“Parti çağımızın aklı, onuru ve
vicdanıdır.” [Nikolay Babin]
Doksanlarda SİP içinde olmuş bir arkadaşın aktarımına
göre bir gün tepe kadro, konferans tertipliyor. Yeni yönelime dair bir dizi laf
edildikten sonra başkan Aydemir Güler çıkıyor, henüz yüz kadar olan örgüt kadrosuna,
“bu yıl içerisinde herkes üç kişi örgütlesin. Bu üç kişiyi nereden bulabilir?
Akrabalarıyla, arkadaşlarıyla ilişki kursun” diyor. Bu laf, gençler arasında
tartışmaya neden oluyor. İnsanlar, kendi arkadaşlarına teknisist bir aklın
emriyle, basit birer sayı ve araçmış gibi yaklaşmak, onlara soğuklaşmak
istemiyorlar. Bu Devlet Bahçeli hesabının örgütlenmek olmadığını sezgisel
olarak fark ediyorlar.
Bu emirde arkadaşlıktan yoldaşlığa sıçrama söz konusu değil. Zira ortada üç-beş kişiden oluşan, aynı okullarda okumuş, aynı politik çevrelerde bulunmuş arkadaşların çeşitli gerekçelerle kurduğu bir örgüt var. Ancak kendisini ölçü alarak ilerleyebiliyor. Kendi bastığı coğrafyayı ölçek kabul edebiliyor. Onun dışına çıkmayı aklı ve yüreği kesmiyor. Gerçeği ve hakikati kendisi önünde diz çöktürmek için uğraşıyor. Yenildikçe efendilerin gerçeğine daha fazla teslim oluyor. Ezilen-sömürülenin aklı ve iradesiyle varolmadığı için, güç olma imkânlarını başka yerlerde arıyor. O sureti hep efendiler şekillendiriyor.
Arkadaş örgütü kurulduktan sonra iş, basit teknik
hesaplamalarla, reklâm çalışmalarıyla ve hile-dolapla o örgütü büyütmeye, daha
doğrusu, onu büyükmüş gibi satmaya kalıyor. Doğalında, örgüte ve tepe
kadrolarına kavgadan, kitleleri örgütlemekten, mücadele araçları geliştirmekten
anlayanlar değil, bu işlerden anlayanlar yerleşiyor. Herkes, imajla düşünmeye alıştırılıyor.
94 1 Mayıs’ında o şefler, polis saldırısında
bayrakları, pankartları ve yoldaşlarını bırakıp kaçıyorlar. Yıllar sonra, o
dönem SİP’le temasta olan karikatürist Ender Özkahraman, o olayı çizgisiyle
hikâyelendiriyor. Aktarımına göre, günler sonra olay yerine partililer gidip
pankartları ve bayrakları almak istiyorlar, görüyorlar ki mahallenin kadınları
onları alıp gündelik işlerinde kullanmışlar, misal, yer bezi yapmışlar, çarşaf
kesmişler vs. Bu durum, örgütün CEO’su Kemal Okuyan’a aktarılınca şu cevabı veriyor:
“Reklâmın iyisi kötüsü olmaz. İnsanlar kendiliğinden örgütün reklâmını
yapıyorlar, ne güzel!” O emekçi kadınların emeği ve iradesini görmeyen, sadece
imaja ve şekle bakan reklâmcı akıl, bugün “Cumhuriyet’in halktan çalındığı”
yalanına sarılıyor, halkı Cumhuriyet’in sahibi güçlerin eşiğine bağlıyor. İşini
yapıyor. Komünist partiyi halktan çalanların işlerini görüyor. Teorisini ve pratiğini o işin kendisi tayin ediyor.
* * *
“Herkes üç arkadaşını getirsin” diyen kişi, aslında
kendi suretinde örgüt kuruyor. Kendisine halel getirmeyecek, kendisine zarar
vermeyecek, kendi ideolojik-öznel varlığını boşa düşürmeyecek işlere imza atmak
zorunda kalıyor. Arkadaş örgütü, yoldaşlığın partisiyle mücadele ediyor. Ona
alan bırakmamak için uğraşıyor. Zaten bu ekip de seksenlerde şu veya bu
eksiğiyle ve yanlışıyla süren partileşme tartışmalarını baltalamak, hükümsüz kılmak için örgüt kuruyor.
Arkadaş, gene arkadaşı çağırıyor, yoldaşı ve
yoldaşlığı kovuyor. Onu zararlı görüyor. Bugün örgütlerde dipten derinden,
arkadaşlıkla yoldaşlık arasındaki sınıfsal kavgaya şahit olunuyor. Arkadaşlıkta
verili hâlde ortaklaşma söz konusu. Düzlem sabit kabul ediliyor, tek siyaset, o
kulübe girecekleri aydınlanma ve ilerleme bilinciyle dönüştürmek oluyor.
Yoldaşlık, kirli, bulaşık, tehditkâr ve zararlı bulunuyor. Çünkü yoldaşlık,
ezilenin-sömürülenin mevzilerine örgütlenmeyi, onlarla güç olmayı öngörüyor. Arkadaşlık
örgütü, en fazla, ezileni-sömürüleni devletin ve sermayenin dişine uygun kıvama
getirmeyi akledebiliyor. Yoldaşlığın partisinin programında ise sadece o
dişleri kırmak yazılı.
“Arkadaş” etimolojik olarak sırt sırta vermeyi,
anlatırken, “Yoldaş”, yol olmayı, yol açmayı, bilinmeyen bir yola revan olmayı,
başkalarıyla omuz omuza o bilinmezde yürüme cesaretini ve iradesini anlatıyor.
Her kavgalı momentte, her atılan çentikte, her sıçramada, yarılmada vs. yol
açılıyor. O yolda yürümeyi gözü kesenler, yoldaş olabiliyorlar. Arkadaşlık,
ancak rakı sofrasına örgütlenebiliyor, yoldaşlıksa güneşin sofrasına…
“Herkes üç arkadaşını getirsin” lafı, sınıfsız bir
yere sınıfsız bir yerden sesleniyor. Yani örgüt şefi, aslında şunu söylüyor:
“Ben, misal, Gezi (ya da Gazi) ayaklanmasına örgütlenmeyeceğim, orada yoldaşlar
bulmayacağım, o bulduğum yoldaşların örgütün aklına ve pratiğine yön vermesine
izin vermeyeceğim. Onun derdini ve öfkesini hep kapının eşiğinde tutacağım.
Ben, hep arkadaş kulübü olarak kalacağım.” Küçük burjuva şefler, hep kendi
suretlerine hapsettikleri örgütler kuruyorlar. Bugün tek dertleri, kendilerini
proleterleştirecek süreçlerden ve gelişmelerden kaçmak.
Gezi günlerinin harareti içerisinde aynı reklâmcılık
yöntemlerine, hileye ve teknik hesaplara dayanarak örgütmüş pozu kesen,
insanları bireyler olarak avlamaya çalışan, esasında arkasındaki örgütü korumak
için ortalığı temizleyen, tasfiye eden bir ekip vardı. Fraksiyon denilen
bu örgüt, bir ara internette isimsiz olarak dolaşıma sokulan Menkıbe broşürünü
okuyor, okutuyor, sanki arkasında kendileri varmış yalanını satıyordu. Bu
çevre, broşürdeki bir tespite atfen, kendisini “dostlar meclisi” olarak takdim
ediyor, bu oluşu yüceltiyor, herkese o hâli salık veriyordu. Dolayısıyla,
dışarıya karşı çok iyi dostlarmış imajı yaratıyorlardı. Bu kişilerle “aslolan
komünist partisidir, aslolan yoldaşlıktır” tartışması yürüttüğümüzde Menkıbe’yi
sallıyorlardı yüzümüze. Oysa orada Suphi Nejat, “bugün madem komünist parti yok
ki aslolan odur, bari dostlar meclisi olalım” diyordu. Birini diğerinin
karşısına veya üzerine çıkartmıyordu. O Menkıbe ise esasında HDP
eleştirisiydi, ama bizzat HDP’liler ve HDP pratiği eliyle yırtılıp çöpe atıldı.
Çünkü HDP, bu ülkede komünist parti olmasın, komünist hareket tasfiye olsun,
proleter ve ezilen halk kitleleri yolsuz ve iradesiz kılınsın diye kurulmuştu.
* * *
Dostlar kulübü, kendi gibi bireylere, yoldaşlıksa
kendisi dışındaki kolektif devrimci dinamiklere bakıyor. Ayrımı buradan çizmek
gerekiyor. Üç-beş arkadaşın kendi suretlerinde kuracakları örgüt, arkadaşlığa
halel getirmeyecek bir pratikten başka bir şey üretmiyorken, yoldaşlık, her
durum ve dönemde, her kavgada ve her sıçramada kendisini yıkıp, o kavgaya,
duruma ve kolektif iradeye göre yeniden kuruyor. Üç-beş kişilik arkadaşlık
kulübü, en fazla, sınırlayıcı, sınıflayıcı gerçeklikten kaçmaya, sınıftan uzak durmaya
mecbur. O kulüpte hep konuşan, mesleki ideolojiler.
Bugün efendiler, mülk edinip yeniden inşa etmeyi düşündükleri, İstanbul’u küçültmeyi, azaltmayı, sterilize etmeyi, büyük sermayenin dişine uygun kıvama getirmeyi düşünüyor. Bunu yaparken kendisine kahyalar ve bekçiler arıyorlar. Sol, üç-beş arkadaşın kendi suretinde inşa ettiği örgütleriyle o kahyalığa ve bekçiliğe örgütleniyor, o kahyaları ve bekçileri örgütlüyor. Sol, kıvama getiriliyor.
İstanbul’dan emeklisi, emekçisi, yoksulu
kovuluyor. Şehir, efendilerin yağmasına açılıyor. Sözcüleri her fırsatta “bize
kâhyalar ve bekçiler lazım. Yüksek maaş kazanan profesyonel sınıfla bu şehirde
yaşamaya hazırız” diyor. Şehir, onlara göre yeniden dizayn ediliyor. Sol, bunun
için mecliste çıkartılan yasaya hayır oyu bile veremiyor, tek bir eylem bile
örgütleyemiyor. Çünkü suretlerinde inşa ettikleri örgütleri, o kâhyalara ve
bekçilere teslim oldu. Kâhyalar ve bekçilerse tüm yaşam pratiklerini yoksul
düşmanlığıyla tanımladı, efendilerden gelecek kırıntılara kul oldu. Şimdi günlerini o tanrılarına ibadet ederek geçiriyorlar. Bu dine karşı mücadele
etmek gerekiyor. Mücadele, yoldaşlığın partisine ihtiyaç duyuyor. Yeni yönelim, partiyi çağırıyor.
Eren Balkır
2 Aralık 2023
0 Yorum:
Yorum Gönder