06 Ağustos 2022

,

Malthus’un Hayaleti ve İnsan Çağı

Giriş

Son dönemde yeryüzü bilimcilerinin ağzından, insanın doğada ve habitatlarda eşi benzeri görülmemiş bir tahribata yol açtığından başka bir söz işitilmiyor. “İnsan Çağı” (Antroposen) olarak bilinen bu yaklaşım, ekolojinin ve gezegendeki mevcut sistemlerin tüm ölçeklerde insanın varlığı ve faaliyetleri ile biçimlendiğini söylüyor. “İnsan Çağı”, insan nüfusundaki artışın, kaynak çıkartma girişimlerinin ve kaynak tüketiminin insanları dünyadaki jeolojik ve ekolojik değişimin asli gücü hâline getirdiği anlayışını temel alıyor (Crutzen ve Stoermer 2000). Mevcut yazına göre bu güçler, türlerin yok olmasından iklim değişikliğine kadar bir dizi kapsamlı etkiye yol açıyorlar (Ceballos, Ehrlich ve Dirzo 2017). Oysa insanın çevre üzerindeki etkileri, tümüyle biyolojik değil.

“İnsan Çağı” denilen fikir (Moore 2015a), aynı zamanda antropojenez anlayışını temel alıyor. Bu anlayış, insanın doğadan ve çevreden ayrı olduğunu, kolayca algılanabilen, zararlı eylemlerde bulunduğunu söylüyor (Moore 2016a, Sayre 2012). Burada kalmayan ilgili anlayış, insan faaliyetlerinin çevre üzerinde yol açtığı etkileri insan nüfusuna bağlıyor.

Örneğin 2014 tarihli değerlendirme raporunda, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, şunu söylüyor:

“Dünya genelinde ekonomik büyüme ve nüfus artışı, fosil yakıt tüketimi kaynaklı karbondioksit artışlarının arkasındaki en önemli itici güç olmaya, bu anlamda, iklim değişikliğinin de asli itici gücü olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.” (IPCC 2014).

Aynı şekilde, Kasım 2017’de 15.000’in üzerinde bilim insanı, “İnsanlığa Uyarı” başlıklı bir bildiri kaleme aldı ve orada çevresel tahribatın bilimsel kanıtlarına işaret etti. Bu bildiride, sorunun ana kaynağının insan nüfusu olduğu ifade ediliyordu:

“Hızlı nüfus artışının birçok ekolojik, hatta toplumsal tehdidin arkasındaki asli itici güç olduğunu kabul etmezse, nüfus artışını yeterince sınırlamazsa, sera gazı salınımının azaltılması gibi gerekli tedbirleri almazsa, insanlık, zaten tehlike altında olan biyosferimizin korunması için acilen atılması gereken adımları atmakta çok geç kalacak.” (Ripple vd. 2017).

Burada “toplumsal tehditler” derken, iklim değişikliği kaynaklı göç sorunlarından, bu sorunun yol açacağı şiddetli çatışmalardan, devletlerarası savaşlar ve isyanlar gibi gelişmelerden söz ediliyor. (Gleditsch, Nordås ve Salehyan 2007).

Ancak öte yandan birçok sosyal bilimci ve solcu akademisyen de insanı jeolojik aktör olarak görmenin doğaya ve politikaya dair yaklaşımımızı yeniden gözden geçirme fırsatı sunduğunu söylüyor. Stengers’ın (2017) da ifade ettiği biçimiyle, İnsan Çağı, insanın hayatı idame ettiren karmaşık ağlar içerisindeki yerinin yeniden tarif edilmesini gerekli kılıyor. İnsan Çağı anlayışını eleştirenler, bu kavramın İnsan denilen soyut kategori üzerinden insana ait sorumlulukları görmezden geldiğini söylüyorlar.

Buna karşılık, iklim değişikliği torbasına atılan birçok çevre krizinin cereyan ettiği, eşitsizlikle malul coğrafyaların gerçekliğini anlatmak adına, bir de Sermaye Çağı (Moore 2015b, 2016b) ve Plantasyon Çağı (Haraway 2015, 2016) gibi kavramlar öneriliyor. Akademik çalışmalar, esasen İnsan Çağı anlayışının, gezegen ölçeğinde büyümeyi ve nüfus artışını sınırlandırmak gerektiğini söyleyen görüşü beslediğini (Butler 2016), bu anlamda, insan nüfusundaki artışı gene merkeze yerleştirdiğini söylüyorlar.

Yeryüzündeki imkânların doğal sınırı olduğunu söyleyen fikrin çıkış noktası, on sekizinci yüzyılda yaşamış olan Thomas Robert Malthus’un Nüfus İlkesi Üzerine Makale isimli çalışmasıdır. Malthus bu makalede, insanın verdiği zarardan ve gıda kaynaklarındaki üretimin sınırlı olması karşısında insan nüfusunun katlanarak arttığını söyler (Malthus 2004 [1798]).

Yirminci yüzyılın ortalarından itibaren çevre üzerine çalışma yürüten bilim insanları, Malthus’un insan nüfusu ve doğal sınırlarla ilgili fikirlerini güncellediler ve bu fikirleri, toprak erozyonu, ormansızlaşma, kirlilik ve iklim değişikliği gibi sorunlara uyguladılar.

Bu yeni Malthusçu yaklaşımlar, çoğunlukla insan bedenini açgözlü kaynak kullanımı ve çevre tahribatı ile ilişkilendiriyorlar. Nüfusun bomba gibi tehlikeli bir şey olduğunu söyleyen bu tür yaklaşımlar (Ehrlich 1968) baskıcı nüfus kontrolü politikalarını gerekçelendirmek için kullanılıyorlar. Neticede nüfus kontrolü politikaları da kadın düşmanlığını, patriarkayı, ırkçılığı, sömürgeciliği ve kapitalist sömürüyü besliyor (Hartmann 1987; Sasser 2014; Silliman ve King 1999).

Geniş bir bağlam dâhilinde ele aldığımızda, İnsan Çağı anlayışının feminist eleştirisine ve bu anlayışın arkasındaki Yeni Malthusçuluğun cinsiyetçi tutumuna yönelik eleştirinin acilen yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

Biz de iklim değişikliği meselesini ciddiye alıyoruz, bu meselenin esas olarak insanların faaliyetlerinden kaynaklandığını söyleyen bilim insanlarına katılıyoruz. Ama biz, Yeni Malthusçuluğun dile getirdiği önermelerin sorunlu olduğunu düşünüyoruz. Kaynakların belirli sınırları olduğu görüşünü temel alan Yeni Malthusçuluk, kıtlığı, eşitsizliği ve çelişkiyi doğallaştırıyor. Dahası, bu yaklaşım, iklim değişikliğinin sebeplerini yanlış teşhis ediyor, çoğunlukla soruna sebep olma noktasında çok az katkısı olan, marjinal grupları ve halkları suçluyor. Bu tutumu üzerinden Yeni Malthusçuluk, zaten sorunlu olan nüfus kontrolü ile ilgili olarak, baskı ve silâh zoruyla uygulanan tedbirler için kapı aralıyor. İşin üzücü yanı şu ki bu çözüm diye önerilen tedbirler, esas olarak zayıfları hedef alıyor ve sorunu kökten çözmüyor.

Yeni Malthusçuluk bugün eleştirilmesine rağmen, her zamankinden daha güçlü. Biz, bu düşünce tarzının etkisinin kırılması gerektiğini düşünüyor, iklim değişikliği ile ilgili her türden ekolojik yaklaşımın bu eleştiriyi yöneltmesi gerektiğini söylüyoruz. Bilhassa feminist politik ekoloji, İnsan Çağı dâhilinde cereyan eden ve onun ötesine uzanan çevresel değişikliklerin cinsiyetle alakalı yönlerini açığa çıkartmak istiyorsa, bu eleştiriyi yapmalı. Bu eleştiri için önce Yeni Malthusçuluğun düşünce tarzının iklim değişikliği ve sebeplerine dair geliştirdiği anlayışları inceleyelim.

Yeni Malthusçuların Çevresel Değişiklik ve İnsan Çağı’nın Sorunlarıyla İlgili Yaklaşımları

Sayısı giderek artan bir bilimsel çalışma grubu, sera gazı salınımlarının yanı sıra gelecekteki nüfus eğilimlerini tahmin etmeye odaklanıyor ve aile planlaması müdahaleleriyle nüfus artışını yavaşlatmanın daha az salınıma yol açacağını ve böylece iklim değişikliğinin etkilerini azaltacağını savunuyor (Gaffin ve O'Neill 1997; O'Neill vd., 2010, 2012). Benzer araştırmalar, doğum kontrol yöntemlerinin, en çok etkilenen toplulukların iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamalarına yardımcı olurken, aynı zamanda dirençli kalarak düşük maliyetli bir strateji sunduğunu ileri sürüyor (Martine 2009). Çalışmalar, büyük ölçekli, toplu eğilimler üzerinde modellenen, nüfus artışı ve karbon salınımlarının uzun vadeli tahminlerine odaklanıyor. Bunu yaparken, belirli sonuçları (düşük nüfus artışı, düşük salınımlar) ideal ve diğerlerini (yüksek büyüme, yüksek salınımları) kötü olarak belirlemek suretiyle gelecekteki olası sonuçları tahmin ediyorlar.

Bu, basit bir düşünce alıştırması değil: Nüfus ve sera gazı salınımları ile ilgili tahminler, insan hayatına dair hesaplama ile ilişkili olarak yapılıyorlar. Bu tahminlerde, küresel ölçekte çevreyle ilgili belirlenmiş hedeflere ulaşmak için belirli sayıda insanın heba edilmesi üzerinde duruluyor (Murphy 2017). Bu tür bir hesap, perde gerisindeki gücün işleyişini ortaya koyuyor:

“İnsan hayatlarının heba edilmesiyle salınımları ortadan kaldırmayı öngören mantık, insan hayatına o değer nasıl verilecek, değeri kim verecek, bu değerin ölçeği ne olacak gibi soruları gündeme getiriyor.” (Hartmann, Hendrixson ve Sasser 2016, 74).

2007'de düzenlenen bir uluslararası iklim değişikliği konferansında verdiği röportajda, bu mantığı savunan Çinli bir yetkili, Çin'in tek çocuk politikasıyla önlenen milyonlarca hayatın, iklim düzleminde karbon salınımlarını önlediğini ve bu anlamda olumlu sonuçlara yol açtığını söyledi. Yetkili, Çin nüfusunun, politikanın uygulanmasıyla yaklaşık 300 milyon azaltıldığını aktardı, ayrıca “2005’te 1,3 milyar ton karbondioksitin salınmasına mani olduklarını” iddia etti (Doyle 2007).

Nüfuz sahibi Batılı liderler ve eğilimleri tayin eden kudretli isimler de aynı şekilde aşırı nüfus sorununu ele alıyorlar ve iklim değişikliğinin etkilerinin bu sorunun çözülmesiyle azaltılabileceğini iddia ediyorlar. Gerçekten de, hem (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli ile birlikte iklim değişikliği aktivizmi nedeniyle 2007 Nobel Barış Ödülü'nü kazanan) eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore hem de Microsoft'un kurucu ortağı ve hayırsever Bill Gates, 2014’teki Dünya Ekonomi Forumu'nda, doğum kontrolü ile ilgili çalışmaların, iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmasına dönük faaliyetler dâhilinde uyumlu kılınması gerektiğini söyledi (Cox 2014). Gates, kendi adını taşıyan vakfı (Bill & Melinda Gates Vakfı 2017) aracılığıyla, öncelikle dünyanın en fakir ülkelerindeki doğum kontrol programlarını finanse ederek, bu yaklaşıma finansal kaynaklar akıtan bir isim.

Amerikalı çevre yazarı Eugene Linden (2017), nüfus, çevre ve iklim değişikliği arasında kurulan ilişkinin başka bir yönüne dikkat çekiyor. New York Times için yazdığı uzun bir görüş yazısında, Trump yönetiminin Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’na yaptığı yıllık katkıları kesmemesi gerektiğini tutkuyla savunuyor ve bunu yapmanın, sürekli ısınan bir dünyada hızla artan nüfus artışına katkıda bulunacağını öne sürüyor. İnsan nüfusundaki bu artışın, çevresel yıkım sürecini hızlandıracağını, kıtlık, savaş ve mülteci ordularının yol açacağı kıyameti yakınlaştıracağını söylüyor. Linden, nüfus artışının iklim değişikliğine neden olduğunu iddia etmese de, nüfus artışının, özellikle küresel Güney’de, nüfus ve iklim değişikliğinin ikili baskısı nedeniyle kaynaklar azaldıkça, giderek daha yoğun çevresel yıkımları ve sefaleti beraberinde getireceğine dair endişelerini dile getiriyor.

Bugünün iklim değişikliği söyleminde karşımıza çıkan Yeni Malthusçuluk, altmışlarda dile getirilen, kötü senaryo üzerinde duran öngörülerle örtüşüyor. O dönemde Ehrlich (1968), Hardin (1974) ve Meadows vd. (1972) gibi çevreci akademisyenler, dünya ölçeğinde kontrol altına alınmadığı takdirde nüfus artışının çevresel tahribata yol açacağını söylüyorlardı. Ama zaman iklim değişikliği denilen olgu, oyunun kurallarını değiştiren bir unsur hâline geldi. Akla hayale sığmayacak ölçüde büyük bir çevresel tahribatın gerçekleşeceği beklentisi içerisinde olanlar, yaklaşan ekolojik krizi iklim değişikliği olgusu üzerinden izah ettiler (Hartmann 2017). Buradan da mevcut sorunların olağanüstü önlemlere ihtiyaç duyduğu sonucuna ulaştılar.

Sözü edilen önlemler, bugün “nüfus mühendisliği” ve askerî müdahale alanının genişlemesi gibi baskıcı nüfus kontrolü tedbirlerini içeren tehlikeli stratejilerin önünü açıyor. Bize göre askerî müdahale ve nüfus mühendisliği denilen yöntemler, yaşam ve yaşamsal süreçler üzerindeki kontrolü pekiştiren iklim değişikliği ile ilgili eril müdahalelere yol açıyorlar. Bu konuda, çevreye yönelik eril müdahalelerle ilgili yazına göz atmak gerekiyor (örneğin, Plumwood 1993; Shiva 2012).

Bu tür eğilimler, bilimsel ve siyasi çevrelerin nüfus kontrolü önlemleri ile ilgili olarak son dönemde dile getirdikleri tekliflerde karşımıza çıkıyor. 2016'da bir grup biyoetikçi, küresel iklim krizinin aciliyetinin, ölçeğinin ve yoğunluğunun günümüzde toplumların yüzleştikleri en önemli ahlakî sorunlar olduklarını, krizin aciliyetinin farklı baskı biçimlerinin tatbik edilmesini gerekli kılan stratejilere ihtiyaç duyduğunu söyleyen bir makale kaleme aldı (Hickey, Rieder ve Earl 2016). Yazarlar, nüfusun büyüklüğü ve yapısı ile oynanması, bunun için tercihlerin artırılması, tercihlerin ayarlanması ve özendirici girişimleri öngören müdahalelerin gerçekleştirilmesi gerektiğini söylüyorlar. İlgili yaklaşım, herkesin hayrına olacağını düşündükleri işlerin yapılabilmesi için bireyin üreme haklarının elinden alınması üzerinde duruyor. Yazarlara göre, herkesin hayrına olan bir sonucun ortaya çıkması için insan sayısının azalması gerekiyor. Bu yaklaşım, üreme ile ilgili özgürlüğün insanların elinden alınmasıyla iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılacağını düşünüyor.

2007'de Avustralyalı bir profesör, Medical Journal of Australia’da aynı şekilde, iklim değişikliğini azaltmaya yardımcı olmak için nüfus kontrolü çağrısında bulunan bir mektup yayınladı.

“Yeni annelere mali yardım uygulamasından vazgeçilmeli, sera gazı salınımına katkı sunan girişimler ödüllendirilmemeli, aksine, ‘kirleten öder’ ilkesi uyarınca karbon vergisi anlamında bir 'Bebek Vergisi' uygulamaya konulmalıdır.” (Walters 2007, 668).

Makale devamında, aile başına düşen çocuk konusunda bir üst sınırın getirilmesini öneriyor, bu üst sınırı aşan ailelerin karbon vergisi ödemesi, bu vergiyle toplanan paralarla da çocukla birlikte açığa çıkan sera gazını karşılayacak miktarda ağaç dikilmesi gerektiğini söylüyor.

Bu türden baskıcı tedbirler, bilhassa politika uygulama yetki ve gücü bulunmayan ideologlarca dillendirildiklerinde, zararsızmış gibi görünüyorlar. Diğer bir mesele de kimi vekillerin nüfus kontrolü konusunda baskıcı tedbirler alınması ile ilgili olarak getirdikleri teklifler. Örneğin Katrina Kasırgası'ndan birkaç yıl sonra, o sırada eyalet Meclisi Sağlık ve Refah Komitesi’nin başkan yardımcısı olan eski Louisiana Temsilcisi John LaBruzzo (R-Metairie), devlet yardımı alan kişilerin ameliyatla kısırlaştırılmaları için onlara bin dolar verilmesini önerdi. Bu zatın mantığına göre, iklim değişikliği sebebiyle meydana gelen, Katrina Kasırgası türünden olaylar, ileride daha sık görülecek. Dolayısıyla, barınma ve başka kaynaklar konusunda devletin eline bakan düşük gelirli insanların sayısının doğal felâketlerle birlikte azalması, ekonomik kaynakların artmasını sağlayacak (ACRJ 2009; Waller 2008).

LaBruzzo'nun planı başarısız oldu (ki zaten kısa süre sonra komitedeki görevine son verildi), fakat bu konuda şunu söylemek gerekiyor: onun baskıcı tedbir alınması ile ilgili teklifi, esasen ancak iklim değişikliğinin abartıldığı koşullarda dillendirilebiliyor. İklim değişikliğinden söz eden dil, bildiğimiz hâliyle hayatın eskiye oranla daha büyük bir tehdit altında olduğunu söylüyor. Bu, hemen ele alınması gereken büyük bir tehdit. Acilen harekete geçilmediği takdirde, önlenemez sonuçlara yol açabilecek bir tehdit bu. Kriz fikrinin belirleyici olduğu bu türden senaryolarda, bireylerin üreme haklarının kısıtlanması gerektiği, bu fedakârlığın zaruri olduğu söyleniyor.

Yeni Malthusçuluk üzerinden dillendirilen iklim değişikliği meselesi, bir yandan da askerî müdahalelere kapı aralıyor. Bu tür yaklaşımların çatışmaları alabildiğine ırkçı ve cinsiyetçi bir yerden ele aldıklarını görmek gerekiyor (Enloe 2000).

Örneğin Betsy Hartmann, özellikle Afrika'da nüfus artışını azaltmak için başvurulan, asker temelli uluslararası stratejilerin, hem çok doğum yapan genç kadınları hem de genç erkekleri potansiyel teröristler olarak gördüklerini, bu kişilere yönelik korkudan beslendiklerini söylüyor. İlginçtir, Yeni Malthusçuluk da hem çok doğum yapıp kaynakları tüketen kadından hem de kötüleşen koşullar karşısında şiddete yüzünü dönen erkekten korkuyor. Sonuçta ortaya Hartmann’ın (2014) “Malthus’un Afrika İçin Öngördüğü Rejim” dediği şey açığa çıkıyor. Bu rejim, en nihayetinde bilhassa Batılı aktörlerin Afrika’ya yönelik olarak gerçekleştirecekleri insani yardım amaçlı müdahaleleri ve askerî müdahaleler için gerekli bahane olarak iş görüyor. Hem gezegenin sıhhatinin hem de dünyadaki politik istikrarın tehlike altında olduğu fikrine yaslanan bu tür bir cinsiyetçi program, askerî müdahaleler dâhil her türde sıra dışı müdahaleyi meşrulaştırıyor. Hartmann’ın da dediği gibi, Afrika'da kapsamı giderek genişleyen Terörle Mücadele, bir yandan da iklim kaynaklı sorunların acilen çözülmesi gerektiğini söyleyen fikirle besleniyor.

Katz (2008), acilen ele alınması gereken, iklimle ilgili ihtiyaçlara odaklanmak yerine, askerî tepkilerin ve çevresel zarar mağdurlarının iklim değişikliğinin muhtemelen daha şiddetli hâle getirdiği Katrina Kasırgası gibi doğa olayları konusunda suçlanmalarının ardındaki mantığın sorunlu etkilerine işaret eden isimlerden. Bu hamlenin, çevre kaynaklı güçlüklere karşı, temelsiz, yukarıdan aşağıya dayatılmış bir yaklaşımı öne alan, baskıcı gözetim ve kontrol araçlarını güçlendiren alabildiğine eril tepkilerle uyumlu olduğunu belirtmek gerekiyor. İklim değişikliği meselesine, genel anlamda çevre kaynaklı güçlüklere yönelik olarak gündeme getirilen askerî müdahaleler (Gilbert 2012) militarizasyon denilen sürecin yeşile boyanmasını beraberinde getiriyor (Lunstrum 2014).

Bu noktada şu hususu vurgulamak gerekiyor: nüfusun fazla olduğunu söyleyenler, çatışmaları körükleme konusunda sahip oldukları sorumluluklardan kurtulmak isteyen elitlere çalışıyorlar, zira bu kişiler, nüfus artışını, kıtlığı ve çatışmaları birbirine bağlamak suretiyle, liderlere “doğal” bir bahane sunmuş oluyorlar. Bu, Sudan’ın Darfur bölgesinde, seçkinlerin düzenlediği ve devlet tarafından onaylanan çatışmada da tanık olduğumuz bir bahane. İngiliz sömürge yönetimi yanında kapsamlı ekonomik, politik ve bölgesel eşitsizliklerin tarihsel köklerine bakmadan ele alınan çatışmayı Birleşmiş Milletler ve ana akım medya, doğal kaynaklarla ilgili rekabetin artmasının bir sonucu olarak değerlendirmişti (Hartmann 2014; Verhoeven 2014).

Neticede nüfusa dair korkular çok işe yarıyorlar, zira “Üçüncü Dünya” kadınlarının ve erkeklerinin üreme faaliyetlerine ve giderek bozulan çevrelerine ilişkin sınıf temelli, cinsiyetçi ve ırkçı değerlendirmelerin dillendirilmesinde, bu korkular önemli bir rol oynuyorlar.

Bu eğilimlerin Yeni Malthusçu düşünceden acilen kurtulmanın zaruri olduğunu ortaya koyduğunu tespit ettiğimizde, İnsan Çağı konusunda geliştirilecek her türden politik ekoloji yaklaşımının Malthusçuluk karşıtı olması gerektiğini de söylemiş oluruz. Bize göre, feminist politik ekolojinin merkezinde Malthusçuluk karşıtı eleştiri durmalıdır. Aksi takdirde, feminist politik ekoloji, iklim değişikliğiyle ilgili yaklaşımların cinsiyetçi niteliğini anlamamıza katkı sunamaz. Bu sebeple biz, önce politik ekolojiye odaklanıyoruz, ardından da Yeni Malthusçu önermelerin iklime dair cinsiyetçi tutumların genel anlayışıyla nasıl örtüştüğünü ortaya koymak için, feminist politik ekolojinin çevresel değişime dair cinsiyetçi yaklaşımlara yaptığı müdahaleleri inceliyoruz.

Politik Ekolojinin Yeni Malthusçuluğa Yönelik İtirazı

İklim değişikliği ile ilgili değerlendirmelere Yeni Malthusçuluğun musallat olmasına nasıl karşı koyabiliriz?

Biz bu noktada, siyasetin, iktidarın ve toplumsal-ekolojik ilişkilerin farklı ölçeklerde birbirini nasıl şekillendirdikleri üzerinde duran bir alan olarak politik ekolojiye geri dönülmesini öneriyoruz. Yeni Malthusçu düşüncenin reddi, bu eleştiri bütününün ana temasını oluşturuyor.

Çalışmalarını yetmişlerde kaleme alan, büyük ölçüde Marksist bir gelenekten yararlanan ve çalışmaları politik ekolojinin temelini oluşturacak olan akademisyenler, Ehrlich (1968) ve onun Yeni Malthusçu arkadaşlarının argümanlarında delikler açmaya başladılar. Örneğin, Enzensberger (1974) ve Harvey (1974), Yeni Malthusçu düşünceyi, sınıfsal bağlılıkları maskeleme işlevi gördüğünü söylüyordu. Harvey, “doğa” veya “doğal kaynakların” sabit olmadığını, kapitalist üretim tarzı aracılığıyla toplumsal olarak üretildiğini belirtti. Hem yoksulluk hem de kaynak kıtlığı, bu nedenle nüfusun biyolojik yasalarının bir sonucu değil, daha çok kapitalizmin merkezinde duran zenginliğin kötü dağılımının politik-ekonomik sonuçlarının bir sonucuydu.

Watts (2013 [1983]), Blaikie (1985) ile Blaikie ve Brookfield (1987) gibi erken dönem politik ekolojistler, politik ekolojinin oluşmakta olan hatlarını tanımlamaya başladıklarında, bu kararlı Malthus karşıtı eleştiriyi projelerinin merkezî unsuru kıldılar ve bu eleştiriden hiç vazgeçmediler (Robbins ve Smith 2017).

Politik ekolojinin Marksist köklerine döndüğümüzde, temel anlayışlarından birinin Yeni Malthusçu düşüncenin hem çevresel zararın hem de çevresel çatışmanın gerçek nedenlerini nasıl maskelediğine dair eleştirinin durduğunu görürüz. Bu eleştiri, nüfustaki değişimin çevresel tahribatla bir alakasının bulunmadığını iddia etmez. Ama gene de ortada, nüfus artışının çevresel tahribata tek başına sebep olan şey olmadığını ispatlayan çalışmaların bulunduğunu söylemek gerekiyor (Leach ve Mearns 1996).

Örneğin Satterthwaite (2009), 1980-2005 arası dönemde nüfus artış oranlarındaki genel eğilimin karbon salınımlarının en yavaş düzeyde arttığı bölgelerde en yüksek hızda artma yönünde olduğunu ortaya koyuyor. Bunun nedeni, artan karbon salınımı gibi çevresel zararların, teknolojiden ve muhtemelen daha da önemlisi, refahtan ve buna bağlı zenginlik ve siyasi gücün eşit olmayan dağılımından büyük ölçüde etkileniyor olmasıdır. Esasında çevresel zararın temelinde yatan şey, insan sayısı değil, bu son saydığımız faktörlerdir, çünkü bunlar, insan nüfusunun ayrıcalıklı bir kısmı arasında aşırı tüketime ve aşırı sömürüye yol açarlar. Yapısal açıdan asıl nedense, kaynakların aşırı kullanımını teşvik eden, ödüllendiren ve bununla gelişen küresel kapitalist ekonomik sistemimizdir (Fletcher, Breitling ve Puleo 2014; Hartmann 2001).

Benzer şekilde, çevresel kaynaklar ile ilgili çatışmaların sebebi, çevresel güvenliği esas alan Yeni Malthusçu düşünürlerin dediğinin aksine, sınırlı kaynakları giderek daha fazla insanın kullanıyor olması değildir (Homer-Dixon 1999; Kaplan 1994). Bilâkis, politik ekolojistlerin de gösterdiği biçimiyle, bu tür çatışmalar ve çatışmalara bağlı “kıtlık”, büyük ölçüde zenginlerin ve sağlam bağlantılara sahip kişilerin aşırı tüketimi teşvik etmelerini ve yoksulların kaynaklara erişmesine mani oldukları eşitsiz politik imkânların ve kapitalizmin sahip olduğu niteliğin bir sonucudur (Hartmann 2010; ve Lohmann 2005). Bu bize, kaynakların tıpkı kıtlık, bozulma ve taşıma kapasitesi kavramları gibi sabit olmadığını, aksine politik, ekonomik ve sosyal olarak inşa edildiğini söyler (Bobrow-Strain 2001). Farklı yazarlardan oluşan bir grup, iklim değişikliği anlatılarının depolitize edici etkileri hakkında benzer şekilde bizi uyarmakta (Davis 2010; Lohmann 2008), politik ekonomi içerisinde açığa çıkmış, yapısal eğilimlere bağlı olan yapısal nedenlere ve sonuçlara işaret etmektedir.

Feminist Politik Ekoloji ve İklim Değişikliği

Hâsılı biz, iklim değişikliği bağlamında bu Malthus karşıtı geleneğin tekrar diriltilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca, bu varsayımların yaygın ve zarar verici doğası göz önüne alındığında, İnsan Çağı’na odaklanan her türden politik ekolojinin, Malthusçuluk karşıtı olması gerektiğini söylüyoruz.

Çevresel değişimin toplumsal cinsiyete dayalı yönlerini ve gerçekten de toplumsal cinsiyete dayalı niteliğini ortaya çıkarma konusunda hep öncü konumunda olmuş bir gelenek olarak feminist politik ekoloji, kendi içerisinde, mevcut çevresel dönüşümlere dair eleştirel çalışmalar konusunda umut verici bir yol açıyor.

Feminist politik ekoloji, çevresel anlaşmazlıkların ve müzakerelerin eleştirel analizinde feminist teori, politik ekoloji ve feminist bilim araştırmalarından unsurlar arasında köprü kuran disiplinlerarası bir alt alandır. Daha önceki önemli çalışmalar (Carney 1992; Rocheleau 1995; Seager 1993) tarafından ön plana çıkartılan feminist politik ekoloji, bilimsel sahneye Rocheleau’nun, Thomas-Slayter’ın ve Wangari’nin 1996'da yayımlanan, çığır açıcı kitabı Feminist Politik Ekoloji ile adım attı. Bu çalışma, hakların, sorumlulukların ve kaynak politikalarının doğayla ilişkileri dâhilinde edindikleri cinsiyetçi niteliğe dikkat çekiyordu. Farklı örnek olay incelemeleri ve kaynak hakları literatüründen, ayrıca bilim ve teknoloji ile ilgili feminist bakış açılarından yararlanan kitap, toplumsal cinsiyet rollerinin çevreyi deneyimleme ve çevreyle ilişki kurma biçimimizi nasıl şekillendirdiğine dair kışkırtıcı bir analiz sundu. Kitabın yayımlanması ardından geçen yirmi yıllık süreçte biyoçeşitliliğin korunması, su manzaraları ve tüketim gibi çok çeşitli toplumsal-çevresel sorunların daha iyi anlaşılmasına ve potansiyel dönüşümüne katkıda bulunan canlı bir bilgi üretimine tanıklık edildi (Rocheleau ve Padini 2017).

İklim değişikliğiyle ilgili olarak, feminist politik ekoloji kapsamında üretilen son çalışmalar, çevresel krizlerin toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve bunların sınıf, ırk, ulusal köken vb. ile kesişme çizgileri üzerindeki etkilerine odaklandı.

Kadınların sayıca çok oldukları marjinal ve yoksul topluluklar, kıtlık, sel ve toprak kaymalarının sonuçlarını derinden hissediyorlar (Alston ve Whittenbury 2016). Örneğin Seager (2009), kadınların, çocukların ve göçmenlerin “doğal” afetlerden daha fazla etkilendiğini söylüyor. Bu, kaynaklara erişim konusunda yüzleştikleri eşitsizliğin, ayrıca kadınların ancak çocuk bakarak toplumsallaşma imkânı bulmasının, bu sebeple, baktıkları çocukları, yaşlıları ve hayvanları geride bırakamıyor oluşlarının bir sonucu.

Katz'ın (2008) Katrina Kasırgası vakası konusunda dile getirdiği gibi, bu durum, aynı zamanda neoliberal kapitalizmin toplumsal yeniden üretime yönelik yaygın saldırısından da kaynaklanıyor. Kadınlar, ailelerine ve topluluklarına bakmakla yükümlüler; bu, mevcut çevresel dönüşümler altında daha da zorlaşan bir görev. Bu koşullarda kadınlar, sağlık, eğitim ve gıda temini gibi konularda, hayatı sürdürmek için gerekli tüm faaliyetlerin yükünü sırtlamak zorunda. Kadınlar, çocuklar ve göçmenler daha fazla çalışmak durumunda kalıyorlar, daha uzun mesafeleri yürüyorlar ve öte yandan kaynaklara kısıtlı erişime sahip oluyorlar (Aguilar, Granat ve Owren 2015). Bu aynı zamanda, “gezegen bakıcılığı işinin kadınsılaştırılması” ile de ilgili bir mesele (Rocheleau 2015), zira yerel topluluklar, iklim değişikliğinin etkilerini kontrol altına almaktan ve tersine çevirmekten büyük ölçüde sorumlu tutuluyorlar. Örneğin bu insanlar, iklim politikası çerçevesinde aile planlaması ve iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için başvurulan ormancılık programları gibi tedbirlere maruz kalıyorlar.

İklim değişikliğinin etkilerini azaltma ve yeni sürece uyum konusunda devletin ve piyasanın gerçekleştirdiği tüm müdahaleler, en çok da kadınları mağdur ediyor, onlara zarar veriyor. Bazı yazarlar, iklim değişikliğinin etkilerini azaltma çabalarının ve uyum projelerinin farklı sahalarda yürütülen arazi gaspları ile bağlantısını ortaya koyuyor (Camargo ve Ojeda 2017). Etkileri azaltma ve uyum projeleri, kadınlar ve erkekler tarafından eşit olarak deneyimlenmeyen çitleme ve özelleştirme dinamikleriyle ilişkilendiriliyor. Örneğin, Kuzey Kolombiya’da biyodizel üretimi için hurma yağı plantasyonlarının hızla genişlemesiyle ilgili olarak Jennifer Petzl (2016), bölgede iklim değişikliğinin etkilerini azaltma ile ilgili olarak yürütülen projelerin nasıl daha fazla cinsiyet eşitsizliğine ve kadınların erkek partnerlerine daha fazla bağımlı olmasına, kadınların daha fazla eve mahkûm olmalarına neden olduğunu ortaya koyuyor.

Benzer şekilde, feminist politik ekoloji, toplumsal cinsiyete dayalı bilgi üretim biçimlerinin, doğanın politik, akademik ve günlük söylemlerde kavranma biçimlerine nasıl aracılık ettiğine işaret ediyor. Politika yapımında ve çevresel değişim ile ilgili bilgi üretiminde toplumsal cinsiyetin rolüyle ilgili olarak farklı yazarlar, iklimsel müdahalelerin ayrıcalıklı nesnesi olarak görünen, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaya veya uyum sağlamaya indirgenen “soyut doğa” anlayışının nispeten yakın bir zamanda ortaya çıktığını söylüyorlar. İklim anlayışı içerisinde yeniden üretilen doğa anlayışları (Ulloa 2012, s. 17), doğa ile ilgili fikirlerin bilginin eşitsiz jeopolitikasının bir sonucu. Bu bağlamda, “soyut doğanın ortaya çıkışı” lafının, bir yanıyla doğanın alternatif üretimlerini ve küresel güneydeki yoksul ve ırkçılığa maruz kalan toplulukların yerel halk ve kadın temelli deneyimleri gibi farklı direniş biçimlerini görünmez kıldığını görmek gerekiyor.

Bu anlamda iklim alanında geliştirilen doğa anlayışı, esasen sadece birkaç uzmana, çoğunlukla küresel kuzeydeki beyaz adamlara, onun hakkında ve onun adına konuşma yetkisi veren, doğanın çok sınırlı bir versiyonuna işaret ediyor (Boykoff 2011). Dolayısıyla bu doğa anlayışı, eril bir bakış açısıyla üretilmiş, derinlemesine cinsiyetçi bir doğa kurgusudur (Harris 2006). Bu hâliyle söz konusu doğa anlayışı, “eril tahakküm ideolojilerinin ve efendi-köle ilişkisinin yapılandırdığı matematiksel ve teknolojik bilimin merkezîliği” fikrini (Israel ve Sachs’tan aktaran: Carey vd., 2016, s. 781) temel alır ve iklim değişikliği ile bu konuda yapılacak müdahaleler konusunda dışlayıcı bir çerçeve meydana getirir. Örneğin, iklim değişikliği ile ilgili bilgi üretiminde en önemli bilimsel alanlardan biri olan buzulbilim ile ilgili olarak, Carey ve arkadaşları, feminist bir buzulbilimin inşasında göz önünde bulundurulması gereken üç ana yöne işaret ederler:

1. Kadınların bilgi üreticileri olarak dışlanmaları;

2. Bilim ve bilginin tüm yönleriyle cinsiyetçileştirilmesi;

3. Bilimsel tahakküm sistemlerinin savaş, kontrol ve sömürgecilikle ilgili eril ideolojileri temel alması.

Biz tam da bu bağlamda, iklim değişikliği konusunda feminist politik ekolojinin geliştirdiği önemli bir tespit olarak, “iklimin değiştiği gerçeğini ciddiye alan, kent ve kır bağlamında tüm mekânlarla ilgili geliştirilen anlayışları ve ekolojiye dair muhayyileyi çeşitlendirme yükümlülüğü” üzerinde duruyoruz. (Rocheleau ve Padini). 2017, s. 805).

Feminist politik ekolojinin iklim değişikliği konusunda geliştirdiği eleştiri, İnsan Çağı denilen kavramın kendisinin eril bir kavram olduğunu söyleyen feminist eleştirilerle tamamlanır. Zira İnsan Çağı denilen kavram ve bu kavramı temel alan anlayış, kendi içinde bütün olan insan denilen olguyu iklim sistemini istemeden de olsa istikrarsızlaştıran ve tarihi harekete geçiren ana unsur olarak görür. Böylesi bir yaklaşım, doğalında, iklim değişikliğinin etkilerini derinden hissedenleri bu etkilerin sebebi olarak görür, bir yandan da toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf ve sömürge konusunda oluşmuş olan ayrım çizgilerini silikleştirir (Todd 2015; Tsing 2016; ayrıca bkz.: Malm ve Hornborg 2014). Her şeyin ötesinde, feminist teori, dünya genelinde yaşanan derin çevresel krizlerin eşitsizlikler sebebiyle yaşandığını hatırlatmak suretiyle, İnsan Çağı ile ilgili çalışmalara önemli bir katkıda bulunur (Grusin 2017).

Örneğin ABD’de yoksul Siyah toplulukları, bu eşitsizlikle ilgili tespitin kanıtıdır. Bu insanlar, “İnsan Çağı” kavramına aşinadırlar. Bu kavram, onlar için “çevresel ırkçılığın ve ekolojik sömürgeciliğin başka bir ad altında, yeniden dirilmiş hâlidir” (Di Chiro 2017, s. 494). Bu yaklaşım, sonrasında bazı yazarların “Beyaz Adam Çağı”ndan (Di Chiro 2017) ve “Fallus Çağı”ndan (LasCanta 2017) bahsetmelerine neden olur.

Feminist politik ekolojinin iklim değişikliği ile ilgili yaklaşımına katkı sunan önemli çalışmalara ve sayıları giderek artan incelemelere rağmen (Bee, Rice, and Trauger 2015; Gonda 2015; Harris 2015; Najjar 2015; Nyantakyi-Frimpong ve Bezner-Ker 2015; Sultana 2014), iklim değişikliği ve İnsan Çağı bağlamında dile getirilen Yeni Malthusçuluk üzerinde yeterince durulmadı. İklim değişikliği konusunda feminist politik ekolojinin yaptığı o zengin katkı üzerinden bugün Yeni Malthusçu düşünceye dikkate kesilmeli, bu yaklaşım redde tabi tutulmalıdır.

Sonuçlar

Yeni Malthusçu tezleri çürüten gelenek, uzun bir geçmişe sahip olsa da bu tezler, bugün iklim değişikliği konusunda yapılan analizlerin ve gündeme gelen müdahalelerin merkezinde durmaya devam ediyorlar. Bu açıdan, İnsan Çağı gibi çevresel dönüşümler konusunda dillendirilen kavramları, politikaları, akademik yaklaşımları anlamak için önce Malthusçuluk eleştirisine geri dönmek gerekiyor.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, “nüfus sorunu”nu ele alma biçimleri ve iklim değişikliği bağlamında Malthus’un hayaletinin yeniden ortaya çıkışı, çevre konusunda kadınların suçlanmasını, böylelikle kadın bedenlerinin nüfus kontrolü tedbirleri konusunda hedef alınmasını beraberinde getirdi. Bu sürecin çilesini, en çok da yoksul ve ırkçılık mağduru kadınlar çektiler.

Dolayısıyla biz, nüfus konusunda dile getirilen kaygıların kıtlığı ve güvencesizliği doğallaştırdığını, bunların doğal olgular gibi görülmelerini sağladığını, bu noktada iklim meselesi bağlamında geliştirilen doğa anlayışının politik sonuçları olarak ele alınmadıklarını söylüyoruz.

Bizim tespitlerimiz, esasen kamusal alanda iklim değişikliğine dair tarihi, coğrafyayı ve politikayı temel alan analizlerin eksikliğine dair endişelerin bir sonucudur.

İklim bağlamında geliştirilen doğa anlayışlarındaki cinsiyetçi nitelik tespit edilmeli, bu tespite çevresel dönüşümlere yönelik Malthusçuluk karşıtı bir tutum eşlik etmelidir. Bu iki husus, feminist politik ekolojinin iklim değişikliği konusunda üzerinde durduğu ana unsurlardır. Yaşanılabilir bir geleceği kolektif olarak inşa etmek için verilen mücadelede ancak böylesi bir yaklaşım ile güçlü ittifaklar ve stratejiler inşa edilebilir.

Özetle, iklim değişikliği meselesinin acilen çözüme kavuşturulmasının gerekli olduğu fikrine biz de katılıyoruz. Bu ittifaklar ve stratejiler geliştirilirken, bir yandan da bu acil görev dâhilinde, Yeni Malthusçu aşırı nüfus söyleminin ve bu söylemin ardındaki hatalı, ısrarla dillendirilen, tehlikeli mantığı reddetmeliyiz.

Diana Ojeda
Jade S. Sasser
Elizabeth Lunstrum

11 Aralık 2017
Kaynak

Kaynakça:
Aguilar, Lorena, Margaux Granat ve Cate Owren. 2015. Roots for the future: The landscape and way forward on gender and climate change. Washington, DC: IUCN and GGCA.

Yayına Hazırlayanlar: Alston, Margaret ve Kerry Whittenbury. 2016. Research, Action and policy: Addressing the Gendered Impacts of Climate Change. New York: Springer. The Asian Communities for Reproductive Justice (ACRJ). 2009. “Looking Both Ways: Women’s Lives at the Crossroads of Reproductive Justice and Climate Justice.” Momentum Series içinde, yayına hazırlayanlar: Rojas-Cheatham, Ann, Dana Ginn, Paredes Shana, Griffin Aparna ve Shah Eveline Shen, Cilt. 5. Oakland, CA: ACRJ.

Bee, Beth, Rice, Jennifer J., and Amy Trauger. 2015. “A Feminist Approach to Climate Change Governance: Everyday and Intimate Politics.” Geography Compass 9 (6): 339–350. Compass.

Bill and Melinda Gates Foundation. 2017. What we do: family planning – strategy overview. Gates.

Blaikie, Peter. 1985. The Political Economy of Soil Erosion in Developing Countries. Londra: Routledge.

Blaikie, Peter ve Harold Brookfield. 1987. Land Degradation and Society. Londra: Methuen.

Bobrow-Strain, Aaron. 2001. “Between a Ranch and a Hard Place: Violence, Scarcity, and Meaning in Chiapas, Mexico”. In Violent Environments içinde, yayına hazırlayanlar: Nancy Lee Peluso ve Michael Watts, s. 155–187. Ithaca: Cornell University Press.

Boykoff, Maxwell. 2011. Who Speaks for the Climate? Making Sense of Media Reporting on Climate Change. Nueva York: Cambridge University Press.

Butler, Colin. 2016. “Sounding the Alarm: Health in the Anthropocene.” International Journal of Environmental Research and Public Health 13 (7): s. 665–679. Pubmed.

Camargo, Alejandro ve Diana Ojeda. 2017. “Ambivalent Desires: State formation and dispossession in the face of climate crisis.” Political Geography 60 (1): s .57–65.

Carey, Mark, M. Jackson, Alessandro Antonello ve Jaclyn Rushing. 2016. “Glaciers, gender, and Science: A Feminist Glaciology Framework for Global Environmental Change Research.” Progress in Human Geography 40 (6): s. 770–793. Sage.

Carney, Judith. 1992. “Peasant Women and Economic Transformation in the Gambia.” Development and Change 23 (2): s. 67–90. Wiley.

Ceballos, Gerardo, Paul Ehrlich ve Rodolfo Dirzo. 2017. “Biological Annihilation via the Ongoing Sixth Mass Extinction Signaled by Vertebrate Population Losses and Declines.” Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America. Geliştirilmiş hâli: Pnas.

Cox, Jeff. 2014. “Contraception Key in Climate Change Fight: Gore and Gates.” CNBC 24 Ocak CNBC.

Crutzen, Paul ve Eugene Stoermer. 2000. “The “Anthropocene.” Global Change Newsletter 41: s. 17–18.

Davis, Mike. 2010. “Who Will Build the Ark?” New Left Review 61: s. 29–46.

Di Chiro, Giovanna. 2017. “Welcome to the White (M)Anthropocene? A Feminist-Environmentalist Critique”. Routledge handbook of gender and environment içinde, yayına hazırlayan: Sherilyn MacGregor, s. 487–504. New York: Routledge. Doyle, Alister. 2007. “China Says One-Child Policy Helps Protect Climate.” Reuters 30 Ağustos. Reuters.

Ehrlich, Paul. 1968. The Population Bomb. New York: Sierra Club/Ballantine Books.

Enloe, Cynthia. 2000. Maneuvers: The International Politics of Militarizing Women’s Lives. Berkeley: University of California Press.

Enzensberger, Hans Magnus. 1974. “A Critique of Political Ecology”. New Left Review 84: s. 3–31.

Fletcher, Robert, Jan Breitling, and Valerie Puleo. 2014. “Barbarian Hordes: The Overpopulation Scapegoat in International Development Discourse.” Third World Quarterly 35 (7): s. 1195–1215. Tandfonline.

Gaffin, Stuart ve Brian O’Neill. 1997. “Population and Global Warming with and without CO2 Targets.” Population and Environment 18 (4): s. 389–413. Springer.

Gilbert, Emily. 2012. “The Militarization of Climate Change.” Acme 11 (1): s. 1–14.

Gleditsch, Petter, Ragnhild Nordås ve Idean Selhyan. 2007. Climate Change and Conflict: The Migration Link. Coping with Crises Working Paper Series, International Peace Institute.

Gonda, Noémi. 2015. “Patriarchy and Climate Change: A Feminist Political Ecology of Climate Change Adaptation in Rural Nicaragua”. İklim Değişikliği Koşullarında Çiftçilik Alanında Oluşan Kadın Açığının Kapatılması çalışmasına sunulan makale, Paris, 19 Mart.

Yayına Hazırlayan: Grusin, Richard. 2017. Anthropocene Feminism. Minneapolis: University of Minnesota Press.

Haraway, Donna. 2015. “Anthropocene, Capitalocene, Plantationocene, Chthulucene: Making Kin.” Environmental Humanities 6 (1): s. 159–165. Duke.

Haraway, Donna. 2016. Staying with the Trouble: Making Kin in the Chthulucene. Durham, NC: Duke University Press.

Hardin, Garrett. 1974. “Commentary: Living on a Lifeboat.” BioScience 24 (10): s. 561–568.

Harris, Leila. 2006. “Irrigation, Gender, and Social Geographies of the Changing Waterscapes of Southeastern Anatolia.” Environment and Planning D: Society and Space 24 (2): s. 187–213. Sage.

Harris, Leila. 2015. “A Quarter Century of Knowledge and Change: Pushing Feminism, Politics, and Ecology in New Directions with Feminist Political Ecology”. A Political Ecology of Women, Water and Global Environmental Change içinde, yayına hazırlayanlar: Stephanie Buechler ve Anne-Marie Hanson, s. xix–xxiii. New York: Routledge.

Hartmann, Betsy. 1987. Reproductive Rights and Wrongs: The Global Politics of Population Control and Contraceptive Choice. New York: Harper and Row.

Hartmann, Betsy. 2001. “Will the Circle be Unbroken? A Critique of the Project on Environment, Population and Security.” Violent Environments içinde, yayına hazırlayanlar: Nancy Lee Peluso ve Michael Watts, s. 39–63. Ithaca: Cornell University Press.

Hartmann, Betsy. 2010. “The Ghosts of Malthus: Narratives and Mobilizations of Scarcity in the US Political Context.” The Limits to Scarcity: Contesting the Politics of Allocation, yayına hazırlayan: Lyla Mehta, s. 49–66. Londra: Earthscan.

Hartmann, Betsy. 2014. “Converging on Disaster: Climate Security and the Malthusian Anticipatory Regime for Africa.” Geopolitics 19(4): s. 757–783. Tandfonline.

Hartmann, Betsy. 2017. The America Syndrome: Apocalypse, War, and Our Call to Greatness. New York: Seven Stories Press.

Hartmann, Betsy, Anne Hendrixson ve Jade Sasser. 2016. “Population, Sustainable Development and Gender Equality”. Gender Equality and Sustainable Development, yayına hazırlayan: Melissa Leach, s. 5–81. New York: Routledge.

Harvey, David. 1974. “Population, Resources, and the Ideology of Science.” Economic Geography 50 (3): s. 256–277. Jstor.

Hickey, Colin, Travis N. Rieder ve Jake Earl. 2016. “Population Engineering and the Fight against Climate Change.” Social Theory and Practice 42 (4): s. 845–870.

Homer-Dixon, Thomas F. 1999. Environment, Scarcity, and Violence. Princeton, N.J.: Princeton University Press.

Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC). 2014. Climate Change 2014: Synthesis Report. Contribution of Working Groups I, II and III to the Fifth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change. Cenevre: IPCC.

Kaplan, Robert. 1994. “The Coming Anarchy: How Scarcity, Crime, Overpopulation, Tribalism, and Disease Are Rapidly Destroying the Social Fabric of Our Planet.” Atlantic Monthly 273 (2): s. 44–76.

Katz, Cindi. 2008. “Bad Elements: Katrina and the Scoured Landscape of Social Reproduction.” Gender, Place and Culture 15 (1): s. 15–29.

LasCanta, LaDanta. 2017. “El Faloceno: Redefinir el Antropoceno Desde Una Mirada Ecofeminista” [Phallocene: Redefining the Anthropocene from an Ecofeminist View].” Ecologia Politica 53: s. 26–33.

Leach, Melissa, and Robin Mearns. 1996. The Lie of the Land: Challenging Received Wisdom on the African Environment, African Issues. Oxford: James Currey.

Linden, Eugene. 2017. “Remember the Population Bomb? It’s Still Ticking”. New York Times, 15 Haziran. NYT.

Lohmann, Larry. 2005. “Malthusianism and the terror of scarcity”. Making Threats, Biofears and Environmental Anxieties, yayına hazırlayanlar: Betsy Hartmann, Banu Subramaniam ve Charles Zerner, s. 81–98. Latham, MD: Rowman and Littlefield.

Lohmann, Larry. 2008. “The Politics of Climate Change.” Transnational Institute 26 Eylül. Tni.

Lunstrum, Elizabeth. 2014. “Green Militarization: Anti-poaching Efforts and the Spatial Contours of Kruger National Park.” Annals of the Association of American Geographers 104 (4): s. 816–832. Tandfonline.

Malm, Andreas ve Alf Hornborg. 2014. “The Geology of Mankind? A Critique of the Anthropocene Narrative.” The Anthropocene Review 1 (1): s. 62–69. Sage.

Malthus, Thomas Robert. 2004 [1798]. An Essay on the Principle of Population. New York: Oxford University Press.

Martine, George. 2009. “Population Dynamics and Policies in the Context of Global Climate Change”. Population Dynamics and Climate Change, yayına hazırlayanlar: Jose Miguel Guzman, George Martine, Gordon McGranahan, Daniel Schensul ve Cecilia Tacoli, s. 9–30. New York: United Nations Population Fund (UNFPA) and International Institute for Environment and Development (IIED).

Meadows, Donella, Dennis Meadows, Jorgen Randers, and William Behrens. 1972. The Limits to Growth: A Report for the Club of Rome’s Project on the Predicament of Mankind. Lincoln, NE: Potomac Associates.

Moore, Amelia. 2015a. “Islands of Difference: Design, Urbanism, and Sustainable Tourism in the Anthropocene Caribbean.” The Journal of Latin American and Caribbean Anthropology 20 (3): s. 513–532. Anthro.

Moore, Amelia. 2016a. “Anthropocene Anthropology: Reconceptualizing Contemporary Global Change.” Journal of the Royal Anthropological Institute 22 (1): s. 27–46. Rai.

Moore, Jason. 2015b. Capitalism in the Web of Life: Ecology and the Accumulation of Capital. New York: Verso.

Yayına Hazırlayan: Moore, Jason. 2016b. Anthropocene or Capitalocene? Nature, History and the Crisis of Capitalism. Oakland, CA: PM Press.

Murphy, Michelle. 2017. The Economization of Life. Durham: Duke University Press.

Najjar, Dina. 2015. “Women’s contributions to climate change adaptation in Egypt’s Mubarak Resettlement Scheme through cactus cultivation and adjusted irrigation.” A Political Ecology of Women, Water and Global Environmental Change içinde, yayına hazırlayanlar: Stephany Buechler ve Anne-Marie Hanson, s. 141–162. Londra: Routledge.

Nyantakyi-Frimpong, Hanson ve Rachel Bezner-Ker. 2015. “The Relative Importance of Climate Change in the Context of Multiple Stressors in Semi-arid Ghana.” Global Environmental Change 32: s. 40–56. Direct.

O’Neill, Brian, Michael Dalton, Regina Fuchs, Leiwen Jiang, Shonali Pachauri ve Katarina Zigova. 2010. “Global Demographic Trends and Future Carbon Emissions.” Proceedings of the National Academy of Sciences 107 (41): 17521–17526. Pnas.

O’Neill, Brian, Brant Liddle, Leiwen Jiang, Kirk R. Smith, Shonali Pachauri, Michael Dalton ve Regina Fuchs. 2012. “Demographic Change and Carbon Dioxide Emissions.” The Lancet 380 (9837): s. 157–164. Direct.

Plumwood, Val. 1993. Feminism and the Mastery of Nature. Londra: Routledge.

Ripple, William J., Christopher Wolf, Thomas M. Newsome, Mauro Galetti, Mohammed Alamgir, Eileen Crist, Mahmoud I. Mahmoud ve William F. Laurance. 184 ülkeden 15.364 bilim insanının imzaladığı bildiri. 2017. “World Scientists’ Warning to Humanity: A Second Notice.” BioScience 13 Kasım. Academic.

Robbins, Paul ve Sara H. Smith. 2017. “Baby Bust: Towards Political Demography.” Progress in Human Geography 41 (2): s. 199–219. Sage.

Rocheleau, Dianne. 1995. “Maps, Numbers, Text, and Context: Mixing Methods in Feminist Political Ecology.” Professional Geographer 47 (4): s. 458–466.

Rocheleau, Dianne. 2015. “_Etica y ethos del cuidado” [Ethics and the ethos of care]. “Toplumsal Cinsiyet ve Bakım Hizmetleri: Teoriler, Senaryolar ve Politikalar” başlıklı uluslararası seminere sunulan makale. Bogota, 26-28 Ağustos.

Rocheleau, Dianne ve Nirmal Padini. 2017. “Feminist Political Ecologies: Grounded, Networked and Rooted on Earth.” The Oxford Handbook of Transnational Feminist Movements içinde, yayına hazırlayanlar: Rawwida Baksh ve Wendy Harcourt, s. 793–814. Oxford: Oxford University Press.

Yayına Hazırlayanlar: Rocheleau, Dianne, Barbara Thomas-Slayter ve Esther Wangari. 1996. Feminist Political Ecology: Global Issues and Local Experiences. New York: Routledge.

Sasser, Jade. 2014. “From Darkness into Light: Race, Population, and Environmental Advocacy.” Antipode 46 (5): s. 1240–1257. Wiley.

Satterthwaite, David. 2009. “The Implications of Population Growth and Urbanization for Climate Change.” Environment and Urbanization 21 (2): s. 545–567. Sage.

Sayre, Nathan. 2012. “The Politics of the Anthropogenic.” Annual Review of Anthropology 41 (1): s. 57–70. AR.

Seager, Joni. 1993. Earth Follies: Coming to Feminist Terms with the Global Environmental Crisis. Londra: Earthscan/Routledge.

Seager, Joni. 2009. “Death by Degrees: Taking a Feminist Hard Look at the 2 Degrees Climate Policy.” Women, Gender and Research 18 (3–4): s. 11–22.

Shiva, Vandana. 2012. Making Peace with the Earth: Beyond Resource, Land and Food Wars. North Melbourne: Spinifex Press.

Silliman, Jael ve Ynestra King. 1999. Dangerous Intersections: Feminist Perspectives on Population, Environment, and Development. Cambridge, MA: South End Press.

Stengers, Isabelle. 2017. “Autonomy and the Intrusion of Gaia.” South Atlantic Quarterly 116 (2): s. 381–400. Duke.

Sultana, Farhana. 2014. “Gendering Climate Change: Geographical Insights.” The Professional Geographer 66 (3): s. 372–381. Tandfonline.

Todd, Zoe. 2015. “Indigenizing the Anthropocene.” Art in the Anthropocene: Encounters Among Aesthetics, Politics, Environment and Epistemology içinde, yayına hazırlayanlar: Heather Davis ve Etienne Turpin, s. 241–254. Londra: Open Humanities Press.

Tsing, Anna. 2016. “Earth Stalked by Man.” Cambridge Journal of Anthropology 34 (1): s. 2–16.

Ulloa, Astrid. 2012. “Produccion de conocimientos en torno al clima. Procesos historicos de exclusion/apropiacion de saberes y territorios de mujeres y pueblos indigenas [İklimle ilgili bilgi üretimi: Kadınların ve yerli halkların ürettiği bilgilerin dışlanması, onlara ait toprakların temellük edilmesi]”. Working Paper Series Sayı 21. Berlin: desiguALdades.net.

Verhoeven, Harry. 2014. “Gardens of Eden or Hearts of Darkness? The Genealogy of Discourses on Environmental Insecurity and Climate Wars in Africa.” Geopolitics 19 (4): s. 784–805. Tandfonline.

Waller, Mark. 2008. “LaBruzzo considering Plan to Pay Poor Women $1,000 to Have Tubes Tied.” The Times-Picayune, 23 Eylül. Nola.

Walters, Barry. 2007. “Personal Carbon Trading: A Potential “Stealth Intervention” for Obesity Reduction?” Medical Journal of Australia 187 (11/12): s. 668.

Watts, Michael. 2013. [1983]. Silent Violence: Food, Famine, and Peasantry in Northern Nigeria. Atina: University of Georgia Press. Oxford.

0 Yorum: