28 Ağustos 2022

Öfkeliler ve Fransız Devrimi

Fransız Devrimi sonrası yaşanan olayları ve 1790’ların siyasi kültürünün kutuplaştırıcı doğasını tartışanlara göre, Fransız hükümetinin bu dönemde içine girdiği yönelim ve ortaya çıkarttığı sorunlar, ülkedeki yasa koyucuları ikiye bölmüştür. Yaşanan ağız dalaşları neticesinde hasım partiler kanla ezilmiş, Terör Dönemi, Fransa’yı karışıklık ve ayrışma ile tanımlı, daha da çalkantılı bir sarmalın içine soktukça, Üçüncü Sınıf’ın sözcülerinin büyük bir kısmı, devletin millet için yapacakları hususunda Jakobenlerin dillendirdikleri hâkim görüşe karşı sesini yükseltmeye başlamıştır.

Politik solun, bağrından Maximilien de Robespierre’i çıkartan kulübün çizgisine geldiği koşullarda, ondan daha solda duran Enragés (Öfkeliler) Hareketi, Jakobenlerin yoksullar için pek bir şey yapmadığına, onların sadece yurttaş olmalarına izin verdiklerine, kapitalistlerin gücünü azaltmak için yeterince elini taşın altına koymadıklarına inanıyordu. Ayrıca bu hareket, tahıl fiyatlarına belirli bir tavan fiyat konulması fikrinden yana duruyor, devlet ihalelerinde devrimin bastığı para olan Assignat’nın kullanılmasını istiyor, bu paranın değerinin korunması için stokçuların ve spekülatörlerin, en genel manada kapitalistlerin idam edilmesi gerektiğine inanıyor, paranın değerinin sabit tutulabilmesi için bu adımı zaruri görüyordu. Öfkeliler Hareketi, toplumda varolabilmek için hesap vermesi gerekenin yoksullar olmadığını düşünüyor, zenginlerin, Fransa için dövüşen, açlık çeken ve kan döken yoksullara hesap vermesi gerektiğine inanıyordu.

Bu hareketin önderleri, Jacques Roux, Jean-François Varlet ve Jean Théophile Leclerc idi; üçü de ilk politik çalışmalarını Dağ grubu ve Jakobenlerin etkilediği çevreler içerisinde yürütmüş, 1792-1793 arası dönemde Jakoben çizgiden ayrışmıştı. Peki Öfkelileri kendi dönemlerinde faal olan politik aktörlerden ayıran temel özellikleri neydi?

Bu dönemde muhalif görüşlerle bağlantılı bir ideolojiyi diğerleriyle kıyaslamak için “radikal”, “solcu” ve “muhafazakâr” gibi terimler, meseleyi izah edebilecek kifayette değildirler. Jirondenlerin Mayıs 1793’te meclisten atılmaları sonrası politik iklimin radikalleştiği koşullarda, ele alınan konuların çeşitliliği de bakış açısındaki daralmadan etkileniyor ve konu başlıkları arasındaki ayrımlar, ancak küçük farklılıklarla belirlenebiliyor.

Öfkelilerin savunduğu hususların çoğu, Varlet’nin Toplum İçerisindeki İnsanların Hakları Bildirgesi’nde dile getiriliyor. 8 Haziran 1793’te Ulusal Meclis’e sunduğu metinde (Jirondenlerin etkilerinden arınmış bir meclise hitap eden) Varlet, görüşlerini Devrim esnasında birçok kişinin başvurduğu aynı terimlerle özetliyordu. Konuşması, çatışma ve mücadele, iyiye karşı kötü ve “onlara karşı biz” anlayışı üzerine kurulu sözlerle yüklüydü. Ayrıca Varlet, Öfkeliler ve Jakobenler gibi, konuşmasını Jean-Jacques Rousseau’nun yazıları, özellikle de Toplum Sözleşmesi isimli incelemesi üzerine inşa etmişti. Varlet, konuşmasında hükümeti kriz zamanlarında kendisine verilen yetkilerle, bilhassa 19. Madde’de dile getirilen yetkiyle ilgili ikazlarını aktardı:

“Mülkiyet ihlal edilemez bir hak olduğu için her mülk sahibi, toplumu yokoluşa sürüklemediği sürece, niteliği ne olursa olsun sahip olduğu mallar ve gelirler konusunda kendince tasarrufta bulunabilir.”[1]

İlk bakışta bu madde, adil görünüyor; mülkiyet hakkına izin veren madde, bunların kullanımı ve birikimi hakkında hiçbir hükümde bulunmuyor. Bununla birlikte, cümlenin son kısmında, “toplumu yokoluşa sürüklemediği sürece” ifadesi, toplumu neyin yokoluşa sürükleyeceği veya böylesi bir eğilimin nasıl fark edileceği konusunda pek bir şey söylemiyor. Boşluklar ve gri alanlar, sadece bu maddede karşımıza çıkmıyor. 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, bu tür bir dile sık sık başvuruyor. Bildirge, kamusal ihtiyaçlar (Madde XVII), kamu güvenliği (Madde V) ve kamu düzeni haricinde kişilere belirli haklar bahşediyor, bu üç madde ise terör döneminde “ulusu koruma” adı altında devreye sokuluyor.

Bir bütün olarak, mevcut istisnalara rağmen, Varlet tarafından önerilen maddeler, 1789 belgesinin modernize edilmiş bir versiyonu olarak iş görüyor. Varlet’nin yazısı, esasen Öfkelilerin ilkelerini ortaya döküyor: servet ve doğumdan gelen imkânlarla ilgili koşulları ne olursa olsun, tüm yurttaşların kamu görevlerine getirilebilmesi (6. Madde); mülkiyet sahipliğiyle ilgili sınırlamalar (16. Madde); toprak mülkiyeti (17. Madde); stokçuluk, hırsızlık ve ekonomik imkânları kötüye kullanmayla ilgili girişimlere karşı halkı koruma konusunda ulusa yetkiler bahşedilmesi (20. Madde). Ayrıca Varlet, kamu fonlarının israf edilmesini ve bahsi geçen mali usulsüzlükleri baskı ile bir tutuyor, bu noktada sırtını Rousseau’nun fikirlerine yaslıyor, buradan da “Zulme karşı direnmek, ayaklanmayı hak kılar” diyor.

Varlet, aynı zamanda, “eğitim, öğretim ve genel ahlak öğretimi”nin önemine vurgu yapıyor, eğitimin “hükümetlerin yurttaşlarına ödemesi gereken bir borç” olduğunu söylüyor, verilen hakların anlamlı olabilmesinin asli teminatının eğitim olduğuna vurgu yapıyor (5. Madde).

Varlet’nin hedef aldığı asıl kitle, baldırıçıplaklar. Yeniden dağıtım ve birikmiş servetlere karşı hükümetin koruma politikaları yalnızca çıkarlarına yönelik olmakla kalmıyor, onlara uzun uzadıya hitap ediyor. Kendi sözleriyle, onların saflığını ve davasını yüceltmekle kalmıyor, onların güvenilir siyasi müttefiki olma iddiasını da ortaya koyuyor ve şöyle diyor:

“Konuşup durmaktan daha fazlasını yapmış olan baldırıçıplaklar, güveninizi hak ediyor. Vendée’de bizzat gönüllü olarak savaşanların arasında ben de vardım. Kilise ve kraliyet ailesine mensup gaddarlar, en iyi baldırıçıplak dostlarımı elimden aldı. Tehlike altında olan ülkesini savunmuyorsa, özgürlük hareketinin öncüsü bir boşboğazdan başka bir şey değildir.”[2]

Toplum Sözleşmesi’nde dile getirilen görüşleri sahiplenen Varlet, Rousseau’nun ülke içerisinde eşitliğin sağlanması sorumluluğunu yurttaşların sırtına yüklüyor, bu yurttaşların özgür ve eşit olabilmek için haklarından mahrum kalmayı kabul etmek zorunda kaldıklarından söz ediyor, tüm kanunların ve yasama sürecinin arkasındaki asli itici gücün erkek kadın tüm insanların genel iradesi olduğunu, sadece onların bir kanunu hazırlayıp yürürlüğe koyabileceklerini söylüyor. Bu öğretiye uygun hareket edildiği takdirde Fransa’da kralı egemen kılan iktidarın zayıflayacağına inanan Varlet, kralın halkın rızası ve tam onayı olmadan tek taraflı olarak kanunlar hazırlayıp yürürlüğe koymasının insanlararası toplum sözleşmesinin açık bir ihlali olduğu üzerinde duruyor.

Esasında halkın rızası ve tam onayının alınması fikri, Rousseau’nun öğretisine aykırı bir fikir. Varlet’nin dile getirdiği, egemenliği yurttaşlara veren, hükümet yetkililerini ulusun astları derekesine düşüren 8. Madde, Rousseau’nun öğretisini hükümsüz kılıyor. Öte yandan Öfkeliler, Rousseau’nun sözleşmesinde dile getirilen, sözleşmeyi ihlal edenlere ölüm cezası verilmesine dair hükmün ekonomi ve üretim sahasında gerçekleştirilen her türden sahtekârlık konusunda uygulanmasını öneriyor ve onu genel öğretilerinin bir parçası hâline getiriyor.

Bu tür fikirler, Devrim’e destek olan sol radikallerin sahiplendiği fikirlerdi. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi, doğrudan demokrasinin erdemlerini ve ideal hükümet biçimlerine vurgu yapan bir çalışmaydı. Ulusun verimli çalışabilmesi için, egemen (eşit ve birleşik halk) ve hükümet (seçilmiş ancak güçler ayrılığına tabi) tercihen güçlü bir hükümet başkanı altında birlikte çalışmalıdır (Rousseau, halka tabi olan aristokrasi ve monarşiyi tercih eden bir isimdir). Ayrıca Rousseau, doğrudan demokrasiyi, çoğunluğun iradesinin mutlak olduğu ve azınlığın iradesini marjinalleştiren yönetişime tercih ediyordu. Rousseau’nun inancı, meclislerin halkın egemenlik haklarını kullanacağı yer olacağı ve yüksek düzeyde katılımın ulusun refahını sağlayacağı yönündeydi. (Cloots ve Babeuf örneğinde olduğu gibi, Rousseau’nun da antik çağ toplumlarına büyük önem verdiğini belirtmek gerekiyor.)

Enragés ve Rousseau’nun doktrini arasındaki fark, Fransız radikallerinin ideolojilerinin, sözleşmenin ilkelerini ihlal eden radikallerin genel iradenin sınavından geçmemiş olmalarıyla ilgiliydi. Siyasi hizipler susturulduğunda ve muhalifler hapse atıldığında ve/veya giyotinle idam edildiğinde, bu tür yapıların ve kişilerin haklarından mahrum bırakılmalarının “özgürlük ve eşitlik” ilkelerine aykırı olduğu görüldü.

Bu koşullarda Öfkeliler, politik düşmanlarını devlet düşmanı olarak görüp, onları diğer hasımlarından daha aşağıda bir seviyeye yerleştirdiler. Oysa bu isimler, Rousseau’nun görüşüne göre egemen bütünün birer parçası idi.

Öte yandan, Rousseau’nun yurttaşların genel iradesine dair idealist görüşleri sorunluydu. Rousseau, çalışmasında, insanların arzularına daha az, bütün için neyin iyi olduğuna (genel iradeye) daha fazla odaklanmaları gerektiğini savunuyordu. Varlet, Roux ve Leclerc, servet ve mal biriktirmenin, genel anlamda mülk sahipliği meselesinin düzene sokulması konusunda ortak bir çaba içine girerken (ki Rousseau da birikim sürecinin düzenlenmesinden yanaydı) bir kez daha tüm fraksiyonlar ve toplum üyeleri ile baldırıçıplaklara odaklanma tercihi konusunda bir fikir birliğine varamadılar. Ayrıca, din işlerinde seçim özgürlüğüne yer vererek, ortak yarara yönelik resmi bir din yaratma fikirlerini sürdürmekte başarısız oldular. Son olarak, Öfkelilerin özgürlükler meselesini, egemen güçle hükümet arasında ayrım yapan fikirlerle birlikte ele aldıklarını söylemek gerek. Rousseau’dan uzaklaşan Öfkeliler, bu anlamda doğrudan demokrasi ve genel irade meselesini, iktidarı eskinin üçüncü sınıfının eline teslim etmek adına, bir kenara koyuyorlardı.

Eski bir rahip olan Jacques Roux, taraftarlarını, Paris sokakları aracılığıyla gerçek bir değişimi hayata geçirmek için çok daha doğrudan bir yaklaşım üretebilecek bir çılgınlığa sürüklemeyi bilmiş bir hatipti. Polemik üzerine kurulu dili, yalnızca Marx ve Engels’in yaklaşık elli yıl sonra önerecekleri teorilerin habercisi olmakla kalmadı, aynı zamanda güç sahibi Jakobenlerle aşırı sol arasındaki bölünmenin ortaya çıkmasına da yardımcı oldu. 1793 tarihli Öfkeliler Manifestosu şunları söylüyordu:

“Dağ grubuna mensup vekiller, bu devrimci şehirdeki evlerin üçüncü katından dokuzuncu katına çıkarsanız, aşsız, libassız, sıkıntı çeken, kanunların fakirlere karşı acımasız olması, o kanunların sadece zenginler eliyle ve onlar için yapılması sebebiyle, spekülasyon ve tekelci faaliyetlerden kaynaklı olarak bedbaht olan uçsuz bucaksız bir halkın gözyaşları ve hıçkırıkları sizi illâki duygulandırırdı.”[3]

Roux’nun açıklaması, hem baldırıçıplaklar için bir silâhlanma çağrısı hem de tasvir edilen toplumun alt sınıflarını oluşturan, üst sınıfta korkuya sebep olan, suiistimal edilmiş, aç bırakılmış kesim olarak değerlendirilen şehirli işçilere karşı körleşmekle suçladıkları Jakobenlere yönelik bir uyarı atışı işlevi gördü.

Bu yazıda Roux, yalnızca Jakobenlerin politikalarına karşı değil, aynı zamanda halkın “geçim kaynakları” üzerinden yaşama imkânı bulan “asalak” kesimleri yok edemeyen anayasaya karşı da bir konum alıyor, paranın satılmasını yasaklamamasını ve ekonomik özgürlüklere sınırlama getirmemesini eleştiriyordu.

Roux’nun öfkesinin asıl hedefinde, işçilerin içinde bulunduğu kötü durumun müsebbibi olarak gördüğü tüccarlar duruyordu. Manifestosunda Roux, zengin sınıfa karşı savaş ilân edilmesi çağrısında bulunuyor, onların mallarına el konulmasını talep ediyordu. Roux, bu düzlemde, hâlihazırda Avusturya ile sürmekte olan savaşı mecazî açıdan ele alıyor, “tüm bunlar, üç yüz bin Fransız’ın krallara bağlı kölelerin ellerindeki o ölüm saçan tüfeklerle haince kurban edilmesinin, taşlar altında ezilip gitmesinin bir sonucu değil midir?” diye soruyordu. İki ülke arasında savaşın tüm hızıyla sürdüğü koşullarda, Fransa’da elde kılıç olmadan savaşan köle yurttaşların düşük gelirlerle ve yüksek fiyatlarla yaşamak zorunda olduğundan, içeride başka türde bir çatışmanın yaşandığından söz ediyordu.

Roux'un sözleri incelendiğinde, fiyat ve ücret kontrolleri, ekonomi politikası, karşı-devrimcilerin baskı altına alınmasına ilişkin politikalar ve ekonomik olarak aşırı solun ideallerine karşı hareket edenlere verilen cezanın şiddetinin artmasıyla ilgili radikalleşme gibi konu başlıklarının öne çıkartıldığını görüyoruz. Bununla birlikte, çoğunluğun azınlık önünde diz çökmesi konusunda laf söyleyen tek kişi, Roux değildi.

Bir yıl önce, cumhuriyetçi bir anayasa yaratma fikirleri gelişmeye başladığında, Varlet, Özel ve Zorunlu Yetkilendirme İçin Teklif adlı çalışmasında, halkın iradesiyle seçilmiş temsilcilere meclise girecek vekilleri seçtirmeyi esas alan politikanın, tüm erkeklere oy hakkı veren yeni modelle çeliştiğini, yurttaşları hem yeni bir anayasanın oluşturulmasında doğrudan rol sahibi olmaktan hem de gerçek özgürlükten mahrum bıraktığını söylüyor (ki Varlet, bu durumu “özgürlük yanılsaması” olarak nitelendiriyor).

Özünde, Varlet, özgürlükle alakalı bu türden yanılsamaların sorunlu bir döngü dâhilinde tekrarlanıp durduğunu, halkı kandırıp, onun devlet işlerinde bir role sahip olduğuna inandırdığını, oysa gerçekte hükümet kurumlarının halkın sesindeki şiddeti azalttığını söylüyor. Ayrıca Varlet, halkın faillerine İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ndeki sözlere bağlı kalma görevini veriyor. Bilindiği üzere bu bildirge, Bourbon kralını basit bir yurttaş derekesine düşürüyor, zenginlerin çocuklarının özel öğretmenlere erişme imkânlarını kısıtlamak suretiyle, eğitim sahasındaki ayrımları ortadan kaldırıyor.

Varlet’ye göre, meclisteki vekiller, herkese eşit eğitim imkânı sunmak gibi bir yükümlülüğe sahipler. Her şeyin ötesinde bildirge, anayasadaki tüm maddelerin sadece halkın tam egemenliğini güvence altına almakla kalmayıp, 1789 tarihli bildirgedeki ifadelerle kıyaslandığında halkın denetimine tabi hâle getirilmesi gerektiğini söylüyor.

Varlet’nin ifadesiyle:

“Halkın egemenliği, yurttaşların her bir kamu görevlisini doğrudan seçmesi, kendi çıkarlarını tartışması, kanun yapıcı olarak belirledikleri vekillere yetkiler verilmesi, yetkilerini aşan veya halkın çıkarlarına ihanet eden vekilleri görevden alma ve cezalandırma imkânına sahip olunması konusunda yurttaşlara verilmiş doğal bir haktır. En nihayetinde halkın egemenliği, halkın vekillerinin aldıkları, özel koşulların gerektirdiği kararlar haricinde, tüm kararları inceleme hakkını ifade eder. Meclislerde egemen gücün yaptırım uygulamasından önce bu vekiller, hukuku uygulama gücüne sahip olurlar.”[4]

Öfkeliler Hareketi’nin liderinin sözlerinde, halkın sesini yüzyıllardır susturan eski rejim politikalarına geri dönme korkusu bir çırpıda hissediliyor. Varlet, yazı boyunca, yolsuzluğa bulaşmış kişilere yönelik duygularında tam bir radikal gibi konuşuyor. Bu bağlamda Varlet, “kendi seçmen kitlesinin çıkarlarına ihanet etmiş olan halk temsilcilerinin idam edilmesi gerektiğini” söylüyor.[5] Bir yıl sonra başlayan terör döneminde ulusal güvenlik adına ölüm cezasının uygulanmasıyla birlikte bu görüş, radikal bir görüş olmaktan çıkıyor, ama gene de Varlet’nin dile getirdiği argüman, devrimci liderlerin bir biçimde kitlelerin kıyıya köşeye itilmesine mani olacak hükümet politikalarının muhafaza edilmesi için uğraştığı koşullarda açığa çıkan ve sorunlara yol açan karışıklığa önceden haber veriyor.

O kısa ömrü dâhilinde Öfkeliler Hareketi, önceki statükoya geri dönme korkusu meselesini tartıştı, ayrıca bir yandan da Fransa’nın gücü ve serveti bir avuç imtiyazlı kişinin eline teslim eden önceki sisteme geri dönmesini sağlayacak her türden politikaya kafa tuttu. Radikallerin yürüttüğü savaşların ana sebebi, üçüncü sınıfın boyunduruk altına alınması idi. Bu radikal isimler, baldırıçıplakların bir avuç azınlığın elindeki serveti büyüten, büyük çoğunluğu ise nefessiz bırakan ekonomik yapı içerisinde çektikleri dertlere odaklanıyorlardı.

Bununla birlikte, Öfkeliler Hareketi, baskıcı kurallara geri dönme korkusunu tetikleyen politikaların ortadan kaldırılması yanında, orantısız servetlerin ve artan yaşam maliyetlerinin geçmişe ait bir mesele olmasını sağlayacak, düşük gelirlilerin yaşayabilecekleri hayata kavuşmalarını mümkün kılacak somut ekonomi politikaları için de mücadele etti.

Ekonomi politikalarıyla ilgili olarak, Öfkeliler esas olarak, gıda maddeleri ve temel tüketim maddelerinin tavan fiyatının belirlenmesi fikri üzerinde duruyorlardı. Roux, Manifesto’sunda fiyat kontrolleri için durumu şöyle ifade ediyordu:

“Son dört yıldır Devrim’in sunduğu avantajlarından sadece zenginler istifade ettiler. Soylu ve kutsal sayılan aristokrasiden daha korkunç olan tüccar aristokrasisi, bireysel servetlerini biriktirip, cumhuriyetin hazinesini talan etmek için acımasız bir oyun oynadı; sabahtan akşama kadar malın fiyatı korkunç bir şekilde yükseldiği için, bu haraç alma, gasp etme pratiklerinin daha ne kadar süreceğini hâlen daha bilemiyoruz. […] Ticaret özgürlüğü, malların kullanımı üzerinde tahakküm kurma ve başkalarının kullanmasına mani olma hakkı değil, kullanma ve yararlanma hakkıdır. Herkes için gerekli olan bu mallar, herkesin erişebileceği bir fiyatta sunulmalıdırlar.”[6]

Baldırıçıplaklar, Ulusal Meclis içerisindeki aşırı sol radikalleri tam da bu fiyat kontrolleri ile ilgili yaklaşımları sebebiyle sevdiler. Çünkü fiyatlar, özellikle 1789 sonrası, ücretlerdeki artış oranından çok daha fazla artıyordu.

İmtiyazsız insanları harap eden spekülatörleri, tekelcileri ve “vampirleri” sert bir dille uyaran Roux, Manifesto’sunda yoksulların ekonomik özgürlüğü konularını uzun uzadıya tartışıyor. Bu şekilde Roux, (Varlet ve Leclerc ile birlikte) Jakobenlerin yazdığı senaryoya dâhil oluyor, ama zenginlerle fakirleri karşı karşıya getirmek suretiyle, devrimin kendisini bir sınıf savaşına dönüştürüyor. Görünürde bu, aynı zamanda o dönemdeki hemen hemen tüm siyasi partilerin ve örgütlerin politikası olsa da, Fransa’daki diğer ideologların aksine, Öfkeliler, belirgin bir üstünlüğe sahiplerdi, zira hareket, hem sol hem de sağla mücadele etmek zorunda değildi. Esasen, siyasi inanç konusunda en solda olan, Öfkelilerdi. Onlarla aynı fikirde olmayan kesimler, bu hâlleriyle Fransız yurttaşların çıkarlarıyla ilgili konumlarını riske atıyorlardı. Radikal hizip, yurttaşların desteğini aldıkça, onunla uzlaşmayanlar sorun hâline geleceklerdi.

Öfkeliler, ücret kontrolü talep ederek, diğer ekipleri riske attı. Robespierre liderliğindeki Kamu Güvenliği Komitesi, 1793 yılının Mayıs ve Eylül ayları arasında “Azami Kanunlar” denilen kimi politik adımları atarken, 1794 yılında karaborsada yaşanan artış ve artan enflasyon sebebiyle yatırdıkları parayı alamayacaklarından endişe duyan üreticilerin mallarını pazara getirme konusunda yaşadıkları tereddüde bağlı olarak, bu çıkartılan kanunlar yürürlükten kalktı. Bu Azami Kanunlar, iyi niyetli bir biçimde hazırlanmış olsa da hayırda bulunmak istediği halkın canını yaktı. Ayrıca bu fiyat kontrolü politikası, baldırıçıplakları da bölüp kutuplaştırdı. Bununla birlikte, Öfkelilerin tüccarların ve kapitalistlerin dizginlenmesine ilişkin konumu Thermidorcu gericilik dönemine dek halkta destek buldu, ayrıca bu konum, radikallere politik alanda önemli bir zemin sağladı.

Buna ek olarak, Öfkeliler, devrim parasının kullanılmasını ve bu kullanım sürecinin denetlenmesini önerdiler. Devrimin parasal aracı olan Assignat, zımnen “ulusal varlıklar” (biens nationalaux) olarak adlandırılan, el konulmuş kilise mülkleri tarafından desteklenen kanuni paraydı. 1789’da devrimin başında piyasaya sürülen para, ulusu iflasın eşiğinden döndürmek için bir araç olarak kullanıldı, ancak zaman geçtikçe, kilise arazileri konusunda gerekli güce kavuşulamadığı, aşırı enflasyonla boğuşulduğu, her yerde isyanların patlak verdiği Fransa’da, aşırı para basımı olağan bir uygulama hâlini aldı.

Devrim parası üzerinden belirlenen para politikalarına karşı çıkan birçok kişi, gıda kıtlığının ve para biriminin satın alma gücünün azalmasının suçlusunun sağlam bir mali temelin olmaması olduğunu düşünüyordu. Buna karşın Roux ise bu kanuni paranın geçerliliği ve geleceği konusunda az çok esnek, ama aynı zamanda sert bir duruşa sahipti:

“Ama denilecektir ki ‘pahalılığın asıl sebebi, kâğıt paranın durumudur.’ Heyhat! Baldırıçıplaklar, dolaşıma sokulmuş paranın rengini bile bilmiyor! Her durumda fazla fazla basılması, kâğıdın değerini ve o parayla alınan emtianın fiyatını belirliyor. Assignat’nın gerçek bir değeri olsaydı, Fransız milletinin sadakatini esas alıyor olsaydı, ulusal varlıkların miktarı toplam değerinden bir şey kaybetmezdi.”[7]

Devamında Roux, “bankacılar, tüccarlar ve karşı-devrimciler”in devrim parasını büyük miktarlarda istiflediğinden, bunun sonucunda alım gücünün düştüğünden söz ediyor, genel para biriminin hâlihazırda kullanılan hâliyle ilgili kavga konusunda ise kâğıt paraya karşı olanların ona esasen değeri yukarı çıkma arzusuyla karşı çıktıklarını, “ceza almadan tekelleşme fırsatı bulmak ve ateşe verdikleri yurtseverlerin kanını bankoda gelip satmak”[8] istediklerini söylüyor.

Aşırı sol, bu türden fazla milliyetçi ifadelere ilk kez başvurmuyor. Oysa ekonomik sistemi tahrip eden temel sorunlar, daha çok genellikle “kötüler”, “tutsak edenler” ve “kendilerini yiyip bitiren canavarlar”[9] gibi etiketlerle ifade edilen, serveti artırma imkânı, aklı ve aracı bulunanlarla ve yoksullardaki satın alma imkânından yoksun olma hâliyle ilişkili sorunlardı.

Öte yandan Roux’nun Assignat ile ilgili duyguları, samimi ve derin duygulardı. Ondaki sistemi itibarsız kılmaya çalışanlara yönelik nefrete, hep ekonomik karışıklığın gerçek sebeplerine dair inançları tutkuyla savunan bir tutum eşlik ediyordu.

Leclerc, 1793 tarihli L'Ami du Peuple, No. II [“Halkın Dostu Sayı II”] isimli çalışmasında, bir bütün olarak yurttaşlara fayda sağlamayı amaçlayan politikaları kınayanların çıkarlarını ve güdülerini belirleme konusunda daha derinlikli düşünceler geliştiriyor. Burjuvazinin oynadığı role ve onun geçinmek için tüketilen emtiayı işlemeye dair fikrine odaklanan yazılarında Leclerc, önceden Fransa’yı sınıfsal kısıtlamalara ve feodal eğilimlere mahkûm etmiş olan aristokrasiyle bir tuttuğu, mevcuttaki aristokratlara dair yaklaşımı ile Roux’nun görüşlerini derinleştiriyor. İmtiyazlıların gıda fiyatlarını artırıp enflasyona yol açmak suretiyle karşı-devrimin önünü açma arzusundan” dem vuran[10], ülkenin zalimlerin elinde çektiği çileden bahseden Leclerc, açlık yüzünden dökülen gözyaşlarına aldırış etmeyen, üretilmiş ürünlerin bol olmasını önemsemeyen bu zalimlerin, servet biriktirmek için yaptıkları planların, kurdukları komploların yurttaşı asla gözetmediğini söylüyor.

“Aristokrasi, bize sürekli dolaşımdaki yüksek para miktarının emtia maliyetlerindeki muazzam artışın sebebi olduğunu söylüyor. Bunu, ölümüne çalışan, yoksul işçi sınıfının açlıktan ölmesi için bulunmuş güzel bir bahane olarak görmek gerekiyor.”[11]

Öfkeliler Hareketi içerisinde ve aslında yazarın kendisinde de pek rastlamadığımız mantıksal safsata kullanımı üzerinden Leclerc, paranın daha fazla basılması ile ilgili görüşünü desteklemek adına, korkudan dem vuruyor, ağır eleştiri gibi silâhlara başvuruyor:

“İhtiyacın buyurgan çığlığını asla duymayan biri için, emeğin fiyatı yaşam maliyetiyle orantılı olarak artmadıkça, dolaşımdaki paranın çoğalmasının ne gibi bir önemi olabilir?”[12]

Leclerc de ülkedeki açlığa ve umutsuzluğa sebep olanların hızla ve zerre tereddüt etmeden halledilmesi gerektiğini düşünüyor. “İflas yolunu açacak şekilde”[13] servet peşinde koşanların işlediği suçlar, yaptığı suiistimallerin hoşgörüyle karşılanması durumunda, devrim parasının itibarını yitireceğini söyleyen Roux ile benzer görüşleri dile getiren Leclerc, ayrıca Roux’nun zenginlerin cezalandırılmasıyla ilgili yaklaşımını benimsiyor ve stokçuluk yapanlarla malının mülkünün denetlenmesine karşı çıkanlar konusunda ölüm cezasının zaruri kılınması gerektiğini söylüyor.

Bu dile getirdiği görüş dâhilinde Leclerc, mal istifleyen kişiyi katille bir tutuyor, aynı zamanda “tüketiciyi kendi ağzına bakmasını sağlayan”[14], uygun bir fiyatta satmak için gıda maddelerini satmaktan imtina eden gıda üreticilerinin uyguladığı spekülasyonla kendi kişisel eşyasını biriktirenin yaptığı işi kıyaslıyor.

Ulusal Meclis üyelerine sunduğu Özel ve Zorunlu Yetkilendirme Teklifi’nde Varlet de ölüm cezası meselesini gündeme getiriyor, spekülasyonu ve stokçuluğu ortadan kaldırmanın ulusun vekillerinin görevi olduğunu söylüyor. Ulusun kanını emen tekelci “sülükler” konusunda ağır cezaların uygulanmasını isteyen Varlet, bir yandan da para satışının ve ulusun mührünü taşıyan belgelerin satışının yasaklanmasını talep ediyor[15], bunların ulusun malı olduğunu, satışının ve istiflenmesinin yasadışı ilân edilmesi gerektiğini söylüyor. Bu alabildiğine ağır olan tedbirler, yapı itibarıyla hem önleyici hem de düzeltici tedbirler. Önleyici, çünkü hem yurttaşa karşı işlenecek suçlardan insanları caydırmayı hem de kapitalist eğilimlerin güçlenmesine mani olmayı amaçlıyorlar; düzeltici, çünkü ülkede devrim karşıtı muhalefeti ortadan kaldırıyor.

Baldırıçıplaklar konusunda ise Leclerc, lüks mallardaki enflasyonun onların hayatları üzerinde hiçbir etkisi bulunmadığına, dolayısıyla, bu fiyat artışlarının onları zerre ilgilendirmediğine inanıyor. Ekilebilir tarım arazilerindeki ve mal üretimindeki bolluk sayesinde Fransa’nın kendisini besleyebileceğine, giydirebileceğine ve koruyabileceğine, eldeki imkânların yeterli olduğunu düşünen Leclerc, karşıt görüşlere sahip olanları “parlak madalyalar ve güzel resimler görünce babasına şirinlik gösterisinde bulunan çocuklara” benzetiyor.

Bu türden bir mantığa başvuran Leclerc ve Öfkeliler, hiperenflasyonun sonuçlarıyla ilgili basit teorileri ve gerçekleri kendi dar ve minimalist düşünce tarzları dâhilinde gözden kaçırma meyilli. Madeni para ve kâğıt para konusundaki politikaları, amatörlükle maluldür. İtibari paranın uzun süre boyunca kullanılmadığı, ulusal bankacılık sisteminin mevcut olmadığı 1790’larda, önerdikleri reçetenin felâketten başka bir şeye yol açmayacağını görmek gerekiyor.

Ekonomi ve üretimle ilgili olarak dillendirilen radikal görüşler, esasen duygulara hitap ediyor, denklemi yanlış kuruyor, bu anlamda, alabildiğine karmaşık olan meseleleri halletmek için basit bir mantığın ürünü olan basit fikirler dillendiriyorlar.

Peki sonrasında Öfkeliler Hareketi’nin başına ne geldi?

Thermidorcu gericiliğin yüzünü iyiden iyiye gösterdiği koşullarda, politik açıdan az çok halim selim bir çizgi tutturmuş olan Jakobenler ve Dağcılar yanında, onları eleştiren aşırı solcularda tutuklandılar. Bu döneme gelindiğinde Roux, çoktan intihar edip ölmüştü. Leclerc ve Varlet ise yaşanan politik değişiklik sonucu marjinalleşti.

Öfkelilerin safında yer alan çok sayıda insan, solcu örgütleri içeren başka çizgileri destekleyip yeni bir politik hayata başladı. Bazı isimlerse, Napolyon Bonapart’ın yıldızının parladığı dönemde onunla dayanışma ilişkisi kurdu.

Robespierre’in yıkılışını Direktuvar dönemi izledi. Böylelikle solcu hizipler yerlerini orta yolcu ekiplere bıraktılar. Jakobenlerle Öfkeliler arasında yaşanan tartışmalarda önemli bir yere sahip olan konuların büyük bir kısmı terk edildi, hem tüccarları hem de kapitalistleri destekleyen ekonomi politikalarına dönüşü esas alan anlayışlar hâkim hâle geldi.

Terör mekanizmaları dağıldı. 1795-1799 arası dönemde Fransız siyasetine politik ortamın soldan sağa kaymasıyla birlikte, anlık duygusal tepkiler damgasını vurdu. Bu dönemde beş kişilik yürütmenin ve iki meclisin üzerine kurulu bir anayasal rejim kurma yönünde adımlar atıldı, ayrıca 25 Ekim 1795 tarihli kanunla birlikte, ülkede büyük beklentilerle, ama çok az parayla bir eğitim sistemi inşa edilmeye çalışıldı.

Öte yandan, muhtemelen Kurucu Meclis ve Ulusal Meclis’te yaşanan karışıklıkla geçen yılların ortaya çıkardığı bir sonuç olarak, hizipler arasındaki çatışmaların sorunlu olduğu görüldü, Assignat’nın kullanıldığı ülkede oluşan genel ruh hâli, Direktuvar açısından yüzleşilen olumsuzluklardan sadece birisiydi.

Hem Direktuvar üyelerinin hem de Fransız Ulusal Meclisi’nin üyelerinin kendilerini korumaya çalıştığı, Direktuvar’ın da Jakobenlerin kurduğu koalisyonların da başarısız kaldığı, meşru hâle gelemediği koşullarda, Bonapart’ın başını çektiği askerî rejimin önü açılmış oldu.

Tüm bu tespit ve değerlendirmelerin ardından, Öfkelilerin boş yere fikir beyan ettiklerini söylemek doğru olmaz. Öfkeliler Hareketi, Fransa’yı neredeyse bir bin yıldır tarumar eden feodal uygulamaların ortadan kaldırılmasını savunuyordu. Rousseau’nun halkın yönetimdeki rolüne dair idealist görüşlerinin önemli bir kısmının gerçekte karşılık bulmadığı koşullarda Öfkeliler Hareketi, süreç ilerledikçe kaynaşan yurttaşlara öncelik tanıdı, asilliğe değil, saygınlığa önem verdi.

Ayrıca Napolyon’un yükselişi, hükümet ve halk arasında bir bağlantı kurarak ve vatandaşların yasal haklarının artırılması arzusunu yeniden teyit ederek, hukuk ve yasama organıyla ilgili reform yapan bir sisteme yol açtı. Bu tür değişikliklere ek olarak, 1801 tarihli anlaşma, kilise ve devletin ayrılması anlayışını pekiştirdi, ama bir yandan da Fransa ile Roma Katolik Kilisesi arasında yeniden bir bağ kurdu, ayrıca Kilise üyelerinin devlet başkanı tarafından atanması politikasını yürürlüğe koydu. Devletin dinî özgürlüklere hoşgörüyle yaklaşacağı konusunda güvence veren anlaşma, “halkın büyük bir çoğunluğunun Katolik inancına bağlı olduğunu, fakat Protestanlara yönelik saygı ve hoşgörü konusunda Roma’yı değil, ulusun tercih edileceğini” söylüyordu.

Vatikan ile yapılan bu anlaşma, önceki on yıl içerisinde Kilise’nin yerleştiği arazilere onay vermek suretiyle, arazi edinimi konusunda Fransız Devrimi’nin gerçekten “devrimci” olmasını güvence altına alıyordu. Bu sayede daha önceden müsadere edilmiş Kilise malını satın almış kişilerin o arazilerin sahibi oldukları kabul edilmiş oldu, böylelikle arazilerin geri alınmasından korkan insanların kaygıları giderildi.

Bununla birlikte, ulusun dönüşümü yavaş seyretti. Öfkelilerin dile getirdikleri taleplerin çoğu, onlarca yıl tam olarak benimsenmedi veya gerçekleşme imkânı bulamadı. Öfkeliler, büyük ölçüde Toplum Sözleşmesi’ni esas alan bir anayasa için mücadele ettiler, ama Fransız Devrimi, anayasayla alakalı sorunları hiçbir zaman çözüme kavuşturmadı.

Napolyon’un iktidara gelişiyle birlikte yurttaşlar, ülkedeki politika sahasına girme imkânlarını büyük ölçüde yitirdiler. 1790’larda hizipler arasındaki kutuplaşma ve gerilim yüzünden politik partiler, uzlaşma nedir bilmeyen tutumlarını yavaş yavaş değiştirmek zorunda kaldılar.

On dokuzuncu yüzyıl boyunca yaşanan ve Paris ile taşrasını, Kilise’siyle politik mevkileri birbirinden ayıran, hatta bunlar içerisinde de ayrışmalara sebep olan devrimlere tanık olunduğu dönemde Napolyon başta olduğu saltanata, esas olarak eskide görülen ve yeniden baskın hâle gelen, eski rejimin toplumsal ve dinî ülkülerini besleyen milliyetçi alışkanlıklar damgasını vurdu. Napolyon’un jeopolitika ile ilgili tutumu ve bu tutum üzerinden geliştirdiği politikalar, aynı zamanda eski statükoya geri dönüldüğünü ortaya koyuyor, Fransa’yı mevcut cüssesi, hareket kabiliyeti ve hepsinden önemlisi, hırsları sebebiyle, bir kez daha Kıta Avrupası’nın en korkulan ulusu hâline getiriyordu. 1814 Viyana Kongresi, bu görüşün delili niteliğindedir: Napolyon artık bir faktör değilse de yeni yenilmiş olan Fransız ulusu, kıtadaki toprakların yeniden paylaşılması konusunda tekrardan başkalarını endişelendirecek bir güç hâline gelebilecek imkâna kavuşmuştu.

Öfkeliler Hareketi’nin devrim çağında sınırları zorlayan bir siyaset ortaya koyduğuna hiç şüphe yok. Bazı insanların, bilhassa baldırıçıplakların taleplerine ses olan politik yaklaşımları, popülist bir mesajdan yoksun olması veya Fransız Devrimi sonrası yüzleşilen ekonomik, politik ve toplumsal açmazlardan kurtulmayı sağlayacak belirgin bir çıkış yolu sunamaması sebebiyle, hiçbir vakit ilgi görmedi. Yaptıkları eleştirilerin belirli bir ağırlığı vardı. Öfkeliler Hareketi, toplumda hiçbir vakit tam olarak sınanmamış olan teorilere dayanan, karmaşık sorunlar için basit çözümler içeren kısa vadeli çözümleri öne çıkarttı. Fikirlerinin çoğu, Genel Meclis ve Ulusal Meclis içerisinde hiçbir zaman ilgi görmese de, ruhları aşırı sol siyasi çevrelerde hâlen daha yaşamaya devam ediyor.

Beau Pedraza
Kaynak

Dipnotlar
[1] Jean-François Varlet, Declaration of the Rights of Man in Society, 1793. Çeviri: Marc Allan Goldstein (New York: Lang, 2001) s. 466.

[2] Varlet, a.g.e., s. 466.

[3] Jacques Roux, Manifesto of the Enragés, 1793. Yayına Hazırlayan: Marc Allan Goldstein (New York: Lang,2001) s. 479.

[4] Jean-François Varlet, Proposal for a Special and Imperative Mandate, 1792. Yayına Hazırlayan: Marc Allan Goldstein (New York: Lang, 2001) s. 368.

[5] Varlet, Proposal for a Special and Imperative Mandate, s. 369.

[6] Roux, Manifesto of the Enragés, s. 477-8.

[7] Roux, a.g.e., s. 480.

[8] Roux, a.g.e., s. 481.

[9] Roux, a.g.e., s. 475-483.

[10] Jean Théophile Victor Leclerc, L’Ami du Peuple, No. II, 1793. Yayına Hazırlayan: Marc Allan Goldstein (NewYork: Lang, 2001) s. 484.

[11] Leclerc, a.g.e., s. 485.

[12] Leclerc, a.g.e., s. 485.

[13] Roux, Manifesto of the Enragés, s. 482

[14] Leclerc, L’Ami du Peuple, s. 486.

[15] Varlet, Proposal for a Special and Imperative Mandate, s. 370.

0 Yorum: