09 Aralık 2023

,

Filistin’de Uzlaşmacılık Ölümdür

Amerikan Liberalizmi Bugün Filistin’de Soykırımı Mümkün Kılan Güç


27 Ekim 2023 gecesi İsrail devleti, Gazze’yi âdeta karanlığa sürükledi. Yayınlanan ve kısa sürede yayılan birkaç videoda, halı bombardımanları ve telekomünikasyon kesintisi sırasında acı içinde çığlık atan Gazzeliler çıkıyor karşımıza. Devam eden katliama ayak uydurmaya çalışan insani yardım kuruluşlarının çağrılarına rağmen, kuşatma altındaki Gazze’de elektrik kesintileri hayatın olağan bir parçası hâline geliyor.

Bombardıman ve elektrik kesintisi, İsrail Savunma Kuvvetleri’ne (IDF) Gazze’ye yönelik kara saldırısı için gerekli zırhı sundu. İsrail İstihbarat Bakanlığı’ndan ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya bağlı bir düşünce kuruluşundan sızdırılan belgeler, “tüm Gazze nüfusunun yer değiştirmesi ve nihai yerleşimi”ni savunuyor; bu, dünyanın her yerinde soykırım meselesini çalışan akademisyenleri bir şekilde paniğe sürüklemesi gereken bir ifade olarak görülmeli. Birleşmiş Milletler’in birçok Özel Raportörü, İsrail'in 17 Ekim’de bir mülteci kampındaki bir hastane ve okulu yok etmesinin ardından kitlesel etnik temizlik ve doğrudan soykırımın gerçek olasılıkları konusunda uyarıda bulundu.

Etnik Temizliğe Alkış Tutanlar ve İtiraz Edenler

Dünyanın büyük bir kısmının dehşet ve öfkeyle izlediği Gazze, yeni bir toplu mezara dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya. Aslında bu toplu mezar, hâlihazırda yaklaşık beş bini çocuk olmak üzere on bir binden fazla Filistinlinin cenazesiyle dolu. Ancak pek çok kişi, bugün gözlerinin önünde cereyan eden soykırımı oturup izlemekle yetinmedi. Bilâkis, geçtiğimiz üç hafta boyunca, emperyalizmin merkezi olan ABD dâhil olmak üzere, dünya çapında yüzbinlerce insan, Filistin’de olup bitenler konusunda alarma geçti ve ateşkes çağrısında bulundu. Los Angeles’tan New York’a kadar birçok yerde Filistin’le dayanışma eylemleri yapıldı. İnsanlar, ulus ötesi yerleşimci-sömürgeciliğe, savaşa ve soykırıma karşı ses yükseltti. Birçok noktada eylemciler, karşılarında kendilerini protesto eden Siyonist güçleri buldular.

Buna rağmen Biden yönetimi, o sapkın emperyalist sloganı diline doluyor ve İsrail’e destek sözü vermeye devam ediyor. Dışişleri Bakanlığı Siyasi-Askerî İşler Bürosu’nda direktör olarak on bir yıl boyunca ABD müttefiklerine silah transferini denetledikten sonra, Josh Paul gibi Amerikan militarizminin gözü pek bir hizmetkârı bile İsrail’e yönelik “körü körüne desteği midesi kaldırmayarak” istifa etti.

Aralarında Rashida Tlaib, Cori Bush ve Alexandria Ocasio-Cortez'in de bulunduğu küçük ama herkesçe tanınan ilerici milletvekillerinden oluşan bir grup tarafından kongreye ateşkes kararının getirilmiş olmasına rağmen, Chuck Schumer’dan Hakeem Jeffries’e kadar Demokrat Parti’nin kurucu iradesini temsil eden tüm isimler, Biden’a destek sundu, bu destek karşılığında, İsrail, Filistinlilerin yaşamlarını, geçim kaynaklarını ve topraklarını zerre pişmanlık duymadan yok etti. Bush ve Ocasio-Cortez gibi sözde muhalif ilericiler bile, Filistinlilere yönelik ifade ettikleri sempatiyi, Hamas’ı yüksek sesle kınayarak başlatmışlar ve bu, kasten ya da başka bir şekilde, İsrail’in yetmiş beş yıllık işgaline ilişkin, Filistin ve İsrail taraflarını birbirine denk güçler ve olgular olarak gören ikiyüzlü emperyalist anlatıları besledi. Ana akım medya kuruluşları ve yorumcuların yanı sıra bunların Hollywood ve sosyal medyadaki meslektaşları da bu yalanları eleştirmeden, saldırgan bir dille yinelediler.

Hâsılı, saldırıları belirli sürede “durdurma”ya yönelik son hamlelere rağmen, ABD’nin önde gelen sözcüleri, ikinci Nekbe için rıza üretme konusunda fikir jimnastiği yapmak dışında bir çaba içinde olmadılar. (Bilindiği üzere, Nekbe, Filistinlilerin kitleler hâlinde mülksüzleştirilmesi, yerlerinden edilmeleri ve öldürülmeleri üzerinden İsrail devletinin kuruluşunun yolunu açan 1948 tarihli felâket”i ifade ediyor.).

Zamanı Çoktan Geçmiş Bir Fikir

Josh Paul, Biden yönetiminin İsrail’in eylemlerine “dürtüsel tepkiler” geliştirdiğine dair gayet yerinde olan bir tespitte bulunuyor. Paul’a göre Biden, “(fikri sabitlik üzerinden başka görüşleri elinin tersiyle itmeyi anlatan) doğrulama sapmasının tuzağına düşüyor, politik çıkarla hareket ediyor, düşünce pratiği iflas etmiş hâlde, dolayısıyla, bürokratik atalet içerisinde”. Bu tespit, aslında bir bütün olarak neoliberalizm koşullarında, özelde ise ABD’deki yerleşimci koloniler tarihi bağlamında liberalizmi de kesiyor.

Bu ifade, aslında Amerikan liberalizminin bir kartal misali yükseklerde kurduğu tünekten düştüğü, artık insanlıktan uzak olduğu gerçeğini görmezden gelen, yetersiz bir ifade. Demokrasiye, eşitliğe ve diğer evrensel insan haklarına yapılan çağrılar, moloz yığınlarının altına gömülmüş Filistinlilerin kulağına oldukça boş geliyor. Aynı zamanda, pek çok eleştirel siyaset teorisyeni, liberalizmin ilk etapta hiçbir zaman bu yüce tünekte sağlam bir iddiaya sahip olmadığını ileri sürüyor: Bilâkis, liberalizm, herkesçe tanınmak, belirli bir meşruiyet elde etmek, ciddi bir saygınlığa kavuşmak için milyonlarca yoksulun, işçinin, sömürge halk mensubu kişinin cesetlerinin üzerine basarak yükselmiş bir ideoloji.

Ünlü Martinikli sömürgecilik karşıtı şair ve yazar Aimé Césaire’ın “faşizm yüzünü içe dönmüş sömürgeciliktir” ifadesini herkes bilir. Dönüm noktası niteliğindeki makalesi “Sömürgecilik Üzerine Söylem” de Césaire, otoriterlik, faşizm ve soykırıma yönelik liberal eleştirileri, emperyalizmin sömürgeleştirilmiş halklara uyguladığı dehşeti hesaba katmadıkları için şiddetle mahkûm ediyordu. Liberaller, emperyalizmin yol açtığı dehşetin Kongolu lastik tokmakçılarının kopmuş uzuvlarında, kıtlıktan mustarip Hintli köylülerin bir deri bir kemik kalmış gövdelerinde ve sırf spor olsun diye avlanan Yerli Amerikalıların kafa derilerinde karşılık bulduğu gerçeğini görmezden geldiler. Bu görmezden gelmeler esasen kastiydi, zira klasik liberalizm, Avrupa’nın, sonrasında Amerika’nın emperyalist ve sömürgeci saldırılarını desteklemiş, onlara yön vermiştir.

American Studies dergisinin yazar kadrosunda bulunan akademisyeni Lisa Lowe makalesinde, vatandaşlık, özgürlük ve özel mülkiyet gibi temel liberal ilkelerin Amerikan yerleşimci sömürgeciliğini, transatlantik köle ticaretini ve Doğu Hint Adaları ile Çin arasında eşitsizlik zemininde cereyan eden ticareti biçimlendirdiğini savunuyor ve bu iddiasını destekleyen etkileyici bir dizi tarihsel kanıt sunuyor.

Bu anlamda, İsrail'in inşasına zemin hazırlayan İngiliz sömürge yöneticileri, belirgin bir liberal üstünlük duygusuyla ve bu üstünlüğü her ne pahasına olursa olsun hayata geçirme yönündeki ayrılmaz bir biçimde iç içe geçmiş arzuyla hareket ediyorlardı.

Dünya çapında liberal demokrasinin son dönemde giderek artan krizleri hakkında dilini sakınmadan dosdoğru konuşan Marksist felsefeci Gabriel Rockhill, liberalizm ile faşizmin taban tabana zıt siyasi ideolojiler ve eğilimler değil, aksine “suç ortakları” olduğunu ayrıntılarıyla anlatıyor. Liberalizmi zayıflığa, yozlaşmaya ve hileye dair bir belirti olarak gören faşizm, merhum Hintli Marksist Eycaz Ahmed’in de önemle vurguladığı gibi, Narendra Modi döneminde Hindistan’da modern liberal demokratik kurumlar içerisinde kendisine endişe verici ölçüde geniş ve rahat hareket edebileceği bir alan açmayı bilmiştir.

Liberalizmin, özellikle Amerikan liberalizminin birçok temel özelliği, onun faşizm ve otoriterizmle neden uyumlu olduğunu izah ediyor. Genel olarak bireyciliğe ve özel olarak bireysel özgürlüğe yönelik aşırı takıntısı, karizmatik güçlü adamları destekliyor. Herkesi kucaklayan ifade hürriyeti anlayışı, faşistlere bir kürsü sunmayı reddediyor ama bazen pratikte bu kürsüyü faşistlere teslim ediyor, ama aynı nezaketi antifaşistlere, hatta Filistinlilere ve onlarla dayanışma içinde olanlara göstermiyor.

Biden’ın koltuğunda oturduğu Beyaz Saray ve Temsilciler Meclisi’nden yetmişin üzerinde Demokrat vekil, Filistin’in önemli sloganı “Nehirden denize / Filistin özgür olacak” sloganını, “Yahudi toplumuna soykırım çağrısı yaptığı” türünden gülünç gerekçelerle mahkûm etti. Yirmi iki Demokrat vekil, Cumhuriyetçi vekillerle birlikte, Rashida Tlaib’i bu sloganı savunan ifadelerinin sansürlenmesi yönünde oy verdi, ardından da Illinois Temsilcisi Brad Schneider, liberal “özgür” ifadenin aleni ikiyüzlülüğünü şu cümlesiyle özetledi: “Tlaib ne isterse söyleme hakkına sahiptir. Ancak sözleri cevapsız kalamaz.” Bu arada, işgal altındaki topraklarında yaşayan Filistinliler, sessizce ölmekle yetinmek zorunda kalıyorlar.

Liberalizmin şiddetsizlik ve burjuva saygınlığının diğer tezahürleri konusundaki inatçı ısrarı, sahte bir şekilde antifaşist öz savunmayı ve sömürgecilik karşıtı isyanı, faşist ve emperyalist saldırganlıktan ayırt edilemez hâle getiriyor; örtülü (ya da açık) olarak devlete ve ikincisinin tipik örneği olan devlet dışı şiddete göz yumuyor. Mevcut saldırının sinsice İsrail ile Hamas arasındaki bir savaş olarak çerçevelenmesi (ki bunda tümüyle olmasa da öncelikle Hamas suçludur), yok edilen her hastanenin, evin veya okulun Hamas’ın saklandığı bir yer olması gerektiği yönündeki Siyonist iddiayla el ele gidiyor. İlginç bir şekilde, önde gelen Demokratların çoğu, İsrail güçlerinin 2018 ile 2019’da, şiddet içermeyen Büyük Dönüş Yürüyüşü sırasında iki yüzden fazla protestocuyu öldürmesi konusunda tek laf etmedi. Belki de ABD’li liberal güç simsarları, Filistin’in siyasi stratejisi konusunda mutabakat içerisinde, ama bir biçimde bir varoluş hâli olarak Filistin direnişi konusunda bir türlü uzlaşamıyorlar.

Bireyin failliği, kamusal diyalog ve medeniyete dair bu türden yavan anlayışlar, tarihi bireysel fikirlerin ve bunların ilham verdiği eylemlerin yapıya kavuşmamış birer yan ürünü olarak gören, nispeten daha yavan bir yaklaşımı temel alıyor. Ünlü sanayici ve faşizme sempatisiyle bilinen Henry Ford, bireyin failliğini, kamusal diyalogu ve medeniliği “birbiri peşi sıra gelen lanetler” olarak niteliyor. Yukarıda gösterildiği gibi, Batı liberalizmi, kanla inşa ettiği dünya tarihini önemsiz gibi gösterme, gizleme ve silmeyi kendi çıkarına görüyor.

Bugün İsrail denilen Siyonist devlet, ABD’deki liberal demokratik devletin geçmişteki hâlinin bir karikatürü (üstelik, günümüzde ABD’de giderek güçlenen beyaz Hristiyan etnik milliyetçiliğinin içteki nüfuzu göz önünde bulundurulduğunda, İsrail’in de ileride bu tür bir yola gireceğini kestirmek mümkün). Her iki yönetim de yerleşikleşmiş ve devam etmekte olan yerleşimci-sömürgeci imha siyasetini özgürlüğün, eşitliğin ve kardeşliğin doğuşu olarak mitolojikleştirdi. Ayrıca her iki ülkede de bu tür efsaneler ve onların ön yüzüne yerleştirilmiş çeşitlilik ve hoşgörü resimleri, bugün altta yatan tarihsel canavarlıkları açığa çıkaracak şekilde yırtılıp atılıyor.

Bu özellikler, liberalizmle faşizm arasındaki gizli anlaşmanın en belirgin dinamiklerini anlamak için oldukça önemli, ama bir yandan da liberalizm ve faşizm, özünde altta yatan motivasyonları veya mevcut mantıkları kavrayamıyorlar. Rockhill burada kısa, öz, ama yankı uyandıran bir açıklama sunuyor: “Faşizm ve liberalizm, kapitalist dünya düzenine gösterdikleri sadakat konusunda ortaklaşıyor.” Son tahlilde liberalizm, dün olduğu gibi bugün de kapitalizmin ideolojisidir ve hep öyle kalacaktır. Avrupa ve Kuzey Amerika'nın yeni ortaya çıkan sömürgeci ve emperyalist burjuva sınıflarından düşünürler tarafından kurulan ve onların küresel yerli burjuva muadilleri eliyle sürekli olarak yenilenen bu düşünce, geçmiş, şimdiki ve gelecekteki sermaye birikiminin hem öncülü hem de gerekçesidir.

Filistinlilerin meşru müdafaası, sadece İsrail devleti ve onun yerleşimcilerinin değil, aynı zamanda Siyonist işgalden muazzam kâr elde eden çok sayıda ulusötesi şirket tarafından gerçekleştirilen sermaye birikimini sekteye uğrattığında, Filistinliler, daha da gözden çıkarılabilir hâle geliyorlar.

Liberalizm sayesinde gerçekleşmiş gibi görünen demokratik açılımların ve yeniden dağıtım üzerinden elde edilen faydaların altında aslında itaat nedir bilmeyen, ezilen halk kitlelerinin imzası vardır. Dahası, bu açılımlar, büyük ölçüde kapitalizmin mümkün olan en geniş ölçüde işlemeye devam etmesine bağlıydı; yani, kapitalist sistem krize saplandığında, bu açılımların etkisi gözle görülür biçimde daraldı ya da tamamen ortadan kalktı. Bu demokratik açılımların kapsamının salt yeniden dağıtım meselesinin ötesine uzanıp kurtuluşa ulaşılması için dünya genelinde liberalizmin sunduğu cılız kazanımlardan bile mahrum bırakılan, milyarlarca değilse bile milyonlarca ezilenin yeniden merkeze oturtulması ve onlarla dayanışma ilişkisi içine girilmesi gerekiyor.

Liberalizm, kendi hesabına epey sömürücü ve istismarcı olan feodal kurumların yerini almış olabilir. Lâkin liberalizm, temelde beslediği ekonomik çelişkiler, sosyal ve politik krizleri geçici de olsa çözme becerisini yok ettiğinden, üzerinde iğreti duran o devrimcilik gömleğini çok önceleri çıkartıp attı. Bu tür sebeplere bağlı olarak liberalizm, zamanı çoktan geçmiş bir düşüncedir.

Mevcut neoliberal dönem, kapitalizmin beş yüz yıllık gidişatında muhtemelen benzeri görülmemiş bir dizi kriz üretti; bunların en önemlisi, gerçekten varoluşsal önemi haiz bir sorun olarak iklim krizidir. Bu krizler hızlanıp yoğunlaştıkça, zaten şüpheli bir tarihsel, politik ve etik temele dayanan liberalizm, özellikle ABD’de sunduğu imajla alay konusu hâline geldi. Liberal ideologların çeşitlilik, eşitlik ve adalet çağrıları, kaçınılmaz olarak ve neredeyse anında, Filistinlilerin ötekileştirilmesi, servetteki artık saçma bir hâl almış olan eşitsizlik, alenen belirli bir ırkı ve cinsiyeti temel alan zulüm ve her zamankinden daha fazla dizginlenmemiş devlet baskısından oluşan hâkim neoliberal manzarayla çatışmalara yol açıyor; bunun ötesinde, ABD dışında savaş çıksın diye yaygara kopartan, gemi azıya almış savaş tellâllarından hiç bahsetmiyorum bile. Söylemeye gerek yok ki, yerleşimci-sömürgeciliğin mirası ve devamlılığı, bu manzaranın hem yurt içinde hem de uluslararası alandaki varlığını önemli bir dizi yoldan sağlama ve güvenceye alıyor. Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü hâle yönelik yaygın liberal duyarsızlık ve hatta düşmanlık, bu düzlemde izah edilmeli.


Filistinlilerin Hayatı Liberalizmin Sınırlarına Tabi

Mevcut uluslararası düzende hâkim konumunu korumak için uğraşan tuhaf bir yerleşimci kolonisi olarak ABD, İsrail’i ortak ruha sahip, kendisi gibi çözümsüz çelişkilerinin ağırlığı altında ezilme tehdidiyle karşı karşıya olan bir suç ortağı olarak görüyor. Somut bir ifadeyle şu söylenebilir: İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırım temelli saldırısına verilen izin, ABD’nin Batı Asya / Ortadoğu üzerinde kurduğu ve devam eden jeopolitik hâkimiyetin, savunma alanında birlikte çalıştığı yüklenicilerin ve diğer önemli ulusötesi şirket simsarlarının, ayrıca İsrail Savunma Kuvvetleri’nin dünya genelinde ulaştığı menzilin sonucu olarak ABD’deki ilerici toplumsal hareketlerin ezilmesine dönük, giderek yoğunlaşan çabaların ayrılmaz bir parçasıdır. Filistin denilen ipi çok uzun süre çekerseniz, Amerikan yerleşimci kolonisinin zaten eskiyip lime lime olmuş dokusu parçalanır: Siyonistler, alaycı bir tavırla, özgür Filistin talep edenlerin ileride “Amerikan topraklarının sömürgelikten kurtulması” çağrısında bulunup bulunmayacakları sorusunu yönelttiler. Oysa bu soru, hiç şüphe yok ki ABD’li egemen sınıfın da sorduğu, politik görevlilerinin cevabı karşısında tir tir titrediği bir soru.

Biden yönetimi, İsrail’in ABD ile paylaştığı varoluşsal kaygıları kaba kuvvet yoluyla dağıtmasına cevaz veriyor, ama farkında olmadan, eleştirel incelemenin ışığını yalnızca kendi korkunç sınırlarına değil, aynı zamanda yerleşimci-sömürgeci, kapitalist ve bilhassa neoliberalizm koşullarında, emperyalist liberal demokrasi alanına taşıyor. Biden’ın maskesinin ne zaman düştüğünü sorsanız, birileri aylar, birileri yıllar, birileri de onlarca yıl önce düştüğünü söyleyecektir. Ancak çok daha önemlisi, Filistin’de süregelen trajedi nedeniyle, Biden’ı ayakta tutan liberal demokratik yapı, yani sermayenin soğuk emirlerinin politik yüzü, giderek daha fazla faş oluyor.

Daha önce de belirtildiği gibi, geçtiğimiz haftalarda ABD’deki Filistinlilerin dayanışma eylemleri ölçek, genişlik ve öfke açısından ilham vericiydi. Ateşkes çağrısı, yalnızca bombardımana ara vermekle kalmıyor, devam eden kuşatma altında acı çeken ve ölen Filistinlilerle kurulan, kimsenin inkâr edemeyeceği ölçüde hayati olan dayanışma zeminini teşkil ediyor. Ateşkes, halkın yüzleştiği kitlesel imha ve yerinden edilme sürecini sonlandırmasa da onu bir süreliğine durdurmanın en çabuk yolu. Ateşkes, şu anda Filistin için harekete geçenler arasında hayati bir birlik noktasıdır. Ancak öte yandan ateşkes, binlerce göstericinin cüretkâr bir çıkışla dillendirdiği asli şiar olarak, sömürgelikten kalıcı bir biçimde kurtulma hedefine doğru atılmış ilk önemli adım olabilmeli.

Ateşkes talebi ne kadar hayati olsa da, bu talebe dayalı daha somut eylem çağrılarının çoğu hayal kırıklığı ve şüpheyle karşılanıyor. Bu hayal kırıklığı ve umutsuzluğun kaynakları muhtemelen ulusötesidir: bir yandan İsrail devleti, angajman kurallarından, uluslararası hukuktan ve liberal demokrasinin diğer tüm ahlaki ölçütlerinden keyfe keder bir biçimde vazgeçiyor, bir yandan da ABD’deki liberal demokratik devlet İsrail’e desteğini artırıyor, bu aleni biçimde haydutlara has olan davranışı kısmen yeniden üretiyor. Eylemcilerin asılsız iddialar üzerinden gözaltına alınmaları yanında, böylesine önemli bir momentte Filistin’den yana duran akademisyenlere, gazetecilere, aktivistlere ve cemaatlere yönelik devlet, şirketler ve kurumlar eliyle yapılan saldırıların arkasında liberal politik figürler var. Bu da bize ülke içinde ve dışında kurumsallaşmış (neo)liberalizmdeki “ehveni şer”ciliğin gerçekte sadece kendisine hizmet ettiğini ortaya koyuyor.

Kimilerinin idealize ettiği, İsrail ile Filistin arasında olduğuna inanılan “uzlaşma zemini”, günün sonunda toplu mezara dönüştü. “İsrail’den de Filistin’den de yana olmayalım, uzlaşmacı olalım” diyenler, ölümden başka bir şey vaat etmiyorlar. Bilhassa neoliberalizmin etkisiyle, bu elde edilmesi zaten güç olan ütopik ve hayali denge, bu uzlaşma zemini, gerçekte sadece çorak bir arazidir. Burası, yalnızca kapitalizmin, yerleşimci-sömürgeciliğin ve emperyalizmin kurbanlarının parçalanmış cesetleri ve intikam almaya ahdetmiş hayaletlerle dolu. Artık bu hayali zemini geride bırakıp, onca acıdan sonra nihayet kurulacak olan özgür Filistin’in de sığacağı bir âlemi kurmak için bereketli topraklar aramanın vaktidir.

Sarang Narasimhaiah
20 Kasım 2023
Kaynak

0 Yorum: