22 Ağustos 2022

,

Kızıl Ordu’nun Sorunları


Kızıl bölükler, bugün uçsuz bucaksız bir cephe hattı boyunca dövüşüyorlar. Moskova’dan başlayarak herhangi bir yönü doğru uzanan bir hat çekin, harita üzerinde çizdiğiniz bu hattı hiç tereddüt etmeden uzatın, o vakit bugün Sovyet Rusya için kahramanca savaşan Kızıl Ordu’nun belirli bir bölümünün nerelerde olduğunu öğreneceksiniz. Bu ordunun örgütlenmesi, devrimin ulaştığı etkinlik düzeyinin çok önemli bir göstergesidir.

Savaşın “halkın yüzleştiği bir sınav” olarak adlandırılmasına hiç şaşmamalı. Elbette savaşın kendisi büyük bir barbarlıktır ve bütün sosyalistler, savaşın yok edilmesinde kararlıdırlar. Ne var ki savaş üstesinden gelinmesi gereken bir meseledir, yani, koşullar değiştirilmelidir ki, savaş sadece gereksiz değil, aynı zamanda imkânsız hâle gelsin. Halkın etrafı emperyalizmin çakallarıyla kuşatılmış, dolayısıyla, savaş, bu çakalların ağızlarından o kana değip deliye dönmüş dişler sökülüp atılana dek, öyle bir anda üzerinden atlanılabilecek bir engel değildir. Eğer halk savaşa mecbur edilmişse, o vakit savaş ve saldırı kabiliyeti dâhilinde halkın elindeki tüm kaynaklar, ekonomik güç, örgütlenme gücü, kitlelerinin ortalama maneviyat düzeyi, liderlik için gerekli malzeme miktarı gibi kaynaklar devreye sokulur.

Dolayısıyla soruyu bu açıdan ele alarak, bizimki gibi bitkin, talan edilmiş ve alabildiğine harap olmuş bir ülkede başka hiçbir rejimin bir ordu örgütleyemeyeceğini güvenle söyleyebiliriz. Örneğin Almanya’da ne Ebert’in ne de Scheidemann’ın bir ordu örgütleyebileceğini artık kesin olarak söyleyebiliriz. Halkın sırtını güvenle yaslayabileceği, sosyalist cumhuriyete ait bir duvar olarak orduyu ancak ve sadece iktidarı kendi ellerine alan ve bu iktidarın işçi sınıfının çıkarları, endişeleri ve sorunları haricinde başka hiçbir çıkar, endişe ve sorun tanımadığını pratikte ortaya koyan komünistler inşa etme imkânı bulacaklardır.

Önce Kızıl Muhafız bölüklerini kurduk. Bu bölüklere işçileri de kabul ettik, üstelik bu işçilerin arasında eline ilk kez silâh alanların sayısı hiç de az değildi. Görevi, savaşan burjuvaziyi, Prusyalı aristokratları, beyaz muhafızları, öğrenci gruplarını vb. alt etmek iken olan Kızıl Muhafızlar, devrimci ruh ve kararlılıklarında eşi benzeri görülmemiş bir kusursuzluk düzeyine ulaştılar. Çok kısa bir süre içinde Kızıl Muhafız bölükleri, Sovyet iktidarını ülkenin her yerine yaydılar. Ancak geçen yılın Şubat ayında Almanların taarruzu ile durum aniden değişti. Eğitimsiz, kötü silâhlanmış insanlardaki coşku, Prusyalı aristokratların liderliğinde hareket eden, iyi organize edilmiş Hohenzollern bölükleri karşısında zayıf düştü. Girilen daha ilk savaşta bu bölüklerin zayıf oldukları görüldü, muharebe, bölüklerde ve askerlerimizde morallerin düşmesine neden oldu. Bu moralsizliğin neticesinde dağılma sürecine girildi.

O dönemi düşünün. Eski ordu, tüm Rusya’yı eli silâhlı bir dilenciye dönüştürmüştü, tüm istasyonları, arabaları dolduruyor, demiryollarında işçilere doğrudan saldırılar düzenliyor, demiryollarını mahvediyor, yiyecek kaynaklarını zorla çalıyordu. Düşman, bize batıdan saldırdı ve Ukrayna’yı aldı. Kazaklar, Don nehri boyunca ayaklandılar: Doğu’da Çekoslovaklar ve kuzeyde Archangel bizden alındı. Etrafımızdaki çember giderek daralıyordu. Sonra Menşevikler, Sovyet iktidarının “can çekişen bedeni” ile ilgili yazılar yazmaya başladılar. Sadece işçi sınıfının doğrudan düşmanları değil, bazı işçi dostları da çıkış yolu olmadığını, kurtuluşun imkânsız olduğunu düşündüler.

Devrim, bu ölümcül tehlikeyle yüzleştiği anda, kurtulup kurtulamayacağı sorunuyla boğuşmak zorunda kaldı. “Sosyalist Anavatan tehlikede” parolası, emekçi kitlelerin en ileri unsurlarını ayağa kaldırdı. Bu, devrimin sınandığı bir andı. Şimdi işçi devriminin sınavı geçtiğini güvenle söyleyebiliriz.

Peki şimdi askerleri nereden bulacağız? Emperyalist savaştan bu yana henüz nefes alma fırsatı bulamamış olan köylüleri işçi ordusuna nasıl katacağız? Halk, genel seferberliği kabul edecek mi? Komuta kadrosunu nereden bulacağız? Eski subaylar, yeni işçilere, Rusya’ya hizmet edecekler mi? Bu soruların her biri, sorunun kaynağına da işaret ediyordu aslında. En baştan beri bu sorunların ağırlığı altında ezilip durduk. Ama devrim, karamsarlara ve şüphecilere gülüp geçti; Petrograd, Moskova ve diğer şehirlerin proletaryası içerisinde yer alan gençler, mücadelenin Sovyet Cumhuriyeti’nin yaşamı ya da ölümü için olduğunu anladıkları vakit, emekçi kitlelerin mizacında ve her şeyden önce kızıl bölüklerde gerçekten harika bir dönüşümü gerçekleştirdiler.

Bu değişime geçen yılın Ağustos ayında Kazan surlarının altında, daha sonra güney cephesinde Voronej ve Balaşov yakınlarında ve başka yerlerde bizzat şahit oldum. Düşmanın kalelerini o muhteşem darbesiyle ancak devrim yıkabilirdi.

Ordumuzda sıkı bir disiplin rejiminin tesis edilmiş olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Savaş savaştır, ordu da ordu. Madem savaşmak zorundayız, o vakit galip gelmeliyiz, zafer de demir disiplin olmadan imkânsızdır. Dünya emperyalist savaşından sonra böylesi bir disiplin, ancak her bilinçli işçinin, köylünün ve Kızıl askerin vicdanında derin bir ahlakî karşılık bulduğu için mümkün olabilmiştir. Çatışma, İşçi ve Köylü Cumhuriyeti’nin varlığı adına devam etmektedir. Her bilinçli asker, bunun kendi savaşı olduğunu, kaçakların ve rüşvetçilerin emekçi kitlelerin genel refahına ihanet etmiş hainler olduklarını, en âdil olanın, bu hainlere en ağır cezanın verilmesi olduğunu, bu cezayı asıl emekçi halkın devrimci onurunun kestiğini hissediyor, anlıyor. Artık orduya güven, bir sorun olmaktan çıkmıştır. Orduya güvensizlik duyulmasına neden olacak ajitasyon çalışmaları ve tartışmalar yürütülüyorsa, bilinmelidir ki bu çabaların pratikte hiçbir etkisi olmayacaktır. Partimizin yaklaşan konferansının, partinin en ileri işçilerinin yardımıyla savaş içerisinde en hararetli dönemlerde edindiği deneyimi ile uygulamaya konulan ve bu zamana kadar en iyi sonuçları ortaya çıkartmış olan sistemi kendi otoritesiyle güçlendireceğinden hiç şüphem yok.

Cepheye ne zaman gitsem, komünist komiserlerle el ele çalışan, karşılıklı güven ve saygı ile sorumluluklarını yerine getiren yeni komutanlar gördüm. O dönemde işçi köylü ailelerine ve onlara yakın kişilere eğitimler veren sayısız subay kursu ve akademik subay grupları örgütlenmişti.

Ordunun ihtiyaç duyduğu teçhizatı örgütleme işi de epey zor bir meseleydi, ama bugün bu tür zorlukları aşabiliyoruz. Bu meseleler, çoğu vakit emekçi kitlelere tahsis edilen arazi payları üzerinden aşılıyor ve bu durumu kimse tartışma gereği bile duymuyor. Mesele, her bilinçli işçi için açıktır. Savaşın korkunç bir yoksulluk demek olduğunu her işçi biliyor. Bunu midesinde hissediyor, çocuklarının hayatında görüyor, ama savaşın bize işçi sınıfının düşmanları tarafından dayatıldığını ve emperyalizmin toplarına ve mermilerine karşı konuşmalar ve makalelerle kendimizi savunamayacağımızı o da biliyor.

Bu nedenle her işçi, Menşeviklerin bize yaptığı, dürüstlükten uzak, esasen kalleşçe olan “iç savaşı durdurun” çağrısını kendi zihninde tartıp değerlendiriyor. Sovyet hükümeti, tüm ülkelerin hükümetlerine açıktan şunu beyan etti: “Barış istiyoruz; büyük tavizler ve ağır kayıplar pahasına, bu barışı satın almaya hazırız.” Bu doğrudan ve resmi olan teklifimize hiçbir cevap alamadık. Düşman, saldırılarına devam ederken ve emperyalist çeteler Petrograd’ı tehdit ederlerken, Cizvit hainleri bize, “Silâhını bırak, iç savaşı durdur” diyorlar. Bunlar, proletarya devriminin yüzleştiği ölümcül tehlike anında Sovyet hükümetinin “can çekişen beden”i hakkında konuşup yazanlarla aynı kişilerdir.

Kızıl Ordu’nun kuruluş yıldönümü, umut verici olarak adlandırılabilecek uluslararası ve siyasi koşullara tanık olduğumuz bir döneme denk geliyor. Böylesi bir dönemde, uluslararası durum dâhilinde bizim için en önemli faktör, Kızıl Ordu’muzdur. Kızıl Ordu, on milyonlarca işçi ve köylünün kararlılıkla ve kahramanca bir yaklaşımla sunduğu destekle var oluyor, savaşıyor, düşmanlarını kovalıyor, büyüyor, bir oluyor.

Böyle bir orduyu örgütleyen işçi sınıfı, mağlup edilemez.

Lev Trotskiy
8 Kasım 1919
Kaynak

0 Yorum: