer, sınıfsal ve devrimci olanın pratiği ile tayin edilir. Burada belirleyici olan, Kemalizmin ihtiyaçları ve yönelimleri değildir.

Üç hareket de bu anlamda kendi öznelliğini kendi içine doğru yüceltmenin araçlarını üretmek zorundadır. Bu, kendine has, kendinden menkul bir dil, slogan, anlayış ve metafizikle birlikte gerçekleşir.

Tüm bunlara karşın, yakıcı gerçeklikte mesele, Kemalizmle kurulan örtük ya da açık ilişkilerdir. Kimse, bu ilişkilerin hesabını vermeye yanaşmaz, dolayısıyla Kemalizmle hesaplaşamaz. Ona mecburdur. Öznelliği Kemalizmin sınırlarına tabidir. En evrenselci, dünyacı ya da Avrupacı bile o sınırlarla konuşur.

Bu anlamda AKP, İslamî harekete indirgenmek, soyutlanmak, tecrit edilmek, tekleştirilmek zorundadır. Buradan başka bir öznelliğin inşa edilebileceğine inanılmaktadır, oysa bu, mümkün değildir. AKP, İslamî hareket değil, onun katlidir. O cinayette imkân değil, tehlike görmek lazımdır. Görülen her imkân, Kemalizmin sınırlarına, niyetlerine tabidir.

Lenin’in tespitiyle, tüm burjuva partiler esasen tek partidir. AKP’yi tecrit etmek, işaretlemek, bu sayede güç kazanacağı vehmine kapılmak beyhudedir. AKP, herhangi bir burjuva parti ne yapmışsa onu yapmıştır, ne yapıyorsa onu yapıyordur, ne yapacaksa onu yapacaktır.

AKP’nin burjuva dışı, soyut bir parti olarak kodlanması, kimi öznelerin burjuvaziyi de ona karşı örgütlemek istemeleriyle ilgilidir. AKP, devlet ve burjuvazi arası bir kesişimin ifadesidir. Ondaki devleti yüceltmek, mevcut devlete bağlanmayı; ondaki burjuvaziyi sıyırıp almak, mevcut burjuvaziye örgütlenmeyi beraberinde getirecektir. AKP’yi tüm burjuva partilerinin teşkil ettiği tek parti içerisinde görmemek, burjuvaziye hizmet eder.

Sınıf dışı AKP analizleri, iktidara ve güce sahip sınıfı besler. Lenin’in Devlet ve Devrim’inin basit bir silâh meselesine indirgenmesinin ve anlamsızlaştırılmasının sebebi buradadır. Silâh, bugünün bizatihi kendisi gibi ve zaten orada olmaklığı ile, sınıfsız ve sınırsızmış gibi görünür. O, sınırsızlığın-sınıfsızlığın imgesidir.

Bu açıdan 2006’da kimi ekipler, “bugünde sömürüyü göremiyoruz, sınıf da yok, o vakit varolan silâhtan birine örgütlenelim” demişlerdir. Burada mücadelenin, kitlelerin kendi silâhlarının üretilmesine asla izin verilmemiştir. Bunun ceremesini Haziran Kıyamı çekmiştir.

Bugün ah vah etmenin hiçbir anlamı bulunmamaktadır. PKK silâhına örgütlenenle Kemalist ordunun silâhına örgütlenen arasında hiçbir kategorik fark yoktur. Her iki taraf da ezilme-sömürülme bahsinde birbiriyle yarış içerisindedir. İki taraf da halkın, sınıfın ve ezilenin kolektif iradesine düşmanlıkta ortaktır. İki taraf arasındaki yarışın seyircisi olmak da o konuda bahse tutuşmak da o yarışın kıyısından köşesinden parçası olmak da devrimci değildir.

Silâhın liberalizmi sinsi bir tehdittir. Tencerenin dibinin iyice karardığı iklim burasıdır: özneler, bu iç içe geçmiş ilişkiler kümesinde, kendilerini özel bir yere çekmeye çalışmakta, bunun için de diğerlerine tariz okları fırlatarak yol almaya çalışmaktadırlar. Özneler, öznelik imkânlarını kendilerine bahşedenleri asla sorgulayamamaktadırlar. Devlete ve burjuvaziye karşı bir itirazın örgütlenememesinin sebebi burada aranmalıdır.

AKP karşıtı siyaset, küçük burjuvazinin karın ağrısından ibarettir. AKP’yi bileşeni olduğu gerçeklikle birlikte ele almak şarttır. Sınırsızlığın ve sınıfsızlığın imgesi olarak silâh, Devlet ve Devrim’i iğdiş etmeye mecburdur. Bu eserdeki sınıf analizleri, yapılan sınıfsal ayrımlar silâh sayesinde silinir. Silâh, soyut bir komünizm masalına bağlanır ve silâhı eline alan, kendisini komünist addeder. Bu, komünizmin bugündeki güç ilişkilerine son verme pratiği olmaktan çıkartır, onu kendinden menkul bir varlığa indirger. Bu varlığın toplam gerçekliği karşıya atması mümkün değildir. Dolayısıyla o, tüm ezilen dinamikleri asla ve kat’a örgütleyemez. Zaten örgütlememek, o sorumluluğu almamak için ele silâh alınmıştır, o sorumluluk ve örgütlenme bilinci gereği değil.

Sınıfsızlaşanlar, ordunun ve PKK’nin silâhı üzerinden, verili gerçeğe biat etmenin imkânına kavuşmaktadırlar. Kemalizme İslamî bir itirazın olmadığını söyleyenler, İran Devrimi günlerinde İran’a gidip orada eğitim almış bir örgüt mensubunun “PKK ileride bize mani olacak” sözlerine kulak kabartmak zorundadır. Evet, PKK devletin İran Devrimi ile ilgili kaygılarından istifade etmeyi bilmiştir. (Devlet aynı şekilde, yaklaşık bir on yıl sonra Hizbullah’ı devreye sokmuştur.) Yirmi küsur yıl sonra İran Devrimi benzeri bir imkân, Irak ve Suriye işgali üzerinden ortaya çıkmıştır. Genel teorik yaklaşıma göre, Irak ve Suriye işgalleri İran’ın işgalinin ön provasıdır. Dolayısıyla İran’da eğitim alıp burada silâhlı mücadele imkânlarını araştıran İslamî yapıların önü PKK ile kesilmiştir. Bu, PKK’yi doğrudan ilgilendiren bir mesele değildir. O, Irak işgali günlerinde bir günde tasfiye edilen örgütleri görmüş, hemen İran’a (üstelik kadın) gerilla birliğini konuşlandırmıştır.

Burada devletin işleyişine dair bir çift laf edilmektedir. Bu, bireysel küçük burjuva rahatlığı, sınırsızlığı-sınıfsızlığı ile Kürtlük, sosyalistlik arasında kısa devre yapanlara hiç de anlamlı gelmeyecek bir laftır. O sorumsuzlukla siyaseti karıştıranların liberalizmi, mezarlık yanından geçerken ıslıkla çalınan türkü gibidir. Bu türküde bugün devletin çöktüğünden bahsedilmektedir.

Esasen devlet çökmemekte, reorganize olmaktadır. AKP’nin bu devleti yönetecek kalibrede olmadığını söylemek, birkaç laik CHP’linin içini gıdıklayabilir, ama bu tespitin sürgit dillendirilmesi, özünde kitlelerin devlete bağlanma işine aracılık edildiğinin bir delilidir. Buradan “PKK’nin Kürt devrimcileri varsa, bizim de Türk devrimcilerimiz olsun” sonucuna ulaşmak, aynı şekilde Kemalizmin askeri olunduğuna dair bir yemindir.

AKP, tüm kesimlerdeki Kemalistleri, devletçileri, burjuva yanlılarını ortak içtima alanına toplamıştır. Muhtemelen varlık sebebi de budur. O, ardışık kriz momentlerinde gösterilen refleksin doğal bileşenidir. İslamî kesimlerin düzene bağlanması, İslam karşıtı unsurların belirginleştirilmesi, bunların da burjuvaziye kul-köle edilmesi, dönemin önemli bir gereğidir. Sınıfsal ayrımların, çatışmanın unutulduğu gerçeklikte o içtima alanında huysuzluk etme imkânı da kalmayacaktır.

Dün her tür liberal temrini ağzından eksik etmeyenlerin, burjuva siyasetinin radikal kimi unsurlarını satmakta beis görmeyenlerin birden “komünist” veya “devrimci” olması asla mümkün değildir.

Hep bunlar, Karadeniz’de boğulan Mustafa Suphi’den düşünmemenin, onu ucuz, içi boş anmaların figüranı kılmanın semeresidir. Kemal’e karşı Suphi, sınıfsal bir zorunluluktur. Suphi’yi kenara itip solculuk oynamak Kadroculuktur, Şefik Hüsnücülüktür.

Devlet, düzen için aşırılığı ifade eden unsurların budanması ise, sol, budama sonrası kalanlarla büyüyebileceğini, serpilip boy atabileceğini düşünmüştür. Meyvelerini yiyense hep Kemalizm olmuştur. Kemalizm de AKP ölçüsünde devlet ve burjuvazi arasındaki kesişim kümesidir. Devletin herkese eşit mesafeli olduğu yanılsaması, bu budama işleminin yarattığı bir yanılsamadır. Budama işlemi sonrası devlet herkesi yola getiriyor zannedilmektedir. AKP’yi devletin yola getirmesinden, bunun kitlelerde yarattığı yanılsamadan bahsetmek zorunludur.

Kemalizmi resmi tarih kadar, gayriresmi tarihten öğrenmek de sorunludur. Solun görevi, bu açıdan, Kemalizmi kendisine layık hâle getirmek olamaz. O, bu anlamda Kemalizmin eksik, yarım ve hatalı işlerini tamamlayacak ana unsur olmaya soyunamaz. Kemalizmin ezdiklerinden bakarak kurgulanacak bir teori, ideoloji ve politika, bize ezilenlerin iktidarına giden yolu göstermeyecektir. Çünkü Kemalizmin ezdiklerine bakan göz de hâlâ ve ısrarla Kemalisttir. O, sadece onun eksiklerini tamamlamaya ahdetmiş, daha gelişkin olduğuna inanan küçük burjuvanın gözüdür.

Eren Balkır
İştirakî
Dergisi Sayı 10
s. 72-75

0 Yorum: