Yeni
Hayat, 1922 yılının Mart ile Ekim ayları (yaklaşık 7-8 ay) arasında
yayımlanmış Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın yayın organı olan bir
dergidir.
Türkiye
Halk İştirakiyun Fırkası’nın ilk kuruluşu 7 Aralık 1920’dir. Kuruluşundan sonra
Hükümetin yoğun baskısıyla karşılaşmış ve faaliyetini 1 Şubat 1921’de durdurmak
mecburiyetinde kalmış, ancak iki ay yaşayabilmiştir. Yöneticileri tutuklanmış
ağır cezalar almıştır.
Türkiye
Halk İştirakiyun Fırkası’nın ikinci kuruluşu 1922 yılının bahar aylarındadır.
Nitekim
Büyük Millet Meclisi, “23 Eylül 1921 tarih ve 155 sayılı özel af kanunu ile
Yeşil Ordu Cemiyeti ve Hafi Komünist Partisi teşkili suretiyle ve hükümeti
devirme teşebbüsünde bulundukları gerekçesiyle; Ankara İstiklal Mahkemesi’nce,
Ceza Kanunu’nun 46. Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun 12. maddeleri uyarınca 15’er
sene kürek cezasına mahkûm edilen Tokat Mebusu Nazım, Baytar Binbaşı Hacıoğlu
Salih, Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti’nden Ziynetullah Nevşirvanov ve üçer
seneye mahkûm Emek gazetesi müdürü Abdülkadir ve tüccardan Hilmi ve bakkal
Ahmed ve Sivrihisar İdadi Müdir-i Behram Lütfi ve gazete muharrirlerinden
Mustafa Nuri ve sekiz seneye mahkûm gazete muharrirlerinden Nizamettin Bey ve
efendilerin bakiye-i müddet-i cezaiyeleri affedilmiştir,” denilerek, serbest
bırakılmışlardır.
27
Eylül 1921’de hapisten çıkan Yeşil Ordu, -Hafi- TKP ve Türkiye Halk İştirakiyun
Fırkası’nın –ilk kuruluşunda görev alan- hapisteki yöneticileri kısa bir süre
sonra partinin yeniden kurulması için harekete geçtiler.
Kemalist
yönetimin, sol hareketin temsilcilerini ağır hapis ile cezalandırdıktan sonra,
onların bu cezaları için yeniden af çıkarması Türkiye’nin yaşadığı o dönemin
konjonktürü ile açıklanabilir.
Hükümeti
sola karşı hiçbir hayat hakkı tanımayan pratiğinden, daha temkinli olmaya iten
nedenleri şöyle sıralamak mümkündür:
Devletin,
Batı ile uzlaşma ve Anadolu’da yeni Türk devletinin meşruluğunun kabul edilmesi
için önemli kabul ettiği Londra Konferansı (27 Şubat 1921) herhangi bir sonuç
alınamadan sona ermişti. Londra Konferansı’na katılan delegasyon daha yurda
dönmeden Yunan Kuvvetleri’nin Anadolu’nun içlerine doğru yürüyüşleri
başlamıştır.
İngiliz
emperyalizmi, bir taraftan Türk-Sovyet yakınlaşmasını engellemek için gayret
sarf ederken, diğer taraftan Türklerin Yunanlılar eliyle ezilmesi politikasına
tam destek vermektedir.
Bu
durum karşısında Kemalist yönetim yönünü yeniden Doğu’ya çevirmiş, Sovyet
yardımı ve Sovyet dostluğu yeniden vazgeçilmez hale gelmiştir.
16
Mart 1921’de uzun süredir hazırlıkları yapılan (Türkiye-Rusya) Dostluk
Anlaşması imzalanmış, anlaşmadan sonra Türkiye ile Sovyetler arasındaki
ilişkiler en yüksek seviyesine çıkmıştır.
3
Mayıs 1921’de S. P. Natsarenus Sovyet elçisi olarak Ankara’ya gelmiş, bu
dönemde Sovyetler’in Türkiye’ye askerî ve malî yardımları artarak devam
etmiştir.
Sovyetler’le
Türkiye’nin dostluğunu pekiştiren bir başka gelişme Kafkasya’daki Sovyet
Cumhuriyetleri’yle kurulan diplomatik ilişkiler, imzalanan ikili anlaşmalardır.
Bu kapsamda Sovyet Azerbaycan’ı temsilcisi İbrahim Abilov 12 Ekim 1921 günü
Ankara’ya gelmiştir.
13
Ekim 1921’de Türkiye ile Transkafkasya Sovyet Cumhuriyetleri arasında Kars
Anlaşması imzalanmış, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Sovyet Cumhuriyetleri
ile imzalanan anlaşmalar, Türkiye’nin doğu sınırlarını güvenceye alarak tüm
askerî faaliyetleri sona erdirdiği gibi, Sovyet yardımlarının sorunsuz
ikmalinin yolunu da açmıştır.
13
Aralık 1921’de Ukraynalı General Mihail V. Frunze’nin, Sovyet delegasyonu
başkanı olarak Ankara ziyareti başlamıştır. Türkiye’de yirmi üç gün kalan
General Frunze, iki ülke arasındaki dostluğun geliştirilmesinde etkili olmuş,
Mustafa Kemal ile cephede incelemelerde bulunarak harekât planları üzerinde
görüşmelere de katılmış, 2 Ocak 1922 tarihinde ise Türkiye Ukrayna Dostluk
Anlaşması imzalanmıştır.
1921
yılının son günlerinde ise Türk-Sovyet ilişkilerinin gelişmesinde önemli rolü
olan S. İ. Aralov büyükelçi olarak atanmış ve 26 Ocak 1922’de Ankara’da göreve
başlamıştır.
Burada
önemli bir başka unsura da işaret etmek gerekir.
1922
başlarında Kemalist yönetim, kendisi açısından kaygılı bir dönem olarak kabul
ettiği bir yıl öncesi şartlarından uzaklaşmış, konumunu sağlamlaştırmıştır.
Bir
yıl önce; Mustafa Suphi ve yoldaşları öldürülmüş, komünizmi halkçı bir potaya
dökmeye çalışan ve Yeşil Ordu’ya katılan Çerkes Ethem ve kuvvetleri de bertaraf
edilmiştir. 1921 başındaki İstiklal Mahkemesi süreci meclis içinde ve dışındaki
bütün ‘liberal, halkçı ve sol’ kesimi hapis tehditleriyle susturmuştur.
Komünist
akımları bu şekilde budayan Kemalist yönetim, 1922 başında, Yunan Kuvvetleri’ne
son darbeyi indirme arifesinde, Sovyet yardımlarının görünürdeki nedenlerle
duraksamasını önlemek üzere hapisten çıkan komünistlerin yeniden örgütlenme
girişimlerine ses çıkarmamıştır.
Yeni
Hayat Dergisi ve THİF’nın 2. Kuruluşu
Türkiye
Halk İştirakiyun Fırkası’nın ikinci kuruluş tartışmaları sürerken - Yeni
Hayat- bu süreci hızlandırmış, derginin yayımlanma tarihi olarak Paris
Komünü’nün kuruluşunun 51. yıldönümü olan 18 Mart (1922) tarihi seçilmiştir.
Türkiye
Halk İştirakiyun Fırkası yönetimi, Yeni Hayat dergisini ‘parti organı’,
Mersin’de Ata Çelebi tarafından çıkarılan ‘Doğru Öz’ gazetesini ise Adana Bölge
Komitesi gazetesi olarak düşünmüştür.
Yeni
Hayat bu tarihten sonra: haftalık, 16 sayfa, ‘ilmi, içtimai,
iktisadi ve siyasi mecmua’ alt başlığıyla Cumartesi günleri basılan bir
dergidir. “Sahip ve müdür-i” Nazım Bey olmuştur.
İlk
sayısında künyesindeki diğer bilgiler şöyledir:
İdarehane:
Ankara, İmaret Mahallesinde Daire-i mahsusa.
İştirak
Şartları: Yıllığı 450, Altı aylık 250, Tanesi 15 kuruş, Geçmiş Nüshalar 20
kuruştur.
Derginin
5. sayısından itibaren kapağının en üstünde: ‘Bütün Dünyanın Emekçileri ve
Mazlum Halkı Birleşiniz’ ibaresi bulunmaktadır. 17. sayıdan itibaren ise ‘Halk
İştirakiyun Fırkası Naşir-i Efkârı’ belgisi ilave edilmiştir.
Partinin
kuruluş aşamasında tıpkı ilk kurulduğu 7 Aralık 1920’de olduğu gibi iki farklı
ekip bir araya gelmiştir. Bunlardan ilki, Yeşil Ordu’dan ve Halk Zümresi’nden
gelen Nazım Bey ve çevresidir. İkinciler ise, Hafi TKP’den gelen Salih
Hacıoğlu’nun temsil ettiği Komintern politikalarını benimseyen ekiptir.
Tokat
eski milletvekili Nazım Bey’in THİF’nın ikinci kuruluşunda da önemli bir
ağırlığı olmuştur. Nazım Bey, gerek Salih Hacıoğlu gerekse de Sovyetler’in
Ankara’daki diplomatik temsilcileri ve Komintern mensuplarıyla sürekli bir
tartışma içinde olmuştur. Siyasetin içinde bulunduğu yıllarda ‘halkçı-komünist’
söylemi Kemalistlerin hışmına uğrayarak ‘Bolşevik, bozguncu, İngiliz casusu’
ilan edilmiş, Komintern temsilcilerinin gözünde ise ‘teslimiyetçi ve
kariyerist’ olarak suçlanmıştır.
Ancak
Nazım Bey, ittihatçı geçmişine rağmen –ittihatçı- ideolojiye mesafeli kalması,
sonradan benimsediği solculuğu, örgütçü yeteneğine üst bürokraside görev
yapmanın sağladığı üstünlük, içinden çıktığı Anadolu’nun ruhuna uygun
‘Halkçılık’ fikrine yatkınlığı, Nazım Bey’i Yeşil Ordu ve THİF örgütlemelerinde
en önemli lider konumuna yükseltmiştir.[1]
THİF
28 Mart 1922’de kurulmuştur ve Kâtib-i Umumisi Nazım Bey’dir.
Partinin
Merkez-i Umumisi, İcra Heyeti (Yürütme Kurulu) ve Riyaset Heyetinden (Başkanlık
Kurulu) meydana gelmekteydi.
İcra
Heyeti Üyeleri: Ziynetullah Nevşirvanov, Salih Hacıoğlu, Nazım Resmor, Riyaset
Heyeti: Hilmi, Mehmet Şükrü, Affan Hikmet, Kenan’dan meydana gelmekteydi.
Birinci
kuruluştaki ekipten Şeyh Servet Efendi bu defa kurucular arasında yer
almamıştır.
Yeni
Hayat dergisinin 1 Nisanda çıkan üçüncü sayısında ‘BMM Hükümetine
Beyanname’ başlığıyla partinin kuruluşu duyurulmuş ve dünyaya bakışı şu şekilde
özetlenmiştir.
“Marxsizm platformasında
bulunan THİF’nın Türkiye sorunları hakkındaki görüşü; bütün dünya komünist
fırkalarının ve onları kendi etrafında toplayan, mensup olduğumuz Üçüncü
Komünist Enternasyonal’in de nokta-i nazarıdır.”
Partinin
diğer belgeleri de yukarıdaki tespitleri teyit etmektedir. Yani THİF kendisini
Marksist bir parti olarak tarif etmiş, kendini Komünist Enternasyonal’in doğal
bir üyesi saymış ve Komintern’in bakış açısını benimsediğini duyurmuştur.
Ancak
THİF Merkez-i Umumisi üyelerinin çoğunluğu Komünist Enternasyonal’e üye olmak
için onaylanması istenen ‘21 şartı’ kabul etmemişlerdir. 21 Şart’ta temel
alınan; proletarya eksenli, ideolojik olarak homojen, dar ve katı parti
yapısının Anadolu’nun mevcut şartlarında uygulanamayacağını ileri sürmüşlerdir.
Bu itirazın temelinde; kapitalizmin egemen, proletaryanın belirleyici olmadığı
bir köylü toplumu olan -dönemin- Anadolu’sunda; emekçi ve yoksul sınıf ile
katmanların tümünün kazanıldığı bir kitle partisi yaratmak fikri ağırlıklı
olarak benimsenmiştir. Nitekim THİF’nin ilk kuruluşundan beri -bizzat- Salih
Hacıoğlu, toplumun her sınıf ve kesiminin kazanılmasına yönelik bir “kitle”
anlayışından söz etmektedir:
“Milletin her sınıf efradı
(fertleri) tarafından hazmedilmeksizin yapılacak olan bir inkılâbın, herhalde
birçok sarsıntılara sebep olacağını bildiğim için ve memleketimizin bu gibi
sarsıntılara artık tahammülü kalmadığına kani bulunduğumdan, efrad-ı milletin
(milletin fertlerinin) hangi sınıftan olursa olsun hepsine bilâ istisna
komünizm esasları dâhilinde tenviratta (aydınlatma) bulunmayı bir vazife
addetmişimdir.”
Bu
durum; “halkçı-iştirakiyunu” savunan Nazım Bey ile “proletarya partisinden”
ödün vermeyen -Komintern- temsilcisi Golman arasında gerilimli ilişkileri yeni
bir boyuta taşımıştır.
Türkiye’deki
Komintern temsilcileriyle Sovyetler’in diplomatik temsilcilerinin Türkiye’deki
sol hareketin örgütlenmesine bakışları -o yıllarda- Sovyetler’deki mevcut
tartışmalardan bağımsız değildir.
Nitekim
Büyükelçi Aralov, Türkiye’deki komünist örgütlenmenin ülkenin -daha çok- kendi
imkânlarına dayanmasını savunurken ve Türkiye’deki komünist hareketin
oluşmasının her aşamasına müdahale eden Komintern görevlilerinin çalışmalarını
onaylamamış ve bunu “maceracılık” olarak nitelendirmiştir.
Komintern
temsilcisi Golman ise, THİF’nı dünya proleter devrimini gerçekleştirecek “Dünya
Partisi”nin Türkiye Seksiyonu olarak görmekte ve parti örgütlenmesinde 1920’nin
Türkiye şartlarını değil, Komintern’in hedeflerini gündeminin en üstüne
yazmaktadır.
THİF
lideri Nazım Bey’in bu süreçte her iki temsilciye iki temel eleştirisi vardır.
Büyükelçi
Aralov’u “devletten devlete” olan ilişkilere gereğinden fazla önem atfetmek ve
Türk komünistlerini anlamamak; Golman’ı ise maceracı ve sekter yöntemleriyle,
“bu küçücük partiyi dev adımlarla yürütmeye çalışmakla” eleştirmiştir.
Nazım
Bey ve THİF’nın Türkiye üzerine yukarıda değindiğimiz temel yaklaşımı -pratik
olarak bir işe yaramasa da- bir başka Komintern temsilcisi tarafından aynen
paylaşılmıştır.
1922
yılında Mersin’de bulunan Raevski’nin -Komintern’e- gönderdiği raporda dört
önemli noktanın altı çizilmiştir.
Raevski
özetle şöyle yazmaktaydı:
“Gerçek durumu ne kadar az
bildiğimizi anlamak için Doğu’da işlediğimiz ilk hataları hatırlamak yeterli
olsa gerek. O zamanlar biz, neredeyse uluslararası sosyal devrim sloganını
yükseltmiş, kimi doğu ülkelerinde işçi ve köylülerin iktidarı ele geçirmelerini
istemiştik. Biz Türkiye’de işçi sınıfı olmadığını, Türkiye’de yalnız üretime
katılan, kendisini sınıf olarak hissetmeyen, sınıf bilincinden yoksun bir yığın
bulunduğunu defalarca gözden kaçırmıştık.
Türkiye’de aydınlar genel
olarak ilerici bir etmen. Aydınlar komünist etki altına girmiyor, onlar daha
çok halkçı fikirlerin etkisi altında bulunuyorlar. Halkçılığın etkisiyle ulusal
düşünce, aydınların kafasında kendiliğinden yayılıyor. Türk halkçıları köylülüğü
örgütlemeyi, köyde kapsamlı reform yapmayı görevlerinin önüne koyuyor.
Önümüzdeki birkaç on yılda
Türkiye’de işçi sınıfı fiili bir etken sayılamaz ve gerek işçi sınıfı, gerekse
bir komünist teşkilat vasıtasıyla biz ülkenin politik yaşamını etkileyemeyiz.
Türkiye gibi ülkelerde
Komintern’in 21 Şartı geçerli değildir. Dar sınıf partisi değil, ancak
işçi-köylü-aydın kesimlerin talepleri doğrultusunda popüler bir programı olan
halkçı-komünist bir kitle partisi yol alabilir.”
Kısaca
Raevski bu ilginç mektubunda; “Komintern’in Doğu politikası yanlıştı,
Türkiye’de Halkçılık politikasını küçümsedik, birkaç on yılda işçi sınıfı
ülkenin politik hayatını etkileyemez ve Komintern’in 21 şartı buralarda geçerli
olamaz” diye yazmaktaydı.
28
Mart 1922 tarihinde kurulan partinin kongresinin 15 Ağustos’ta yapılması
planlanmıştır. Kongre için hükümet nezdinde gerekli girişimler yapılmış, yasal
izinler alınmış, kongrenin yapılacağı tarih yaklaşınca Rauf Bey’in başbakan
olduğu hükümet, kongrenin yapılmasını önlemek istemiştir.
Anlaşıldığına
göre, hükümet hem parti üyelerine, hem de Ankara dışından güç koşullarda kongre
için gelen delegeler üzerinde bir sindirme politikası izlemiştir. Sovyet
diplomat Aralov’un Başbakan Rauf (Orbay), Komintern delegelerinin de Ali Fuat
Paşa’yı kongrenin yapılmasına izin verilmesi yolundaki ziyaretleri bir işe
yaramamıştır.
Bu
sırada Kongre’nin yapılacağı sinema bilinmeyen bir nedenle yanmış/yakılmış ve
kullanılamaz hale gelmiştir.
Hükümet,
THİF Merkez Komitesi’nden; partinin feshedilmesini, bütün delegelerin
isimlerini, geldikleri bölgeler ve bulundukları yerleri, bütün parti üyelerinin
listesini, gelir ve gider hesaplarını, bütün kongre belgeleri ve taşra
örgütlerine ait bilgileri 24 saat içinde teslim etmesini istemiştir.
Hükümet,
polis ve basın yoluyla kongrenin yapılmaması için büyük bir baskı kurmuştur.
Örneğin
Kayseri delegesi Osman Usta Ankara’da gözaltına alınmış, Zonguldak delegeleri
yoldan geri döndürülmüş, Kilikya temsilcisi Mehmet Kadri Kastamonu’da
tutuklanarak Ankara’ya getirilmiş, Hilmi askerî inzibat emriyle cepheye
gönderilmiş, taşrada özellikle yayılan ‘Kongre yasaklandı’ haberiyle geciken
Malatya delegeleri yoldan geri dönmüş, Yeni Hayat dergisi polis
tarafından basılarak faaliyeti durdurulmuştur.
Bu
ortamda gizli yapılan ve geceleri çalışan kongre; iki oturum halinde ilki,
‘16/17 Ağustos ve ikincisi 25/26 Ağustos 1922’ tarihlerinde
gerçekleştirilmiştir.
Birinci
oturum, Salih Hacıoğlu’na ait Keçiören’de bir bağ evinde, ikincisi Sovyetler’in
elçilik binasında yapılmıştır.
Kongre’nin
gösterdiği en önemli sonuçlardan birisi, Nazım Bey ve çevresinin hem partideki
hem kongredeki ağırlığının bir kez daha ortaya çıkmasıdır.
Komintern
temsilcilerinin ve Sovyet diplomatlarının engellemelerine ve Salih Hacıoğlu
ekibini açıktan desteklemelerine rağmen, Nazım’ın parti içindeki etkisi
kırılamamış, Komintern temsilcisi Golman’ın deyişiyle, ancak “iki oturum
harcadıktan” sonra Salih’in Merkez Komitesi Sekreteri seçilmesi sağlanmıştır.
1922
yılının Ağustos, Eylül ve Ekim aylarında THİF’nın kapatılmasına giden süreçte
yaşananlar ve gelişmeler şöyledir:
26
Ağustos 1922 tarihinde gizli olarak ve güç koşullarda kongre toplayan THİF,
kongrenin hemen ertesinde hükümetin ‘partiyi feshedin’ baskısıyla karşı karşıya
kalmıştır.
Başbakan
Rauf Bey, partinin 24 saat içinde feshedilmesini, bu kararın da parti Merkez
Komitesi’nce alınmasını istemiştir.
Bu
istek THİF tarafından kabul edilmemiş, parti buna cevaben bir bildiriyle
durumun kabul edilmeyeceğini bildirmiştir.
Bu
yasaklanma sürecinde, THİF’nın en önemli faaliyetlerinden birisi de Mersin’de
gizli olarak yapılan Kilikya (Çukurova) Fabrika ve İşletme Temsilcileri Birinci
Konferansı’nı gerçekleştirmesidir.
6-7
Ekim tarihlerinde düzenlenen konferans, Çukurova’daki irili ufaklı fabrika ve
işletmelerden gelen temsilcilerle gerçekleştirilmiştir.
Kilikya
Konferansı’ndan sonra sessizliğini bozan hükümet 19 Ekim 1922 tarihinde THİF
üyesi 20 kişiyi tutuklayarak yeni bir yargılama süreci başlatmıştır.
19
Ekim 1922 tutuklamalarıyla başlayan ve Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın
kapatılmasıyla sonuçlanan süreçte mahkeme safhası 28 Mayıs 1923 tarihinde sona
ermiştir.
Mahkeme
46 sanıklıdır. Sanıklardan yalnız altısının, “Nazım, Kenan, Ahmet Hilmi,
Nizamettin Nazif, Baytar Osman’ın” Ceza Kanunu’nun 66. maddesine göre, tutuklu
kaldıkları müddet mahsup olmak üzere 3’er ay, Salih Hacıoğlu ise 3,5 ay hapis
cezasına mahkûm edilmişlerdir.
Cezalar
bu defa kısa süreli ve semboliktir. Ancak Ankara’da artık “yasal sol siyasetin”
mümkün olmayacağını göstermektedir.
Nitekim
Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın kongresinin yasaklandığı, kapatıldığı ve
genel olarak da tüm solun yasadışı ilan edildiği 1922 yılının sonbaharı; artık
Yunan harbinin bittiği, Sovyet yardımına gerek kalmadığı, emperyalist Batı’nın
Türkiye’yi siyasi bir güç olarak tanıdığı, yeni Türkiye’nin de kapitalist
sistem içinde kalacağına kanaat getirdikleri dönemdir.
Yeni
Hayat Dergisi
Yeni
Hayat dergisi bu koşullarda yayımlanmıştır.
Yeni
Hayat’ta haftalık bir derginin boyutlarını zorlayan, çok farklı
alanlarda yazılar yer almıştır. Başmakale görevi yüklenen deneme türünde
yazılar, partinin somut bir konu hakkındaki görüşlerini açıklayan makaleler,
komünist-devrimci kişilere ait tanıtım biyografileri, propagandif ve heyecan
yüklü makaleler, şiirler, hikâyeler, 66 THİF ve Yeni Hayat Dergisi
Marksist literatürün önemli konularını anlatan teorik çeviriler, Komünist
Enternasyonal meclislerinde tartışılan konular ile ilgili yazılar, farklı
ülkelerden siyasi ve ekonomik içerikli bilgilendirmeler, emek dünyasına ait
haberler, anmalar ve yorumlar vb. yer almıştır.
Yeni
Hayat’ın 26 sayı yayımlandığı sanılmaktadır. Yeni Hayat’ın
19, 22, 23, 24, 25 ve 26. sayıları, toplam (6 sayıya) şimdilik ulaşılamamıştır
ve hâlâ bulunmayı beklemektedir. 21. sayının kapağı (yanlışlıkla) (Sayı: 20)
olarak basılmıştır. Derginin iç sayfaların üstünde ise (Sayı: 21) ibaresi
bulunduğundan, o sayının kapaktaki hata dışında 21. sayı olduğu
anlaşılmaktadır.
1922’nin
sonbahar aylarında THİF, dolayısıyla Yeni Hayat üzerindeki hükümet
baskısının yoğunlaştığı, Komintern’in Ankara temsilcisi Golman ile Salih
Hacıoğlu’nun raporlarına yansıyan notlardan (21, 22 ve 23. sayılara yapılan
göndermeler) anlaşılmaktadır.
Yeni
Hayat’ın son sayısı herhalde 26. Sayıdır. G. Harris ve F.
Tevetoğlu’na göre; Yeni Hayat’ın bu sayısında Nizamettin Nazif
(Tepedelenlioğlu) tarafından yazılan ve Başbakan Rauf’u (Orbay) hedef alan,
“Başvekilin Enseköküne Bir Şaplak” başlıklı yazının derginin kapatılmasına
neden olduğu yazılmaktadır. Bu bilgiler ışığında Yeni Hayat, Ekim
sonlarında kapatılmış olmalıdır.[2]
Yeni
Hayat’ın 21. Sayısından “Tadımlık” Bir Makale
Peyam-ı
Sabah’tan gazeteci Aka Gündüz köşesinde; –kendisinin– Bakunin’in öğrencisi
olduğunu söyleyerek, Komintern adına THİF kongresi için Türkiye’ye gelen Türk
komünistlerinden Cevat, Fransız komünistlerinden Sadul, Rus komünistlerinden
Zurin hakkında bazı iddialar ileri sürmüştür. Yeni Hayat’taki yazı bunun
üzerine yazılmıştır.
* * * *
Kapud
Olduğuna Bakmayın Ciddidir Ha!
Bakunin’den Talebesi Olduğunu İddia Eden Aka Gündüz Beyefendinin Çıplak
Ensesine Birinci Şaplak!..
Amelelere hayat olan şey burjuvalara ölümdür.
Bir
İngiliz darb-ı meseli
Peyam-ı
Sabah’ın son numaralarında Aka Gündüz Efendi “Birinci Tokat”
unvanlı baş makalesinde kendisini Bakunin’in şakirdi (çırağı) olduğunu
göstererek Komintern murahhaslarından Hamit Cevat yoldaşın aksi-inkılâpçılığa
(karşı devrimci) dair birtakım şeylerle itham ediyor.
Bakunin kabrinden kalkar
yazılan makaleyi okursa; milli zihniyet düşmanı beynelmilelci Bakunin, Paris
komünacısı Bakunin, anarşist Bakunin ve Birinci Enternasyonal müessisi Bakunin,
şakirdi Aka Gündüz’e derdi ki, nasıl olur da kendisini benim şakirdim olarak
telakki eden Aka Gündüz, Üçüncü Amele Enternasyonalini göremiyor ve onun
mümessili Zurin’i burjuvazi gözlüğü ile görerek marazi (hastalıklı) ve
mütereddi (alçalmış) bir adam olarak tanıtmak istiyor.
Bakunin derdi ki, Aka
Gündüz elindeki hangi vesikaya istinat ederek Moskova’dan gelen Komintern
vekillerine hücum ederken birde Moskova’dan para getirildiğini söylüyor ve
dilaltından ameleyi burjuvaziye, beynelmilel bir teşkilatın aleyhine tahrik
ediyor.
Şuurlu amelelerin sokak
gazetesi telâkki ettikleri Peyam-ı Sabah gazetesini hiç de ehemmiyet
vermeyeceklerini bilmiyor mu?
Amele ve komünistlere
Lenin diyor ki: Ne vakit burjuvazya ta’yib (ayıplama) ve tel’in (lanetleme)
ederse o vakit siz doğru hareket etmiş olacaksınız.
Biz burjuvazya matbuatının
komünistlere karşı olan itirazlarını pek tabii olarak telakki ederiz.
Komintern’in başında bulunan Zinovyef, kapitalist Almanya’ya gittiği zaman
buraya gelen Cevat, Zurin ve Sadul’lardan daha iyi bir istikbale uğramamıştı.
Bu pek tabii bir şeydir, herkes kendi sınıfı ve o sınıfın menfaatini müdafaa
eder.
Fakat anarşist olduğunu
duysaydı acaba Bakunin, Aka Gündüz’e ne derdi?
Ben zannediyorum ki
Bakunin’in söyleyebileceği cümle ancak şudur:
Anarşizm karargâhındaki
burjuva arabacısı, sen kendi makalenle tokadı Ahmet Cevat yoldaşa değil, belki
kendine vurdun.
Türkiye ameleleri anarşizm
maskesine bürünmek isteyen aksi-inkılâpçıları pekiyi surette fark ve temyiz
etmektedir.
Buna Aka Gündüz Beyefendi
hazretleri bervech-i peşin (peşinen) iman getirsinler.
Aynı zamanda bu noktayı da
dimağ-ı devletlerine nakış buyursunlar ki, anarşizmi komünizmin solunda telakki
eylemek hem komünizm hem de anarşizmi dolayısıyla da üstadı muhteremleri
Bakunin’i anlamamak, bilmemek, tanımamak demektir.
İlave etmek isterim ki:
Cahil ile nadanı (haddini bilmez) ile palyaço bir gazetenin “ciddidir” kaydıyla
mukayyed (kayıtlı) olmasına rağmen insanı güldüren sütunlarında yırtınmak bazen
insanı yanıltır da.
Hamiş (Not): Pek muhterem
devletlû, übbehetlû (azametli) Aka Gündüz Beyefendi Hazretleri makale
usturpalarında “Türkiye Komünist Partisi azaları kongrelerini tehir ettiler”
şeklinde bir iddiada bulunuyorlar da, sormaktan men-i nefs eyleyemedik. Acaba
hükümetin akdine muhalefet ettiği kongrenin tarafımızdan bila-ihtiyar
(kendiliğinden) tehirini ilandan maksat âli devletleri ne olabilir?
Sinameki Yoldaş
Hamit Erdem
2016
Dipnotlar:
[1] Meclis tarafından Dâhiliye Vekili seçilip sonra istifa ettirilen Nazım Bey
için o döneme ait iki konuda tartışma vardır. Birisi, Mustafa Kemal Paşa’nın
dile getirdiği ‘İngiliz casusluğu’ iddiaları ki; bu konu da Mustafa Kemal Paşa,
ortaya attığı suçlamadan sonra kendisi de iddiasının arkasında durmamış, hatta İstiklal
Mahkemesi bunu soruşturmaya gerek dahi duymamıştır. Diğer bir tartışma konusu
Sovyet elçisi Aralov’a dayandırılan; Nazım Bey’in ‘Rus yanlısı bir kabine’
kurmak için, Aralov’dan destek istediği iddialarıdır. Bu iddiaya kaynak olarak
gösterilen Büyükelçi Aralov’un anılarında böyle bir bölüm bulunmamaktadır.
[2]
Yeni Hayat dergisinin bulunan sayılarının günümüz Türkçesine çevrilmiş
bir tıpkıbasımı Türkiye Sosyal Tarih Araştırmaları Vakfı’nın yayın
programındadır.
Kaynaklar:
Yeni Hayat Dergileri
Sadi
Kerim, Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, İletişim Yayınları,
İstanbul 1994.
Akbulut
Erden -Mete Tunçay, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası, İletişim
Yayınları, İstanbul 2016.
Güran
Ali Engin, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası Yayın Organları I, Emek 1,
Yeni Hayat 1, 2, 3., Katkı Yayınları Belgesel Sosyalizm Serisi No:2, İstanbul
1976.
TKP
1920-1921 Dönüş Belgeleri 1-2, Tüstav Yayınları, İstanbul
2004.
Akşin
Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yayınları, İstanbul
1983.
Glasneck
Johannes, Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye, Onur Yayınları, İstanbul
1976.
Aralov
S. İ., Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları, Birey Toplum Yayınları,
Ankara 1985.
Harris
George S., Türkiye’de Komünizmin Kaynakları, Boğaziçi Yayınları,
İstanbul 1979.
Komintern
Belgelerinde Türkiye-1, Kurtuluş Savaşı ve Lozan, Kaynak
Yayınları, İstanbul 1977.
Tevetoğlu
Fethi, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ankara 1967.
Şen
Bilal, TKP’ye İlişkin Tarihsel Bir Tartışma, Toplumsal Tarih, Kasım
2000.
Şişmanov
Dimitr, Türkiye İşçi ve Sosyalist Hareketi, Belge Yayınları, İstanbul
1990.
Erdem
Hamit, 1920 Yılı ve Sol Muhalefet, Sel Yayıncılık, İstanbul 2010.
0 Yorum:
Yorum Gönder