Fatsa yüzünden nasıl ÖDP parti kongresinde dayak
yemenin eşiğine geldiğimi anlatayım size.
Fatsa ve Fikri Sönmez, Türkiye Sosyalist Hareketi’nin
en güzel sayfalarından biridir. Biz, onlara olan borcumuzu, onları “nostaji”ye
çevirerek değil, onları aşarak ödeyebiliriz.
ÖDP, 1999 yılında katıldığı ilk yerel seçimde üç belde
ve bir ilçede belediye başkanlığını kazandı. O zamanlar parti içerisinde,
özellikle bağımsızların olduğu bir gençlik grubu vardı. Biz, çok heyecanlandık.
Arkadaşlarla oturduk, “kimse, yaz tatiline gitmeyecek” kararını aldık.
Özellikle tıp, öğretmenlik, mimarlık ve mühendislik
okuyan arkadaşları iyiden iyiye ablukaya aldık. “Neler yapabiliriz?” sorusuna
cevap bulmak adına tartıştık, mimariden tarıma, çocuklar için yaz kamplarına,
her şeyi tasarlamaya başladık. Aklımızda da hep Fatsa vardı. Yıllar sonra
yeniden Fatsa… Bundan daha iyi bir olanak olabilir miydi?
Ama partinin yetkili kurullarını aşamadık. O zamanki
hâkim yapı, bu ilişkileri bizden sakladı. Öyle kalakaldık. Bendeki de ayrı
saflık. Herkesin zaten bunu yapacağını, ama parti içi grup çekişmelerinden
bizden sakınıldığını düşündüm. “Hele bir başlasın, biz de bir yolunu buluruz”
dedim.
Hayır, ne giden var, ne kampanyaya destek olan, ne yaz
okulunu dert edinen, ne de “şu beldemizin şu sorunu var, el atalım” deyip
çağrıda bulunan var. İnanılmaz bir hayal kırıklığı yaşadık. Arkadaşlar, sırayla
ya “bir şey olmayacak galiba, ben memlekete gidiyorum” dedi ya da “tatile
gidiyorum. Dağıldık.
Yaz geçti, sonbahar geldi. Partinin büyük kongresi
gelip çattı.
Kongrede yine Fatsa’yı anan sloganlar, Fikri Sönmez
posterleri...
Kürsüye çıktım. Bunları anlattım. Belki de malum gruba
söylenmeyecek en ağır ifadeyi söyledim: “Siz kim Fatsa kim, siz kim Fikri
Sönmez kim? Fatsa’yı da Fikri Sönmez’i de biz yaşatacağız.”
Bunu der demez koşanlar oldu.
Bizim arkadaşlar da koştu, çember oluşturdular, dayak
yememi önlediler. Sonra ne mi oldu? Ağılbaşı (Malatya-Engüzek) belde belediye
başkanı çıktı (ki bahsini ettiğim hareketten, yani Devyolcu). Genç arkadaş
güzelce söyledi, güzelce konuştu. “Ya partiden bir telefon bile gelmez mi? Bir
düzine diş fırçası gönderseniz o da mı yok!” diye serzenişte bulundu. Sonra o
beldelerde ve ilçelerde tek bir seçim bile kazanılamadı.
Özetle, tarihimiz, güzel tarihimiz, onurlu. Ama
devrimcilerin işi, tarih okumak değil, tarihi yeniden yaratmak. Türkiye
Sosyalist Hareketi’nin de seksen sonrası en ihtiyacı olan işlerinden birisi de
yerel iktidarın nasıl olduğunu dosta düşmana göstermekti. Elde seksen
sonrasından sadece Ovacık örneği var.
Bugün Terzi Fikri’yi o İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nde işe girseydi, onu “hakkında Demirel’in tahkikatı varmış” deyip
işten atacak olanlar anıyorlar. Soylu’ya teslim olanlar; Demirel’e, 12 Eylül’e
teslim olmayanları anmasın artık. Onlar da rahat etsin, biz de rahat edelim.
Nazoryan Kapuvski
1 Ağustos 2022
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder