16 Kasım 2023

,

İsrail’in Dostları: Siyam İkizleri


Ama biz yine de direneceğiz
Sonuncumuza kadar.

[Cahit Külebi]

 

Manipülasyonların Çürütülmesi

Önceki yazılarımızda kimin Filistinli olup olmadığı tartışılmıştı. Bugün tarihe not düşmek adına siyonizmin dostlarını belirtmek gerekir. Medyaskop'un, Tufan’ın ilk günlerinde Filistin direnişçilerinin “sivil katliamı” yaptığı yönündeki yayınları Youtube kanallarında mevcut. Siyonist askerlerin müzik festivalinde sivilleri canlı kalkan yapıp geri çekildiği ortaya çıktı. Sonra Hristiyanlara ait bir hastane vuruldu. Önce Hamas’ın yaptığı iddia edildi, ama emperyalizmin Ortadoğu jandarması olan siyonistler, gerçek yüzlerini bir haftada ortaya çıkardı. Bebek, ana, çocuk, kadın, aile, anne karnındaki yavruya kadar katliam yapıldı. Güney Afrika’dan Avrupa ülkelerine ve Amerika’ya kadar siyonizmin soykırıma ve sürgüne varan katliamları halklar nezdinde lanetlendi, hem de içlerinde Yahudi aydınların da olduğu kitlesel gösterilerle. İlk ideolojik manipülasyon boşa düştü.

İkinci manipülasyon, Hamas’tan IŞİD çıkarmaktı. Ülkemizin sol, aydın, ilerici diye kendini tanıtan çevreleri “Hamas yerine Habaş olsa desteklerdik” manipülasyonunu geliştirmeye çalıştı. Köle pazarında çocukları satan IŞİD ile Filistinli çocukları katleden siyonizm aynıdır. Habaş’ın ardılları “14 yapı birleşerek Operasyon Odası adını verdiğimiz birlikle Tufan’ı gerçekleştirdik.” açıklamasında bulundu. Böylece ikinci manipülasyon da boşa düştü. Hamas militanının Marksist bir militan ile birbirlerinin alnından öpmeleri görüntüleri bunun kanıtıdır.

Üçüncü manipülasyon, müzik festivalinden alınan bir rehine kadının direnişçiler tarafından soyularak sürüklenmesi iddiasıydı. Daha sonra, festivalde bikinili eğlenildiği ortaya çıktı. Bu noktada kadınların saçlarından sürüklenerek götürülmesi hiçbir şekilde, hiçbir ideal uğruna kabul edilemez, bu konuda kim yaparsa yapsın eleştirilir, ordu mensubu değil savunmasız bir insan. 

Geçtiğimiz günlerde İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinli tutsakların çıplak bir şekilde sevk edildiği görüntüler sosyal medyada yayınlandı.[1] Böylece bebek, kadın ve çocuk katilinin de tacizcinin de siyonistler olduğu kanıtlandı, ama beden, teşhir ve ifşa politikası üzerinde duran feministlerden ses çıkmadı. Filistinlinin bedeninin kararı siyonizme bırakıldı.

Dördüncü manipülasyon, aslında İsrail’in Hamas saldırısını önceden bildiği, hatta bu yapıyı güçlendirerek Filistin’i işgal için gerekçe ürettiğiydi. İsrail ordusunun verdiği ağır kayıplar, Filistin’in Marksist yapılarının ve Müslüman olmayan halkının Tufan’a verdiği destek bu çarpıtmayı da çürüttü. Filistin toprakları 75 yıldır işgal altında.

Savaşın 27. gününde 10 bin Filistinli öldü, yarıya yakını çocuk. Bugün bir aydan fazla bir zaman dilimi geride kaldı. Sivil değil, halk öldü. 

“Sivil”, burjuva ideolojisinin ürettiği liberal bir kavramdır. Her Filistinli, savaşın içine doğar, sivilliğin ne olduğunu bil(e)mez.

İsrail, dünya halkları tarafından egemenlere ve emperyalizme rağmen yalnızlaştırıldı, ama bu antisemitizm üzerinden gerçekleştirilmedi, çünkü halkların düşmanı dil ve din farklılığı değil, baş çelişki olan emperyalizmdir.

İsrail’in Dostları

Tufan, bize kimlerin ve hangi çevrelerin İsrail’in fahri dostları olduğunu gösterdi. Ukrayna Savaşı’nda bir şekilde emperyalizmin dostları maske taksa da Tufan’da maskeleri düştü.

Medyaskop’tan gazete Duvar’ına kadar birçok yayın kuruluşu Chrest Foundation tarafından fonlanıyor. Bu fonlanan kuruluşların listesi açık şekilde vakfın sitesinde yer alıyor. Bu durum medyaya yansıdığında, “bağımsız”(?) gazeteciliğin kıskaca alınarak fonlanan yayıncıların linç edildiği savunuldu. Gerçeğin öyle olmadığı, Ukrayna Savaşı'nda gün yüzüne çıktı. Ukrayna liderine övgüler sadece fonlananlar tarafından değil, sendikalist işçi sınıfının “biricik” gazetesinde de yapıldı, laik aydınlanmacı “Birgün” gazetesinde Ukrayna liderini ve emperyalist ülkelerin askeri paktlarını öven Zizek, Marksist olarak tanıtıldı.

Ukrayna ordusuna maddi destek veren ve savaşa hazırlık görüntüleri paylaşılan Ukraynalı kadınlar, feministler tarafından yurtseverliğin baş tacı edildi. Güzel! Onlara göre “savunmasız” ve “çaresiz” Ukraynalı kadın ve Bandera’nın çocukları yerel LGBT’ler, neo-nazi taburlarına katıldı. 

Tüm yazılarımızda kurumsal ve “evrensel” LGBT’nin -cinsel yönelimi farklı olan bireylerin değil- emperyalizmin ideolojik aygıtı olduğunu, “bağımsız” bir yapı olmadığını, “cinsiyetçi” algılanmak pahasına, dile getirdik. İşin ilginç yanı, LGBT, 300 küsür sayfalık yayınıyla hangi emperyalist şirket ve ülkelerden fon alınacağını ilân ediyor, ama sol, bir savunma mekanizması olarak inkâr politikasını geliştiriyor. Sömürü ve eril düzeni bitirecek olan ve radikal demokrasiyle birlikte solların göklere çıkardığı ve tarih yapıcı tek özne olarak kabul ettiği feminist hareketler, bugün Tufan’da yer alan Marksist direnişçi kadınları görmek ve göstermek istemiyor, çünkü tutundukları burjuva ideolojilerinin maskesinin düşmesini istemiyorlar.

Fonlanan cinsiyet hareketleri, önce Taksim’e çıkarılıp işçileri dolgu alana gönderdi, sonra emperyalist ülkelerin büyükelçileriyle ve radikal demokrat vekillerle kol kola “onur” yürüyüşü gerçekleştirdi, kimlik çatışması üreterek sınıf mücadelesinin kapsamından ataerkillikle mücadeleyi ayrıştırdı. IŞİD’e karşı savaşan kadınlar yüceltilirken, Filistin direnişçisi kadınlar için Taksim doldurulmadı, bu yılın 25 Kasım’ı da Leyla Halid’ler için değil, laiklik bayrağı Gülşen ve Yılmaz Güney’i karalayan Farah Abdullah’lar için düzenlenecek.

Bu bağlamda tekrar LGBT’ye dönecek olursak, emperyalist kahve zinciri (kârı 2022’de 700 bin dolar) ve gıda tekelleri, emperyalizmin büyükelçilikleri ve şirketleri LGBT kuruluşlarına milyon dolarlar aktarıp binalarına gökkuşağı bayrakları asıyor. O yüzden Gezi’de devreye giren seküler burjuvazi onları destekledi, çünkü burjuvazi de emperyalizmin maşasıdır.

Bugün yıktıkları Gazze halkının mahallelerinde terörizm estiren siyonist askerlerden biri LGBT bayrağı açıp gülerek poz veriyor. Onun sırıtan yüzü, emperyalizmin yüzüdür. Suyu ve elektriği, dahası yaşamı elinden alınan halka rengarenk demokrasi götürüyor Charlie Hebdocular.

2003 Irak işgalinde de demokrasi götürülüyordu: halk katledilerek, kadınlara tecavüz edilerek, emperyalist kadın askerlerin işkenceden geçirdiği çıplak erkeklerin bedeninin yanında köpeklerle poz vererek... O yüzden LGBT’nin gökkuşağı tek renktir, biçimde çoğul olsalar da özde tektir.

Bu süreçte “yurtta üçüncü yol, Filistin’de üçüncü yol” diyen Yeni Yaşam çevresi sahneye çıktı. Aslında hem Hamas’ın hem de İsrail’in katliamcı olduğu, Kürtlerin her ikisini de savunmayıp üçüncü yol olarak Filistin halkını savunması gerektiği önerildi. Gerçek öyle değil. Hamas resmi bir ordu değil, direnişçiler de “maaş” almıyor. Halkla direnişçiler o yüzden ayrılamaz. İşgal altında tutulan bir halkın ordusu da kendi evlatlarından oluşur. Hiçbir insan farelerle dolu bir evde yaşamak istemez, o fareler uyurken ev sahibini yer, o yüzden siyonizme karşı direnmemeyi salık vermek, “işgali kabul edin” demektir. İşçiyi sömüren patronlara karşı direnenlere “grev ilân etmeyin” demek üçüncü yolculuk olmaz, politikada yolsuzluk olur.

Bu çevrenin, Jerusalem Post gazetesine röportaj verip Kürtler ile Ortadoğu’yu cehenneme çevirip halkları topraklarından sürgün eden emperyalist ülkelerin arasını bulmaya çalıştığını söylemesi, baştan Filistin halkını savunmadıklarını gösterir. Onların derdi, ne Hamas ne de Filistin ne de direnen Marksist yapılardır. Tek dertleri, Ortadoğu’da denge politikası izleyerek siyonizmi destekleyen emperyalizm ile dost olmaktır. Bunu zaten açıkça ifade ediyorlar.

Solun bir bölümü dışında İsrail’e ve siyonistlerle ticaret yapan tekelci burjuvaziye karşı protesto gerçekleştiren çevre yok. Laiklik-sekülerlik mücadelesini manifesto ilân eden diğer çevreler; ülkemizdeki emperyalist kahve ve gıda zinciri tekellerinin şubelerine gidip orada ajitasyon yapan muhafazakâr insanlara, “boykot edin ama İsrail’e her gün gemilerle ihracat yapılıyor” diyerek kimlik yarılmasını güçlendiriyor. Çok doğru, fakat boykotçu kitleyi peşinden gittiği çevre ve ideologlardan ayırmak gerekir. Boykotçu kitlenin asıl hatası ya da bugüne kadar fark etmediği/edemediği eksiklik şu olsa gerek: Onlar da meseleye İsrail gibi bakıyor. Madalyonun iki yüzü. Meseleye tekelci burjuvazinin ve emperyalizmin işçi, emekçi ve yoksul halklarının kanını emmesi üzerinden değil, din karşıtlığı üzerinden boykot geliştiriliyor, bu bakış sınıfsal değil.

Kahve zincirine giren boykotçular, “Sizde hiç vicdan yok mu, Müslüman değil misiniz, insan değil misiniz, Allah belanızı versin...” gibi suçlayıcı bir dil kullanıyor. Bunun temeli nedeni, emperyalizm gerçeğinden bağımsız ideoloji geliştirmektir. Aynı şekilde, ülkü ocakları da benzer protestolar gerçekleştiriyor. Temel motivasyon din kardeşliği üzerine kurulu. Bu çevrelere bazı çelişkilerin hatırlatılması yerinde olacaktır.

Ülkemizde emperyalist şirketlerin maden araması için vatan toprağımızdaki ağaçlar kesiliyor; dereleri, suyu enerjiye ihale ediliyor; tarikat yurtlarında çocuklara tecavüz edildi; maden ocaklarında her yıl işçiler ölüyor; Afgan bir maden işçisinin çalıştığı ocakta yaşamını yitirdikten sonra yakılarak öldürüldüğüne yönelik soruşturma başlatılıyor; her yıl yüz binlerce çocuk, çıraklık eğitimi adı altında şirketlerce sömürülüyor, çocuklar iş “kazalarında” can veriyor; aç kalan ve umutsuzluğa mahkûm edilen üniversite öğrencileri intihar ediyor; her yıl yüzlerce kadın öldürülüyor...

Sömürü düzeninin suçları sıralamakla bitmez. Bu insanlar Müslüman ülkenin evlatları değil mi? Din kardeşlerinizin çocuklarının tecavüze ve intihara sürüklenmesine neden tek bir itiraz geliştirmediniz? Halkımızın evlatları, başka bir ulusta ya da dini geleneğin içine mi doğmaktadır? 

Sermaye de siyonistler de çocukları sömürür. Meseleye din kardeşliği üzerinden bakarak çocuklar için mücadele edeceksek ülkemizin çocukları da Afrikalı çocuklar da Filistinli çocuklar da aynı düzenin içine doğmaktadır.

Girdiğiniz sokakta arabalar geçtiği hâlde çocuklar top oynuyorsa o mahalle yoksuldur. Çocukların oyun alanı, depremde toplanma alanı, bir bütün olarak yaşam alanı sermaye tarafından işgal ediliyor. Filistin'in tamamı Hristiyan olsa yine çocuklar için bu protestoları gerçekleştirir miydiniz? Kahve içene yönelttiğiniz vicdan sorusunun cevabı net: O vicdan, ancak sömürüsüz sınıfsız düzen kurmak için doğru hatta mücadele eden çevrelerde ve onların yetiştirdiği insanlarda bulunur, çünkü kapitalist düzende vicdan sınıfsaldır, vicdan sömürülenler adına işlediğinde erdemdir.

Sömürünün vatanı, dini, dili yoktur. Tüketiciyle/bireyle mücadele etmek, hem kimlik ayrışmasına yol açar hem de kapitalizmin suçlarını örtbas eder. Ülkemizin limanlarından her gün İsrail’e ona yakın ticaret gemisi gidiyor. Protesto etmeniz gereken yerin neresi olduğunun farkında mısınız?

Boykot, sessiz kalmaktan yeğdir ve değerlidir, bu ayrı bir konu, fakat boykotun hedefi önemlidir. İdeolojik ilkelere yaslanmayan boykot, halkı ayrıştırır. Propaganda kahve içenlere de yapılır, fakat onları suçlayarak değil, onlara anlatarak yapılır. Mesela, aynı kahve zincirinin çalışanları başka ülkelerde greve çıkarak emeğinin karşılığı ücreti alabilmek için mücadele veriyor. Bu tür bir boykot biçimi, zaten bahane üretmeye hazır olan İHD’ye alan açıyor. O da Musevi kardeşlerimizi ürkütmemek için İsrail konsolosluğu önündeki protestolara gitmediğini söylüyor! İHD de İHH gibi insanları, kadınları ve çocukları etnik temeline/aidiyetine göre ayrıştırıyor. Çocuk hakları komisyonu olan İHD’nin Filistinli çocuklar için adım atmamasıyla muhafazakâr çevrelerin ülkemiz çocuklarına tarikat ölçütünden bakması, aynı “hassasiyetin” ürünü.

Asıl hassasiyet; haysiyet meselesi olan sömürü düzeninin göz koyduğu insan emeğinin, alın terinin ve canının savunulması ile ilgili olmalıdır. Zulüm nerede varsa orada mazlumun aidiyeti sorulmaz. Van depremi için dayanışmaya gelen Japon doktor, ikinci depremde kaldığı otelde can vermişti.

Aksa Tufanı başladığından beri İHD’nin bir yazısı yayınlanıyor. Sonra sosyal medya hesabından iki paylaşım yapılıyor. 17 Ekim’de Irak-Suriye tezkeresi görüşülürken Filistin için KESK, DiSK ve İHD sosyal medyada paylaşım yapıyor. Bu, tesadüf değil. Emperyalizme karşı sergilenen duruşsuzluklarının işçi ve emekçi sınıflara yaşatılan utancıdır bu. Reformistlerin ve radikal demokrasi hareketinin 4 sendikalıya 1 delege sistemiyle tek liste seçtirdiği yönetimler sendikaları bu hâle getirdi.

İHD, 11 Ekim’de dünya kız çocukları gününü kutlamak için paylaşımda bulunuyor! Cumartesi annelerinin kendi eseri olan mücadelesi dışında İHD’yi dinamik kılan hiçbir üretim yok. İHD, 12 Eylül sürecinde darbeyle zindanlara atılan insanların haklarını savunan Didar Şensoy’u iyi bilir, ama onun yolundan gitmez. O, sömürü düzeniyle mücadele eden her çevrenin ablasıydı.

1 Kasım’da İHD, Dünya Kobane Günü’nü kutlayıp IŞİD’e karşı Suriye’de verilen 134 günlük direnişi selamladıklarını duyuruyor. 40 güne yaklaşan Filistin direnişini neden selamlamıyorsunuz? Orada kadınlar siyonizmle çarpışıyor, analar çamurdan yaptıkları tandır tipi fırınlarla ekmek yapıyor, çocuklar yağmur suyunu içiyor.

Derine inildiğinde mesele, hem Hamas hem de Habaş. Bu gerçeğin gözden kaçmaması gerekir. İHD ve sendikaları yöneten hâkim anlayışlar, Taliban ile Sovyet rejimini baskıcı ve diktatör görerek eşitliyor. Hamas’a bakınca Habaş’ı görüyor. Her ikisini de tehdit olarak algılıyor. Emperyalizmin sözde insan hakları masalıyla İHD’ninki aynı: ayrımcılık.

Hayatı sizin gibi algılayan seküler kesimler de 23 Nisan için paylaşım yaparken Walt Disney’in kurucusuna çocuklar adına övgüler dizip minnettar oluyor. Aynı Disney Plus, İsrail tanklarını öven çizgi filmler üretiyor. İsrail’e 2 milyon dolar tutarında destek veriyor. Siyonistler de 5 bin civarı çocuğu öldürüyor. Dünyanın gözü önünde soykırım düzenleniyor. Hangi çocuk ve insan hakları, hangi Walt Disney? Çocukların cinsel yönelimiyle ilgili çizgi film üreten Disney Plus, Filistinli çocukların kanının akıtılması için mali destek sunuyor. Gazete Duvar, Disney Plus’ın aylık yayın akışını, abonelik ücretlerini ve içeriklerini vererek reklâmını yapıyor. Diken haber ona destek çıkıyor. Disney Plus, binlerce işçiyi ücretsiz izin adı altında sömüren bir emperyalist şirket.[2] Disney Plus, çocukları nasıl bir düzene uygun kafalar hâline getirmeye çalışıyor? Ağaç yaşken eğilir.

Daha önceki yazılarımızda sıklıkla vurguladığımız gibi dünya halklarının sömürülebilmesi için yapılan zihin işgali ve ideolojik manipülasyon 11 emperyalist medya şirketi tarafından yapılıyor. İşgal, önce zihinlerde başlatılıyor. Direnme kararlığı çürütülürse sömürüye teslimiyet de kolaylaşıyor. O yüzden emperyalizm sınıf bilinciyle hareket ediyor. Distopik roman kurgusu gündeliğin gerçekliği olarak yaşanıyor.

Her şeye rağmen halklar Filistin için destek yürüyüşleri düzenliyor. Bu yönüyle Tufan, emperyalizmin gerçek yüzünü halklara gösteriyor, tavır aldırıyor, halkları dinamik kılıyor. Futbolcudan sanatçıya kadar tüm dünyada İsrail özelinde emperyalizm protesto ediliyor. Seküler kesimin İsrail ve LGBT destekçiliği muhafazakâr çevrelerin meseleye sınıfsal bakamayışıyla örtüşüyor. Cinsiyetsiz bir dünya düzeni kurma adına LGBT kuruluşlarını fonlayan emperyalistlerin asıl amacı, kendine sempati duydurmak.

Halklar nezdinde yalnızlaşan siyonizmin bir askeri Gazze'de yıkıntılar arasında LGBT bayrağı açıyor, fakat LGBT kuruluşlarının sınıf uzlaşmacı tavrına rağmen LGBT bireyler de Filistin’e destek eylemlerine katılım sağlıyor, siyonizm daha da yalnızlaşıyor. Irak ve Afganistan’a götürülemeyen demokrasi, Filistin’de LGBT bayrağıyla sempati toplamaya çabalıyor.

Değinilmesi gereken bir nokta da Yeni Yaşam’ın internet sitesindeki forum sayfasında Kürtlerin ne İsrail’i ne de Hamas’ı desteklemesi gerektiği, önerdiği üçüncü yolcu çözüm üzerinden, Filistin halkının yanında olması gerektiği savunuluyor. O zaman bir soru sormak gerekir: Neden Hüdapar’a Diyarbakır ve Batman’da alan bırakarak Filistin’e destek mitingi adı altında Hamas’ı kendileri gibi şekillendirmesi için propaganda yapmasına karşılılık politika belirleyemediniz? Hamas'a karşıydınız madem? Hamas sempatisine destek böyle gelişiyor. Evet, söylemde kaldınız. Paradigma yön değiştirdi. Kürtler, Filistin'e din kardeşliği üzerinden de olsa destek verecekti, fakat siz, ideolojik manipülasyonlarla halkı engellemeye çalıştınız, fakat meydan Hüdapar’a bırakılınca o da Kürtlerin dini hassasiyetlerine oynayarak kendi ideolojisini Filistin’e destek adı altında empoze etti. Hem de alanları binlerce insanla doldurarak. Bu kapıyı siz araladınız. Suriyeli ve Iraklı Kürdü emperyalizme muhtaç edenler, ülkemiz insanını Hüdapar’a muhtaç etti. Bu kitle yurtdışından gelmedi, civar illerden geldi. Yüzde beş oy aldığı bölgede alanları dolduruyorsa bu, sizin enternasyonalist ve tutarlı politika üretememenizin sonucu.

Bu çarpıklık, sadece bu bölgeyle sınırlı değil, yönetiminde olduğunuz sendikalar da Filistin için adım atmadı. “Kürt’ün Kürt’ten başka dostu yoktur” manipülasyonu, “tüm dünya bize sessiz kalıyor”a kadar vardı. Maalesef, durum bildiğiniz gibi değil. Ne değişti? IŞİD çetelerine karşı çarpışırken Avrupa ve Batı’nın Suriye’nin kuzeyine sempatiyle baktığının propagandasını yaptınız. Şimdi aynı halklar Latin Amerika’dan Güney Afrika’ya ve Avrupa’ya kadar Filistin’e destek veriyor.

Milliyetçi politikalar emperyalizmle iş tutmaya mecburdur. Arap ülkelerinin egemenleri de emperyalizmle iş tuttuğundan Filistin’i yalnız bırakıyor. Böyle olunca da halklar ona göre tavır alır. Filistin ile ilgili ilk yazımızda belirttiğimiz gibi “mücadeleyi sollar omuzlamazsa alan muhafazakâr çevrelere ve tarikatçılara kalacak” demiştik, fakat paradigma oraya evriliyor ülkemizde, hem de dünya halklarının tersi istikamette.

Tufan tüm dengeleri altüst etti, adına yakışır şekilde. Emperyalizm, Tufan özelinde yenildiği zaman, emekçiler için yeni bir tarihî süreç başlayacak. İsrail de bunu bildiği için kendi halkından Gazze işgalini protesto eden insanları işkenceden geçiriyor. Marx’ın işaret ettiği gibi “başka ulusları ezen uluslar özgür değildir.”

Hâlen vakit geç değil. Siyonizmin yenilmesi ve Filistin halkının mücadelesinin zafere ulaşması için enternasyonal dayanışmanın gereği olarak işçi ve emekçi sınıflar birçok adım atabilir. Boykotlar, anti-emperyalizm bağlamında geliştirildiğinde başarıya ulaşarak Filistin direnişi dalga dalga yayılarak güçlendirilir.

İşçi ve emekçi sendikaları Filistin için gece yürüyüşü, ortak bir miting ve protesto geliştirebilir.

Evleri yıkılan Filistinlilerin barınma hakkı için mimar ve mühendisler odası enternasyonalist bir mücadele hattı belirleyerek elini taşın altına koyabilir.

Sağlık çalışanları, Filistin adına uluslararası sağlık çalışanlarıyla ortak adımlar atabilir.

Bugün sanatçılar ve aydınlar, Filistin için sessiz kalarak suça ortak olmamak gerektiğini ve daha somut adımlar atılmasını talep edebilir. Gazze’ye sağlık hizmeti götürülmesi için politika belirleyerek uluslararası baskıyı güçlendirebilir.

Eğitim sendikaları, en başta çocukların eğitim ve yaşam hakkını savunmak adına harekete geçmelidir. 23 Nisan da, Dünya Kız Çocukları Günü de o zaman adına yaraşır şekilde anlamlı hâle gelir. Çocukların savaşa ve sömürüye doğmayacağı bir düzen ancak bu şekilde kurulabilir.

Mücadele alanı din karşıtı politika geliştiren çevrelere bırakılmayacağı gibi reformistlere de bırakılmamalıdır. Onların yaşadığı Mayıs seçimleri yenilgisi Tufan’la tarihin dışına itildi. Artık politikalarının iflası gün yüzüne çıktı. Her ne kadar tüm çarpıklığına rağmen eleştirdiğimiz kimlikçi çevrelerin Hamas üzerinden de olsa destek geliştirmesi karşısında solların ve seküler çevrelerin bu durgun siyaseti ülkemiz emekçi sınıfları açısından unutulmayacaktır.

Bugün Fazıl Say bile Filistin’e destek açıklaması yaptığı için Batı’daki konseri iptal ediliyor, ama bizim aydın ve sanatçı diye göklere çıkarılan insanlarımız birleşip ses çıkaramıyor. Zamanında seküler kesimin hangi mizah ustasının İsrail'de düzenlenen mizah yazarları toplantısına gittiği de araştırılabilir.

Pablo Neruda der ki “Bizim gerçekliklerimiz söz konusu olduğunda şiirsel olmayan hiçbir şey yoktur...” Bugün laiklik bayrağı yapılan, emperyalistlerce ifade özgürlüğü savunulan, sahnede LGBT bayrağı açan, Zafer Bayramı’nda İBB’den sahne alan Gülşen’in ifade özgürlüğü nerede? Seçim sonucuna göre ülkeyi de terk etmediğine göre onu savunan sollarla birlikte sessizliğe büründü.

“girdiler kapılardan
girdiler pencerelerden
mektuplardan kitaplardan telefonlardan
girdiler kirlettiler ve gecemizi
girdiler ağrıttılar ve gündüzümüzü
işimize saygımızı
Ölümüze acımızı
sayrı yatağımızı
Özlemlere sevgilere sular gibi akışımızı
kıyımlara kıranlara türkü türkü bakışımızı
gözgözelik
dizdizelik
şu hancı dünyamızı
girdiler
kirlettiler
insan onurumuzu
insan yüzü güzeldir
çirkindi bunlarınki
insan yüzü sıcaktır
soğuktu bunlarınki
elleri el değildi
eli andırıyordu
gözleri göz gibiydi
bakışsızdılar
göğse benzer bir kafesti taşıdıkları
içinde yürek yoktu
kapıların arkasında emeklememiş
beşiklere belenmemişlerdi karda tipide
ev dediğin duvar kapı pencere
saygıya gerek yoktu
girdiler akşam sofralarında evlerimize
yoksul sabah çaylarında girdiler
girdiler öpüşürken kuytuda
okşarken saçlarını çocuğumuzun
avutmaya çalışırken acılımızı
duyumsarken sevincini insan oluşumuzun
girdiler bağlarken mektubumuzu
dertleşirken kapısında kırkıncı odamızın
girdiler evlerimize

en ağrıtan yerinde bir özlem türküsünün
bunalmış bir kahkahanın ortayerinde
taş gibi yorgunluğunda bir güzelim düşün
Ölümcül sayrılıkta umarsız yalnızlıkta
kağıttan kayıklar yüzdürürken geçmiş sularımızda
uçurtmalar salarken umut göklerimize
kucaklarken dostlarımızı telefonlarda
girdiler evlerimize

çirkindiler
korkaktılar
yarınsızdılar
geldiler itilerek
girdiler irkilerek
kararttılar gecemizi
Isırdılar karanlıkta
kanattılar türkümüzü
kırdılar çiçekli dallarımızı
tükürdüler içine ekmeğimizin
ağrıttılar ağrımızı
ağrıttılar vatan vatan
ağrıttılar dünya dunya
ve çekip gittiler
kanlı izler bırakarak
göğümüzün merdivenlerinde

yoktu yarınları onların
çünkü onlar
suç taşıyan sandık gibi
karanlıktılar” [Hasan Hüseyin Korkmazgil]

S. Adalı
16 Kasım 2023

Dipnotlar:
[1] Emre Orman, “İşgalci İsrail, gözaltı merkezinden 30 Filistinliyi yine aynı şekilde çırılçıplak olarak serbest bıraktı”, 15 Kasım 2023, X.

[2] “Walt Disney 43 Bin İşçiyi Ücretsiz İzne Çıkarıyor”, 12 Nisan 2020, Sol.

 


0 Yorum: