06 Aralık 2023

Herzl’in Sömürgeci Fikri

Theodor Herzl, 1896’da yazdığı Der Judenstaat’ta[1] (“Yahudi Devleti”) Filistin’de kurulacak bir Yahudi devletine dair Siyonist vizyonunu ortaya koyarken, planının hem “mevcut egemen otorite”, yani Osmanlı sultanı, hem de yeni devletin “himayesi altında” ortaya çıkıp varlığını sürdüreceğini söylüyor, onun Avrupalı sömürgeci güçler için faydalı bir girişim olacağına vurgu yapıyordu:

“Sultan Hazretleri bize Filistin’i verirse, Türkiye’nin mali sorunlarını çözmeyi teklif edebiliriz. Avrupa için, orada Asya’ya karşı bir kale duvarının parçasını oluşturur, barbarlığa karşı uygarlığın ileri karakolu olarak hizmet ederdik.”

Bugün politik Siyonizmin kurucusu olarak anılan Herzl, Avusturya-Macaristanlı bir avukat, yazar ve gazeteciydi. Herzl, Siyonist planının bu ilk ifadesinde hareketini belirgin ölçüde Avrupa yerleşimciliğiyle tanımlı bir proje olarak konumlandırıyordu: Osmanlı hükümetinden istediği şeyse topraktı. Osmanlıların dolaylı yollardan satarak devredeceği bu toprak, Yahudi egemenliğinin tesisi için kullanılacaktı. Daha da önemlisi, uygulanacak politikanın yön verici ideolojik modeli ve hamisi, Avrupa olacaktı.

Sürecin ve politikanın iç yüzünü ortaya koyan İsrail: Sömürgeci-Yerleşimci Bir Devlet mi? isimli öncü çalışmasında Fransız Marksist tarihçi ve sosyolog Maxime Rodinson, Herzl’in önermelerinin “sömürgeci bir olgu” olarak, Siyonizmin apaçık tezahürü olduğunu tespit ediyor:

“Siyonizmi Avrupa’nın emperyalist politikaları çerçevesine oturtmak için bundan daha iyi bir kaynak bulunamazdı.”[2]

Her ne kadar Herzl, Babıali ile doğrudan görüşmeler yoluyla Filistin’i elde etmeye çalışsa da, ittifakını başından beri ve kesin olarak emperyalist Avrupa ile kurmuştu. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’dan çekilmekte olduğu, kamuoyunda iyi bilinen bir kamu borcu krizinin çilesini çektiği ve içte imparatorluk otoritesine yönelik gelişen milliyetçi itirazlarla birlikte daha da zayıfladığı bir dönemde, Herzl’in hareketini konumlandırması, yalnızca varsayılan bir ideolojik akrabalık açısından açıklanamaz; o, aynı zamanda dönemin dünya gücünün merkezi olarak kabul ettiği şeyin yanındaydı. Rodinson, konuyla ilgili şunları söylüyor:

“Siyonist perspektif, kaçınılmaz olarak, Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu’na, büyük güçlerin rekabeti nedeniyle tamamen parçalanması ertelenen, ama bu arada her türlü müdahaleye, baskıya ve tehdide maruz kalan bu ‘hasta adama’ yönelik saldırısı çerçevesi dâhilinde geliştirildi. Bir emperyalist ortamdan söz edeceksek bu, tam da Siyonizmin geliştiği ortamdır.”

Herzl'e göre, bu güçlerin desteği, ancak Siyonist davanın “onlar için bir anlam ifade etmesi”, başka bir deyişle, gerçekleşmesinin kendi çıkarlarına hizmet ettiğini görmeleri hâlinde garanti edilebilirdi. İşte bu nedenle Herzl’in benzer diğer sömürgeleştirme projelerinin izinden giden Avrupalı yerleşimci bir sömürge girişimi olduğuna dair Siyonizm tasviri, onun Hıristiyan-sömürgeci Avrupa’ya tanıtılmasında kilit nokta hâline geldi. Rodinson’ın ifadesiyle:

“Siyonistlerdeki Avrupacılık, onların planlarını, her bir gücün kendi hesabına geliştirdiği Avrupa yayılmacılığı denilen aynı hareketin parçası olarak takdim etmelerini sağladı.”

Gerçekten de yazıları ve konuşmaları boyunca Herzl, Siyonist fikri özünde sömürgeci bir fikir, yani Avrupa ve hatta tüm “medeni” dünya için kazanımlar içeren bir fikir olarak sunuyordu: Kitabında “Dünya bizim özgürlüğümüzle özgürleşecek, zenginliğimizle zenginleşecek, büyüklüğümüzle yücelecek” diyordu. 1899’da Londra’da yaptığı bir konuşmada, uygarlaştırma misyonu denilen sömürgeci dilini yineliyor, bu dili emperyalist Britanya’nın özel çıkarlarına bağlıyordu:

“Biz, kültürü Doğu’ya taşımak istiyoruz. Ayrıca Avrupa, bizim bu çalışmamızdan bir kez daha kazançlı çıkacak. Yeni ticaret yolları yaratacağız ve bu yollarla Asya’da mülklere sahip olan İngiltere’den daha fazla kimse ilgilenmeyecek. Hindistan’a giden en kısa yol Filistin’den geçiyor.”

Konuşmasının devamında Herzl, Siyonist hareketin Britanya’nın öncülük ettiği ilerleme ve sanayinin yeni ruhuyla hareket edeceğini söylüyordu:

“Kıtadan gelen zavallı bir barbar olarak İngilizlere ilerleme ve sanayi hakkında ne söyleyebilirim ki? Onlar, tüm teknik başarılarda bizden üsttedir, tıpkı sömürgeci yayılmanın gerekliliğini ilk görenlerin onların büyük politikacıları olması gibi. İşte tam da bu sebeple Büyük Britanya bayrağı her denizin üzerinde dalgalanıyor.”

Herzl, konuşmasını, İngiliz dinleyicilerine ortak sömürgeci-ilerici bakış açısını temel alan şu çağrıyı yaparak bitiriyordu:

“Dolayısıyla, ben burada, İngiltere’de sömürgeci bir fikir olarak Siyonist fikrin kolaylıkla ve çabucak idrak edilmesi, onun sömürgeciliğin en modern biçimi olduğunun anlaşılması gerektiğini düşünüyorum.”

Bir yıl sonra Herzl, bu çağrısını Londra’da toplanan dördüncü Siyonist Kongresi’nin açılış konuşmasında yineledi:

“İngiltere, kudretli İngiltere, yedi denizi teftiş eden gözleriyle özgür İngiltere bizi ve arzularımızı anlayacaktır.”

Herzl’in retoriğinde ilerleme, uygarlık ve sömürgecilik kavramları, o dönem için alışılmadık bir şekilde bir araya geliyordu: Büyük Britanya’yı modernitenin öncüsü olarak nitelendirilmesine neden olan, tam da onun sahip olduğu uçsuz bucaksız imparatorluktu. Sömürgelerdeki sömürü konusunda elde ettiği başarı, İngiltere’nin teknolojik ve ticari ilerlemesinin bir tezahürüydü. Herzl’in sık sık dile getirdiği İngiliz hayranlığı da burada yatıyordu.[3] Herzl’in Der Judenstaat’ta ısrarla vurguladığı gibi, onun Siyonist “toprak mülkiyeti” ve Yahudi yerleşimi planı, “bilimsel ilkelere” göre gerçekleştirileceğinden, İngiliz modelini takip edecekti; Siyonizm, “en modern biçimiyle” sömürgecilik olacaktı. Bu yeni yaklaşımı, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Kaliforniya’daki eski, kaotik ve “yağmacı” altın arama girişimlerini, “artık romantik serserilerin olmadığı, bunun yerine, aklı başında jeologların ve mühendislerin altın endüstrisini yönettikleri” İngilizlere ait Güney Afrika kolonisi Transvaal’daki yeni gelişen altın madenciliği sanayii ile kıyaslayarak örneklendirmekteydi. Herzl konuşmasını şu şekilde bitiriyordu:

“Dolayısıyla, Yahudiler için yeni topraklar araştırılmalı, bu topraklar bugün yapılacak her türden yardımla temellük edilmeli.”

Herzl bununla da kalmadı. Yeni Yahudi devleti, zamanla sadece Büyük Britanya’yı değil, tüm Avrupa’yı ve hatta “Yeni Dünya”yı en modern ulus olarak geride bırakacaktı. İlk kez 1902’de yayımlanan ve kitapta Filistin'de bir Yahudi devleti (“commonwealth”) olarak tanımlanan şeyin yaratılışını ve doğasını ayrıntılarıyla özetleyen ütopik Siyonist romanı Altneuland’da (“Eski Yeni Ülke”), bu devlete gelen Avrupalı ziyaretçiler, Doğu’nun ortasındaki bu toprak parçasında “en güncel teknik aletleri” bulduklarında şaşırıyorlardı. Ülkenin son teknoloji ürünü elektrikli tren ağı karşısında şaşkına dönen ziyaretçilerden biri, yıllar önce Amerika’ya göç etmiş bir Alman asilzadesi (aslında kendisinden “Amerikalı” olarak bahsediliyor) şunu söylüyordu: “Siz çok kurnaz bir milletsiniz. Siz, son model makinelerle gezerken, bizi eski hurda demirlerle baş başa bıraktınız!”

Topluluğun yönetim organı olarak işlev gören ve manidar bir şekilde “Yeni Toplum” olarak adlandırılan topluluğun temsilcileri arasında bir mimar, bir bilim insanı ve bir doktor, kısacası Herzl’in başarılı bir modern kolonizasyonun merkezine yerleştirdiği teknokratlar bulunmaktadır. Bu temsilciler, sıra kendilerine geldiğinde, “kuşkucu” misafirlerine, gördüklerinin yeni olmadığını, yalnızca “daha önce var olan şeylerin yeni düzenlenmiş hâli” olduğunu açıklıyorlar. Avrupa’nın “eski düzeninde” bu yeni gelişmeler ve yöntemler “düzensiz ve uyumsuzdur”; buna karşılık Filistin’de, “kalıtsal sakıncaları olmayan”, yani “kalıtsal yüklerden tamamen arınmış”, gerçekten yeni bir toplum inşa edilebilir:

“Baştan başlamanın en büyük avantajlarından biri de buydu. Burada her şey, ilkel ve bakımsız bir durumda olduğu için, en modern teknik aletleri hemen kurmak mümkün olmuştu. Şehir planlamasında da aynı durum geçerliydi [...]; demiryollarının inşasında, kanalların kazılmasında, tarımın ve sanayinin topraklarda kurulmasında da benzer bir süreç işlemişti. Ülkeye akın eden Yahudi yerleşimciler, tüm medeni dünyanın deneyimlerini de beraberlerinde getirmişlerdi.”

Yahudi yerleşimcilerden biri şunu söylüyor: “Şimdi Filistin örnek bir ülke”. Herzl daha Der Judenstaat’ta, gelecekteki yaratımının hem en yeni bilimin hem de en yeni sosyo-politik fikirlerin uygulanacağı bir “deneysel ülke ve model ülke” olduğunu vurgulamıştı. Altneuland’ın Yeni Toplumu, Herzl’in kapitalizm ve sosyalizm arasında ideal bir orta yol olarak kavramsallaştırdığı birbirine bağlı kooperatiflerden oluşan sisteme ya da “mutualizme” dayanıyordu: “Burada birey, ne kapitalizmin değirmen taşları arasında öğütülmektedir, ne de başını sosyalist tesviyeye kurban vermektedir.”

Çarpıcı bir şekilde, “Yeni Toplum” ifadesi, Altneuland’ın orijinal Almanca baskısında İngilizce hâliyle yer almaktadır. Gerçekten de Herzl, Siyonist kariyeri boyunca ısrarla temel Siyonist örgütler olarak bir “Yahudiler Cemiyeti” ve “Yahudi Şirketi” önerecektir. Burada Herzl, birden fazla dil bilmesine ve İngilizce bu diller içerisinde en hâkim dil olmamasına rağmen, metinde nedense tuhaf bir biçimde terimlerin İngilizce karşılıklarını kullanmaktadır. Ayrıca bu kurumların Londra’da kurulacağı düşünülürse, Herzl’in bu ifadelerin İngilizce hâllerini kullanması, esasında onun yakından incelediği İngiliz sömürgecilik tarzını taklit etme isteğinin bir başka kanıtıdır. Bu yönelim, hükümetin belirli bir bölgenin keşfi, ticareti ve/veya yerleşimi için bir şirkete imtiyaz verdiği “imtiyazlı şirket” şeklindeki İngiliz kolonizasyon modelindeki ısrarında çok açık bir şekilde öne çıkmaktadır. Altneuland’da Yahudi devletini yaratan araç, bir “anonim şirket”, “Filistin'in Kolonizasyonu için kurulan Yeni Cemiyet” idi; ancak daha sonra, bize söylendiğine göre bu şirket, kooperatif “Yeni Cemiyet'e evrildi. Herzl, hikâyede Hristiyan Avrupa-Amerika’nın eleştirel, bazen de tepeden bakan sesi olarak işlev gören Alman-Amerikan aristokrat karakteri Kingscourt ağzından, bu yaklaşımı kanıtlanmış ve pragmatik bir yöntem olarak över: “Tarihte kolonizasyon için bu tür anonim şirketler birçok kez kurulmuşlardır.” Bu anlamda “Doğu Hindistan Şirketi tümüyle kötü bir deneyim değildir.”[4] Böylesi bir şirketi her türden Yahudi yerleşimi için önkoşul olarak gören yaklaşımı, onu bu tür bir destek ve himaye olmaksızın derhal kolonizasyon çalışmalarına başlama çağrısı yapan pratik Siyonistlerle karşı karşıya getirmektedir.

On dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başlarında “Afrika için Mücadele” olarak adlandırılan yıllarda, sözleşmeli şirket sömürgeci sömürü için en popüler araç hâline gelmiş ve sömürgeciliğin önemli oyuncularının büyük bir kısmı tarafından benimsenmişti. Bunu dikkate alan Herzl’in gözünde, Siyonist girişimi için hangi Avrupalı gücün kendisiyle sözleşme imzalayacağının bir önemi yoktu. Herzl, 1898 Eylül’ünde Viyana’daki Alman büyükelçisiyle yaptığı ve Kayzer II. Wilhelm’le bir görüşme ayarlamayı umduğu görüşmede, büyükelçiye Britanya’nın sömürgeci gücüne rağmen, aslında imparatorluk sponsoru olarak Almanları tercih edeceğini söylüyordu. Günlüğüne şunları not etmişti:

“[…] Sanırım [Büyükelçi] üzerinde en güçlü etkiyi şu sözlerimle bıraktım: ‘Elimizde bir hareket var; güçlerden birinin ya da diğerinin bunu destekleyeceğini umuyorum. Başlangıçta bunun İngiltere olacağını düşünmüştüm. Tabiatı gereği İngiltere harekete illaki destek sunacaktır. Ama Almanya’nın desteğini alsaydık, benim için daha da hoş olurdu. Günümüz Yahudileri, ağırlıklı olarak Alman kültürüne sahiptirler. Ama bunu Alman Büyükelçiliği’nde çalıştığım için değil, gerçek olduğu için söylüyorum. İki Basel Kongresi’nin resmi dili, bunun kanıtı.”

Kişisel geçmişi nedeniyle Herzl’in içine en çok da “Alman kültüründe kök salmış Yahudi devleti” fikrini sindirdiği tespiti, kesinlikle doğru. Ancak öte yandan, Yahudilerdeki baskın Alman karakterine dair iddiası, gerçek olmaktan ziyade, hüsnükuruntudan ibaretti.[5] Herzl, Siyonist planın gerçekleşmesi için gerekli sayıyı sağlaması gerektiğini bildiği Doğu Avrupa Yahudilerinin çok farklı ve yaygın kültürünün son derece farkındaydı. Herzl’in “Ostjuden”e (Doğu Avrupa Yahudilerine atıfta bulunmak için sıklıkla aşağılayıcı bir şekilde kullanılan bir terim, “Doğu Yahudileri” anlamına geliyor) karşı tutumu oldukça kararsızdı: Onlar, Herzl için “Yahudi sorununun” hem nedenini hem de çözümünü temsil ediyordu. Onlar, yoksullukları ve gördükleri zulümler sebebiyle, ulusal restorasyon çabasını sürdüren ve bu nedenle Yahudi ulusal karakterinin taşıyıcıları olan yoksul kardeşleri, “dilenciler ve açlar”dı. Aynı zamanda, Herzl’in gözünde onları geri kalmış, kusurlu ve reforma muhtaç kılan da tam olarak 'Yahudilikleriydi” (başka bir ifadeyle, Musevilikleriydi). Hatta Herzl, bazı Yahudilerin reforma tabi tutulamayacak hâlde olduğuna inanıyordu. Bu kişilerdeki yozlaşma, ona göre tümüyle farklı bir ırka mensup olduklarının alametiydi.

Nora Scholtes

[Kaynak: “ ‘Bulwark against Asia: Zionist Exclusivism and Palestinian Responses”, 2015 Kent Üniversitesi Postkolonyalizm Çalışmaları Doktora Tezi]

Dipnotlar:
[1] Der Judenstaat: Text und Materialien, 1986 bis heute. Yayına Hz.: Ernst Piper. Philo Verlag, 2004.

[2] 1967 tarihli “Sömürgeci Bir Olgu Olarak İsrail” başlıklı makalesinde Rodinson, Siyonizmi ve İsrail’i sömürgecilik, daha da özelde, yerleşimci sömürgecilik bağlamına oturtan ilk “Batılı” akademisyen olarak çıkar karşımıza. Makalenin özgün Fransızca hâli Les Temps Modernes dergisinin Haziran 1967 tarihli “İsrail-Arap Çatışması” başlıklı özel sayısında yayımlanır. 1973’te makale İngilizce olarak Israel: A Colonial-Settler State? başlıklı kitaba alınır. Burada makalenin 1973 tarihli İngilizce baskısına atıfta bulunulmaktadır.

[3] Mark Levene’in çıkarımına göre, “bildiğimiz kadarıyla Herzl, Britanya’ya, özellikle sanayisine, ticaretine ve yayılmacı dünya gücüne yönelik merak ve ilgisini hiç saklamayan bir isimdi.” [“Herzl, the Scramble, and a Meeting that Never Happened: Revisiting the Notion of an African Zion”. “The Jew” in Late-Victorian and Edwardian Culture: Between the East End and East Africa. Yayına Hz.: Eitan Bar-Yosef ve Nadia Valman. Basingstoke: Palgrave Macmillan, 2009. 212.] Desmond Stewart [Herzl: Artist and Politician. Londra: Hamish Hamilton, 1974] ve Eitan Bar-Yosef [“A Villa in the Jungle: Herzl, Zionist Culture, and the Great African Adventure”. Theodor Herzl: From Europe to Zion. Yayına Hz.: Mark H. Gelber ve Vivian Liska. Tübingen: Max Niemeyer, 2007. s. 85-102.] de kendi çalışmalarında benzer ifadelere başvuruyorlar. Ayrıca bkz.: Steven Beller, “Herzl’s Anglophilia”, Yayına Hz.: Robertson ve Timms, Theodor Herzl and the Origins of Zionism, s. 54-61.

[4] Kimi iddialara göre Herzl, Kingscourt’u yazarken aklında Kayzer II. Wilhelm vardı. Yahudi yerleşimi öncesi Friedrich ve Kingscourt’un Filistin’e ilk ziyareti esnasında Kingscourt bu çorak toprakların dönüştürülebileceğine dair inancını dile getiriyor: “Bu ülke, harika bir geleceğe sahip olacaksa ona gölge ve su lazım.” Bu cümlenin aynısını Kayzer, 1898’de Filistin’de yapılan toplantıda Herzl’e söylüyor. (Bkz.: Herzl, Altneuland: Ein Roman von Theodor Herzl. Yayına Hz.: Goldberg ve Seelig, 1962, s. 33-34.) Romanda Kingscourt’un cümlesi, bir yandan da Siyonist plana otorite sahibi Avrupalı bir ismin onay verdiğini ifade ediyor, oysa Herzl ile Kayzer arasındaki diyalogun alt metni başka bir şey söylüyor. 1967’deki bir sayısında bu görüşmeyi kapağına taşıyan Der Spiegel dergisi, bu temasın Herzl açısından utanç verici bir olay olarak cereyan ettiğini söylüyor. Daha önce İstanbul’da yaptıkları ilk toplantıda Siyonist lidere Osmanlı Sultanı ile görüşme ayarlanması konusunda Kayzer tarafından güvence verilmişken, Kayzer, bu sefer hava durumuna dair yüzeysel bir açıklamada bulunarak Herzl’i başından savıyor. Makalede iki adam arasındaki diyalog şu şekilde aktarılıyor: “Hava çok sıcak, ama ülkenin de bir geleceği var. Buranın suya, hem de çok suya ihtiyacı var”. Herzl, bu söze itaatkâr bir üslupla şu cevabı veriyor: “Evet, Haşmetmeapları, buraya büyük kanallar açmak lazım.” (“Mächtige Legende”, Spiegel]. Yukarıda alıntılanan, Altneuland kitabının 1962 tarihli İsrail baskısında kullanılan bir fotoğraf, bu diyalogu resmediyor. Fotoğrafta at üzerindeki Kayzer hareket hâlindeyken, yanda ayakta duran Herzl ile konuşurken görünüyor.

[5] Herzl, kendisini kültürel açıdan Alman kabul ediyor, bu şekilde kalmayı arzuluyordu. Ama öte yandan, Daniel Boyarin’in Unheroic Conduct: The Rise of Heterosexuality and the Invention of the Jewish Man isimli çalışmasında dile getirdiği biçimiyle, Siyonist Herzl’in Yahudileri Avrupa dışındaki bir ya da birkaç ülkeye yerleştirmesi, kendisi gibi Yahudileri de asimile edecek, onların Avrupa toplumlarına tam anlamıyla dâhil olmalarını sağlayacaktı.

0 Yorum: