Bugün
bazı solcular, yoksul emekçi kitleyi oyalama işini kendilerine verenlere mahcup
olmamak adına, arada o kitleden yanaymış gibi görünmeye gayret ediyorlar. Yoksullar,
işçiler, ezilenlerse, solcuların yalanlarıyla ve gerçekleriyle birlikte
olgunlaşıyorlar.
Fatih
Yaşlı, liberal akademi sularında varolabilmek adına, türlü taklalar atıyor. Elindeki
bilimsel küresine bakıp kehanetlerde bulunuyor. Tanıl ağabeyinden milliyetçilik
meselesinin sattığını görüyor, o da onun izinden gidiyor. Dine ve millete
düşman solculuk, bugünlerde iyi kese dolduruyor.
Yaşlı, Twitter hesabından, Fransız Devrimi sonrası sol Jakoben ekibin içerisinde yer almış papaz Jacques Roux’nun bir sözünü alıntılıyor.[1] Bir papazın sözünü satıyor, üstelik hiç utanmıyor.
Roux, orada şunu söylüyor:
“İnsanların bir sınıfı
diğerini aç bırakıp da cezasız kalıyorsa özgürlük boş bir heyuladan ibarettir.
Zengin, tekel yoluyla bir benzerinin ölüm ve yaşam hakkını elinde tutuyorsa
eşitlik boş bir heyuladan ibarettir. Yurttaşların dörtte üçünün anca gözyaşı
dökerek yaklaşabildikleri mal fiyatları üzerinden karşıdevrim günbegün
işliyorsa cumhuriyet bir heyuladan ibarettir.”[2]
Ateş
Uslu’nun güvenilir bir çevirmen olmadığını söylemek lazım. “Kudurmuşlar” dediği
hareketin adı aslında “Öfkeliler”. Uslu da galiba kuduz köpek olarak gördüğü yoksul halktaki öfkeden nefret
eden bir isim!
Roux,
bu Öfkeliler hareketinin liderlerinden. Jakobenlerin içerisinde yer alan, ama sonra onları
yoksullar için hiçbir şey yapmamakla eleştiren Roux, yoksul bir mahallenin
papazı. Onların dertlerine ve öfkesine örgütleniyor. Politik sahada o yoksulların taleplerini dillendiriyor. Stokçuluğa, vurgunculuğa, spekülatörlere idam cezası
verilmesi gerektiğini düşünüyor. Kralın idamını gerçekleştiren heyetin içerisinde
yer alıyor. Hapisteyken kral, dişinin ağrıdığını kendisine iletince, Roux, “merak
etme, o ağrıyı fazla çekmeyeceksin” diyor.[3]
Roux, esasen mecliste yaptığı konuşmadan ibaret olan Öfkeliler Manifestosu’nda baldırıçıplakların derdi ve öfkesiyle konuşuyor. Jakobenlerin idare-i maslahatçı tarzlarını eleştiriyor. Roux o konuşmasında, bugündeki gıda artışlarına ışık tutacak şeyler söylüyor. Gariptir, bugünün solcuları, Roux kadar cesur değil! Onlar, yoksulun cebinden çıkandan pay istemekle geçiriyorlar pandemi sürecini, sonra da yalandan ah vah ediyorlar.
O konuşmasında papaz, Jakobenlere şu şekilde sesleniyor:
“Evet, mecbur kaldınız ve
kalkıp zenginlere bir milyar liralık kredi verdiniz. Ama bu spekülasyon denilen
ağacı kökünden söküp atmazsanız, tekelcilerdeki açgözlülüğü ülke genelinde
frenlemezseniz, ertesi gün kapitalistler ve tüccarlar, tekelci faaliyetlerle ve
sahtekarlık yoluyla, bu aldıkları krediyi baldırıçıplaklara ödetecekler,
onların cebinden çalacaklar. Dolayısıyla elinizdeki kılıç, bencillerin değil,
baldırıçıplakların boynuna inecek.”[4]
Marx,
komünist hareketin tarihsel kökeninin Fatih Yaşlı gibilere, onun gibilerin
kutsal bellediği isimlere değil, Roux gibi kişiliklere dayandığını söylüyor.
Marx, fikirlerin eski dünya düzeninin ötesine geçemeyeceğini, ancak o düzene
ait fikirlerin ötesine geçebileceğini söyledikten sonra, şu tespiti yapıyor:
“Fransız Devrimi, tüm eski
dünya düzenine ait fikirlerin ötesine geçen fikirlerin doğmasını sağladı. 1789’da
ilerleyen süreçte kendi bağrından Leclerc ve Roux gibi önemli temsilciler
çıkartacak olan Cercle social [“Sosyal Kulüp” -Hakikatin Dostları
Derneği] içerisinde doğan, en nihayetinde Babeuf’ün komplosu ile birlikte
geçici süre yenilen devrimci hareket, Babeuf’ün dostu Bounarroti tarafından
1830 Devrimi sonrası Fransa’ya yeniden takdim edilen fikrin ortaya çıkmasını
sağladı. İşte yeni dünya düzeninin fikri, bu sürekli gelişme kaydeden fikirdir.”[5]
Akademide
koltuk meraklısı Fatih Yaşlı ve o koltuklara, orada üretilen sermayeye ait bilime iman eden partisinin bu fikirle
uzaktan yakından bir alakası yok. Onlar, Fransız Devrimi içerisinde ortaya çıkmış
burjuva ideolojisine, işlerine geldiği noktada, o ideolojinin içinde sağa sola
sapan küçük burjuva yan yollara bağlıdırlar. Çünkü:
“Komünizm, aynı dönemde
Paris’te gelişen bir harekettir, ancak bu hareket, sosyalizmden ayrı bir seyre
sahiptir. Komünizmin ayırıcı özelliği, onun ‘sosyalist’ unvanından hoşnut olan
Proudhon’un pek hazzetmediği, ne devrimci işçi sınıfının örgütlenmesine ne de
özel mülkiyetin ilgasına inanan Louis Blanc’ın fikriyatı ile arasındaki
mesafede bulunabilir.”[6]
Özel
mülkiyetin ilgası ve işçi sınıfının örgütlenmesi meselesi, bugün ÖDP ve TKP
gibi yapıların en nefret ettiği olgulardır. Onlar, en fazla, bu ülkede olduğunu
düşündükleri “lokal Fransız Devrimi”nin kazanımlarını korumak için
çabalayabilirler. İcazeti ve yaşama iznini o devrimin devletinden alabilirler. Dertleri,
ne ilgadır ne de işçi örgütlemek. Dolayısıyla Roux’nun adını anmaları, bir
gerçeği gizlemeye yöneliktir.
Roux’nun
hayat hikâyesini kalem alan R. B. Rose, şu tespiti yapıyor:
“Fransa’yı yöneten
Jakobenlerse, bu projelerin düzenin sağlanıp toplumun güven altına alınmasına,
ayrıca cumhuriyetin bekasına dönük politikayla uzlaştırılabilir bir tarafı
olmadığını düşünüyorlardı. Bu sebeple Jakobenler, Jacques Roux ve yoldaşlarının
tasfiyesini birincil gereklilik olarak gördüler.”[7]
“Lokal
Fransız Devrimi”ni savunan TKP, ÖDP, Halkevleri gibi yapılar da düzen
sağlansın, toplum güven altına alınsın, cumhuriyet baki kalsın diye
uğraşıyorlar. Bir devrim olduğu için yenisine izin vermiyorlar. Olacağına inanmıyorlar.
Eski “devrim”i savunmanın, ona bugünde kitle devşirmenin devrim yapmaya mani olduğunu görmüyorlar. Bu sebeple, sol içerisinde olası her türden jakrucu, baldırıçıplak itirazı, devlet ve
sermaye adına boğuyorlar.
Bugün
toplamda solun derdi düzendir, toplumun güvenliğidir, cumhuriyetin bekasıdır.
Jacques
Roux ise “Jakobenlerin yazdığı senaryoya dâhil olan, ama zenginlerle fakirleri
karşı karşıya getirmek suretiyle, devrimin kendisini bir sınıf savaşına
dönüştüren” bir isim.[8] Bugün sol, böylesi bir iradeden yoksun. Türkiye’nin
burjuva devrimine köle gibi bağlı. Ötesini düşünemiyor, düşünmek istemiyor, aslında düşünmesi istenmiyor. Çünkü
o, Fransız Devrimi sonrası meclisi burjuvalarla ve onların uşaklarıyla
dolduran, ilerleme tanrısına inandıkları için yoksul halkın öfkesine duvarlar
ören küçük burjuvaların soyundan geliyor. Marksizmi bu sol tasfiye ediyor, onu
küçük burjuva vesveselere ve hayallere o bağlıyor.
Roux,
“bir sınıf aç, diğeri zenginse, özgürlük boş bir hayaldir” diyor.[9] Bugünün
solcuları, o hayali put belliyorlar. Roux, zenginlerin ölüm ve yaşam hakkını
elinde bulundurduğu koşullarda, eşitliğin boş bir hayal olduğunu söylüyor.
Bugünün solcuları, o hayale iman ediyorlar. Roux, yoksulları ezen koşullar
hüküm sürdüğü sürece, cumhuriyetin boş bir hayal olduğunu tespit ediyor. Bugünün
solcuları, sınıfsız-sınırsız, tarihaşırı, kutsal cumhuriyeti sınıflar
mücadelesinden kaçırmakla, dokunulmaz ve baki kılmakla övünüyorlar. Her yerde cumhuriyetin, yani burjuvazinin kazanımlarını savunacaklarını söylüyorlar.
Hep
böyle değildi. 2007’ye kadar sol, yalan da olsa, başka şeyler söyleyebiliyordu. Çünkü o dönem, başta
Avrupa Birlikçi AKP vardı. Herkes buna göre hizalandı, mayalandı. Misal, Fatih
Yaşlı’nın yoldaşı Orhan Gökdemir, AKP’nin AB’ci olduğu, havai fişeklerin
patlatıldığı, Necdet Sezer öncülüğünde Suriye’ye girildiği, gerçek “burjuva
devrimi”nin yapıldığı koşullarda, Aydınlanma’yı eleştiriyordu. Aydınlanma’nın ışığını
yitirdiğini, sosyal ihtilalinin de yenildiğini söylüyordu.[10] Aydınlanma’ya
dayanan Batı’nın dünya tarihine saldırı olduğundan, onun Doğu’yu aşağıladığından
söz ediyordu. Hatta bugün okusa tüyleri diken diken olacak şu türden cümleler
kuruyordu: “Marksizmin dinden etkilenmediğini söylemek saçmadır.”
Bugün
Orhan Gökdemir, Canan Badem, Ayşe Hür gibi isimler, AKP dolayımıyla girdikleri “din”
alanından arınmak, efendilerine sürekli tövbe ettiklerini göstermek için durmadan
dine ve dindara küfretme ihtiyacı duyuyorlar. Gökdemir, eskiden Fethullah kanallarında
ikbal peşinde koştuğu günlerden arınmak için türlü taklalar atıyor. O yüzden o
abartılı din ve dindar düşmanlığı, esasen şovdan ve gösterişten ibaret.
Gökdemir’in
Aydınlanma ile ilgili cümleleri yazdığı dergi, sonrasında dağıldı. Şeflerden biri
TİP’e, biri TKP’ye, biri de TÖP’e gitti. Yuvarlanan tencereler kapaklarını
buldu. Bu yapıların derde ve öfkeye örgütlenmesi, derdi ve öfkeyi örgütlemesi
imkânsız. Tam da bu yüzden bu şefler, oralara gittiler.
Çünkü
bugünün solu, baldırıçıplaklara düşman. O geleneğe karşı. Solculuğu bu karşıtlık üzerinden tanımladı. “Yeni dünya düzenine
ait fikri” tasfiye etmek istiyor. Onun yürüttüğü kampanyalar, önerdiği
politikalar, ideolojik gevezelikler, baldırıçıplakların kan ve ter kokan mahallelerinden
değil, steril, nezih, izole, korunaklı odalardan, in vitro ortamlardan, lablardan çıkıyor. Önerilen tüm politik
yaklaşımlarda ve eleştirilerde halka soğuk, tepeden ve kibirle bakan bir
teknokratın, diplomatın ve bürokratın varlığı, hemen hissediliyor.[11]
Bu
teknokratlar, diplomatlar ve bürokratlar, ezilenin, yoksulun, işçinin devrimini
tasfiye etmekle görevliler. O devrime asla inanmıyorlar. En fazla Jakobenler
gibi, baldırıçıplaklara hamilik, vasilik, efendilik yapabilecekleri, onları
disipline, terbiye ve “adam” edecekleri günün hayalini kuruyorlar.[12] Jakobenler
içerisinde yer alan bir isim, Jakobenlerin baldırıçıplaklara ait, onların
lehine olan adaletle alakalı ilkeleri ortadan kaldırdığını söylüyor.[13]
Bugünün solcuları, şimdilerde tam da bunu yapıyorlar.
Baldırıçıplaklarsa
o günlerde şu şarkıyı söylüyorlar:
“Tanrım, ne çok entrikacı var ortalıkta
Asil, papaz, ağa, her kılıkta
Hepsi bildiğin birer eşkıya
Gerçek baldırıçıplakların düşmanları onlar
Saltanatları sona erdi ama
Jakobenlerin sayesinde
Kibir kuleleri yıkıldı
Her şey, yerin dibini boyladı
Ebediyen gözden uzaklaştı.”[14]
O
“Jakobenler”, baldırıçıplakların şarkılarına bile tahammül edemediler.[15] Onların
tarihsel planda siyasetle ve teoriyle Marksizm üzerinden kurdukları ilişkiyi
kesip atmak istediler. Devrimi inşa eden balta, eve alınmadı! Bugünün solunun
tüm teorik ideolojik gevezeliği, bu tartışmayla ilgili.
Hz.
İsa, mabede girdiğinde, tefecilerin para ve altınlarını saydığını gördü. Halkın derdi
ve öfkesiyle tanımlı kıldığı mabede bu kiri, bu aymazlığı ve rezilliği
yakıştıramayan Hz. İsa, o para ve altınların üzerinde olduğu masayı tekmeledi.
Bugün
sol da sosyalistlik de yenildikçe, teslim oldukça, halkın, işçinin, yoksulun
derdinden ve öfkesinden uzaklaştıkça, tecimsel, ticari, geçimlik bir mesele
hâline geldi. Demek ki İsa gibi, halkın mabedine girip, baldırıçıplaklar adına o sosyalist masalara
tekme savurmalı.
Eren Balkır
15
Ağustos 2022
Dipnotlar:
[1] Fatih Yaşlı, “Konuşma”, 19 Temmuz 2022, Twitter.
[2]
Ateş Uslu, Siyasal Düşüncelerin Toplumsal Tarihi III, Yordam, Ekim 2021,
s. 45.
[3]
Robert Barrie Rose, The Enragés: Socialists of the French Revolution,
Melbourne University Press, 1965, s. 36-48.]
[4]
Jacques Roux, “Manifesto of the Enragés”, 1793, MIT.
[5]
Marx-Engels, Collected Works Cilt 4, “Kutsal Aile”, Progress 1975, s.
119.
[6]
Paul Thomas, Marxism and Scientific Socialism: From Engels to Althusser, Routledge,
2008, s. 13.
[7]
R. B. Rose, a.g.e., s. 45-46.
[8]
Beau Pedraza, “The Enrages of the French Revolution”, Academia.
[9]Jacques
Roux, a.g.e. MIT.
[10]
Orhan Gökdemir, “Helenofil Marksizm”, Fabrika dergisi, Sayı 59, Ekim 2004,
s. 5.
[11]
Eren Balkır, “Bürokrat, Teknokrat, Diplomat”, 19 Şubat 2020, İştiraki.
[12]
Michael Sonenscher, Sans-Culottes: An Eighteenth-Century Emblem in the
French Revolution, Princeton University Press, 2008, s. 283.
[13]
Michael Sonenscher, a.g.e., s. 407.
[14]
Laura Mason, Singing the French Revolution: Popular Culture and Politics,
1787-1799, Cornell University Press, 1996, s. 112.
[15] Laura Mason, a.g.e., s. 113.
0 Yorum:
Yorum Gönder