03 Kasım 2023

, ,

İnsan Pazarı: Armut, Tezgâh ve Sınıf Mücadelesi

Bu yol uzun ırak
Varılacak mutlak
Şu korkuyu çıkar at
Gürül gürül hayat.


Tezgâh 1

Mayıs seçimlerinden sonra reformistlerin aldığı yenilginin ardından seçimi bir zafer-yenilgi ölçütü kabul eden sol ve reformistler, sendika.org üzerinden “özeleştiri” manipülasyonuna girişerek hatayı ve hatalar toplamı tarihlerini tüm sol adına konuşarak sorumluluğu üzerinden atmaya çalıştılar. Bu arada sosyal medya üzerinden halk ve sınıf da eleştiriye tabi tutuldu.

Sonra bir video dolaşıma koyuldu. Videoda konuşan şahıs bir anektot paylaşarak, mealen şunları söylüyordu: “2000’li yılların başında Ege tarafında bir yörede TKP’nin ‘rehberlik’ ettiği bir köylü direnişi neticesinde köylüler hukuki kazanım elde etmiş, fakat bu kazanım ardından gerçekleşen ilk seçimde TKP’ye o köyden tek oy bile çıkmamış. Bakın, bu halk böyledir!”

Bu tür laflar ideolojik manipülasyona yol açıyor. Seçimin ardından bu tür videoların dolaşıma girmesi tesadüf değildir. Bu kesimler, her zaman halktan ve sınıftan kopuk hareket ettiler. 

2010 sonrası süreçte bilişim teknolojilerinin akıllı telefonlar aracılığıyla gelişmesiyle sokak röportajları ideolojik manipülasyonun mecrasına dönüştü. Binlerce takipçisi/abonesi olan sözde ilerici hesaplar, sokakta röportajlar yaparak halkın profilini çıkarmaya çalıştılar. Sokakta gördüğü işçi, emekçi, köylü, çocuk işçi ve ev hanımlarına “Ülkemiz hangi yarım kürede, uzaya yol yapılır mı, Meclis’ten yerçekimi yasası geçti ve siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?” vb. sorular yönelterek, halkın “cehaletini” seküler kesimlere ve sola göstermeye çabaladılar. Halkı sokak röportajlarından tanımaya çalışan solun ahvali de seçimin ardından halka ve sınıfa öfke kusarak, TKP anektotları paylaşılarak ortaya daha net saçıldı.

Solun sınıf mücadelesinden koptuğunun bir gerçeği de iş yeri ve mahalleden çekilmeyle gerçekleşti. 80’den önce mahallecilik yapıp başka bir solu “kendi” mahallesine almayan sol, bugün aynı mahallelerde faşistler ve gericiler duvarlarına yazı yazarken suspus oldu. Onlara göre bu halk, sınıf mücadelesinden bihaber, alkol almaz, “geri”, “cahil”, eşitlik istemeyen, hatta onların politikasını anlamayan bir toplam. Zaten burası Müslüman coğrafya ve Ortadoğu!

Gerçekte halk öyle mi? Halk ve sınıf, solu ve sendikaları yanında gördü mü ki 80 öncesi sola verdiği desteği bugün geri çekti? Sol, halkın-sınıfın kendiliğindenci direnişlerine hep son anda eklemlenerek, ambulansın peşine takılıp kırmızı ışığı geçme taktiğine teşne olup direnişlerde poz vermekle yetindi.

Sınıflar mücadelesi, hayatın doğal akışı içinde gerçekleşmeye mecburdur. Halk da sınıf da öyle bilindiği gibi atıl durumda değildir. 2009’da Ordu’da yola fındık döken köylüler, saatlerce Karadeniz yolunun tıkanmasına yol açmıştır. Fatsa özelinde Ordu, fındık taban fiyatlarına karşı nasıl direnileceğine yönelik bir mirasa sahiptir. Aynı yıllarda Tekel işçileri, Ankara’da iş güvencelerine sahip çıkmak için çadırlar kurdu. Wall Street eylemlerinden erken bir tarih, çünkü ülkemiz sınıflar mücadelesinde zengin deneyimlere sahip: Kavel, şanlı 15-16 Haziran direnişi, Yeni Çeltek, 89 Bahar eylemleri, Büyük Madenci Yürüyüşleri, fabrika direnişleri ve grevleri, meydan işgaliyle sendikaların kapılarına mühür vurulmasına rağmen açılması, darbe sonrası 1 Mayıs direnişleri…

2009 sonrası süreçte Çukurova’da köylüler narenciyeleri, Malatya köylüleri kaysıları yola döktüler. Aynı yıllarda 4+4+4 eğitim sistemi görüşülürken, Ankara’da Eğitim-Sen’in önemli şubelerinin direnişi gerçekleşti. Üniversitelerde parasız eğitim protestolarıyla harç ücretleri kaldırıldı. Ataması yapılmayan öğretmenlerin eylemleri de aynı sürece denk gelmektedir. Tüm bu dinamizm, Taksim’de 1 Mayıs’ın kutlanmasını ve Gezi’yi beraberinde getirdi.

2015 sonrası sınıf mücadelesi değil, sol geriledi. OHAL şartlarda kamudan ihraçlara karşı direnenler vardı. Aynı OHAL şartlarında üçüncü havalimanı inşaatının işçileri daha insanca şartlarda çalışmak adına iş bıraktı. O yüzden egemenler OHAL’le anında bir greve engel olduklarını burjuvaziye propaganda ederek, onlara güven vermek istedi.

Ülkemizde salgın döneminde yaşanan kapanma/kapatılma sürecinde 1 Mayıs Tertip Komitesi “Bir dahaki yıl Taksim’deyiz!” diyerek sınıfı aldatırken, sınıfa daha geri bir alan belirleyerek “Balkonunuzda 1 Mayıs kutlayın!” dedi. Böylece Kovid’e mi burjuvaziye mi direndi, belirsiz!

Kapanma sürecinin ardından, her ne kadar liberal bir yapıya sahip olsa da, Boğaziçi rektörlük seçimlerinde öğrencilerin direnişleri, yurt çıkmadığı için barınma ihtiyacı karşılanmayan öğrencilerin parkta yatma eylemleri, Trendyol ve motokuryelerin kazanımla sonuçlanan direnişleri, Kazdağları, Artvin ve HES’lere karşı verilen köylü direnişleri, elektrik zamlarına karşı Doğubeyazıt ve Muğla’da yapılan yürüyüş ve basın açıklamaları, birçok fabrikada kazanımla sonuçlanan grevler, Migros depo işçilerinin eylemleri, sınıflar mücadelesinde ortada bir sol olmadığı hâlde işçi ve emekçilerin sınıf dinamiğini göstermesi açısından öğretici ve yol gösterici bir niteliğe sahiptir.

Tüm bu dinamizmi ve sınıf kinini kendi popülist politikaları uğruna Mayıs seçimlerine kanalize eden solun önemli bir bölümü ve reformistler, burjuvazinin ve egemenlerin onlara tanıdığı siyaset alanında tarihsel görevini yerine getirerek, kendi politikasızlıklarına sınıf mücadelesini feda ettiler. Onların bu politikasızlığına karşı sınıf, hızlı bir toparlanış sergileyerek, emekten gelen meşru güçle tekrar direnişe geçti.

Sokak röportajında resmi müfredat sorularını bilmeyen işçi ve emekçiler nasıl direnileceğini bir yandan gösterirken, bir yandan sınıfı umutsuzluğa sürükleyecek süreçler yaşanıyor. Bu süreçler birer birer incelenmelidir.

İlk olarak, solun desteklediği “Sıfır Kovid” safsatasına dayalı kapanma sürecinin ardından kiralar arttı. Bu konuda sol, bir politikası olmadığı gibi, sürecin izleyicisi olarak halkı kendine “muhtaç” etme gibi bir aymazlık sergiledi. Şerif Mardin’in ileri sürdüğü liberal “merkez-çevre” çatışması, egemenler tarafından kültürel alanda çözülürken, bu çatışma artık sola hediye edildi. Artık o merkezdi, halk ve sınıf ise çevre.

Kiralar ve barınma konusundaki politikasızlık kiracı-ev sahibi çatışmasına dönüşerek, şiddet ve cinayet haberleri gündemden eksilmez oldu. Tokatköy, Tozkoparan ve Fetihtepe özelindeki rantsal dönüşümde solun tavrı, mahalle halkının oy tercihine göre konumlanmak oldu. Tokatköy gibi muhafazakâr halkın çoğunlukta olduğu mahalleli, su hortumlarıyla su sıkarak, yolları kapayarak, çatılara çıkarak direniş gösterdi. Bu süreçte ne DİSK ne TMMOB, işçi ve emekçi yoksul halkın hak mücadelesine ortak oldu. Madenlerde, inşaatlarda, tersanelerde her yıl ortalama 1.500 işçi can verdi. Yanlarında ne bir sendika vardı ne de bir reformist.

Son 15 yıllık süreçte okullar, 100 bin civarı ücretli öğretmenle dolduruldu; öğretmen atamaları mülâkata, üç yazılı sınava ve güvenlik soruşturması tehdidine sıkıştırıldı, son 15 yılda 100’e yakın öğretmen, ataması yapılmadığı için intihar etti; çocuğuna okul kıyafeti alamayan baba intihar etti; yoksulluktan siyanürle intiharlar yayıldı; yaz-kış saati uygulaması ve ikili öğretim sürecinden dolayı Ankara’da sabah karanlığında okula giden çocuğa araba çapınca çocuk canından oldu; uzaktan eğitim sürecinde evine internet bağlatmak isteyen yoksul bir baba, internet kablosu çekmek için çıktığı çatıdan düşerek öldü; Kahramanmaraş’ta bir öğretmen, internet çekmediği için gittiği tepede ölü bulundu; Gaziantep’te gencecik bir öğretmen, yaşadığı mobbing sürecini anlatıp intihar etti; Mersin’de Ramazan Şahin adlı Eğitim-Sen üyesi kimya öğretmeni,, dezenfektan üretimi sırasında yaşanan patlamada yaşamını yitirdi; aynı anda uzaktan eğitim yapan bir öğretmen çiftin çocuğu balkondan düşerek yaşamını yitirdi; 2011-2012 yılında Adana’da bir anne, çocuklarını kış şartlarında fön makinesiyle ısıtmaya çalıştıktan sonra, evin diğer odasına geçip intihar etti; aynı yıllarda hasta çocuğunu bir torbada karla kaplı yollarda hastaneye ulaştırmaya çalışan bir baba, soğuktan donan çocuğunun ölü bedenini taşıdı; Samsun’da ve Kadıköy’de insanlar açlıktan öldü; Kilis’te Suriye tarafından yapılan bir saldırıda okulda ders veren genç bir kadın öğretmen yaşamını yitirdi; öğretmenlerin maaşlarının yarısından fazlası kiraya harcanıyor…

Tüm bu süreçlerde başta Eğitim-Sen olmak üzere hiçbir eğitim sendikasının sesi çıkmadı. Sınıf ve halk, öğretmenini yanında, öğretmen de sendikasını yanında göremedi. Okul duvarları mülteci karşıtı sloganlarla yazılanırken, Eğitim-Sen’in bağlı olduğu KESK’in yönetimi mültecileri kovma ve kayyum atama sözü veren cumhurbaşkanı adayını Mayıs yenilgisine rağmen TİS öncesi ziyaret etti. Aynı KESK ve DİSK, Filistin işgali için iki hafta bekleyip aynı gün basın bildirisi yayınladı. Tüm bu yoksul ailelerin çocukları her gün aç karnına okullara gelirken, Eğitim-Sen başkanı, Artı TV’de katıldığı Söz Sırası Sende programında, “Parti kapatılmasına karşıyız, bir eğitim sendikası olarak kapatılacak partinin seçmenleri bizim öğrencilerimizin velisi” minvalinde açıklama yaptı. Doğrudur, fakat bu ülkenin yoksul çocukları, 700 bini aşan çocuk işçi, okul kantininde yiyecek alamayan öğrenciler, 1.250 lira burs ile geçinmeye çalışıp bir de asansörde yaşamını yitiren üniversiteliler, fahiş ücretlere ulaşan açık öğretim harç ücretleri, kredi kartı borcu batağına saplanan öğretmenler, daha iyi geçinmek için öğretmenlik kariyer basamaklarına rıza göstermek zorunda kalan öğretmenler kimin sorunu? Öyle değildir kesin!

Bu sendikaların, feministlerin ve solun peşinden gittiği Avrupa kafası ve ilericiliğin sonucu olarak, dört emperyalist medya kuruluşunun açtığı Youtube kanalı, ülkemizdeki gençlere ve kadınlara ulaşmak gibi “yüce” bir amaca sahipmiş! Bu kanalda “Seks işçisi olmak” konulu belgeselde röportaja katılan bir “seks işçisi” feminist, kendisini politik bir birey olarak tanıtıp, zaten feminist harekette bu işin meşru sayıldığını, hatta kendisinin bitirdiği üniversite bölümüne bağlı meslekten bu kadar para kazanamayacağını propaganda ediyor. Bu solun peşine takıldığı emperyalist tezgâh, halkımıza bedenini satmayı salık veriyor.

Eğitim-Sen İstanbul 1 Nolu Şube’de Vegan Kortej, 1 Mayıs’ta emekçi hayvanları dost kabul ederek, “Patronsuz ve Pezevenksiz Dünya!” pankartı açıp basın açıklaması yapıyor. AB fonlarıyla mültecilik konulu panel düzenleniyor, ama panelde tüm reformist çevrelerin şefleri ve Avrupalı mevkidaşları kürsü alsa da sendikanın kendi üyesine söz hakkı bile tanınmıyor. Mülteci öğrencinin sorunlarını en iyi bilen ve sınıfta bunu deneyimleyen öğretmen ya da diğer iş kolundan emekçilere söz hakkı bile verilmiyor. Emekçi ile sendikanın yabancılaşması, alkollü kokteyllerde aşılıyor.

İlericiliği ve aydınlığıyla öne çıkan, yüzde seksen CHP’ye oy çıkaran Kadıköy, Beşiktaş, Sarıyer, Bakırköy, Şişli, Ataşehir’de kiraların ne kadar olduğunu dikkate almak gerek. Aynı şekilde, sosyalistliğiyle öne çıkarılan Okmeydanı, Gazi ve Gülsuyu gibi mahallelerde kiraların geldiği aşamayı dikkatlerden kaçırmamak gerek.

Tezgâh 2: Armut

Yazımızın kaleme alınmasına neden olan “armut” bir metafor sadece, sınıf mücadelesinin metaforu. Şu sokak röportajlarında “cehaletiyle” hor görülen “geri” ve “eril” yönleriyle solun politikasızlığını ve zevahirini “kurtaran” halktan bir emekçi, Kayseri’de küçücük bir tezgâhta armut satıyor. Kolluk kuvvetleriyle birleşen zabıta tezgâha el koymak isteyince, armutlar yere saçılıyor. Alın teriyle ekmeğini kazanmaya çalışan seyyar satıcı, tek başına direnişe geçiyor ve durdurulamıyor. Son çare olarak elindeki armutları fırlatıyor. Zora karşı zor diyalektiği gereği, tarihte zorun rolü devreye giriyor. Muhafazakâr yapısı ve oy yönelsemesi nedeniyle solun ciddiye almadığı bir kentte sınıf mücadelesi en keskin hâliyle tarihe geçiyor. Zor aygıtı devreye girerek seyyar satıcı fiziki bir saldırıya maruz kalınca, yine o “geri” halk, kadınıyla erkeğiyle araya girip emekçiye şiddet uygulanmasına engel olup, “Adama vuramazsın, hayırdır ya, hayırdır ya!” diye tepki gösteriyor.

Bundan birkaç yıl önce kapatılma sürecinde Erzincan’da kent merkezinden kaç kilometre uzakta bir mesire alanında oğluyla birlikte mısır satmak isteyen bir seyyar satıcının tezgâhına el konulmaya çalışılınca, evladının yanında bir baba kendini yaktı ve yoğun bakımdan çıkarılıp Trabzon’a ambulansla götürülmeye çalışıldı, ancak yolda benzin bitince emekçi yaşamını yitirdi. Yaşanan sınıfsal acı karşısında İzmir’de yaşayan seyyar satıcılar, bir araya gelip dayanışma göstererek basın açıklaması yaptı.[1] Ve dün de bir emekçi, Kırşehir'de kendisine üzüm sattırmayan belediyeyi protesto etmek için üzüm kasasını belediye binasına attı.

Bu bağlamda, tekrar Kayseri örneğine dönecek olursak; şu meşhur “kamu vicdanı” yaralanınca tabii hemen ideolojik aygıtlar devreye girdi. Önce yerel bir basın sitesi, zabıtanın görevini yaptığını, armutları yere dökmediğini, seyyar satıcının zorluk çıkardığını iddia etti.[2] Aynı basın, Erzincan’da da devreye girip, sınıf işbirlikliçiliğini/uzlaşmacılığını egemenlere ve burjuvaziye kanıtlamıştı.[3] Yaralanan “kamu vicdanı” teskin edilip, rıza üretilmek için baskı aygıtları devreye girerek, emekçi seyyar satıcı şahsında alın teriyle yaşama tutunan emekçi halk kitlelerine gözdağı verilmeye çalışıldı:

“Kayseri Büyükşehir Belediyesi zabıta ekipleriyle mallarına, tezgâhına el koyulan seyyar satıcı Yunus Küsen’in olayına ilişkin Zabıta Teşkilatı Federasyonu tarafından yayınlanan açıklamada, ‘Arkadaşlarımızın görevlerini yerine getirmek suretiyle çalışırken seyyar satıcının satış yaptığı ürünleri yere dökerek kamuoyu oluşturup arkadaşlarımıza zorluk çıkarttığı görülmüştür. Mal ve hizmet satmak suretiyle rahatsızlık vermek, yayaların gelip geçtiği yerleri işgal etmenin yasak olduğu açıkça belirtilmekle birlikte seyyar satıcıyla ilgili yasal süreç başlatılmıştır’ ifadeleri kullanıldı. Zabıta Teşkilatı Federasyonu, Kayseri Büyükşehir Belediyesi zabıta ekipleriyle mallarına ve tezgâh arabasına el konulan seyyar satıcı Yunus Küsen ile ilgili olaya ilişkin kamuoyu açıklamasında bulundu. Federasyon’un yayınladığı açıklamaya göre; görüntülerin detaylıca incelenmesi sonucunda zabıta ekiplerinin görevlerini yerine getirildiği ifade edilirken olay, ‘Arkadaşlarımızın görevlerini yerine getirmek suretiyle çalışırken seyyar satıcının satış yaptığı ürünleri yere dökerek kamuoyu oluşturup arkadaşlarımıza zorluk çıkarttığı görülmüştür (…) Açıklamada; 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu 37’nci ve 38’inci maddelerine göre, mal ve hizmet satmak suretiyle yayaların gelip geçtiği yerleri işgal etmenin yasak olduğu belirtilirken, söz konusu seyyar satıcının suç işlediği’ ifade edildi. Yaşanan olayla ilgili seyyar satıcı hakkında yasal sürecin başlatıldığı ve dava sonuçlandığında sosyal medyadan paylaşılacağı belirtildi.”[4]

İdeolojik manipülasyonun halktaki karşılığını önemsemek gerekir, çünkü sınıf bilincini baskılayan ideolojik kuşatma çemberinin yarılması, solun tarihsel bir görevi olarak ideolojik mücadelenin olmazsa olmazıdır. Meşhur sikayetvar.com adlı sitede yazılan şikayetlerden bir örnek aktardığımızda ideolojik manipülasyonun emekçileri nasıl karşı karşıya getirdiği daha net anlaşılacaktır:

“Kaldırımları seyyar satıcıları işgal etmiş durumda. Biz vatandaşlar olarak yürüyemez hâle geldik. Kendileri mafyalar gibi, bir şey demeye bile gelmiyorlar. Üzerimize yürüyorlar. Hemen Eyüp Sultan Belediyesi diye bir zabıta yok zaten. Defalarca söylememize rağmen hiçbir şekilde ilgilenme yok.”[5]

Kayseri’deki seyyar satıcının ekmek kavgasında gösterdiği dirence karşı yapılan açıklamada, basının haber dilinde ve sikayetvar.com sitesinde yazılanlar mercek altına alınınca, öne çıkan başlıklar şu şekilde: mal ve hizmet satmak suretiyle vatandaşlara rahatsızlık vermek, şehrin esenliği ve güvenliği, yayaların yürüyeceği kaldırımların işgal edilmesi…

Burjuvazinin ve egemenlerin bu ideolojik manipülasyonu ters yüz edilmek zorundadır.

- Ülkemizde tekelleşmenin ve neoliberalizmin getirdiği sonuç olarak AVM’ler ve zincir marketler yüzünden, bırakalım bir seyyar satıcıyı, bir mahalle bakkalının bile tutunma imkânı kalmamıştır. Şehrin esenliği ve güvenliği AVM’lere ve tekellere bırakılmıştır. Bu yüzden küçük esnaf ve tezgâhtarlar sokaktan arındırılıp halkın güvenliği sağlanmalıdır. Yayaların yürümesine engel olunması bir aldatmacadan ibarettir, çünkü halk, araya girerek seyyar satıcının ekmek kavgasına sahip çıkmıştır.

İstanbul gibi Boğaz’a sahip bir kentte Sarıyer sahili ve birkaç bölge dışında denizi görmek için yürüyecek bir alan kalmamıştır. Anayasal bir hak olan kıyıdan yararlanma hakkı tekeller tarafından işgal edilerek halkın sahilde oturması ve balık avlaması bile engellenmektedir. Galata Port örneğinde de görüleceği gibi boğaz kıyısı, uluslararası turistik gemilerin alışveriş yapmasına açılarak işgal edilmiştir ve bu AVM’nin alanına girmek için güvenlik kapısından ve X-Ray cihazından geçilmektedir. Kıyıya ulaştığınızda ise balık tutmanız ve ayaklarınızı uzatarak oturmanız özel güvenlik tarafından engellenmektedir. Aynı şekilde, turizm bölgelerinde tüm kıyılar otellerin şezlonglarına üleştirilerek, “halk plajı” diye bir plaj sadece halka reva görülmektedir. Tüm bunlar TMMOB’un sorunu değildir, çünkü ona bağlı meslek odasının dönem başkanı, Antakya’da depremle çöken ultra lüks rezidansın mimarıdır, ona CHP’li belediye başkanı sahip çıkar.

- “Yayaların esenliği ve güvenliği” meselesine dönecek olursak; üniversite öğrencisi Zeren’in ölümünün ardından Kadıköy’de basın açıklaması yapan arkadaşlarının yürüyüşüne de aynı nedenle engel olunmak istendi, fakat bir öğrencinin haykırdığı gibi “hayat normal akışında devam etmiyor!”

- Bugün deprem toplanma alanları ranta feda edilerek, olası bir depremde, özellikle İstanbul'da, hayatta kalabilmek mümkün değildir. Aynı şekilde, her yanımızı saran gökdelenler ve iş merkezleri nefes alabilecek yeşil bir alan bırakmamıştır.

- Şehrin esenliği ve güvenliği adına bir seyyar satıcının tezgâhına el koymak için zabıta ve güvenlik birlikte müdahale ederken, başta büyükşehirler olmak üzere ülkemizin birçok kenti uyuşturucu çeteleri, rant mafyaları ve torbacılarla doluyken, buna karşı etkili bir mücadele verilmemektedir.

- Çöken ekonominin etkisiyle halkın ruh sağlığı bozulduğundan ve umutsuzluk üreten düzenin etkisiyle yalnızlaşan işçi, emekçi, öğrenci, genç ve köylü intihar ederken, bugün TTB, halkın doktoru olma cüretini gösterip emekçi mahallelerde buna yönelik paneller, konferanslar ve etkinlikler düzenlememektedir.

-Asgari ücretin ev kirasına yetmediği bir ortamda ne kamu emekçileri ne de işçi sendikaları ortak bir politika üretip sınıfa umut ve güven verdiğinden, bugün kiracı ve ev sahipleri karşı karşıya gelmektedir.

-Armut satan seyyar satıcıya acaba kaç “demokrat” avukat sahip çıkacak? İşçi sınıfının gazetesi olduğunu iddia eden gazeteler onunla röportaj yapacak mı? Sol partiler, onun için destek basın açıklamaları yapacak mı? Niyet okuma cüreti göstererek, şu yanıtı verelim: HAYIR! Bu yanıtın verilmesindeki nedenlerin en güncel somut örneği, Filistin için ses çıkarmakta iki hafta gecikilmesidir. Daha yakın dönemden bir örnek verecek olursak, grev kararı alan sendika yönetimi, ihraç edilen emekçisinin direnişine Kayseri’deki halkın seyyar satıcıya sahip çıktığı kadar destek olup direnişi büyütmemiştir. Sendikasından meslek odasından partilerine kadar bu sol için halkımız da Filistin de “geri” ve “cahil” olduğundan, onlar için bir miting, gece yürüyüşü, grev, boykot ve dayanışma pratikleri göstermedi.

Beyoğlu Belediyesi, bir dönem kaldırıma masa atan bar ve işletmelere ceza keserken, tüm sol, ilericilik adı altında birleşip “mücadele” veriyordu. Kıyılardan yararlanma hakkını savunan sol, kaldırımda yürüme hakkını vermiyordu halka, çünkü o yürümeyi değil masada oturup içmeyi politika belirliyor. Kaldırımı işgal eden bar masalarını mücadele kürsüsü belleyen solların ter kokan ve müfredat bilgisinden yoksun Anadolu işçi ve emekçisinden öğreneceği bir şey yoktur! O solcu bar/meyhane işletmecileri, o yüzden CHP’li belediyenin ilçeyi yönetmesini istemektedir. Onlar için kadın, yaşam tarzı mücadelesinin öznesidir, onların 8 Mart’ında temizlik ve tekstil işçisi, köylü kadınlar yoktur. Rosa Lüksemburg’un değil, dans edemeyeceği ihtilali istemeyen Emma Goldman’ın peşinden gidenler, Gazete Duvar’da erkek ve kadın ırgat arasındaki ücret farkını “çük farkı” diye haber yapacak kadar pespayedirler. Onların uzak durduğu halkımızın kadınları Akbelen’de, Karadeniz’de, Ege’de suyuna, toprağına ve doğasına sahip çıkarken bu sollar ve feministler, sadece direnişe misafir olup hatıra fotoğrafı çektirmek için vardır. Onların varlık mücadelesi yokluk üzerine kuruludur ve halk ve sınıf için de yok hükmündedirler.

İnsan Pazarı ve Sınıf Mücadelesi

Bugün sınıflar mücadelesi, ülkemiz özelinde her ne kadar kendiliğindenciliğe sıkışsa da sınıflar, birbirinden kopuk şekilde muazzam direnişler göstermektedir. İçinde “ekmek” geçen atasözü, deyim, halk deyişine belki de bizim halkımızın dilinden başka bir dilde rastlanmaz. Halkımız için “ekmek”, emek mücadelesi bağlamında, kültürel ve sınıfsal açıdan kutsal bir öneme sahiptir. E(k)mek, halkımızın bütün bir yaşam mücadelesinin sembolüdür.

Bu yüzden, tıpkı seyyar satıcıya uygulanan müdahaleye halkın engel olduğu gibi alın teri mücadelesinde atılan her adımda dili, kültürü, mezhebi, inancı, ideolojisi fark etmeksizin tüm kesimler sınıf çatısı altında birleşebiliyor. Bugün kâğıt toplayıcılarının, seyyar satıcıların, ürününü yola döken köylülerin, AVM’lerde ve madenlerde gün ışığı görmeden çalışan işçilerin, ataması yapılmadığı için intihar eden, ücretli öğretmenlik adı altında sömürülen öğretmenlerin, ırgatların, iş cinayetlerinde yitirdiğimiz inşaat ve tersane işçilerinin, mahalle aralarında merdiven altı tekstil atölyelerinde arabeske mahkûm edilen işçilerin, açlıkla yoksulluk arasında hayata tutunmaya çalışan öğrencilerin, kirasını ödeyemeyenlerin, kısacası, bir bütün olarak ezilenler ve sömürülenler olarak bizi insanca yaşam mücadelesinde birleştirecek tek çıkış yolu, sınıf mücadelesidir. Tüm çarklar burjuvazi ve egemenler lehine de işlese, sınıf mücadelesi bunu aşacak tek güçtür.

Bugün bu sola ve bu kadar reformist aldatmaca ve yenilgiye rağmen halk kitleleri ve sınıflar, birbirinden ayrı mücadele yürüterek, hak nasıl kazanılır dersi vermektedir. Mevcut soldan değil, halkın kendi sınıfsal gücünden direnmeyi öğrenmek ve bu dağınıklığı aşıp mücadeleyi birleştirmek zorundayız.

Ekmeğin dili ve dini yoktur. Varsın sol, sendikalar ve meslek odaları, kokteyllerde ve kendi barlarında/meyhanelerinde sarhoş olsun, Maltepe-Bakırköy hattında salınsın, ilericilik adı altında aileye saldırıp halkı sokak röportajından tanıyıp onu müfredat temelli sözlüye kaldırsın. Onlar, Mayıs’ta tarihsel olarak dağılma sürecine girdi. Barlarda yenilginin muhasebesini rahatlıkla yapsınlar. Hayatın nehri ve sınıflar mücadelesi onların dışında akmaktadır. Bu dağınıklık bir şekilde aşılacaktır, aşılmaya mecburdur, bu zorunluluk, tarihin ve diyalektiğin yasası gereğidir.

Sınıfsız ve sömürüsüz bir düzen kurma idealini taşıyanların en önemli görevlerinden biri de ne sendikalarda ne de politik platformlarda ideolojik mücadelenin gereği olarak reformistlere söz hakkı ve inisiyatif tanımamaktır. Sınıfsız ve sömürüsüz bir düzenin gecikmesine neden olan her sol çevre ve ideoloji reformisttir. Reformizmin tarihsel görevi de budur.

NOT: Mayıs seçimleri, reformistlerin halk ve sınıf düşmanlığını gün yüzüne çıkarmıştır. Bunun en açık kanıtı, depremzedelerden oy toplamak için bölgeye gidenlerdir. Seçimden sonra deprem bölgesinden ayrılanları halk yakından tanımaktadır. O güveni ve samimiyeti halka verememişlerdir. Gösterdikleri dayanışma, onlar için halka bir lütuf/minnettir. Bugün yayınlarında bölgeye dair haber yapılmamaktadır.

S. Adalı
3 Kasım 2023

Dipnotlar:
[1] “İzmir’den Erzincan’a Seyyar Satıcı Desteği”, 4 Ağustos 2020, Egede.

[2] “Büyükşehir’den Seyyar Satıcı Görüntülerine Videolu Yanıt”, 19 Ekim 2023, KAH.

[3] “Seyyar Satıcı Cenneti Erzincan”, 1 Eylül 2021, Gündem24.

[4] “Zabıta Teşkilatı Federasyonu”, 24 Ekim 2023, Manşet.

[5] “Eyüp Sultan Belediyesi”, 27 Ekim 2023, Şikayetvar.

0 Yorum: