18 Kasım 2023

,

Bolşevizm Kudüs’e Geliyor

Necati Sıtkı Hatıratı

Günlükler’inden alınıp tercüme edilen aşağıdaki pasajlarda Sıtkı, yirmilerin başında Manda hükümetiyle yönetilen Filistin’de memur olarak çalışırken Bolşevik harekete giriş sürecinin izlerini sürüyor (s. 17–21, 92); öğrenci olarak Moskova’ya gidiş sürecini aktarıyor (s. 35–49); ayrıca hapishane deneyiminden bahsediyor (s. 101–6). Bu bölüme ait dipnotların tamamı Ebu Hanna’ya ait.

* * *

Bolşevizm Kudüs’e Geliyor

Filistin’e göç eden Yahudiler, ülkeye Arap Filistin’i ile uyuşmayan kendi ideolojilerini, geleneklerini ve hayat tarzlarını getirdiler. Yirmilerin başlarında bolşevizmi, anarşizmi, Marx’ı, Lenin’i Troçki’yi ve Herzl’i işitmeye başladık. Ayrıca Yahudi işçileri sendikası Histadrut gibi, Yahudi göçmenler arasında mevcut olan işçi hareketleriyle, Histadrut içinde sol muhalefet yürüten Fraktsia’yla, Poale Zion Partisi’yle ve yeni göçmenlerin yarı sosyalist kampları olan kibbutzlarla tanıştık.

Solcu göçmenler, Araplar arasında da ajitasyon çalışmalarına başladılar. İlk gösterilerini 1921 1 Mayıs’ında, Yafa sokaklarında düzenlediler. Manşiye mahallesinde kızıl bayraklarla yürüyüp İbranice ve (kırık bir) Arapça ile sloganlar attılar. Araplar, meraklı gözlerle izlediler onları. Bu işçilerin ne diye bağırdıklarını ya da kendilerinden ne istediklerini hiç anlamadılar.

1921’de ben, Kudüs’teki Posta Telgraf Dairesi’nde genç bir memurdum. Çalıştığımız bina, bugün (1939) Barclays Bankası’nın karşısındaki cadde üzerinde bulunan İtalyan Elçiliği’ne ait eski bir binada idi. Burası şehir duvarlarının dışında, Arap bölgesini Yahudi bölgesinden ayıran sınırdı.

Posta Dairesi’nde hem Arap hem de Yahudi çalışanlar mevcuttu. Farklı etnik özellikler ve hayat tarzlarına sahne olan bir yerdi burası. İşyerinde Arap kıyafeti giyen yerli halktan kişileri, renkli kadife paltolar içinde, kürklü şapkalar giyen Aşkenazi Yahudilerini görebilirdiniz. Halutsim (“öncü” Yahudi göçmenler) erkek ve kadınlarının kıyafetleri kısa olurdu. Sefaradlar (Araplaşmış, kökenleri İspanya’ya dayanan Yahudiler) ve milattan önce sekizinci yüzyılda Babil’den sürgün edilen Yahudilerin bakiyesi olan Kurgilere rastlamanız mümkündü.

İşyerinde Yahudi göçmenlerle iş ya da farklı toplumsallaşma pratikleri üzerinden kaynaşıyorduk. Bugün Barclays Bankası’nın bulunduğu binanın arkasında küçük bir kafe vardı. Hemen hemen her gün gittiğimiz bu kafenin sahibi iri yapılı Rus bir Yahudi idi. Sürekli beyaz pantolon ve siyah gömlek giyer, Yaz aylarında kafasını serin tutsun diye, saçlarını jiletle tıraş ederdi. Rus tarzı, kıvrımlı bir bıyığı ve her daim taralı sakalları olan bu adamın yanında al yanakları, mavi gözleriyle, sarışın ve gayet çekici Polonyalı bir kadın çalışıyordu.

Bu kafede arkadaşlarımla birlikte, akşamları biraraya geliyor ve diğer müşterilerle sohbet ediyorduk. O günlerden, Odessa’daki gemisine bolşeviklerin el koyduğunu anlatan, Çar yanlısı, beyaz sakallı adamı, babası Rus, annesi Arap olan genç bir belediye işçisini, birkaç kuruşa müşteriler için resim yapan göçmen ressamı, sürekli Ukrayna’da yitirdiği evinden söz eden zarif kadını ve Yaz aylarında susuzluklarını gidermek için soda alıp içen genç göçmenleri hatırlıyorum.

Ayrıca Yahudi göçü ile Arap direnişi etrafında dönüp duran tartışmalar da kalmış aklımda. Kuzey Filistin’deki Tell Hai’da Jabotinski’nin gerçekleştirdiği isyanı (1921) (…) Yafa isyanını (1921) ve Jabotinski’nin taraftarlarını Ağlama Duvarı’na yürütmesi sonrası Kudüs’te Yahudilerle Araplar arasında yaşanan silâhlı çatışmaları da hatırlıyorum. Bu tartışmaların önemli bir bölümüne gündelik Arapçayı bilen göçmenlerce bize tercüme edilen ideolojik münakaşalar da eşlik ediyordu. Buralardan sosyalizmin amacının işçi konseylerinin iktidarını tesis etmek olduğunu ve anarşizmin devlet otoritesini tanımadığını, onun amacının sendikalar üzerinden halkın kendi özyönetimini talep ettiğini öğrendim. Diğer öğrendiğim bir husus da bolşevizmin (o günlerde komünizm yerine Arapça bir kelime olan şuyuyiyye kelimesi kullanılırdı.) devrim ve Kızıl Ordu aracılığıyla Rusya’da sosyalist bir devlet tesis etmiş olduğuydu.

Bu tartışmalar, bizim gibi mevzua yabancı olanları sarsıyor ve bizleri yerel meselelerden uzaklaştırıyordu. Bizim aslî meselemiz, İngiliz işgali, Balfour Deklarasyonu ve meçhul geleceğimizdi. Ailemden, görünüşte İngilizlerin ve Fransızların bizi Osmanlı idaresinden kurtarmak için geldiklerini ve Lawrence’ın Arap dostu olduğunu ve (Şerif) Hüseyin bin Ali’nin başlattığı isyanın amacının birleşik bir Arap devleti kurmak olduğunu işitmiştim. Böylesi bir atmosferde büyüdük (…) sömürgeci ve Siyonist güruh Filistin’i işgal ediyor, bir yandan da milletlerarası öğretiler bizim duyarlı fikriyatımıza sızıyordu. Her şeyi duymaya ve Türk idaresini takip eden yeni işgal durumunu ortadan kaldıracak her türden öneriyi kabul etmeye hazırdık.

Posta Kafe’de Fraktsia ve Filistin İşçi Partisi mensubu, Rusya’dan yeni göç etmiş bir grupla arkadaşlık kurdum. Propagandaları esas olarak şu dört başlık üzerinden ilerliyordu:

1. İngiliz sömürgeciliği, hem Yahudilerin hem de Arapların düşmanıydı, bu siyasetin temeli “böl ve yönet”ti.

2. Bu Yahudi göçmenler, varlıklı burjuvaziden ve fakir işçilerden müteşekkildi, Siyonizm, bir burjuva hareketiydi ve sadece zengin Yahudilerin hayrınaydı. Yahudi işçilerin ortak çıkarı, milletlerarası sosyalizmle ittifak kurmakta ve kendi efendilerinden kurtulmaktaydı.

3. Arap efendiler, sömürge idaresi ile işbirliği hâlinde olan, güvenilmez birer oportünistti.

4. Sadece tüm Filistinlilerin ortak işçi partisi, Filistin meselesinin kökünden çözülmesi noktasında, her halka mensup işçilerin çıkarlarını birbirine bağlayabilirdi.

Bu gayet yeni ve merak uyandırıcı fikirler beni sözkonusu gruba yakınlaştırdı. Bu göçmenler, Kudüs’teki Alman hastanesinin arkasında bulunan kulüplerine davet ettiler beni. Orada yoldaşlarının Mısır’da tutuklandığını, Lübnanlı Arap bir militanın açlık grevi sonrası öldüğünü öğrendim. Yusif Yazbek tarafından Beyrut’ta İnsaniyet isimli Arapça bir gazete çıkartıyorlardı. Ayrıca bana Prens Kropotkin’in anarşizmle ilgili bir broşürünü vermişlerdi.

Kulüp dışında bir de Şniller ormanında buluşuyorduk kimi vakitler. Nadiren de Ratzbone tepelerine gidiyorduk. Bir gün, 1924 yılının sonlarında, henüz on dokuz yaşında olan benden yoldaşlarım, Moskova’ya gidip üniversite okumamı istediler. Eğitim, seyahat ve orada kalacağım süre boyunca yapacağım tüm harcamalar onlar tarafından karşılanacaktı. Bu teklif karşısında bir an bile tereddüt etmedim. Kabul etmem üzerine, benden altı ay içinde seyahat için hazırlanmamı istediler.

Sonrasında, az da olsa Arapça bilen genç bir Rus göçmenden temel düzeyde Rusça dersleri almaya başladım. Ondan alfabeyi ve gündelik konuşmaya ait kimi kalıpları öğrendim. Bu dönem süresince üyesi olduğum grup, beni Hayfa’daki gençlik konferansına davet etti. Burada partinin gençlik seksiyonunun merkez komitesine seçildim. Bu, benim Filistin’deki bolşevik harekete kabulümün resmî ifadesi idi. O günden itibaren hareketin tüm gizli toplantılarına katıldım, parti bildirilerini ve broşürlerini dağıttım. […]

İlgili dönemde Nebi Musa festivaline aktif olarak katıldım. Bu kutlama, Selahattin Eyyübi’nin İslâmî fetihlerin halka hatırlatılması amacıyla Yafa’daki Nebi Rubin festivali ile birleştirdiği bir kutlamaydı. Kutlamalar esnasında partili yoldaşlarım beni omuzlarına aldılar. Kafamda kefiye ve iqal (şerit), siyah gözlüklerimle, davulların ve trampetlerin çaldığı, türkülerin söylendiği, dabkelerin (Arap halk oyunu) oynandığı bir ortamda, dinî tarikatların bayrakları arasından yukarı kaldırıldım. Aklıma ilk gelen sloganları atmaya başladım. Yoldaşlar kızıl bayrakları yükselttiler göğe ve bağımsızlık mücadelesini selâmlayan sloganlar atılmaya başladı kalabalığın arasından. Göstericiler coşku ve heyecan içindeydiler. O andan itibaren şu cümle yayılmaya başladı: “Arap bolşevikleri geldi!”

Bu olay, İngiliz yöneticilerin beni tutuklamak için bir kampanya başlatmasına sebep oldu. Muhbirler, benimle ilgili, çelişkili bir yığın istihbarat taşıyorlardı. Kimileri beni yüzümde siyah bir peçeyle, abeya (yüz dışında her yeri örten uzun çarşaf) giymiş olarak, başkaları ise beni takma uzun sakalla, Ortodoks rahibi kıyafeti içerisinde Hıristiyan mahallesinde gördüklerini iddia ettiler. Diğer bir muhbir ise benim Haramü’ş Şerif’in karşısında duran dilenci olduğumu söyledi. Tüm bu söylentiler, İngiliz istihbaratının (bugünkü FBI’a denk olan, Manda hükümetine bağlı Suç Soruşturma Dairesi’nin) benim yakın zamana ait bir resmimi edinmeye mecbur etti. Eski bir arkadaşımı buldular ve ondan benim yüzümü polis ressamlarına tarif etmesini istediler. Eşkâlimi tüm güvenlik birimlerine dağıttılar. O günlerde bir öğretmeni, emlakçıyı ve seyyar bir kumaş satıcısını gözaltına aldılarsa da sonradan hepsini serbest bıraktılar.

Necati Sıtkı

[Kaynak: Journal of Palestine Studies, Cilt 32, Sayı 2 (Kış 2003), s. 85-87.]

0 Yorum: