06 Kasım 2023

,

Sohbet

Olaylara seyirci kalan birinci kişi:

İşçiler arasındaki mücadeleyi, tarafların rüzgârına kapılmadan, elimden geldiğince yakından takip ediyorum.[1] Her iki tarafın gazetesini de takip etmeye çalışıyorum. Mümkün olduğunca Kara Yüz çetelerinin çıkarttığı gazetelerde ve burjuva gazetelerinde işçiler arasında cereyan eden mücadelenin yansımalarını okuyup kıyaslama yapıyorum. Ne düşünüyorum biliyor musun? Bana kalırsa mücadele giderek tehlikeli bir biçim alıyor, ağız dalaşına ve atışmalara evrilip yozlaşıyor, sonuçta da her hâlükârda muazzam bir demoralizasyona yol açıyor.

Olaylara seyirci kalan ikinci kişi:

Seni anlamıyorum. Gerçek manada ciddiyet arz etmese de tehlikeli hâle gelmemiş herhangi bir mücadele işittin mi sen? Çünkü mücadele, “ufak bir ağız dalaşı” ile sona erdirilebilecek ciddi bir sorunla ilgili değil. Parti teşkilâtının ilkelerini inkâr etmeye alışmış, inkârını sürdüren herkes, ümitsizce bir direniş ortaya koymadan teslim olmayacak. Bu ümitsiz direnişse her zaman ve her yerde “tehlikeli mücadele biçimleri”ne yol açar, tartışmayı ilkeler alanından ağız dalaşı alanına taşımaya dönük gayretlerin ortaya konulmasına sebep olur. Böyle diye ne yapalım yani? Sırf böyle diye, sen, bizim parti teşkilâtının temel ilkeleri için verdiğimiz mücadeleyi redde tabi tutmamızı mı istiyorsun?

Birinci kişi:

Bence sorduğum sorudan biraz uzaklaştın. “Saldırıya geçmek” için bu kadar niye acele ediyorsun? Her iki tarafın içinde birer işçi grubu var ve bunlar, alelacele bir karar alıp kâğıda dökmek arzusunda. Aralarında bir tür rekabet gelişmiş ve her iki grup, diğer tarafı güçlü bir dil kullanarak yere çalmak derdinde. Bunca hakaret ve küfür yüzünden işçi sınıfı basını işçilere itici geliyor. Sosyalizmin ışığını arayan işçiler, belki de kafa karışıklığı, hatta belki de sosyalizmden utandığı için gazeteyi kaldırıp atıyorlar. Uzun süre sosyalizm, onlarda hayal kırıklığı yaratıyor bile olabilir. “Liste kavgası uzmanları”nı öne çıkartan bir tür “doğal olmayan eleme”ye neden oluyor. Muarrızına küfretme konusunda sahip olunan maharet, her iki tarafı da cesaretlendiriyor. Peki ama sosyalist partinin proletaryaya vermesi gereken eğitim bu mudur? Bu tür bir yaklaşım, nihayetinde oportünizme onay vermeyle veya en iyi hâliyle, ona müsamaha göstermeyle neticelenmez mi? Oportünizm, işçi sınıfı hareketinin temel çıkarlarının geçici bir başarı adına feda edilmesi değilse nedir? Her iki taraf da işçi sınıfının temel çıkarlarını geçici bir başarıya feda etmektedir. Sosyalist çalışma pratiğinin keyfini çıkartmak, o pratikten beslenmek, o çalışmayı ciddiyetle ele almak yerine sosyalistler, kitleleri sosyalizmden uzaklaştırıyorlar. İster istemez insanın aklına ağızdan dökülen o acı sözler geliyor. Proletarya, sosyalizmi sosyalistlere rağmen gerçekleştirecektir.

İkinci kişi:

İkimiz de olayları dışarıdan izliyoruz. İkimiz de mücadelenin doğrudan içinde değiliz. Gözleri önünde olup biteni anlamaya çalışan bizim gibi seyirciler, mücadeleye yönelik iki tür tepki geliştirirler. Dışarıdan bakan kişi, sadece mücadelenin dışa dönük yüzünden bahsedebilir. Simgeler üzerinden konuşan bu kişi, sadece sıkılı yumrukları, asık suratları ve çirkin sahneleri görür. Gördüklerini ağır bir dile eleştirir, onlar için feryat figan eder. Ama dışarıdan bakan kişi, aynı zamanda verilen mücadelenin anlamını anlar, hatta tabirimi mazur gör, mücadelede gördüğün aşırılıkları ve abartılı yanları içeren sahnelerden ve resimlerden az çok daha ilginç, tarihsel açıdan daha önemli hususları anlar. Şevk yoksa mücadele de yoktur, aşırılıklar olmadan da şevk olmaz. Bana gelince, ben dikkatlerini sınıfların, partilerin ve hiziplerin mücadelelerindeki “aşırılıklar”a yönelten insanların büyük bir kısmından nefret ettiğimi belirtmeliyim. Bunları ve ettikleri lafları görünce, gene tabirimi mazur gör, bu kişilere “yaptıklarınızı idrak ettiğiniz sürece içki içip içmememiz umurumda değil”[2] diye bağırmak istiyorum.

Ayrıca burada ben, büyük, tarihsel açıdan büyük bir meseleden bahsediyorum. Bir işçi sınıfı partisi inşa ediliyor. İşçilerin bağımsızlığı, işçilerin parlamento grubu üzerindeki etkisi ve bizzat işçilerin kendi partileriyle ilgili meseleler konusunda karar almaları açısından düşünüldüğünde, bugün tarihsel açıdan çok önemli bir gelişmeye tanıklık ediyoruz. Burada, gözlerimizin önünde bir gerçek hâlini almak isteyen bir istek var. Sen “aşırılıklar”dan korkuyorsun, onları esefle karşılıyorsun, bense Rusya işçi sınıfını gerçekte daha olgun ve yetişkin kılan mücadeleyi hayranlıkla izliyorum, beni sadece tek bir şey deli ediyor: olayları seyirci gibi dışarıdan izlemek ve o mücadelenin içine dalamıyor olmak.

Birinci kişi:

Onca “aşırılığın” ortasında mı yapacaksın bunu, hadi canım oradan! Eğer bu “aşırılıklar” belirli uydurma kararların alınmasına yol açarsa, sen de o aşırılıklara dikkat çeken, onlara karşı öfkeli olan ve bu tür şeylerin ne pahasına olursa olsun durdurulması gerektiğini söyleyen insanlara “nefret” kusacak mısın?

İkinci kişi:

Beni korkutmaya çalışıp durma lütfen! Beni hiçbir şekilde korkutamazsın! Yalan yanlış bilgiler sırf yayımlandı diye propaganda ve yayıncılık faaliyetlerini mahkûm etmeye hazır olan kişilere benzemeye başladın. Hatırladığım kadarıyla, bir seferinde Pravda’da[3] bir sosyal demokratta görülen politik namussuzlukla ilgili bir habere yer verilmişti. Sonrasında o haberin yanlış olduğu söylendi. O sosyal demokratın haberin çıktığı günle tekzip arasında geçen süre boyunca neler hissettiğini tahmin edebiliyorum! Ama şu da görülmeli: propaganda ve yayıncılık faaliyeti, kendi açtığı yaraları iyileştirebilen bir kılıçtır. İleride de uydurma kararlar alınacaktır. Gerçekleri çarpıtanlar ifşa edilecek ve kapı önüne konulacaktır. Yakınlarda bir sahra hastanesi yoksa sert muharebelere girilmez. Gelgelelim, etrafta “sahra hastanesi” görüp korkuya kapılmanın veya sinirlerini harap etmenin affedilir bir tarafı yok. Demirden korkuyorsan trene binme!

Oportünist olduğun için, yani sosyalizmin temel amaçlarını göz ardı ettiğinden, yanlış tarafı suçluyorsun. Sana göre bu temel amaçlar, anın acil meseleleri uğruna, bugün güdülen dava için verilen “günahkâr” mücadeleyle alakası bulunmayan “ilahi birer ülkü”. Varolan meselelere bu şekilde baktığın için basit manada sosyalizmi duygusallıkla alakalı hoş ve tatlı bir ifadeye dönüştürüyorsun. Bugün her bir meseleyle ilgili verilen her bir mücadelenin temel amaçlarla sıkı bir bağ içerisinde olması gerekmektedir. O bahsi edilen olumsuz taraftan, sergilenen o “hüner”den, gürültü yapıp duran, o itiş kakış, o bağırış çağırış içerisinde ortadan kaçınılmaz olarak kaybolup giden “yumruk kavgası”ndan bizi kurtaracak olan mücadelenin tarihsel anlamı, ancak bu anlayış sayesinde idrak edilebilir, ancak bu anlayış üzerinden derinleştirilip keskinleştirilebilir.

Sen, sosyalist partinin proletaryayı eğitmesinden söz ediyorsun. Bugünkü mücadelede asıl mesele, parti hayatının temel ilkelerini savunmaktır. Hemen ve doğrudan verilecek bir cevabı talep eden verili biçimi dâhilinde, her işçi çalışma grubu tüm çıplaklığıyla şu türden sorularla yüzleşiyor: “parti mecliste hangi politikayı uygulamak istiyor?”, “açık partiye ve yeraltı faaliyeti yürüten partiye karşı nasıl bir tavır içerisinde olmalıyız?”, “meclisteki grup partinin üzerinde mi olmalı, yoksa ona tabi mi olmalı?” Esasında bu sorular partinin varoluşuna ilişkin sorulardır, bunlar, partinin varolup olmamasıyla alakalıdır.

Sosyalizm, insanlığın doğrudan istifade edeceği, elde hazır bulunan bir sistem değil. Sosyalizm, bugün varolan proletaryanın bugünkü hedefinden, her gün giderek yakınlaşan temel hedef aşkına, yarın başka bir hedefe geçiş yaptığı bir sınıf mücadelesidir. Rusya’da bugün sosyalizm, işçi sınıfı partisinin örgütlenmesi denilen çalışmaya mani olmak adına liberal aydınların ve “meclisteki sosyal demokrat aydınların” gayretlerine rağmen, politik bilince sahip işçilerin o örgütlenme çalışmasını bizatihi tamama erdirdikleri bir aşamadan geçiyor.

Tasfiyecilerin görevi, işçilerin kendi işçi sınıfı partilerini inşa etmelerine mani olmak. “İki taraf” arasındaki mücadelenin anlamı ve önemi burada aranmalı. Gelgelelim tasfiyeciler gidişata mani olamazlar. Bu mücadele, çetin bir mücadele, ama işçilerin başarısı da aynı ölçüde garanti altında. O hâlde bırakalım, mücadelenin “aşırılıklar”ı karşısında korkup yalpalayan zayıf ve korkak kişiler konuşup dursunlar. Yarın bu kişiler görecekler ki bu mücadele verilmeden ileriye doğru tek bir adım bile atılamaz.

V. I. Lenin
Mart-Nisan 1913
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Bkz.: V. I. Lenin, “Material on the Conflict Within the Social-Democratic Duma Group”, Collected Works, 19. Cilt, s. 458, MIA.

[2] Bu ifade, İvan Krilof’un kaleme aldığı “Müzisyenler” hikâyesinin sonunda geçiyor. Hikâyede, kendisine bağlı serflerle kurduğu koro konusunda komşusuna övünen bir toprak ağasından bahsediliyor. Korodaki şarkıcıların ne sesi ne de müzik kulağı var, ama bu durum toprak ağasını hiç rahatsız etmiyor, çünkü o, aslında köylülerin ağırbaşlılığına, itaatkârlığına ve başkalarına örnek teşkil edecek davranışlarına değer veriyor.

[3] Pravda (“Gerçek”): Bolşeviklerin St. Petersburg’da çıkarttıkları günlük gazete. Nisan 1912’de şehirdeki işçilerin inisiyatifiyle kuruldu. Bizzat işçilerin topladığı paralarla çıkartılan işçi kitle gazetesi olarak Pravda’da yayımlanan makalelerin altında işçi muhabirlerin ve işçi yazarların imzası vardı. Sadece bir yıl içerisinde gazetede işçi muhabirlerin kaleminden çıkmış 11.000 yazı yayımlandı. Ortalama 40.000 dağıtılan gazetenin satış rakamları ara sıra da olsa 60.000’i buluyordu. Gazete çalışmasını yurtdışından yöneten Lenin, neredeyse her gün yazı yolluyordu. Tavsiyelerini yayın kuruluna iletiyor, partinin en iyi kalemlerinin gazetede yazmasını sağlıyordu. Polis saldırıları, bir zaman sonra sistematik bir hâl aldı. İlk yılında 41 sayısı toplatıldı, yayın kuruluna 36 kez mahkeme celbi gönderildi. İki yıl üç aylık zaman zarfında Pravda sekiz kez kapatıldı. Her seferinde Raboçaya Pravda (“İşçilerin Gerçeği”), Severnaya Pravda (“Kuzeyin Gerçeği”), Pravda Truda (“Emeğin Gerçeği”), Za Pravdu (“Gerçek İçin”), Proletarskaya Pravda (“Proleter Gerçek”), Put Pravdy (“Gerçeğin Yolu”), Rabochy (“İşçi”), Trudovaya Pravda (“Emekçinin Gerçeği”) gibi farklı adlarla yeniden yayımlandı. Gazete, en nihayetinde 8 (21) Temmuz 1914 günü, Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde kapatıldı. Yeniden yayımlanması Şubat Devrimi’nin sonrasını buldu. 5 (18) Mart 1917 gününden itibaren Pravda, RSDİP’in merkezi yayın organı olarak çıkmaya başladı. Ülkeye dönen Lenin, gazetenin yayın kuruluna 5 (18) Nisan 1917’de katıldı ve kurulun çalışmalarına yön vermeye başladı. 5 (18) Temmuz 1917 günü askeri okul öğrencileri ve Kozaklar Pravda bürolarını bastılar. Geçici hükümet, Temmuz-Ekim 1917 arası dönemde gazeteye baskı uyguladı. Bu süreçte de ismini birçok kez değiştiren gazete, Listok Pravdy (“Gerçeğin Gazetesi”), Proletary (“Proleter”), Rabochy (“İşçi”) ve Rabochy Put (“İşçinin Yolu”) gibi isimler aldı. Gazete, 27 Ekim (9 Kasım) 1917’den itibaren gazete, ilk başta olduğu gibi Pravda ismiyle, düzenli olarak, yayımlanmaya başlandı.

0 Yorum: