İnsan, insan için kutsaldır. (Homo homini res sacra)”
[Seneca]
İnsanın düşüncesi ve onun düşünce
gücüyle oluşturduğu kavram şemaları, kişinin doğumundan itibaren, maddi etkinliklerine
bağımlıdır. Bu bağlamda insanın, duygu ve düşünce aktarımı olan "sanat",
içinde yaşadığımız toplumdan bağımsız olarak var olması mümkün değildir. Sanatçı,
ister bireysel, ister toplumsal konuları işlemiş olsun, neyi-neden-nasıl oluşturduğunu
ve anlattığını algılamak, Marksist bakış açısıyla incelemek, bu yazımızın konusu
olmuştur. Toplumun ruhunu, değişimini ve dönüşümünü, en açık şekilde, toplumların
sanatına bakarak görürüz. Çünkü sanat, insanın ve toplumun en kuvvetli, en
etkin duygu - düşünce aktarımıdır.
Marksist estetik ve sanat anlayışını
incelemeden önce, Marksizmi felsefî anlamda, özellikle sanat bağlamında çıkış noktalarını
hatırlatmakta fayda var. Marksizimde büyük öneme sahip olan "yabancılaşma",
"emek-değer" ve "materyalist tarih" kavramları, kapitalist
toplumun nasıl işlediğini, feodal yapıdan, kapitalist yapıya doğru, insanın
ekonomik temelli ilişkisindeki evriminin nasıl gerçekleştiğini açıklayan kavramlardır.
Burada özellikle "yabancılaşma" kavramı, sanatın toplumsal açıdan, bugününü
ve geleceğini açıklamak adına, önemli bir noktadır. Marks, yabancılaşma konusunda
Hegel ve Feubarch'tan etkilenmekle birlikte, ilerleyen zamanlarda düşünsel
anlamda onlardan ayrılmıştır. Hegel ve Feubarch’a göre yabancılaşma: "İnsanın
yaşadığı hayata yabancılaşması, hayatı değersiz, boş ve anlamsız olarak görmesidir".
Buna sebep olan durum ise, insanların, kendi özlerini yanlış anlamalarından kaynaklıdır
ve geçicidir, kalıcılık arz etmez. Şayet insan, gerekli felsefî bilgiye sahip
olursa "yabancılaşma" da son bulur. Fakat Marks, bu düşüncenin aksini
savunur. İnsanların modern kapitalist toplumda sistematik bir yabancılaşmaya
maruz kaldıklarını ve bunun bir yanılsama olmadığını, bir "gerçeklik"
olduğunu söyler. Özellikle de "burjuva" toplumunda insan, kendisini
boş ve anlamsız hisseder.
Marksist felsefe-Marksist Estetik
ve bu bakış açısıyla oluşan sanat yapıtları, gerek toplumun, gerekse sanatın, "yabancılaşma"
karşısında kurtarıcısı görevindedir. Marksist estetik ve sanat anlayışını, sanat
tarihçisi İsmail Tunalı şöyle açıklar: "Marksist Estetik, insansal (hümanist)
bir felsefe, bir düşünce sistemidir. Bu anlayışa göre, insan saygınlığı olmadan
oluşturulan hiçbir düşüncenin ve sanatsal ürünün yaşama olanağı olamaz.”
Anlıyoruz ki Marksist Estetik, öncelikle
insanı ve toplumu kavrar. Dahası, devrimci bir hareketle, insanı ve toplumu, yabancılaştığı
doğasından, gerçek özüne doğru dönüştürmeyi
de amaçlar.
Marksist düşüncenin "pratik-
dönüşümsel" mantığını göz önünde bulundurduğumuzda, "Sanat" da,
tıpkı felsefe ve bilim gibi, dünyayı devrimsel nitelikte değiştirmelidir. Keza Marks:
"Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir" der.
Sanat tarihine baktığımızda, şüphesiz
en büyük devrim Kübizm olmuştur. Gustave Courbert ve Paul Cezanne'ın, 19. yy'da
resim sanatına getirdikleri yenilikçi bakış açıları, Kübizmin ortaya çıkışında zemin
olmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken ayrıntı, Kübizmin 1907 yılında ortaya çıkmasıdır.
O dönemin toplumsal ortamına baktığımızda, kapitalizmin şiddetlenip tekelleşmesi,
sömürgeci ve yayılmacı sistemin doğurduğu 1. Sömürü savaşı ve yenilikçi arayışlar...
Tüm bunlar toplumun dinamiklerini hisseden sanatçının resmine tartışmasız yansıyacaktır.
Kübizm denildiğinde akla ilk
gelen isim Picasso’dur. Resim sanatına uzak ya da yakın olsun, tüm insanların
tanıdığı büyük bir ressamdır Picasso. Courbert ve Cezanne'ın açtığı yolda Kübizm'i
sanat tarihinde, devrimci bir bakışla zirveye taşımıştır. Bu zirvenin bayrağı da
şüphesiz " Guernica" tablosudur.
Picasso, Guernica’da, siyah, beyaz
ve gri tonlarının oluşturduğu kasvetli bir hava yaratmıştır. Kübik stilde yapılan
eser, sanat tarihinde politik söylemin en çarpıcı eseridir. Simgesel anlatımla
bir çığlık, bir isyandır tüm dünyaya. İspanya halkının yaşadıklarını tüm gerçekliği
ile tuvaline yansıtmış ve kendisinin de en ölümsüz eseri olmuştur Guernica.
Picasso bu tablosunda, resim
sanatına bakışını ve sanatın özünde ne olduğunu şöyle açıklamıştır: “Resim,
evleri dekore etmek için yapılmaz, vahşete ve karanlığa karşı bir savaş aracıdır.
Marksist sanat anlayışı, edebiyatta
da çarpıcı örnekleri ile karşımıza çıkar. Zamana yenilmemiş, ölümsüz şairler ve
onların şiirleri, yine bu anlayışın güçlü temsilcileridir. Nazım Hikmet, Garcia
Lorca, Bertolt Brecht, Pablo Neruda, yalnızca bazılarıdır. Bugün şiir okuyucusu
olmayan kişiler dahil bu isimleri bilirler. Sebebi açık olarak şudur; insanı,
insan için kutsayan sanat anlayışı. Sanatçı, insana ve topluma; onların
hislerine, düşüncelerine temas ederek ilerlediğinde ancak, her çağda yaşamaya
devam ediyor.
Peki, insanlık tarihinin dayanılmaz
acısını yaşadığımız bu çağ, sanat tarihe geçecek Picasso'lar, Nazım'lar, Neruda'lar
yaratacak mı? Bunu hem zaman, hem de sanatkârların sahip olduğu sanat anlayışları
gösterecek.
İdil Mevsim
22 Aralık 2023
0 Yorum:
Yorum Gönder