Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın Cuma günü yaptığı
konuşmadan çok şeyler bekleniyordu. Hatta ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Beyaz
Saray’daki sözcüsü bile kendilerinin de konuşmayı beklediklerini söyledi. Arap
dünyasında ise Nasrallah’ın büyük savaşa resmen gireceğine, bunun yanında,
Ortadoğu’yu şeklen değiştirecek bölgesel çatışmanın fitilini ateşleyeceğine
dair beklentiler veya genel bir istek hâkimdi.
Hiç de makul olmayan bir adım dâhilinde, geçen hafta
içerisinde Hizbullah, Nasrallah’ın yürüdüğünü veya koltuğuna oturduğunu gösteren
kısa videolar yayımlayarak beklentileri yükseltti. İsrail ve dünyanın büyük bir
kısmı nefeslerini tuttu. Lübnanlılar gerildiler, ama bir yandan da Nasrallah’ın
çektikleri çileyi dikkate alacağı konusunda ümitlendiler.
Oysa Nasrallah, bir boşlukta konuşup hareket etmiyor. Oldukça
karmaşık ve çok katmanlı bir bağlam içerisinde varoluyor. Arap dünyasında Batı
ve Körfez arasında teşkil edilmiş olan ittifak, Nasrallah’ı şeytanlaştırmak ve
Arap-Müslüman dünyada kendisine yönelik desteğin altını oymak için milyarlarca
dolar harcadı. Zira ona yönelik destek, 2006’da İsrail’le girdiği savaş sonrası
zirveye ulaşmıştı.
Hizbullah’ın Suriye meselesine müdahil olmasıyla
birlikte gündeme gelen, onun mezhepçi ve dinci olduğunu söyleyen sloganlar, Körfez
rejimlerinin Nasrallah ve partisine karşı yürüttükleri kampanyaya katkı sundu, onları
Şiilikten başka bir şey bilmeyen, sadece İran’ın kuklası olan unsurlar olarak
takdim etti. Körfez, bu noktada partiyi mezhepçilik batağına sürüklemek için
uğraştı. Maalesef, istemeden de olsa parti, Lübnan’daki politik tavrı üzerinden,
bu güçlerin ekmeğine yağ sürdü.
2019’da Lübnan ekonomisinin çökmesinden beri Hizbullah,
Şiiler arasında politik safları sıklaştırma hedefine odaklanmış politik
seçenekler üzerinde durdu. Bu tavır, esasen Şiilere karşı mezhepçilik temelli
bir iç savaşı tetikleme planını yürürlüğe koymuş olan Körfez ülkeleri ve İsrail’e
karşı partinin kendisini koruması fikri üzerinden anlayışla karşılanabilecek
bir tavırdı.
Dolayısıyla, bugün Nasrallah’ın yaptığı konuşmayı onun
yapıldığı politik bağlamı dikkate almadan değerlendiremeyiz. Nasrallah konuşmasında,
partililer, Lübnan ve Arap coğrafyası, ayrıca Batı ile İsrail’deki düşmanlarını
içeren geniş bir kitleye hitap etti.
Konuşma öncesi yayınlanan kısa videolar, ancak çatışmaların
yoğunlaştırılması çağrısı yapılması veya savaş ilân edilmesi durumunda işe
yarayacak şeylerdi. Böyle bir sonuç ortaya çıkmayınca bu videolar, her ne kadar
düşman İsrail’e karşı yürütülen psikolojik savaşta başarıya ulaşılmasını
sağlasalar da (ki bir İsrail gazetesi, Nasrallah’ın İsraillilerin sinirlerini
harap etme konusunda başarılı olduğunu yazdı) izleyenleri boşluğa düşürdü.
Hizbullah, enerjisini ve kaynaklarını İsraillilere
karşı yürütülen psikolojik savaşa teksif eden ilk Arap politik partisi, hatta
gücü itibarıyla, ilk Arap devleti. FKÖ’de böylesi bir anlayışa rastlanmıyor.
FKÖ liderleri ve Arap liderleri, tumturaklı ve duygu yüklü laflar ediyorlar, ama
bu lafların ardında ne askeri bir güç ne de düşmana karşı hazırlık yürütme
iradesi var. Nasrallah, İsrail konusunda uzman bir isim. Sürekli İsrail’e,
politikasına ve ordusuna dair yazılar ve kitaplar okuyor.
Bağlı Eller
Nasrallah, konuşması öncesi üzerinde büyük bir baskı hissetmiş
olmalı. Kararlarını fayda-maliyet analizi temelinde alan Nasrallah’ın ellerinin
Lübnan’da belli ölçüde bağlı olduğunu görmek gerekiyor. Lübnan’ın en az yarısı Körfez
rejimlerinin nüfuzu altında, bu insanların Körfez ülkelerinde yaşayan
akrabaları var ve bu insanlar, oralardan sınır dışı edilme korkusuyla
yaşıyorlar (Körfez rejimleri, düzenli olarak Lübnan’a kendilerine karşı
geldikleri takdirde o Lübnanlı göçmenleri kitleler hâlinde sınır dışı edeceğini
anımsatıp duruyorlar).
Bunun dışında, İsrail’in düşmanlarına, bilhassa Tel
Aviv’e karşı direnenlere karşı yürütülen savaşta İsrail ve Körfez ülkeleriyle
koordineli hareket eden, merkezi Dubai’de bulunan ABD güdümlü medya aygıtından
da söz etmek gerekiyor.
Nasrallah’ın konuşmasından haftalar önce Körfez
rejimlerinden maaş alan gazeteciler ve NATO üyesi hükümetlerle George Soros’un
fonladığı medya kuruluşları için çalışan gazeteciler bir araya geldiler ve Lübnan’la
İsrail arasında yaşanması muhtemel savaşa karşı çıkan bir bildiri kaleme
aldılar. Bu bildiride Lübnan’ın İsrail’e karşı yürütülecek savaşa katılamayacak
kadar bitkin olduğu üzerinde duruluyordu. Gizemli eller aracılığıyla bu
insanlara paralar aktarıldı ve bu kişiler, Hizbullah’ın Lübnan’ı savaşın
dışında tutması gerektiğine dair mesajı halka aktarmak için her yanda
bilbordlar kiraladılar.
Hareket, çok fazla yayılma imkânı bulamasa da ekonominin
çöktüğü, insanların yaşamsal birikimlerinin yok olduğu sürecin ardından yaşam
koşullarından endişelenen insanları örgütlemeyi bildi. Parti, İsrailli
liderlerin her hafta savurdukları, Lübnan’ı sanayi öncesi çağa döndüreceklerine
veya Lübnan’ı tümden yok edeceklerine dair tehditlerine katkı sunacak bir şey
yapmadı.
Batı basını, kendi halklarına yönelik olarak, İsrail’in
bu soykırımcı açıklamalarını hiç haber yapmadı, ama Lübnan halkını paniğe
sürüklemeyi bildi. Lübnanlılar, bugün olası bir savaşta İsrail’in her şeyden
önce sivilleri hedef alacağını gayet iyi biliyor.
Temmuz 2006’daki savaşta ölen İsraillilerin önemli bir
kısmı askerken, Lübnanlıların ağırlıklı bir kısmı sivildi. Ülkedeki altyapının bitik
hâlde olduğu koşullarda İsrail, geçmişte sürekli Lübnan’daki hastaneleri,
elektrik santrallerini, havalimanlarını, okulları ve mülteci kamplarını hedef
almıştı.
Fayda-maliyet analizi yaparken muhtemelen Nasrallah’ın
zihnini bu tür hususlar meşgul etmiş olmalı.
Bir de tabii Filistin’in kurtuluşu sloganını dile
döken, partiye sıkı sıkıya bağlı insanlar var. Bunlar, İsrail’in bir sonraki
savaşta yıkılışın eşiğine geleceğine inanıyorlar. Bu parti destekçilerinin
savaşın bölge bağlamında yol açacağı sonuçlarını anlamaları için liderlerine
kulak vermeleri gerekiyor.
Bugün Nasrallah, Ortadoğu’daki “direniş ekseni”
dâhilinde en üstte duran isim. Hatta ABD’nin katlettiği Kasım Süleymani bile
hiyerarşik olarak Nasrallah’ın altındaydı. (Zaten bu iki adamın birlikte
gerçekleştirdikleri toplantıya ait fotoğraflar da ikili arasındaki ilişkide
Nasrallah’ın üstte konumlandığını teyit ediyor.) Süleymani’nin evinde yas tutan
aileye ait fotoğraflarda Nasrallah evin içerisinde görülüyor.
Eksenin hiyerarşik yapısı içerisinde en üstte yer alan
dini isim olarak Ayetullah Hamaney bile stratejik konularda Nasrallah’a saygı
duyuyor (İranlı yetkililer, Nasrallah’a nükleer meselesi konusunda Batı ile
yürütülen müzakerelerle ilgili düzenli bilgi veriyor).
Üç İşaret
İsrail’le savaş meselesinde nihai kararı verecek olan
isim, Nasrallah.
Konuşmasına yönelik beklentilerin hayli yüksek
olduğunu bilen Nasrallah, Arap halkının Filistin’e destek konusunda bir araya
geldiği bu momentin tarihi bir moment olduğunun farkındaydı. Ne kenarda
durabilir ne de bundan farklı hareket edebilirdi. İşgal ordusuyla yaşanan
çatışmalarda 55 üyesini kaybeden partinin lideri olarak Nasrallah, güney
cephesini Hamas’ın faaliyetlerine açmakla kalmadı, ayrıca Hamas ve İslami Cihad
gibi Filistinli örgütlerin Lübnan topraklarını İsrail hedeflerine kısa menzilli
füzeler atmak için kullanmasına izin verdi.
Hükümet ve başbakanlık şahsında Lübnan’daki tüm politik
sınıfsa Lübnan’ın İsrail’le savaş istemediğini söyledi.
Bu sebeple Nasrallah savaş ilân etmedi, ama şu önemli
işaretleri verdi:
* Nasrallah, Hamas operasyonunun planını hazırlayanın
da zamanlamasını belirleyenin de bizatihi Hamas olduğunu söyledi. Hamas’ın
Gazze’deki İslami Cİhad gibi müttefiklerinin bile operasyonu bilmediklerini,
zira Hamas’ın mutlak gizlilikle hareket ettiğini aktardı. Söylediklerinden
anlaşıldığı kadarıyla sürece İran dâhil olmadı. Bu, esasen bilhassa Batı
medyasında tüm İranlı müttefiklerin İran’ın basit kuklaları olarak takdim edildiği
koşullarda önemli bir vurgu. Ortadaki manzara çok karmaşık. 2011’de Hamas kendisine
kucak açmış, askeri destek sunmuş olmasına rağmen, Suriye rejimine karşı
başlatılan isyana destek sundu. Bu duruş sebebiyle Hamas ile İran, hatta Hamas
ile Hizbullah arasındaki ilişki bozuldu. Sonrasında Hamas, Hizbullah’la uzlaşsa
da Hizbullah liderliği Halid Meşal’le bir araya gelmeyi reddetti, zira Meşal,
Hamas’ın Suriye’deki silâhlı ayaklanmaya destekleme kararının arkasındaki
isimdi (Meşal, bu kararı esasen çok yakın olduğu Katar ve Türkiye’nin tutumuyla
uyumlu bir adım olarak almıştı). Öte yandan, CNN’in aktarımına göre, ABD en
nihayetinde Hizbullah’ın karar alma süreçlerinde basit manada İran’ın
emirlerini uyan bir güç olmadığı sonucuna ulaşmıştı.
* Nasrallah, Lübnan’dan Suriye’ye açılan cephe ile Gazze’ye
açılan cephenin bir olduğunu, direniş kampının tüm üyelerinin birlikte savaşacaklarını
açıkça ortaya koymak istedi. O, konuşmasında Hizbullah’ın Irak’taki
müttefiklerinden de bahsetti.
* Nasrallah, Lübnanlıları savaşın ileriki aşamalarına
hazırlıyordu. Her şeyden önce büyük savaşın kaçınılmaz olduğunu söylüyor, ama
onu bizatihi kendisi ilân etmek, Körfez’in beslemesi olan medyaya savaş ilânı
kararı üzerinden kendisini suçlaması için fırsat vermek istemiyordu. Nasrallah,
bu savaşın aşamalarından bahsetti ve kitleye İsrail’in kayıplarını ve Güney
Lübnan’daki çatışmalarda Hizbullah’ın elde ettiği başarıları anımsattı.
* Nasrallah ABD’ye de mesaj gönderdi: Örgütünü Akdeniz’deki
filo ile korkutamayacağını söyleyen Nasrallah, ABD’ye 1982-1984’te Lübnan’da
ABD’ye karşı savaşanların hâlen daha hayatta olduğunu ve başka savaşçıları eğittiklerini
anımsattı. ABD’nin Lübnan’ı vurması durumunda ABD kuvvetlerine karşı Hizbullah’ın
misilleme gerçekleştireceği gerçeğini açık bir dille ifade etti.
Bu, Nasrallah’ın yaptığı en iyi konuşma değildi ve
birçoklarının yüksek beklentilerini karşılamaktan uzaktı. Ama konuşma, eldeki
fırsat dâhilinde belirlediği hedefe ulaştı: düşmanı Hizbullah’ın İsrail’le
büyük bir çatışma içine girmeyeceği, bu türden ihtimallerin Gazze’de sahada
yaşanan gelişmelerle bağlantılı olduğunu dile getirdi.
Esad Ebu Halil
4
Kasım 2023
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder