08 Ağustos 2022

, ,

Çorizo


Che Guevara, yeni mezun olmuş doktorların köylere gitmek istememesi meselesini ele alırken, kendinden bahsediyor ve “Benim hikâyem, isyan eden, insanların kendisine ihtiyaç duymasını sağlamak, daha iyi bir geleceği ve daha iyi koşulları güvence altına almak isteyen yalnız savaşçının hikâyesiydi” diyor.[1] Israrla devrimci doktor olmaktan söz eden Che, “devrimci bir doktor, en azından devrimci olabilmek için önce devrim lazım” tespitinde bulunuyor.

Kişinin insanların kendisine ihtiyaç duymasını sağlama çabası, küçük burjuva bir çaba. Che, bunu eleştiriyor. Hayata sürekli maddi, tecimsel, çıkar temelli ilişkileri üzerinden bakanlar, başka bir şey bilmiyorlar. Başkalarının kendisine ihtiyaç duymasını sağlamaktan başka bir şey bilmeyenlerin, devrimci ve sosyalist olması mümkün değil. 

Gün geliyor, salgın çıkıyor, “bize burada çok ekmek var” diyerek, sosyal medyaya ve TV ekranlarına hücum ediyorlar. Zaten akçeli işlerin, çıkar çatışmalı faaliyetlerin, ilâç şirketleriyle simbiyotik ilişkilerin içerisinde olan kimi hekimler, dönemin ekmeğini yemek için birbirleriyle yarışıyorlar. İnsanî, ahlakî, sınıfî olan tüm değerler, ayaklar altına alınıyor.

Bu koşullarda bilim kapı dışarı ediliyor, bilimcilik türüyor. Bilim, put hâline geliyor. Onun sınıfsallığı, pratiğinin sınıfsalla ilişkisi, hiçbir şekilde sorgulanmıyor. Bilimsel şüphe ve bilimsel sorgu, hükmünü yitiriyor. Bir gün “maske zararlı” diyenler, ertesi gün, gelen emir üzerine, “maske takmayan, vatandaşlıktan atılsın!” diye bağırıyor. Bir gün “herkesin aşı olmasına gerek yok” diyen, ertesi gün, gelen emir üzerine, “aşı olmayanlar havayı kirletiyor, imha edilsinler!” diyor. Bir gün “X ilâcı virüsü yenecek” diyenler, “ama gelişiyor işte” dedikleri bilimin, daha doğrusu, o bilimin mülk sahiplerinin emirleri uyarınca, “o ilâcı kullanmayın, birçok kişiyi o ilâç öldürdü” diyor. Bu insanlar, epidemiyoloji derneği başkanlığı, bilim kurulu üyeliği vs. yapabiliyorlar. Bu durumu kimse sorgulayamıyor. Herkes, “AKP koşullarında aman kimse bana cahil damgası vurmasın” derdine düşüp, imaj peşinde koştuğu için, bu tür çelişkileri, yanlışları, hainlikleri sorgulama gereği duymuyor.

Emperyalizm, milliyetçilik gibi konu başlıklarında yan çizmek için “evet ama sınıfsallık önemli!” diyenler, mesele bilim ve bilimsel vaazlar olunca, nedense sınıftan hiç söz etmiyorlar. Sınıfa kan kusturacak, onun cebindeki kırıntıları yağmalayacak, onu baskı ve kontrol altına alacak pratiklere bu bilim dincileri onay veriyorlar. Onlar, sınıfa düşmanlık ediyorlar. İlkokul bilim kolu düzeyinde bir siyaset olan karanlığa karşı aydınlık siyasetinin sadece burjuvazinin ekmeğine yağ sürdüğünü bal gibi biliyorlar.

Cemaat kültürü, bu bilim dincisi cenahta da türüyor. Tarikat benzeri bir yapı oluşuyor. Bu cemaat, sosyal medyalarında ne kadar bilgili olduklarını, resimden, edebiyattan, sinemadan çok iyi anladıklarını ispatlamak için türlü taklalar atıyorlar. AKP koşullarında orta sınıf, “aman bana kimse cahil demesin, imajım zedelenmesin, ekmeğimden olmayayım, bana ihtiyaç duyan mülk sahipleri, benden sakın ümidini kesmesin” derdine düşüyor. Sosyal medya, bu sınıfın podyumu olarak iş görüyor. Sol, burjuvazinin düşürdüğünü zannettiği bayrağı sallamaya bayılıyor, ama o bayrağın sınıfsallığını ve sahibini hiç sorgulama gereği duymuyor.

Muhtemelen TKP, kendi içindeki özel çekirdek kadrolarına Çark-Çekiç bültenleriyle böylesi bir talimat vermiş. Bu kadrolar, bugünlerde işleri yokmuş gibi (ki yok, hepsi profesyonel!), çok rahat, dert üstü murat üstü olduklarını göstermek adına, birilerine gösterişte bulunurcasına, sosyal medya hesaplarında birbirlerine kitap tavsiyelerinde bulunuyorlar, estetik, sanat, şiir konusunda ne kadar âlim olduklarını birilerine göstermeye çalışıyorlar. Bunlardan biri, Nâzım’ın şiirlerini üç kuruşa sattıkları yayınevinden çıkmış bir kitabın reklamını yapıyor. O “yoldaş”, partisinin Nâzım şiirlerinin sermayeye peşkeş çekildiği gün kurulma izni aldığını çok iyi biliyor. Kendisini “kadro” zanneden, ama o çekirdeğin çok uzağında olan ve tebaa olarak görülen kitle, bu gerçeği tabii ki bilmiyor.

Onlar, özel ve ayrıksı olmayı satacak bir tezgâh kurduklarını çok iyi biliyorlar. Bu ülkede komünist faaliyetin ezilenlerle, yoksullarla ve işçilerle bir alakası yok. Alakası olmasın diye TKP ve TİP gibi yapılar var. Bu tür solcular, geçmişte “işçi sınıfının içkisi biradır” diyorlardı[2], şimdilerde “Çayın fabrika işçileri için ayrı bir önemi vardır” diyerek, üç beş işçiyi avlayabileceklerini düşünüyorlar.[3] Hangi ortamda, hangi yalanın söyleneceğini iyi biliyorlar.

Utanmadan bir de “bilim düşmanı, bilimin ışığını karanlığa gömecek yayınlar” yapıyorlar. Bilim insanının itibarını zedeliyorlar! Misal, Fransız bir fizikçi, uzaydan bir kare diye sucuk resmi paylaşıyor, amacının “insanlara, onların yetkili konumdaki kişilerin argümanlarına karşı dikkatli olmaları gerektiğini hatırlatmak”[4] olduğunu söylüyor. Bu haberi yapan Sol Haber, söz konusu haberde bilim insanını “madara” etmeye çalışıyor. Öte yandan, bu haber sitesinin sahibi olan örgüt, yetkili konumdaki pandemi uzmanlarının ağzından çıkan her şeyi eleştirisiz, sorgusuz sualsiz sahipleniyor. Birden ve her daim Esin Davutoğlu Şenol oluveriyor. Alpay Azap, Mehmet Ceyhan, Serap Şimşek Yavuz gibi pandemi süreci boyunca yalan yanlış, temelsiz, çürük birçok iddiayı bilim dininin emri olarak dikte eden isimlere sahip çıkıyor. Parti, o çorizoya put gibi taptığını gizlemeye çalışıyor. Putun burjuvazinin dini olduğunu, devletin temelini teşkil ettiğini iyi biliyor. Ona olan inancı baskın kılmak için tüm inançlara savaş açıyormuş gibi yapıyor. O savaşın burjuvazi adına yürütüldüğünü, sadece özel partili azınlık, o azınlık içerisindeki şefler biliyor.

Bu pandemi vurguncuları, küçük burjuva bir pratik dâhilinde, kendilerini dayatma, kendi varlıklarına dönük ihtiyacı daimi kılma derdindeler. Ortaklığa, kolektife, biyolojiye, tarihe sürekli küfrediyorlar. O nedenle Esin Davutoğlu Şenol, bir konuşmasında “salgına sahip çıkın!” diyor. Salgın sürsün ki Şenol’un ağzına bakan müritler, hiç eksilmesin. Onlar da kasalarını doldursun! Çorizo satılacak ki gün bereketli olsun! 

Sol, bu küçük burjuvaları AKP’ye karşı koruma kollama işini layıkıyla yerine getiriyor, ama AKP düzeninin o küçük burjuvalar eliyle kurulduğunu, onlar sayesinde sürdürüldüğünü unutturuyor.

Bu küçük burjuva pratiğin, bugünlerde “Selefilik güçleniyor!” diye bağıran Cübbeli Ahmet’in pratiğinden hiç farkı yok. Cübbeli de devlete yalvarıyor, “bana olan ihtiyacınız hiç eksilmesin” diye bağırıyor, “eskiden İrancılarla mücadele ettim, selefilerle de mücadele ederim, benden vazgeçmeyin” diyor. Birilerinin kendisine ihtiyaç duymasını sağlamak için türlü taklalar atıyor. TKP gibi sol örgütler de 2007 sonrası ordudan ve sermayeden gelen emirle, din ve müslüman halk düşmanlığı yapmayı tek siyaset belliyor. Kendisine açılan kum havuzunu mabed belliyor.

Bugünlerde Çulhaoğlu da benzer bir varoluşsal gerilim yaşıyor. Parti ve genel sol hareket içerisindeki varlığının hafiflediğini hissediyor. Bu sebeple, kâhinliğe soyunuyor.[5] Sosyalizmin geleceğini tayin edeceğini söylediği tarihsel dönemler, ya kendisinin az buçuk içinde olduğu ya da malumat düzeyinde bildiği dönemler. Ve tabii ki “birileri aydınlanmayı aşmak isteyecektir”, dolayısıyla Çulhaoğlu gibi elde sopa, burjuva fikriyatı aşılmasın diye bekleyen bekçiler, illaki olacaktır. Bu tür yazıları, iş dilenme, yalvarma pratikleri olarak okumak gerekiyor.

Çulhaoğlu, sonuç bölümünde üç olgudan söz ediyor: “15-16 Haziran büyük işçi direnişi; Kürt özgürlük hareketi ve 2013 Gezi Direnişi.” Çulhaoğlu’ya göre sol, dönüp dönüp bu üç olguya bakacak, ama hiçbir şekilde orada Çulhaoğlu ve örgütünü göremeyecek. Çünkü MÇ, ilkinde TİP’teydi, o büyük işçi direnişinin etkilerini silmek için uğraştı. İkincisinde SİP’teydi, özgürlük hareketinin batıdaki etkilerini silmek için çabaladı, üçüncüsünde ekipteydi, şirket olarak batan partiden kaçıp kurduğu örgüt üzerinden Gezi'nin içerideki etkilerini silmeye çalıştı, hâlen daha çalışıyor.

“Devrimci olmak için devrim lazım”. Çulhaoğlu ve geleneği, hep hazır olmuş, gelip gitmiş bir “devrim” edebiyatına bağlanırmış gibi yapıyor. Söndüğünü görünce devrim ateşini savunuyor pozu kesiyor. O gelenek, Mustafa Suphilerin tasfiyesinden sonra yeni cumhuriyetin ihtiyaçlarına uygun kıvama getirilen bir solculuğu yeniden üretiyor. Türk devletiyle ve sermayesiyle belirli bir ilişki kurmuş bir devletin kültür ofisi olarak çalışmaktan başka bir şey yapmıyor. Eskinin Sovyetler’inin yerini, bugün içi boşaltılmış, dişleri sökülmüş, “light” kılınmış, kültürel ve turistik bir öğeye indirgenmiş Küba alıyor. Tatil köylerine Küba stantları açıyorlar. Geçmişte de Küba Devrimi'nin silip attığı barların, fuhuş yuvalarının, kumarhanelerin temsili ismi olan Cubana diye meyhane açıp işletmişlerdi. Neticede bu gelenek, o çorizoya bayılıyor, bilim ve aydınlanma diye aslında ona tapıyor. Yakında illaki vegan propagandası yapacak, yoksula et yemeyi yasaklayacak, böcek yemenin yararlarına dair yazılar kaleme alacaklar.[6]

Eren Balkır
8 Ağustos 2022

Dipnotlar:
[1] Che Guevara, “Devrimci Tıp Üzerine”, 19 Ağustos 1960, İştiraki.

[2] Eren Balkır, “Eylem Ocağı”, 29 Nisan 2019, İştiraki.

[3] Gebze’den Yoldaşları, “Bir Pazar Gününe Mustafa Tozkoparan ile Uyanmak”, 7 Ağustos 2022, Sol.

[4] “Uzaydan Kare Diye ‘Sucuk’ Resmi Paylaşan Fransız Fizikçi Özür Diledi”, 5 Ağustos 2022, Sol.

[5] Metin Çulhaoğlu, “Türkiye’de Sosyalizmin Yakın Geleceğine Dair Bir Kestirim”, 6 Ağustos 2022, İleri.

[6] Yazı yazıldıktan sonra fark edildi ki bu böcek yazılarını çoktan yazmışlar: “Sosyalist gelecekte uygun gıda politikaları geliştirilmesiyle birlikte farklı besinlerin içerisinde, böcekten gelecek makro ve mikro besin değerleriyle zenginleştirilmiş ürünler oluşturulabilir.” [Kutay Sırıklı ve Özgür Selvi, “Beslenmede Önemli Hayvansal Proteinlerin Kaynakları -Mevcut Durum", 12 Nisan 2021, Sol.]

0 Yorum: