“Sanat eseri değil.”
“Sanat diye bir şey yoktur aslında.
Yalnızca sanatçı vardır.”
[Ernst Gombrich]
Sanatta toplumsal
anlayış ne zaman ve neden terk edildi?
Sorunun yanıtı için çok
da uzak olmayan yakın tarihe gitmek gerekir. Soğuk Savaş, Berlin Duvarı’nın
yıkılması, neoliberalizm, tümü küresel diye pazarlanan kimlik politikaları ve
nihayetinde “bireycilik!” ülkemizle birlikte dünyada da, bu olayların
tetikleyici etkisi ile, sanatı ele geçirilmiştir.
Olaylar, sanat-sanatçı temelinde
ele alınmalıdır. Zira; “Yeryüzüne düşen ilk yağmur damlasını sanatçı hisseder”
sözü, klişeden öte, sanatın doğası ve dinamikleri gereği, salt gerçekliktir. Toplumdan
beslenme-toplumu etkileme gücü ile eserini oluşturan sanatçı, bu
diyalektik etkinin doğal sonucu olarak oluşan sanatçı-izleyici (toplum)
ortaklığında değerlendirilmelidir.
Tarih boyunca “gerçek”
sanatçıların, toplum karşısındaki rolü bu anlayışa dayanmaktadır. Günümüze
geldiğimizde, edebiyattan sinemaya, resim ve heykelden fotoğrafa, müzikten
tiyatroya, sanatın tüm alanlarında neden toplumsal meselelerden vazgeçildi?
Yanıtı açıktır: Sanatçı,
toplumun içinde yaşayan, toplumdan etkilenen, beslenen bir özne olmaktan
vazgeçti. Yaşadığı topluma bireyci anlayış dayatılarak, toplum kimlikçi ve
bireysel özgürlükçü bir yapıya evrildi. Sanatçı da bu tuzağa düşerek, sanatı ile
yol gösterici bir aydın olma sorumluluğundan feragat etti. Toplumsal
hassasiyetler, sanatının bizzat konusu olmaktan çıktı; biçim ve renginden,
notalarla ezgilerden, şarkılarda sözlerinden, kelimelerle şiirinden kendini
çekti.
Sanatçı, bugün insanî sorunları samimiyetsiz ve kısık bir sesle konuşur oldu. Bu tavır da açıktır ki “âdet yerini bulsun” muhalefetidir.
Onun sanatında artık
toplum değil; yalnızca kendisi, bireysel acıları, mutlulukları ve hazları var.
Dahası, topluma bir borcu olmadığı gibi, aynı topluma sanatını sunmaktan utanç
duymuyor; dertlerini yok saydığı insanlardan geçimini sağlıyor. Bu anlayış; insanın
en yüksek eylemlerinden biri olan “sanatın” bizzat sanatçı eliyle boğazlanması,
yok edilişidir.
Bize düşen görev, bu
anlayışı reddetmektedir. Bugün toplumun menfaatlerini savunmak, siyasilere,
hapiste ün yapmanın peşine düşmüş sözde gazetecilere kalmıştır.
İnsanî hassasiyetlerin
ve duyguların en yüksek merhalesinde yaşayan sanatçılar nerededir? Yaratıcının
yahut evrenin, hangi inanca sahip ise, ona bahşettiği üstün meziyetlerin
sorumluluğunu hissetmiyor mu?
Yazımızın bahsi, sorulan
sorularla birlikte, özünde bir çağrı niteliği taşımaktadır. Edebiyat, sinema,
resim, müzik, tiyatro, yontu ve mimari de tüm disiplinlerde eser veren
sanatkârlara sitemdir. Sanatçı, hiçbir dönemde sağır ve dilsiz olmamalı.
Emperyalizmin Filistin
katliamını yaşattığı bu karanlık günlerde sanatçı susmamalı. Adını dilinizden
düşürmediğiniz; Nâzım Hikmetler, Hasan Hüseyinler, Gülten Akınlar bugün
yaşasaydı nasıl şiir yazardı? Her sayfasında bu toplumu, direnişi ve umudu
yazan Sabahattin Aliler, Orhan Kemaller, Fakir Baykurtlar bugün neyi anlatırdı
sizce? Müziğini insan kardeşlerine korkusuzca adayan Cem Karaca’yı, Fikret
Kızılok’u bugün nasıl dinlerdik? Yonttuğu kayada ölen maden işçilerini yaşatan
Tankut Öktem yaşasaydı, bugünleri sanatına işlemek için, hangi duyguyla
madırgasını mermere vururdu? Vedat Dalokay'ın disiplininden ve dünyaya
bakışından bugünün mimarları ne anlıyor?
Küresel sistemin
ellerine verdiği kalemle; derinliksiz, toplumdan ve anlamından uzak çiziyor
ressamlarımız. Bunu da “post-modern sanat” diye dayatıyor. Nuri İyem’den Turgut
Zaim’e, Bedri Rahmi’ye ve Nedim Gürsoy’a kadar, bu büyük ustaların sanatında,
yalnız boyanmış bez mi gördüler? Neyi anlatıyordu resimleri, bugün ne
anlatırlardı?
İşte bugünün
sanatçılarına ve eserlerine baktığımızda, sanatçının bireyci anlayışını,
bireysel anarşizmini görüyoruz. Sanatın özünde anarşik bir eylem olmasını şiar
edinerek, hem kendi melankolisinde boğuluyor, hem de anarşizm ile muhalif de
olunduğunu zannederek, “Sanatımda toplumsal rolüm de var” sanrısına kapılıyor
sanatçı. Bu nevrotik durum ile güya “toplum adına” sanatçı ve toplumcu diye
geçiniyor.
Gerçek sanatçı
bütüncüldür. Tümüne işaret etmemekle birlikte, sanatçı olmak bir yana, düpedüz
rezil ve yoz insanlar, gerçek sanatkarların suskunluğunda boş kalan meydanlara
akın ediyor; Atatürk ve laiklik adına alkış toplayıp, rant sağlıyor. Toplumun
sanat talebini, bu hedonist ayaktakımı karşılıyor. Bu durumdan beis duyan
sanatçılar var ise, sıkıştıkları bireyciliğin dar alanlarından çıkmalı ve
vicdanı, adalet duygusunu, gerçek eşitliği, yeniden umutla savunmalıdır. Aksi
hâlde; peşine düştüğünüz bireycilik, kimlikçilik, bireysel özgürlük
savunuculuğu sizleri bahtiyar etmeyecek, sanatınızı ve sizi ölümsüz
kılmayacaktır.
Son olarak, bilhassa
eleştirimizin yanlış anlaşılmaması adına, sanatçının bireysel konuları yahut
kendi iç dünyasına, duygularına yabancı kalmasını talep etmediğimizi, onun topluma
ve onun sorunlarına da yabancı kalmamasını istediğimizi belirtmek istiyoruz.
İdil Mevsim
17 Kasım 2023
0 Yorum:
Yorum Gönder