03 Aralık 2023

, ,

Tantura

Hannah Arendt’in 1963 tarihli ünlü kitabı Eichmann in Jerusalem’de [“Eichmann Kudüs’te”] “Kötülüğün Sıradanlığı Üzerine Rapor” diye bir alt başlık var. Kitap, Naziler adına kitlesel katliamlara imza atmış olan Adolf Eichmann’ın İsrail devletince yargılanması sürecini felsefi açıdan soruşturuyor.

Eichmann, İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudileri gaz odalarına gönderen, üç hafta boyunca Macaristan’da Yahudileri toplayıp kamplara taşıyan isim.

Arendt, Eichmann’ın savunmasında dile getirdiği “ben sadece emirleri yerine getirdim” sözüne inanıyor ve onun “büyük bir makinenin basit bir dişlisi” olduğunu söylüyor. Buradan da sıradan ve alelade bir kişinin akıl almaz, korkunç işleri nasıl yaptığı meselesini inceliyor.

Oysa Bettina Stangneth’in 2011 tarihli Eichmann Before Jerusalem: The Unexamined Life of a Mass Murderer [“Eichmann Kudüs’ün Huzurunda: Bir Kitle Katliamcısının İncelenmemiş Hayatı”] kitabında dile getirdiği biçimiyle, Eichmann, o mahkeme salonunda aslında yalan söylüyordu. Onun amacı, sefil bir fare gibi saklanarak geçirdiği hayatını kurtarmaktı. Dolayısıyla, Arendt onun ifadesini doğru kabul ederken, meseleye epey safça yaklaşıyordu.

Tantura filmi ise 1948’de Tantura isimli balıkçı köyünde Filistinlilere yönelik gerçekleştirilmiş olan kitlesel katliamı inceliyor ve katillerin tıpkı Eichmann gibi gerçekleri gizlediğini ortaya koyuyor.

Eichmann’da gördüğümüz aynı sıradanlık, samimiyetsizlik, suçluluk hâli ve canilik, Tantura’da da karşımıza çıkıyor. Film, İsrail’in kahramanca eylemliliklerle kurulduğu mitini kabullenmenin, Filistin halkının kaçıp Siyonistlerin topraklarına işgal etmelerine öylece izin verdiklerine inanmanın çocukça olduğunu ortaya koyuyor.

Filmin hikâyesi, Teddy Katz isimli bir öğrencinin, doksanlara 1948 olaylarının tanığı olan yüzlerce insandan sözlü olarak topladığı tanıklıkları temel alan yüksek lisans tezine dayanıyor. Katz, o süreçte hem Filistinlilerle hem de İsrail Savunma Kuvvetleri içinde yer alan Alexandroni Tugayı’nın o dönemki askerleriyle röportajlar yapıyor.

Sonrasında Katz’a diploması veriliyor. Her şey yolunda gidiyor, ta ki sağcı gazete Maariv bu teze saldıran bir makale yayınlayana kadar. Bunun üzerine eski Alexandroni Tugayı askerleri, sanki ses kayıtlarında savaş suçlarını kabul etmiş gibi gösterildikleri gerekçesiyle, Katz’ı mahkemeye veriyor.

Film, bu anlamda dava sürecini ve gerçeklerin üzerini örtme girişimlerini ele alıyor.

Yönetmen Alon Schwarz, Katz’ın maruz kaldığı bu dava sürecini izleyiciye takdim ediyor, böylece katliama ve katliamın kasten unutturulduğu tarihsel sürece dair bir değerlendirmeye ulaşmak adına, izleyicinin eldeki kanıtlara ulaşmasını sağlıyor. Film boyunca bugün artık yaşlı olan eski askerlerin önemli bir bölümüyle yapılmış röportajları izliyor, onların seslerini içeren kasetleri dinliyoruz.

Bir tanık, katliamla ilgili olarak, “o kadar Arap ölmüştü ki ölüler etrafa çöp gibi dağılmıştı” diyor. Bir başka tanık, gülümseyerek, şu tuhaf lafı ediyor: “Olan biteni anlatmamız bize yasak.”

Tecavüz ve soğukkanlı cinayetle örülü hikâyelere tanıklık ediyoruz filmde. Nedense İsrail Savunma Kuvvetleri’ndeki tek bir askerin bunları yaptığı iddia ediliyor. Oysa birçok asker, sabah köye yapılan saldırı anını detaylarıyla anımsıyor, yaşananlardan sonra rahatladıklarını söylüyor, ama saldırı ile o rahatlama anı arasında nelerin olup bittiğini anımsamadıklarını iddia ediyor.

Eldeki tarihsel kanıtlara filmde toplu mezarlığın kanıtlarını araştırırken havadan çekilmiş fotoğraflar eşlik ediyor.

Peki film, gerçeği olduğu gibi, layıkıyla anlatabilmiş mi?

Jerusalem Times gazetesinde bir film eleştirmeni, filmi eleştirirken etkileyici bir değerlendirmede bulunuyor:

“Yönetmen Schwarz’ın hem filmin içeriği hem de basında onunla ilgili yaptığı açıklamalar üzerinden aktarmak istediği mesaj şuydu: ‘Filistinlilerin devletin temellerinde Nekbe (felâket) denilen olgunun olduğuna dair iddialarının doğru olduğunu kabul etmek, İsrail toplumunun görevidir.’ Ama nedense film, bu mesajı aktarma misyonunu layıkıyla yerine getiremiyor.”

Jerusalem Times’da çıkan bu eleştiri, uzun zamandır Nekbe hakkında kalem oynatan İsrailli tarihçi İlan Pappe’nin şu sözünü doğruluyor:

“Kanaatimce İsrail’in kendisiyle ilgili oluşturduğu, ‘ahlaklı bir toplum’ olduğuna dair imajın dünyada bir eşi benzeri daha yok. Bu imaj, bizim ‘Seçilmiş Halk’ olduğumuzu söylüyor. İsrail’in kendisine dair geliştirdiği tanım, bu inancı içeriyor. Dolayısıyla, İsraillilerin savaş suçları işlediklerini kabul etmesi çok zor. Çünkü temelde Siyonizm denilen projenin kendisinde bir sorun var. Bu sorunsa şu gerçekle ilgili: Bir halkı felâkete sürüklemeden kendiniz için güvenli bir bölge yaratamazsınız.”

Aşağıda İlan Pappe’nin Tantura katliamı ile ilgili açıklamaları yer alıyor:

 

Red Ant
15 Kasım 2023
Kaynak

0 Yorum: