05 Ağustos 2022

Malthus ve Yeni Maltusçuluğun Antiemperyalist Eleştirisi


2018 tarihli Namibya’daki Almanlar isimli belgesel, Alman kökenli zengin bir toprak sahibinin yoksul Namibyalıların çektiği ekonomik çilenin suçunu aşırı nüfusta ve kontrolsüz üremede bulan sözleriyle başlıyordu.

Malthusçu “aşırı nüfus” teorisi, soykırım, sömürgecilik ve yeni sömürgecilik döneminin geride bıraktığı, hâlen daha canlı olan mirasını görmemize mani olmak için kullanılan güçlü bir fikirdir.

Bu makalede dile getirildiği biçimiyle, Malthus’un “doğal kıtlık” tezi, esas olarak toplumsal refah ve ekonomik eşitlik anlayışına karşı çıkan bir fikri temel almaktadır.

Malthus, hem ahlakî hem de politik açıdan yanlıştı. O, sadece emperyalizmin ve ırkçı kapitalizmin kullandığı nüfus kontrolü politikaları için gerekli olan ve genelde zarara yol açan, aynı zamanda zulüm sisteminin devamlılığını sağlayan ideolojik çerçeveyi temin etti.

Bu yazıda önce Malthus’un özgün tezi özetlenecek, ardından da onun sırf öngörü üzerine kurulu politik argümanının toplumsal eşitlik anlayışıyla nasıl çeliştiği ortaya konulacak. Bu bağlamda, Malthusçuluğun kapitalizmin ve emperyalizmin artık nüfus meydana getirdiği ve eşitsizliği muhafaza ettiği süreç için bir tür kılıf olarak nasıl kullanıldığına bakılacak, bunun için de ilgili teorinin ırk, cinsiyet ve mekânla ilgili unsurları ele alınacak. Yeni Malthusçuluğu eleştiren isimlerden istifade eden yazı, antiemperyalizmi ve antikapitalizmi temel alan ve tüm coğrafi düzlemi kesen, farklı bir nüfus teorisi sunacak.

1798 tarihli Nüfus Üzerine Makale isimli çalışmasında Thomas Malthus, doğal kıtlık, kaçınılmaz olarak oluşan sınıfsal ayrışma ve nüfustaki aşırı artışların kontrol altına alınması ile ilgili görüşünü aktarır. Malthus’a göre, sınırlı kaynaklar ve kontrolsüz nüfus artışı ile “doğamızın sabit kanunları” kaçınılmaz olarak çelişir.[1]

Barnet ve Morse, teoriyi şu şekilde özetlemektedir:

“Kıtlığın sebebi, doğadaki kısıtlardır. Nüfustaki artış yönünde işleyen dinamik eğilim, geçim imkânlarını sürekli daraltır. Kıtlığın arkasındaki itici güç budur.”[2]

Doğal kaynaklardaki kıtlıkla doğal nüfus artışı arasındaki çelişki, en çok da yoksulları vurur. “Hepimiz eşit olmadığımız sürece, eşitsizlik hâli devam ettiği ölçüde, yoksulluğa hiçbir toplum biçimi mani olamaz”[3] diyen Malthus, nüfus artışının kontrol altına alınmasını olumlu bir adım olarak değerlendirir. Bu anlamda, açlığı, kıtlığı, bebeklerin öldürülmesini, anne karnında bebeklerin ölmesini, savaşı ve hastalıkları “olumlu” unsurlar olarak görür.[4]

Malthus’u ve yazılarını eleştirenlere göre o, gelirin yeniden dağıtılmasını talep edenlere ve devrimci müdahalelere politik planda karşı çıkan bir isimdir. Giorgos Kallis’e göre, Malthus devrimci isteklere yönelik reddiyeyi içeren bir makale yayımlamış, orada “devrimcilerin yarardan çok zarar verdiklerini” söylemiştir.

Malthus’un en büyük arzusu da yirminci yüzyılda örneklerine rastlayacağımız sosyal yardımların ilk örneği olan ve yoksul mahallelere ücretsiz gıda dağıtılmasına imkân sağlayan Yoksul Kanunları’nın yürürlükten kaldırılmasıdır.

Malthus’un tezi, esasında sınıfsız toplumun inşa edilmesinin imkânsız olduğu iddiasını temel alır.[5] Aynı şekilde David Harvey de Malthus’un makalesini “Godwin ve Condorcet’teki ütopyacı sosyalist anarşizme karşı kaleme alınmış bir politik risale olarak” niteler ve orada yazarın “Fransız Devrimi ile birlikte açığa çıkan toplumsal ilerlemeye dair ümitlere karşı bir tür panzehir önerdiğini söyler.[6] Mantıksal açıdan tutarlı olup olmaması veya herhangi bir değere sahip olup olmamasından bağımsız olarak, Malthus’un makalesindeki “sınıfsal nitelik”[7] makalenin ve beslendiği ideolojilerin gerisindeki politik niyeti ve işlevi ortaya koymaktadır.

Yeni Malthusçuluğu günümüzde savunan isimler, Malthus’un ideolojik çalışmasını özel mülkiyeti, eşitsiz gelişmeyi ve yapısal ırkçılığı iklim değişikliği bağlamında savunmak için kullanıyorlar. Örneğin Malthus’un makalesi, ta o günlerden burjuva iktisatçıların ileride “servetin yeniden dağıtılması ve sosyal yardımlar yapılması fikrine serbest piyasa adına karşı çıkacakları” öngörüsünde bulunmaktadır. [8]

David Harvey’ye göre, “Malthus, özel mülkiyeti savunan bir isimdir. […] Özel mülkiyet temelli düzenlemeler de kaçınılmaz olarak gelirin, servetin ve üretim araçlarının toplumda eşitsiz şekilde dağıtılmasını gerekli kılarlar.”[9]

Kallis de “Malthus’un Hayaleti ve İnsan Çağı” isimli makalenin yazarları Ojeda, Sasser ve Lunstrum da günümüzde çevre meselelerini tartışan mahfillerde doğanın sınırlarına vurgu yapan yaklaşımların popülerleşmesine ve yol açtığı tehlikeye işaret etmektedir.

Kallis, çalışmasında, yetmişlerdeki kimi çevreci hareketlerin Malthus’un mantığını miras aldıklarını, argümanlarını genelde sonu olan bir gezegende sonsuz büyümenin imkânsız olduğu tezine ve bu büyümeyi korkulacak bir şey olarak gören yaklaşıma dayandırdığını söylüyor.[10]

Nispeten daha yakın bir zamanda yayımlanmış olan makalelerinde Ojeda, Sasser ve Lunstrum, şu tespiti yapıyor:

“Etkili kimi Batılı liderler ve eğilimleri tayin eden kudretli kişiler, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin aşırı nüfus sorununun halledilmesiyle azalacağını söylüyorlar. Bu insanlar, coğrafyalar arasındaki keskin ayrımlara, eşitsizliğe vurgu yapıyorlar, doğal kıtlığı esas alıyorlar, iklim değişikliğinin sebeplerini tümüyle yanlış teşhis ediyorlar, çoğunlukla da suçu kıyıya köşeye atılmış halklara atıyorlar, bir yandan da asıl sorunun sebebini ortadan kaldırmak için hiçbir şey yapmıyorlar.”[11]

Kapitalizm nüfusu, Malthus’un eşitsizliği meşrulaştırmak için bahsedip durduğu doğal sınırlardan ayrı olarak, tümüyle yapısal düzlemde belirlenmiş sınıfsal ve toplumsal ilişkiler içerisinde, kendine has bir biçimde kullanıyor.

Nüfus teorisi dâhilinde esasen insan doğasını ve doğal kıtlık fikrini temel alan Malthus’tan farklı olarak Marx, “kapitalist üretim tarzına has nüfus kanunu”ndan bahsediyor.[12] Marx’a göre, endüstrideki rezerv işçi ordusu veya nispi artık nüfus, çalışan işçileri disipline etmek ve kapitalist piyasadaki daralma veya genişlemeleri absorbe edebilmek için gereklidir.[13] Artık nüfus, işsizliğin ve yoksulluğun sebebi olan kapitalizmin doğal bir sonucudur. Konuyla ilgili David Harvey şunu söyler:

“Marx, bir nüfus sorunundan değil, yoksulluktan ve insanın sömürülmesi meselesinden bahseder. O, Malthus’un aşırı nüfus kavramı yerine nispi artık nüfus kavramını kullanır.”[14]

Ojeda, Sasser ve Lunstrum ise günümüze ait bir örneği aktarır. Son dönemde Kolombiya’da palm yağı plantasyonlarının genişlemesi, ülkedeki halkın üzerinde mekâna ve cinsiyete dair etkilere yol açmıştır:

“Bölgede yaşanan sürecin etkilerini azaltmaya yönelik projelerin yürürlüğe girmesiyle cinsiyetlerarası eşitsizlik daha da artmış, kadınlar erkeklere daha fazla bağımlı hâle gelmiş, böylece eve kapanmışlardır.”[15]

Bu örnekte “aşırı nüfus” ve “doğal sınırlar” anlamlı ve doğru bir açıklamaya ulaşma konusunda hiçbir katkıda bulunmazlar. Bu somut örnek, esasen yoksul güney ülkelerinden birinde yeni plantasyon pazarının erkek işçileri yuttuğunu, kadınların bu süreçten etkilendiğini, iklim değişikliğinin etkilerini azaltma çabalarının özel mülkiyet ilişkilerine ve bu ilişkilerin ardındaki yapılara dokunulmadan hiçbir sonuç vermeyeceğini ortaya koymaktadır.

Emperyalizm ve yeni sömürgecilik, tüm dünya genelinde nüfus kontrolü politikalarının ve bu politikaları besleyen söylemlerin gizlediği eşitsizliklere yol açmaktadır. Harvey’nin de dile getirdiği biçimiyle:

“Aşırı nüfus argümanı, sınıfsal, etnik veya (yeni) sömürgeci baskıların meşrulaşmasını sağlayacak bahaneler üretmek için pekâlâ kullanabilir.”[16]

Örneğin “Katrina Kasırgası’ndan yıllar sonra, eski Louisiana temsilcisi John LaBruzzo Kongre’de devletten yardım alan insanlara ameliyatla kendilerini kısırlaştırsınlar diye bin dolar yardım yapılmasını önermişti.”[17]

Bugün ayrıca ABD, Afrika’daki askerî varlığını “kadınların fazla çocuk doğurduğu, kullandıkları kaynakların kötüleştiği ve iklim sorununun önceden ve acilen çözülmesi gerektiği” ile ilgili klişelere başvurarak meşrulaştırıyor.”[18]

Bu tür örneklerde, aşırı nüfusun doğal kaynakların tükenmesini beraberinde getireceğini söyleyen Malthusçuluk, esasen politik bir işlev görüyor ve temelde işleyen, güç mücadelesi içerisinde tayin olan dinamiklerin üzerini örtüyor.

Çöl bölgelerinde fırtınaların ve kuraklığın daha sık görülmesi, sanayinin saldığı karbondioksitle alakalı olabilir, ama bu düzlemde bir yandan da ABD’deki ırk ayrımcılığının, Afrika’da yeni sömürgeciliğin dayattığı azgelişmişliğin yol açtığı eşitsizliklere bakmak gerekiyor.[19]

Küresel kapitalizm, iklim bahsinde ırk ayrımcılığı yapıyor, ezilen ulusları ve kadınları yoksullaştırıyor, ama nasıl oluyorsa Malthusçular da çıkıp suçu kontrolden çıkmış nüfusun ve doğal sınırların üzerine atıyorlar.

Malthus ve yeni Malthusçuluk eleştirileri, bize antiemperyalizmin ve enternasyonalizmin ilkelerini temel alan farklı bir nüfus teorisi geliştirmemiz için gerekli yolu açıyorlar. Kallis, aktardığı örneği gene sınırlar üzerinden ele alıyor, oysa belki de bahsini ettiği örneği, yerli halkların egemenlik mücadelesi bağlamında ele alsa, daha hayırlı bir iş yapmış olurdu:

“Kıyıya köşeye atılmış bir halk, başkaları gelip kendi mekânına tecavüz etmesin diye sınır çeker. Aynı şekilde, bir toplum da çokuluslu şirketin gelip kendisinin kutsal saydığı ormanı kesmesine mani olur.”[20]

Aynı bağlamda, Ojeda, Sasser ve Lunstrum da “gezegen bakıcılığı” denilen pratiğin kadınlarla alakalı yönünü ele alıyor ve yerel toplulukların iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini kontrol altına alıp ortadan kaldırma konusunda sorumlu tutulduklarını söylüyor.[21]

Her iki örnekte de görüldüğü üzere, yerlilerin yeryüzü ile biyoçeşitliliği korumaya ve mevcut özel mülkiyet ilişkilerini ortadan kaldırıp, ABD politikasını hükümsüz kılmaya dönük çabalarının ezilen halklara daha iyi hizmetler sunacağı açık.

Marx’tan alıntı yapan ve temelde Malthus’un insan/doğa ayrımını eleştiren David Harvey, insanların “doğayla bir olabileceklerini” söylüyor.[22]

Esasen bazı çevrecilerin dillerine pelesenk ettikleri “soyut doğanın ortaya çıkışı” lafının, bir yanıyla doğanın alternatif üretimlerini ve küresel güneydeki yoksul ve ırkçılığa maruz kalan toplulukların yerel halk ve kadın temelli deneyimleri gibi farklı direniş biçimlerini görünmez kıldığını” görmek gerekiyor.[23]

Bu anlamda, geçmişte dillendirilen “insan-doğa karşıtlığı” fikrinden kopmak gerekiyor. Bu kopuş, bizim insan ve doğa denilen, evrensel olmayan kategoriler içerisindeki gerekli nüansları, çelişkileri ve yerele dair farklılıkları görmemizi sağlayacaktır.

Kallis çalışmasında, asgari ücret artışı, artan oranlı vergilendirme gibi sınırlayıcı talepleri dillendiriyor[24], oysa bu talepler aynı zamanda sermayenin kâr peşinde koşma, biriktirme ve artırma dürtüsünün azaltılmasına dönük talepler. Dahası bu talepler, coğrafya, uluslar ve cinsiyetler ile ilgili farklı ölçekler dâhilinde nispi artık nüfusun nasıl yaratılıp kullanıldığını, işçi sınıfının küresel boyutlarının nasıl oluştuğunu anlama çabası dâhilinde güçlü bir zemine ve daha iyi bir bağlama kavuşacaklardır.

Nüfus teorileriyle ilgili tartışmaların ileride yürütülecek araştırmalar ve politik örgütlenme faaliyetleri konusunda önemli sonuçlara yol açması mümkün. Çevre hareketleri, Malthusçu argümanları, servetin yeniden dağıtılması fikrine ve devrimci sosyalizme karşı geliştirilmiş politik projenin bir parçası olarak görmeliler. Akademisyenler ve eylemciler, düzenin güvence altına aldığı işsizliğin, nüfus kontrolünün ve ekolojik hasarın doğa kanunlarının değil, ırkçı kapitalizm, emperyalizm ve beyaz üstünlükçülüğü denilen, değiştirilmesi mümkün olan sistemlerin bir sonucu olduğunu idrak etmelidirler. Örgütçüler, bu ilke temelinde, nüfusu, üretimi ve kıtlığı, kolektif mülkiyet biçimine kavuşturulabilecek, toplumun ürettiği kategoriler olarak ele alan enternasyonalist bir hareket inşa etmek için çaba sarf etmelidirler.

Michael Thomas Kelly
29 Kasım 2021
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Thomas Robert Malthus, “An essay on the principle of population”. Londra: J. Johnson, in St. Paul’s Church-Yard, 1798: s. 5.

[2] Harold J. Barnett ve Chandler Morse, “Scarcity and growth: The economics of natural resource availability”, Washington, D.C.: Resources for the Future, 1963: s. 52.

[3] Malthus, a.g.e., s. 11.

[4] Giorgos Kallis, Limits: Why Malthus was Wrong and Why Environmentalists Should Care. Stanford, C.A.: Stanford University Press, 2019, s. 14.

[5] Kallis, a.g.e., s. 22.

[6] David Harvey, “Population, resources, and the ideology of science”. Economic Geography, 1974, 50(3), s. 258.

[7] Harvey, a.g.e., s. 259.

[8] Kallis, a.g.e., s. 19.

[9] Harvey, a.g.e., s. 262.

[10] Kallis, a.g.e., s. 44-45.

[11] Diana Ojeda, Jade S. Sasser ve Elizabeth Lunstrum, “Malthus’s specter and the Anthropocene”. Gender Place and Culture, 27(3), 2020, s. 317-318.

[12] Harvey, a.g.e., s. 268.

[13] Karl Marx, Capital Cilt 1. Londra: Penguin. [1867] 1993: s. 782-793.

[14] Harvey, a.g.e., s. 269.

[15] Ojeda, Sasser ve Lunstrum, a.g.e., s. 324-325.

[16] Harvey, a.g.e., s. 274.

[17] Ojeda, Sasser ve Lunstrum, a.g.e., s. 320.

[18] Ojeda, Sasser ve Lunstrum, a.g.e., s. 321.

[19] Walter Rodney, How Europe Underdeveloped Africa. Londra, BK.: Verso. [1972] 2018).

[20] Kallis, a.g.e., s. 98.

[21] Ojeda, Sasser ve Lunstrum, a.g.e., s. 324.

[22] Harvey, a.g.e., s. 267.

[23] Ojeda, Sasser ve Lunstrum, a.g.e., s. 325.

[24] Kallis, a.g.e., 98.

0 Yorum: