24 Ağustos 2022

,

Derde ve Öfkeye Örgütlenmek


Bugün bazı solcular, yoksul emekçi kitleyi oyalama işini kendilerine verenlere mahcup olmamak adına, arada o kitleden yanaymış gibi görünmeye gayret ediyorlar. Yoksullar, işçiler, ezilenlerse, solcuların yalanlarıyla ve gerçekleriyle birlikte olgunlaşıyorlar.

Fatih Yaşlı, liberal akademi sularında varolabilmek adına, türlü taklalar atıyor. Elindeki bilimsel küresine bakıp kehanetlerde bulunuyor. Tanıl ağabeyinden milliyetçilik meselesinin sattığını görüyor, o da onun izinden gidiyor. Dine ve millete düşman solculuk, bugünlerde iyi kese dolduruyor.

Yaşlı, Twitter hesabından, Fransız Devrimi sonrası sol Jakoben ekibin içerisinde yer almış papaz Jacques Roux’nun bir sözünü alıntılıyor.[1] Bir papazın sözünü satıyor, üstelik hiç utanmıyor. 

Roux, orada şunu söylüyor:

“İnsanların bir sınıfı diğerini aç bırakıp da cezasız kalıyorsa özgürlük boş bir heyuladan ibarettir. Zengin, tekel yoluyla bir benzerinin ölüm ve yaşam hakkını elinde tutuyorsa eşitlik boş bir heyuladan ibarettir. Yurttaşların dörtte üçünün anca gözyaşı dökerek yaklaşabildikleri mal fiyatları üzerinden karşıdevrim günbegün işliyorsa cumhuriyet bir heyuladan ibarettir.”[2]

Ateş Uslu’nun güvenilir bir çevirmen olmadığını söylemek lazım. “Kudurmuşlar” dediği hareketin adı aslında “Öfkeliler”. Uslu da galiba kuduz köpek olarak gördüğü yoksul halktaki öfkeden nefret eden bir isim!

Roux, bu Öfkeliler hareketinin liderlerinden. Jakobenlerin içerisinde yer alan, ama sonra onları yoksullar için hiçbir şey yapmamakla eleştiren Roux, yoksul bir mahallenin papazı. Onların dertlerine ve öfkesine örgütleniyor. Politik sahada o yoksulların taleplerini dillendiriyor. Stokçuluğa, vurgunculuğa, spekülatörlere idam cezası verilmesi gerektiğini düşünüyor. Kralın idamını gerçekleştiren heyetin içerisinde yer alıyor. Hapisteyken kral, dişinin ağrıdığını kendisine iletince, Roux, “merak etme, o ağrıyı fazla çekmeyeceksin” diyor.[3]

Roux, esasen mecliste yaptığı konuşmadan ibaret olan Öfkeliler Manifestosu’nda baldırıçıplakların derdi ve öfkesiyle konuşuyor. Jakobenlerin idare-i maslahatçı tarzlarını eleştiriyor. Roux o konuşmasında, bugündeki gıda artışlarına ışık tutacak şeyler söylüyor. Gariptir, bugünün solcuları, Roux kadar cesur değil! Onlar, yoksulun cebinden çıkandan pay istemekle geçiriyorlar pandemi sürecini, sonra da yalandan ah vah ediyorlar.

O konuşmasında papaz, Jakobenlere şu şekilde sesleniyor:

“Evet, mecbur kaldınız ve kalkıp zenginlere bir milyar liralık kredi verdiniz. Ama bu spekülasyon denilen ağacı kökünden söküp atmazsanız, tekelcilerdeki açgözlülüğü ülke genelinde frenlemezseniz, ertesi gün kapitalistler ve tüccarlar, tekelci faaliyetlerle ve sahtekarlık yoluyla, bu aldıkları krediyi baldırıçıplaklara ödetecekler, onların cebinden çalacaklar. Dolayısıyla elinizdeki kılıç, bencillerin değil, baldırıçıplakların boynuna inecek.”[4]

Marx, komünist hareketin tarihsel kökeninin Fatih Yaşlı gibilere, onun gibilerin kutsal bellediği isimlere değil, Roux gibi kişiliklere dayandığını söylüyor. Marx, fikirlerin eski dünya düzeninin ötesine geçemeyeceğini, ancak o düzene ait fikirlerin ötesine geçebileceğini söyledikten sonra, şu tespiti yapıyor:

“Fransız Devrimi, tüm eski dünya düzenine ait fikirlerin ötesine geçen fikirlerin doğmasını sağladı. 1789’da ilerleyen süreçte kendi bağrından Leclerc ve Roux gibi önemli temsilciler çıkartacak olan Cercle social [“Sosyal Kulüp” -Hakikatin Dostları Derneği] içerisinde doğan, en nihayetinde Babeuf’ün komplosu ile birlikte geçici süre yenilen devrimci hareket, Babeuf’ün dostu Bounarroti tarafından 1830 Devrimi sonrası Fransa’ya yeniden takdim edilen fikrin ortaya çıkmasını sağladı. İşte yeni dünya düzeninin fikri, bu sürekli gelişme kaydeden fikirdir.”[5]

Akademide koltuk meraklısı Fatih Yaşlı ve o koltuklara, orada üretilen sermayeye ait bilime iman eden partisinin bu fikirle uzaktan yakından bir alakası yok. Onlar, Fransız Devrimi içerisinde ortaya çıkmış burjuva ideolojisine, işlerine geldiği noktada, o ideolojinin içinde sağa sola sapan küçük burjuva yan yollara bağlıdırlar. Çünkü:

“Komünizm, aynı dönemde Paris’te gelişen bir harekettir, ancak bu hareket, sosyalizmden ayrı bir seyre sahiptir. Komünizmin ayırıcı özelliği, onun ‘sosyalist’ unvanından hoşnut olan Proudhon’un pek hazzetmediği, ne devrimci işçi sınıfının örgütlenmesine ne de özel mülkiyetin ilgasına inanan Louis Blanc’ın fikriyatı ile arasındaki mesafede bulunabilir.”[6]

Özel mülkiyetin ilgası ve işçi sınıfının örgütlenmesi meselesi, bugün ÖDP ve TKP gibi yapıların en nefret ettiği olgulardır. Onlar, en fazla, bu ülkede olduğunu düşündükleri “lokal Fransız Devrimi”nin kazanımlarını korumak için çabalayabilirler. İcazeti ve yaşama iznini o devrimin devletinden alabilirler. Dertleri, ne ilgadır ne de işçi örgütlemek. Dolayısıyla Roux’nun adını anmaları, bir gerçeği gizlemeye yöneliktir.

Roux’nun hayat hikâyesini kalem alan R. B. Rose, şu tespiti yapıyor:

“Fransa’yı yöneten Jakobenlerse, bu projelerin düzenin sağlanıp toplumun güven altına alınmasına, ayrıca cumhuriyetin bekasına dönük politikayla uzlaştırılabilir bir tarafı olmadığını düşünüyorlardı. Bu sebeple Jakobenler, Jacques Roux ve yoldaşlarının tasfiyesini birincil gereklilik olarak gördüler.”[7]

“Lokal Fransız Devrimi”ni savunan TKP, ÖDP, Halkevleri gibi yapılar da düzen sağlansın, toplum güven altına alınsın, cumhuriyet baki kalsın diye uğraşıyorlar. Bir devrim olduğu için yenisine izin vermiyorlar. Olacağına inanmıyorlar. Eski “devrim”i savunmanın, ona bugünde kitle devşirmenin devrim yapmaya mani olduğunu görmüyorlar. Bu sebeple, sol içerisinde olası her türden jakrucu, baldırıçıplak itirazı, devlet ve sermaye adına boğuyorlar.

Bugün toplamda solun derdi düzendir, toplumun güvenliğidir, cumhuriyetin bekasıdır.

Jacques Roux ise “Jakobenlerin yazdığı senaryoya dâhil olan, ama zenginlerle fakirleri karşı karşıya getirmek suretiyle, devrimin kendisini bir sınıf savaşına dönüştüren” bir isim.[8] Bugün sol, böylesi bir iradeden yoksun. Türkiye’nin burjuva devrimine köle gibi bağlı. Ötesini düşünemiyor, düşünmek istemiyor, aslında düşünmesi istenmiyor. Çünkü o, Fransız Devrimi sonrası meclisi burjuvalarla ve onların uşaklarıyla dolduran, ilerleme tanrısına inandıkları için yoksul halkın öfkesine duvarlar ören küçük burjuvaların soyundan geliyor. Marksizmi bu sol tasfiye ediyor, onu küçük burjuva vesveselere ve hayallere o bağlıyor.

Roux, “bir sınıf aç, diğeri zenginse, özgürlük boş bir hayaldir” diyor.[9] Bugünün solcuları, o hayali put belliyorlar. Roux, zenginlerin ölüm ve yaşam hakkını elinde bulundurduğu koşullarda, eşitliğin boş bir hayal olduğunu söylüyor. Bugünün solcuları, o hayale iman ediyorlar. Roux, yoksulları ezen koşullar hüküm sürdüğü sürece, cumhuriyetin boş bir hayal olduğunu tespit ediyor. Bugünün solcuları, sınıfsız-sınırsız, tarihaşırı, kutsal cumhuriyeti sınıflar mücadelesinden kaçırmakla, dokunulmaz ve baki kılmakla övünüyorlar. Her yerde cumhuriyetin, yani burjuvazinin kazanımlarını savunacaklarını söylüyorlar.

Hep böyle değildi. 2007’ye kadar sol, yalan da olsa, başka şeyler söyleyebiliyordu. Çünkü o dönem, başta Avrupa Birlikçi AKP vardı. Herkes buna göre hizalandı, mayalandı. Misal, Fatih Yaşlı’nın yoldaşı Orhan Gökdemir, AKP’nin AB’ci olduğu, havai fişeklerin patlatıldığı, Necdet Sezer öncülüğünde Suriye’ye girildiği, gerçek “burjuva devrimi”nin yapıldığı koşullarda, Aydınlanma’yı eleştiriyordu. Aydınlanma’nın ışığını yitirdiğini, sosyal ihtilalinin de yenildiğini söylüyordu.[10] Aydınlanma’ya dayanan Batı’nın dünya tarihine saldırı olduğundan, onun Doğu’yu aşağıladığından söz ediyordu. Hatta bugün okusa tüyleri diken diken olacak şu türden cümleler kuruyordu: “Marksizmin dinden etkilenmediğini söylemek saçmadır.”

Bugün Orhan Gökdemir, Canan Badem, Ayşe Hür gibi isimler, AKP dolayımıyla girdikleri “din” alanından arınmak, efendilerine sürekli tövbe ettiklerini göstermek için durmadan dine ve dindara küfretme ihtiyacı duyuyorlar. Gökdemir, eskiden Fethullah kanallarında ikbal peşinde koştuğu günlerden arınmak için türlü taklalar atıyor. O yüzden o abartılı din ve dindar düşmanlığı, esasen şovdan ve gösterişten ibaret.

Gökdemir’in Aydınlanma ile ilgili cümleleri yazdığı dergi, sonrasında dağıldı. Şeflerden biri TİP’e, biri TKP’ye, biri de TÖP’e gitti. Yuvarlanan tencereler kapaklarını buldu. Bu yapıların derde ve öfkeye örgütlenmesi, derdi ve öfkeyi örgütlemesi imkânsız. Tam da bu yüzden bu şefler, oralara gittiler.

Çünkü bugünün solu, baldırıçıplaklara düşman. O geleneğe karşı. Solculuğu bu karşıtlık üzerinden tanımladı. “Yeni dünya düzenine ait fikri” tasfiye etmek istiyor. Onun yürüttüğü kampanyalar, önerdiği politikalar, ideolojik gevezelikler, baldırıçıplakların kan ve ter kokan mahallelerinden değil, steril, nezih, izole, korunaklı odalardan, in vitro ortamlardan, lablardan çıkıyor. Önerilen tüm politik yaklaşımlarda ve eleştirilerde halka soğuk, tepeden ve kibirle bakan bir teknokratın, diplomatın ve bürokratın varlığı, hemen hissediliyor.[11]

Bu teknokratlar, diplomatlar ve bürokratlar, ezilenin, yoksulun, işçinin devrimini tasfiye etmekle görevliler. O devrime asla inanmıyorlar. En fazla Jakobenler gibi, baldırıçıplaklara hamilik, vasilik, efendilik yapabilecekleri, onları disipline, terbiye ve “adam” edecekleri günün hayalini kuruyorlar.[12] Jakobenler içerisinde yer alan bir isim, Jakobenlerin baldırıçıplaklara ait, onların lehine olan adaletle alakalı ilkeleri ortadan kaldırdığını söylüyor.[13] Bugünün solcuları, şimdilerde tam da bunu yapıyorlar.

Baldırıçıplaklarsa o günlerde şu şarkıyı söylüyorlar:

“Tanrım, ne çok entrikacı var ortalıkta
Asil, papaz, ağa, her kılıkta
Hepsi bildiğin birer eşkıya 
Gerçek baldırıçıplakların düşmanları onlar
Saltanatları sona erdi ama
Jakobenlerin sayesinde
Kibir kuleleri yıkıldı
Her şey, yerin dibini boyladı
Ebediyen gözden uzaklaştı.”[14]

O “Jakobenler”, baldırıçıplakların şarkılarına bile tahammül edemediler.[15] Onların tarihsel planda siyasetle ve teoriyle Marksizm üzerinden kurdukları ilişkiyi kesip atmak istediler. Devrimi inşa eden balta, eve alınmadı! Bugünün solunun tüm teorik ideolojik gevezeliği, bu tartışmayla ilgili.

Hz. İsa, mabede girdiğinde, tefecilerin para ve altınlarını saydığını gördü. Halkın derdi ve öfkesiyle tanımlı kıldığı mabede bu kiri, bu aymazlığı ve rezilliği yakıştıramayan Hz. İsa, o para ve altınların üzerinde olduğu masayı tekmeledi.

Bugün sol da sosyalistlik de yenildikçe, teslim oldukça, halkın, işçinin, yoksulun derdinden ve öfkesinden uzaklaştıkça, tecimsel, ticari, geçimlik bir mesele hâline geldi. Demek ki İsa gibi, halkın mabedine girip, baldırıçıplaklar adına o sosyalist masalara tekme savurmalı.

Eren Balkır
15 Ağustos 2022

Dipnotlar:
[1] Fatih Yaşlı, “Konuşma”, 19 Temmuz 2022, Twitter.

[2] Ateş Uslu, Siyasal Düşüncelerin Toplumsal Tarihi III, Yordam, Ekim 2021, s. 45.

[3] Robert Barrie Rose, The Enragés: Socialists of the French Revolution, Melbourne University Press, 1965, s. 36-48.]

[4] Jacques Roux, “Manifesto of the Enragés”, 1793, MIT.

[5] Marx-Engels, Collected Works Cilt 4, “Kutsal Aile”, Progress 1975, s. 119.

[6] Paul Thomas, Marxism and Scientific Socialism: From Engels to Althusser, Routledge, 2008, s. 13.

[7] R. B. Rose, a.g.e., s. 45-46.

[8] Beau Pedraza, “The Enrages of the French Revolution”, Academia.

[9]Jacques Roux, a.g.e. MIT.

[10] Orhan Gökdemir, “Helenofil Marksizm”, Fabrika dergisi, Sayı 59, Ekim 2004, s. 5.

[11] Eren Balkır, “Bürokrat, Teknokrat, Diplomat”, 19 Şubat 2020, İştiraki.

[12] Michael Sonenscher, Sans-Culottes: An Eighteenth-Century Emblem in the French Revolution, Princeton University Press, 2008, s. 283.

[13] Michael Sonenscher, a.g.e., s. 407.

[14] Laura Mason, Singing the French Revolution: Popular Culture and Politics, 1787-1799, Cornell University Press, 1996, s. 112.

[15] Laura Mason, a.g.e., s. 113.

0 Yorum: