07 Aralık 2023

,

Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası ve Yeni Hayat Dergisi



Yeni Hayat, 1922 yılının Mart ile Ekim ayları (yaklaşık 7-8 ay) arasında yayımlanmış Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın yayın organı olan bir dergidir.

Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın ilk kuruluşu 7 Aralık 1920’dir. Kuruluşundan sonra Hükümetin yoğun baskısıyla karşılaşmış ve faaliyetini 1 Şubat 1921’de durdurmak mecburiyetinde kalmış, ancak iki ay yaşayabilmiştir. Yöneticileri tutuklanmış ağır cezalar almıştır.

Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın ikinci kuruluşu 1922 yılının bahar aylarındadır.

Nitekim Büyük Millet Meclisi, “23 Eylül 1921 tarih ve 155 sayılı özel af kanunu ile Yeşil Ordu Cemiyeti ve Hafi Komünist Partisi teşkili suretiyle ve hükümeti devirme teşebbüsünde bulundukları gerekçesiyle; Ankara İstiklal Mahkemesi’nce, Ceza Kanunu’nun 46. Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun 12. maddeleri uyarınca 15’er sene kürek cezasına mahkûm edilen Tokat Mebusu Nazım, Baytar Binbaşı Hacıoğlu Salih, Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti’nden Ziynetullah Nevşirvanov ve üçer seneye mahkûm Emek gazetesi müdürü Abdülkadir ve tüccardan Hilmi ve bakkal Ahmed ve Sivrihisar İdadi Müdir-i Behram Lütfi ve gazete muharrirlerinden Mustafa Nuri ve sekiz seneye mahkûm gazete muharrirlerinden Nizamettin Bey ve efendilerin bakiye-i müddet-i cezaiyeleri affedilmiştir,” denilerek, serbest bırakılmışlardır.

27 Eylül 1921’de hapisten çıkan Yeşil Ordu, -Hafi- TKP ve Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın –ilk kuruluşunda görev alan- hapisteki yöneticileri kısa bir süre sonra partinin yeniden kurulması için harekete geçtiler.

Kemalist yönetimin, sol hareketin temsilcilerini ağır hapis ile cezalandırdıktan sonra, onların bu cezaları için yeniden af çıkarması Türkiye’nin yaşadığı o dönemin konjonktürü ile açıklanabilir.

Hükümeti sola karşı hiçbir hayat hakkı tanımayan pratiğinden, daha temkinli olmaya iten nedenleri şöyle sıralamak mümkündür:

Devletin, Batı ile uzlaşma ve Anadolu’da yeni Türk devletinin meşruluğunun kabul edilmesi için önemli kabul ettiği Londra Konferansı (27 Şubat 1921) herhangi bir sonuç alınamadan sona ermişti. Londra Konferansı’na katılan delegasyon daha yurda dönmeden Yunan Kuvvetleri’nin Anadolu’nun içlerine doğru yürüyüşleri başlamıştır.

İngiliz emperyalizmi, bir taraftan Türk-Sovyet yakınlaşmasını engellemek için gayret sarf ederken, diğer taraftan Türklerin Yunanlılar eliyle ezilmesi politikasına tam destek vermektedir.

Bu durum karşısında Kemalist yönetim yönünü yeniden Doğu’ya çevirmiş, Sovyet yardımı ve Sovyet dostluğu yeniden vazgeçilmez hale gelmiştir.

16 Mart 1921’de uzun süredir hazırlıkları yapılan (Türkiye-Rusya) Dostluk Anlaşması imzalanmış, anlaşmadan sonra Türkiye ile Sovyetler arasındaki ilişkiler en yüksek seviyesine çıkmıştır.

3 Mayıs 1921’de S. P. Natsarenus Sovyet elçisi olarak Ankara’ya gelmiş, bu dönemde Sovyetler’in Türkiye’ye askerî ve malî yardımları artarak devam etmiştir.

Sovyetler’le Türkiye’nin dostluğunu pekiştiren bir başka gelişme Kafkasya’daki Sovyet Cumhuriyetleri’yle kurulan diplomatik ilişkiler, imzalanan ikili anlaşmalardır. Bu kapsamda Sovyet Azerbaycan’ı temsilcisi İbrahim Abilov 12 Ekim 1921 günü Ankara’ya gelmiştir.

13 Ekim 1921’de Türkiye ile Transkafkasya Sovyet Cumhuriyetleri arasında Kars Anlaşması imzalanmış, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Sovyet Cumhuriyetleri ile imzalanan anlaşmalar, Türkiye’nin doğu sınırlarını güvenceye alarak tüm askerî faaliyetleri sona erdirdiği gibi, Sovyet yardımlarının sorunsuz ikmalinin yolunu da açmıştır.

13 Aralık 1921’de Ukraynalı General Mihail V. Frunze’nin, Sovyet delegasyonu başkanı olarak Ankara ziyareti başlamıştır. Türkiye’de yirmi üç gün kalan General Frunze, iki ülke arasındaki dostluğun geliştirilmesinde etkili olmuş, Mustafa Kemal ile cephede incelemelerde bulunarak harekât planları üzerinde görüşmelere de katılmış, 2 Ocak 1922 tarihinde ise Türkiye Ukrayna Dostluk Anlaşması imzalanmıştır.

1921 yılının son günlerinde ise Türk-Sovyet ilişkilerinin gelişmesinde önemli rolü olan S. İ. Aralov büyükelçi olarak atanmış ve 26 Ocak 1922’de Ankara’da göreve başlamıştır.

Burada önemli bir başka unsura da işaret etmek gerekir.

1922 başlarında Kemalist yönetim, kendisi açısından kaygılı bir dönem olarak kabul ettiği bir yıl öncesi şartlarından uzaklaşmış, konumunu sağlamlaştırmıştır.

Bir yıl önce; Mustafa Suphi ve yoldaşları öldürülmüş, komünizmi halkçı bir potaya dökmeye çalışan ve Yeşil Ordu’ya katılan Çerkes Ethem ve kuvvetleri de bertaraf edilmiştir. 1921 başındaki İstiklal Mahkemesi süreci meclis içinde ve dışındaki bütün ‘liberal, halkçı ve sol’ kesimi hapis tehditleriyle susturmuştur.

Komünist akımları bu şekilde budayan Kemalist yönetim, 1922 başında, Yunan Kuvvetleri’ne son darbeyi indirme arifesinde, Sovyet yardımlarının görünürdeki nedenlerle duraksamasını önlemek üzere hapisten çıkan komünistlerin yeniden örgütlenme girişimlerine ses çıkarmamıştır.

Yeni Hayat Dergisi ve THİF’nın 2. Kuruluşu

Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın ikinci kuruluş tartışmaları sürerken - Yeni Hayat- bu süreci hızlandırmış, derginin yayımlanma tarihi olarak Paris Komünü’nün kuruluşunun 51. yıldönümü olan 18 Mart (1922) tarihi seçilmiştir.

Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası yönetimi, Yeni Hayat dergisini ‘parti organı’, Mersin’de Ata Çelebi tarafından çıkarılan ‘Doğru Öz’ gazetesini ise Adana Bölge Komitesi gazetesi olarak düşünmüştür.

Yeni Hayat bu tarihten sonra: haftalık, 16 sayfa, ‘ilmi, içtimai, iktisadi ve siyasi mecmua’ alt başlığıyla Cumartesi günleri basılan bir dergidir. “Sahip ve müdür-i” Nazım Bey olmuştur.

İlk sayısında künyesindeki diğer bilgiler şöyledir:

İdarehane: Ankara, İmaret Mahallesinde Daire-i mahsusa.

İştirak Şartları: Yıllığı 450, Altı aylık 250, Tanesi 15 kuruş, Geçmiş Nüshalar 20 kuruştur.

Derginin 5. sayısından itibaren kapağının en üstünde: ‘Bütün Dünyanın Emekçileri ve Mazlum Halkı Birleşiniz’ ibaresi bulunmaktadır. 17. sayıdan itibaren ise ‘Halk İştirakiyun Fırkası Naşir-i Efkârı’ belgisi ilave edilmiştir.

Partinin kuruluş aşamasında tıpkı ilk kurulduğu 7 Aralık 1920’de olduğu gibi iki farklı ekip bir araya gelmiştir. Bunlardan ilki, Yeşil Ordu’dan ve Halk Zümresi’nden gelen Nazım Bey ve çevresidir. İkinciler ise, Hafi TKP’den gelen Salih Hacıoğlu’nun temsil ettiği Komintern politikalarını benimseyen ekiptir.

Tokat eski milletvekili Nazım Bey’in THİF’nın ikinci kuruluşunda da önemli bir ağırlığı olmuştur. Nazım Bey, gerek Salih Hacıoğlu gerekse de Sovyetler’in Ankara’daki diplomatik temsilcileri ve Komintern mensuplarıyla sürekli bir tartışma içinde olmuştur. Siyasetin içinde bulunduğu yıllarda ‘halkçı-komünist’ söylemi Kemalistlerin hışmına uğrayarak ‘Bolşevik, bozguncu, İngiliz casusu’ ilan edilmiş, Komintern temsilcilerinin gözünde ise ‘teslimiyetçi ve kariyerist’ olarak suçlanmıştır.

Ancak Nazım Bey, ittihatçı geçmişine rağmen –ittihatçı- ideolojiye mesafeli kalması, sonradan benimsediği solculuğu, örgütçü yeteneğine üst bürokraside görev yapmanın sağladığı üstünlük, içinden çıktığı Anadolu’nun ruhuna uygun ‘Halkçılık’ fikrine yatkınlığı, Nazım Bey’i Yeşil Ordu ve THİF örgütlemelerinde en önemli lider konumuna yükseltmiştir.[1]

THİF 28 Mart 1922’de kurulmuştur ve Kâtib-i Umumisi Nazım Bey’dir.

Partinin Merkez-i Umumisi, İcra Heyeti (Yürütme Kurulu) ve Riyaset Heyetinden (Başkanlık Kurulu) meydana gelmekteydi.

İcra Heyeti Üyeleri: Ziynetullah Nevşirvanov, Salih Hacıoğlu, Nazım Resmor, Riyaset Heyeti: Hilmi, Mehmet Şükrü, Affan Hikmet, Kenan’dan meydana gelmekteydi.

Birinci kuruluştaki ekipten Şeyh Servet Efendi bu defa kurucular arasında yer almamıştır.

Yeni Hayat dergisinin 1 Nisanda çıkan üçüncü sayısında ‘BMM Hükümetine Beyanname’ başlığıyla partinin kuruluşu duyurulmuş ve dünyaya bakışı şu şekilde özetlenmiştir.

“Marxsizm platformasında bulunan THİF’nın Türkiye sorunları hakkındaki görüşü; bütün dünya komünist fırkalarının ve onları kendi etrafında toplayan, mensup olduğumuz Üçüncü Komünist Enternasyonal’in de nokta-i nazarıdır.”

Partinin diğer belgeleri de yukarıdaki tespitleri teyit etmektedir. Yani THİF kendisini Marksist bir parti olarak tarif etmiş, kendini Komünist Enternasyonal’in doğal bir üyesi saymış ve Komintern’in bakış açısını benimsediğini duyurmuştur.

Ancak THİF Merkez-i Umumisi üyelerinin çoğunluğu Komünist Enternasyonal’e üye olmak için onaylanması istenen ‘21 şartı’ kabul etmemişlerdir. 21 Şart’ta temel alınan; proletarya eksenli, ideolojik olarak homojen, dar ve katı parti yapısının Anadolu’nun mevcut şartlarında uygulanamayacağını ileri sürmüşlerdir. Bu itirazın temelinde; kapitalizmin egemen, proletaryanın belirleyici olmadığı bir köylü toplumu olan -dönemin- Anadolu’sunda; emekçi ve yoksul sınıf ile katmanların tümünün kazanıldığı bir kitle partisi yaratmak fikri ağırlıklı olarak benimsenmiştir. Nitekim THİF’nin ilk kuruluşundan beri -bizzat- Salih Hacıoğlu, toplumun her sınıf ve kesiminin kazanılmasına yönelik bir “kitle” anlayışından söz etmektedir:

“Milletin her sınıf efradı (fertleri) tarafından hazmedilmeksizin yapılacak olan bir inkılâbın, herhalde birçok sarsıntılara sebep olacağını bildiğim için ve memleketimizin bu gibi sarsıntılara artık tahammülü kalmadığına kani bulunduğumdan, efrad-ı milletin (milletin fertlerinin) hangi sınıftan olursa olsun hepsine bilâ istisna komünizm esasları dâhilinde tenviratta (aydınlatma) bulunmayı bir vazife addetmişimdir.”

Bu durum; “halkçı-iştirakiyunu” savunan Nazım Bey ile “proletarya partisinden” ödün vermeyen -Komintern- temsilcisi Golman arasında gerilimli ilişkileri yeni bir boyuta taşımıştır.

Türkiye’deki Komintern temsilcileriyle Sovyetler’in diplomatik temsilcilerinin Türkiye’deki sol hareketin örgütlenmesine bakışları -o yıllarda- Sovyetler’deki mevcut tartışmalardan bağımsız değildir.

Nitekim Büyükelçi Aralov, Türkiye’deki komünist örgütlenmenin ülkenin -daha çok- kendi imkânlarına dayanmasını savunurken ve Türkiye’deki komünist hareketin oluşmasının her aşamasına müdahale eden Komintern görevlilerinin çalışmalarını onaylamamış ve bunu “maceracılık” olarak nitelendirmiştir.

Komintern temsilcisi Golman ise, THİF’nı dünya proleter devrimini gerçekleştirecek “Dünya Partisi”nin Türkiye Seksiyonu olarak görmekte ve parti örgütlenmesinde 1920’nin Türkiye şartlarını değil, Komintern’in hedeflerini gündeminin en üstüne yazmaktadır.

THİF lideri Nazım Bey’in bu süreçte her iki temsilciye iki temel eleştirisi vardır.

Büyükelçi Aralov’u “devletten devlete” olan ilişkilere gereğinden fazla önem atfetmek ve Türk komünistlerini anlamamak; Golman’ı ise maceracı ve sekter yöntemleriyle, “bu küçücük partiyi dev adımlarla yürütmeye çalışmakla” eleştirmiştir.

Nazım Bey ve THİF’nın Türkiye üzerine yukarıda değindiğimiz temel yaklaşımı -pratik olarak bir işe yaramasa da- bir başka Komintern temsilcisi tarafından aynen paylaşılmıştır.

1922 yılında Mersin’de bulunan Raevski’nin -Komintern’e- gönderdiği raporda dört önemli noktanın altı çizilmiştir.

Raevski özetle şöyle yazmaktaydı:

“Gerçek durumu ne kadar az bildiğimizi anlamak için Doğu’da işlediğimiz ilk hataları hatırlamak yeterli olsa gerek. O zamanlar biz, neredeyse uluslararası sosyal devrim sloganını yükseltmiş, kimi doğu ülkelerinde işçi ve köylülerin iktidarı ele geçirmelerini istemiştik. Biz Türkiye’de işçi sınıfı olmadığını, Türkiye’de yalnız üretime katılan, kendisini sınıf olarak hissetmeyen, sınıf bilincinden yoksun bir yığın bulunduğunu defalarca gözden kaçırmıştık.

Türkiye’de aydınlar genel olarak ilerici bir etmen. Aydınlar komünist etki altına girmiyor, onlar daha çok halkçı fikirlerin etkisi altında bulunuyorlar. Halkçılığın etkisiyle ulusal düşünce, aydınların kafasında kendiliğinden yayılıyor. Türk halkçıları köylülüğü örgütlemeyi, köyde kapsamlı reform yapmayı görevlerinin önüne koyuyor.

Önümüzdeki birkaç on yılda Türkiye’de işçi sınıfı fiili bir etken sayılamaz ve gerek işçi sınıfı, gerekse bir komünist teşkilat vasıtasıyla biz ülkenin politik yaşamını etkileyemeyiz.

Türkiye gibi ülkelerde Komintern’in 21 Şartı geçerli değildir. Dar sınıf partisi değil, ancak işçi-köylü-aydın kesimlerin talepleri doğrultusunda popüler bir programı olan halkçı-komünist bir kitle partisi yol alabilir.”

Kısaca Raevski bu ilginç mektubunda; “Komintern’in Doğu politikası yanlıştı, Türkiye’de Halkçılık politikasını küçümsedik, birkaç on yılda işçi sınıfı ülkenin politik hayatını etkileyemez ve Komintern’in 21 şartı buralarda geçerli olamaz” diye yazmaktaydı.

28 Mart 1922 tarihinde kurulan partinin kongresinin 15 Ağustos’ta yapılması planlanmıştır. Kongre için hükümet nezdinde gerekli girişimler yapılmış, yasal izinler alınmış, kongrenin yapılacağı tarih yaklaşınca Rauf Bey’in başbakan olduğu hükümet, kongrenin yapılmasını önlemek istemiştir.

Anlaşıldığına göre, hükümet hem parti üyelerine, hem de Ankara dışından güç koşullarda kongre için gelen delegeler üzerinde bir sindirme politikası izlemiştir. Sovyet diplomat Aralov’un Başbakan Rauf (Orbay), Komintern delegelerinin de Ali Fuat Paşa’yı kongrenin yapılmasına izin verilmesi yolundaki ziyaretleri bir işe yaramamıştır.

Bu sırada Kongre’nin yapılacağı sinema bilinmeyen bir nedenle yanmış/yakılmış ve kullanılamaz hale gelmiştir.

Hükümet, THİF Merkez Komitesi’nden; partinin feshedilmesini, bütün delegelerin isimlerini, geldikleri bölgeler ve bulundukları yerleri, bütün parti üyelerinin listesini, gelir ve gider hesaplarını, bütün kongre belgeleri ve taşra örgütlerine ait bilgileri 24 saat içinde teslim etmesini istemiştir.

Hükümet, polis ve basın yoluyla kongrenin yapılmaması için büyük bir baskı kurmuştur.

Örneğin Kayseri delegesi Osman Usta Ankara’da gözaltına alınmış, Zonguldak delegeleri yoldan geri döndürülmüş, Kilikya temsilcisi Mehmet Kadri Kastamonu’da tutuklanarak Ankara’ya getirilmiş, Hilmi askerî inzibat emriyle cepheye gönderilmiş, taşrada özellikle yayılan ‘Kongre yasaklandı’ haberiyle geciken Malatya delegeleri yoldan geri dönmüş, Yeni Hayat dergisi polis tarafından basılarak faaliyeti durdurulmuştur.

Bu ortamda gizli yapılan ve geceleri çalışan kongre; iki oturum halinde ilki, ‘16/17 Ağustos ve ikincisi 25/26 Ağustos 1922’ tarihlerinde gerçekleştirilmiştir.

Birinci oturum, Salih Hacıoğlu’na ait Keçiören’de bir bağ evinde, ikincisi Sovyetler’in elçilik binasında yapılmıştır.

Kongre’nin gösterdiği en önemli sonuçlardan birisi, Nazım Bey ve çevresinin hem partideki hem kongredeki ağırlığının bir kez daha ortaya çıkmasıdır.

Komintern temsilcilerinin ve Sovyet diplomatlarının engellemelerine ve Salih Hacıoğlu ekibini açıktan desteklemelerine rağmen, Nazım’ın parti içindeki etkisi kırılamamış, Komintern temsilcisi Golman’ın deyişiyle, ancak “iki oturum harcadıktan” sonra Salih’in Merkez Komitesi Sekreteri seçilmesi sağlanmıştır.

1922 yılının Ağustos, Eylül ve Ekim aylarında THİF’nın kapatılmasına giden süreçte yaşananlar ve gelişmeler şöyledir:

26 Ağustos 1922 tarihinde gizli olarak ve güç koşullarda kongre toplayan THİF, kongrenin hemen ertesinde hükümetin ‘partiyi feshedin’ baskısıyla karşı karşıya kalmıştır.

Başbakan Rauf Bey, partinin 24 saat içinde feshedilmesini, bu kararın da parti Merkez Komitesi’nce alınmasını istemiştir.

Bu istek THİF tarafından kabul edilmemiş, parti buna cevaben bir bildiriyle durumun kabul edilmeyeceğini bildirmiştir.

Bu yasaklanma sürecinde, THİF’nın en önemli faaliyetlerinden birisi de Mersin’de gizli olarak yapılan Kilikya (Çukurova) Fabrika ve İşletme Temsilcileri Birinci Konferansı’nı gerçekleştirmesidir.

6-7 Ekim tarihlerinde düzenlenen konferans, Çukurova’daki irili ufaklı fabrika ve işletmelerden gelen temsilcilerle gerçekleştirilmiştir.

Kilikya Konferansı’ndan sonra sessizliğini bozan hükümet 19 Ekim 1922 tarihinde THİF üyesi 20 kişiyi tutuklayarak yeni bir yargılama süreci başlatmıştır.

19 Ekim 1922 tutuklamalarıyla başlayan ve Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın kapatılmasıyla sonuçlanan süreçte mahkeme safhası 28 Mayıs 1923 tarihinde sona ermiştir.

Mahkeme 46 sanıklıdır. Sanıklardan yalnız altısının, “Nazım, Kenan, Ahmet Hilmi, Nizamettin Nazif, Baytar Osman’ın” Ceza Kanunu’nun 66. maddesine göre, tutuklu kaldıkları müddet mahsup olmak üzere 3’er ay, Salih Hacıoğlu ise 3,5 ay hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir.

Cezalar bu defa kısa süreli ve semboliktir. Ancak Ankara’da artık “yasal sol siyasetin” mümkün olmayacağını göstermektedir.

Nitekim Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın kongresinin yasaklandığı, kapatıldığı ve genel olarak da tüm solun yasadışı ilan edildiği 1922 yılının sonbaharı; artık Yunan harbinin bittiği, Sovyet yardımına gerek kalmadığı, emperyalist Batı’nın Türkiye’yi siyasi bir güç olarak tanıdığı, yeni Türkiye’nin de kapitalist sistem içinde kalacağına kanaat getirdikleri dönemdir.

Yeni Hayat Dergisi

Yeni Hayat dergisi bu koşullarda yayımlanmıştır.

Yeni Hayat’ta haftalık bir derginin boyutlarını zorlayan, çok farklı alanlarda yazılar yer almıştır. Başmakale görevi yüklenen deneme türünde yazılar, partinin somut bir konu hakkındaki görüşlerini açıklayan makaleler, komünist-devrimci kişilere ait tanıtım biyografileri, propagandif ve heyecan yüklü makaleler, şiirler, hikâyeler, 66 THİF ve Yeni Hayat Dergisi Marksist literatürün önemli konularını anlatan teorik çeviriler, Komünist Enternasyonal meclislerinde tartışılan konular ile ilgili yazılar, farklı ülkelerden siyasi ve ekonomik içerikli bilgilendirmeler, emek dünyasına ait haberler, anmalar ve yorumlar vb. yer almıştır.

Yeni Hayat’ın 26 sayı yayımlandığı sanılmaktadır. Yeni Hayat’ın 19, 22, 23, 24, 25 ve 26. sayıları, toplam (6 sayıya) şimdilik ulaşılamamıştır ve hâlâ bulunmayı beklemektedir. 21. sayının kapağı (yanlışlıkla) (Sayı: 20) olarak basılmıştır. Derginin iç sayfaların üstünde ise (Sayı: 21) ibaresi bulunduğundan, o sayının kapaktaki hata dışında 21. sayı olduğu anlaşılmaktadır.

1922’nin sonbahar aylarında THİF, dolayısıyla Yeni Hayat üzerindeki hükümet baskısının yoğunlaştığı, Komintern’in Ankara temsilcisi Golman ile Salih Hacıoğlu’nun raporlarına yansıyan notlardan (21, 22 ve 23. sayılara yapılan göndermeler) anlaşılmaktadır.

Yeni Hayat’ın son sayısı herhalde 26. Sayıdır. G. Harris ve F. Tevetoğlu’na göre; Yeni Hayat’ın bu sayısında Nizamettin Nazif (Tepedelenlioğlu) tarafından yazılan ve Başbakan Rauf’u (Orbay) hedef alan, “Başvekilin Enseköküne Bir Şaplak” başlıklı yazının derginin kapatılmasına neden olduğu yazılmaktadır. Bu bilgiler ışığında Yeni Hayat, Ekim sonlarında kapatılmış olmalıdır.[2]

Yeni Hayat’ın 21. Sayısından “Tadımlık” Bir Makale

Peyam-ı Sabah’tan gazeteci Aka Gündüz köşesinde; –kendisinin– Bakunin’in öğrencisi olduğunu söyleyerek, Komintern adına THİF kongresi için Türkiye’ye gelen Türk komünistlerinden Cevat, Fransız komünistlerinden Sadul, Rus komünistlerinden Zurin hakkında bazı iddialar ileri sürmüştür. Yeni Hayat’taki yazı bunun üzerine yazılmıştır.

* * * *

Kapud Olduğuna Bakmayın Ciddidir Ha!
Bakunin’den Talebesi Olduğunu İddia Eden Aka Gündüz Beyefendinin Çıplak Ensesine Birinci Şaplak!..
Amelelere hayat olan şey burjuvalara ölümdür.
Bir İngiliz darb-ı meseli

Peyam-ı Sabah’ın son numaralarında Aka Gündüz Efendi “Birinci Tokat” unvanlı baş makalesinde kendisini Bakunin’in şakirdi (çırağı) olduğunu göstererek Komintern murahhaslarından Hamit Cevat yoldaşın aksi-inkılâpçılığa (karşı devrimci) dair birtakım şeylerle itham ediyor.

Bakunin kabrinden kalkar yazılan makaleyi okursa; milli zihniyet düşmanı beynelmilelci Bakunin, Paris komünacısı Bakunin, anarşist Bakunin ve Birinci Enternasyonal müessisi Bakunin, şakirdi Aka Gündüz’e derdi ki, nasıl olur da kendisini benim şakirdim olarak telakki eden Aka Gündüz, Üçüncü Amele Enternasyonalini göremiyor ve onun mümessili Zurin’i burjuvazi gözlüğü ile görerek marazi (hastalıklı) ve mütereddi (alçalmış) bir adam olarak tanıtmak istiyor.

Bakunin derdi ki, Aka Gündüz elindeki hangi vesikaya istinat ederek Moskova’dan gelen Komintern vekillerine hücum ederken birde Moskova’dan para getirildiğini söylüyor ve dilaltından ameleyi burjuvaziye, beynelmilel bir teşkilatın aleyhine tahrik ediyor.

Şuurlu amelelerin sokak gazetesi telâkki ettikleri Peyam-ı Sabah gazetesini hiç de ehemmiyet vermeyeceklerini bilmiyor mu?

Amele ve komünistlere Lenin diyor ki: Ne vakit burjuvazya ta’yib (ayıplama) ve tel’in (lanetleme) ederse o vakit siz doğru hareket etmiş olacaksınız.

Biz burjuvazya matbuatının komünistlere karşı olan itirazlarını pek tabii olarak telakki ederiz. Komintern’in başında bulunan Zinovyef, kapitalist Almanya’ya gittiği zaman buraya gelen Cevat, Zurin ve Sadul’lardan daha iyi bir istikbale uğramamıştı. Bu pek tabii bir şeydir, herkes kendi sınıfı ve o sınıfın menfaatini müdafaa eder.

Fakat anarşist olduğunu duysaydı acaba Bakunin, Aka Gündüz’e ne derdi?

Ben zannediyorum ki Bakunin’in söyleyebileceği cümle ancak şudur:

Anarşizm karargâhındaki burjuva arabacısı, sen kendi makalenle tokadı Ahmet Cevat yoldaşa değil, belki kendine vurdun.

Türkiye ameleleri anarşizm maskesine bürünmek isteyen aksi-inkılâpçıları pekiyi surette fark ve temyiz etmektedir.

Buna Aka Gündüz Beyefendi hazretleri bervech-i peşin (peşinen) iman getirsinler.

Aynı zamanda bu noktayı da dimağ-ı devletlerine nakış buyursunlar ki, anarşizmi komünizmin solunda telakki eylemek hem komünizm hem de anarşizmi dolayısıyla da üstadı muhteremleri Bakunin’i anlamamak, bilmemek, tanımamak demektir.

İlave etmek isterim ki: Cahil ile nadanı (haddini bilmez) ile palyaço bir gazetenin “ciddidir” kaydıyla mukayyed (kayıtlı) olmasına rağmen insanı güldüren sütunlarında yırtınmak bazen insanı yanıltır da.

Hamiş (Not): Pek muhterem devletlû, übbehetlû (azametli) Aka Gündüz Beyefendi Hazretleri makale usturpalarında “Türkiye Komünist Partisi azaları kongrelerini tehir ettiler” şeklinde bir iddiada bulunuyorlar da, sormaktan men-i nefs eyleyemedik. Acaba hükümetin akdine muhalefet ettiği kongrenin tarafımızdan bila-ihtiyar (kendiliğinden) tehirini ilandan maksat âli devletleri ne olabilir?

Sinameki Yoldaş

Hamit Erdem
2016

Dipnotlar:
[1] Meclis tarafından Dâhiliye Vekili seçilip sonra istifa ettirilen Nazım Bey için o döneme ait iki konuda tartışma vardır. Birisi, Mustafa Kemal Paşa’nın dile getirdiği ‘İngiliz casusluğu’ iddiaları ki; bu konu da Mustafa Kemal Paşa, ortaya attığı suçlamadan sonra kendisi de iddiasının arkasında durmamış, hatta İstiklal Mahkemesi bunu soruşturmaya gerek dahi duymamıştır. Diğer bir tartışma konusu Sovyet elçisi Aralov’a dayandırılan; Nazım Bey’in ‘Rus yanlısı bir kabine’ kurmak için, Aralov’dan destek istediği iddialarıdır. Bu iddiaya kaynak olarak gösterilen Büyükelçi Aralov’un anılarında böyle bir bölüm bulunmamaktadır.

[2] Yeni Hayat dergisinin bulunan sayılarının günümüz Türkçesine çevrilmiş bir tıpkıbasımı Türkiye Sosyal Tarih Araştırmaları Vakfı’nın yayın programındadır.

Kaynaklar:
Yeni Hayat Dergileri

Sadi Kerim, Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, İletişim Yayınları, İstanbul 1994.

Akbulut Erden -Mete Tunçay, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası, İletişim Yayınları, İstanbul 2016.

Güran Ali Engin, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası Yayın Organları I, Emek 1, Yeni Hayat 1, 2, 3., Katkı Yayınları Belgesel Sosyalizm Serisi No:2, İstanbul 1976.

TKP 1920-1921 Dönüş Belgeleri 1-2, Tüstav Yayınları, İstanbul 2004.

Akşin Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yayınları, İstanbul 1983.

Glasneck Johannes, Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye, Onur Yayınları, İstanbul 1976.

Aralov S. İ., Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları, Birey Toplum Yayınları, Ankara 1985.

Harris George S., Türkiye’de Komünizmin Kaynakları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1979.

Komintern Belgelerinde Türkiye-1, Kurtuluş Savaşı ve Lozan, Kaynak Yayınları, İstanbul 1977.

Tevetoğlu Fethi, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ankara 1967.

Şen Bilal, TKP’ye İlişkin Tarihsel Bir Tartışma, Toplumsal Tarih, Kasım 2000.

Şişmanov Dimitr, Türkiye İşçi ve Sosyalist Hareketi, Belge Yayınları, İstanbul 1990.

Erdem Hamit, 1920 Yılı ve Sol Muhalefet, Sel Yayıncılık, İstanbul 2010.

0 Yorum: