Diyalektikçi olup materyalizmi çöpe atanlarla; maddeci
olup diyalektiği çöpe atanlar arasındaki yarışın bir anlamı yok. Materyalizmsiz
diyalektikçilik arabuluculukla; diyalektiksiz materyalizmse teslimiyetçilikle
sonuçlanır.[1]
“Kemalist-komünist ittifakı” denilen şey,
materyalizmden de diyalektikten de azade, soyut, idealist bir gevezeliktir.
Somutta olmayan, hayali ve fikri olgular arasında bağ kurulmakta, bu bağa
kul-köle olunmaktadır. Her şey, imaj, imge, fikir âleminde olup bitmektedir.
Gerçekle, maddeyle, diyalektikle bir alakası yoktur. Olmasın diye imaj, imge ve
fikir âlemine kaçılmaktadır. Efendilerine verdikleri söz gereği hareket
etmektedirler.
Bugün CHP yalanına bireyleri örgütleme işine
müdahale edilmediği için bu hâlde olduğumuz görülmelidir. CHP ile kurulmuş olan
rant ilişkileri, sorgulanmalıdır. CHP’ye dair hayaller, boşa düşürülmelidir. AKP
gösterilip CHP’ye razı gelinmemelidir.
O açıdan, başka CHP arayışının evladı olan Murat
Belge’nin “ben diyalektik materyalizme hiç inanmadım” demesine takılmamak
gerekir. Asıl, bugün güya diyalektik materyalizme bağlıymış gibi görünen, bu
konuda suyun başını tutan sosyalist partiler tartışılmalıdır. Onlar, Murat
Belge’den farklı olarak, inanmadıkları, önemsemedikleri bir fikre mani
olmaktadırlar. Aralarında bir fark yoktur.
“CHP’nin bağımsız bir işçi hareketinin, cumhuriyet
kavgasının ya da burjuva devrimleriyle elde edilmiş bir mevziinin ürünü
olduğunu sanan sosyalistler”, kendi yarattıkları helvadan puta tapmakta, öyle
zannettikleri CHP’yle gene idealist ve metafizik âlemde ilişki kurma çabası
içine girmektedirler. Yani bir yanılsamayı ve yalanı inşa edenler de onlara
tapanlar da aynı kişilerdir. Bu kişilerin yalanı ifşa edilmelidir.
Oysa:
“Son
tahlilde elimizde sadece iki seçenek var: ya araştırmalarımızı materyalist
tarih anlayışından yola çıkarak yapacağız ya da idealist epistemolojiden.
Neticede idealist, ihtimalleri ya sabit ve tarih dışı şeyler ya da kendi
kendisine yeterli bir fikrin zorunlu gelişimi ve yayılımı üzerinden
anlaşılabilir şeyler olarak anlar. […] İdealizme uygun hâle geldiğinde politik
düşünme pratiği, madde denilen kökten kopar. Bu pratiğin ortaya koyduğu
sonuçlar ilgi çekici olmaktan çıkar, elinden sadece gerçekliğin düşüncenin
önünde eğilmesini talep etmekten başka bir şey gelmez.”[2]
Kemalizm-komünizm ittifakı, bu türden bir idealizmin
eseridir. Yanlış, maddesiz, diyalektiksiz bir tarih okuması, bu idealizmi
zihinlere ve pratiğe kazımıştır. Kaba materyalizm adına, Kemalizm, cumhuriyet
ve devlet, verili mutlak maddeler olarak kabul edilip
sahiplenildiğinden, onlara karşı bir güç çıkartma ihtiyacı gündemden
düşmektedir. Yarmayan, bölmeyen, biri iki yapmayan bir pratik yoksa,
teslimiyetçilik ve arabuluculuk hâkim hâle gelir.
Komintern, 1919’da Antalya-İzmir hattındaki komprador
burjuvazinin, toprak ağalarının ve tüccarların bir siyasi önder arayışı
içerisinde olduğunu, Kemalistlerin bu önderliği ele geçirmek için
uğraştıklarını söylemektedir. Komintern çizgisi, o önderlik adına, tasfiye
edilmiştir. Geleceğe bir miras bırakmamıştır. Komünistin adı kalmış, kendisi
defnedilmiştir.
İşçinin-köylünün iradesini görmemeyi öğrenen komünist
hareket, o önderliğin emriyle, orduya bağlanmıştır. Ondan sonra Kemalizmle,
cumhuriyetle ve devletle düşünen, o Antalya-İzmir hattına göre şekil alan bir
solculuk ve sosyalizm pratiği açığa çıkabilmiştir. Bugünkü TKP’nin
Antalya-İzmir’deki ticari ilişkileri dikkate alındığında, onun nereye
bağlanacağını iyi bildiği görülmektedir.
Buradaki idealizm, maddeden ve diyalektikten
kopuklukla ilgilidir. Maddi bir güç olanın diyalektikle, diyalektik bir güç
olanın maddeyle ilişkisi olmalıdır. TKP, ÖDP gibi yapılar, bir idealizmin
kurbanlarıdırlar. Peşlerinden sürükledikleri bireyleri, burjuvazinin ve devletin
kapısına bağlamakla görevlidirler.
Bu görev gereği, Atatürk’ün kalpağına orak-çekiçli
rozet iliştirince sosyalizmin geleceğine safça inanıyorlar. Kan ve ter olmadan,
somut bir güç inşa etmeden, kavga vermeden, ezbere, kolayca, tepeden inerek,
pişmiş armutları toplayacaklarını, onlara sosyalizmin kızıl gömleğini
giydireceklerini sanıyorlar. Ama öz, biçimi belirliyor. O kızıl gömlek,
burjuvazinin ve devletin atölyesinde, bizzat onların malzemesiyle imal
ediliyor. Bu solculuğun ezilene, işçiye ve yoksula düşman olduğunu görmek
gerekiyor. Antikomünist sol, tüm mevzileri ele geçiriyor, devlete ve
burjuvaziye hizmet ediyor.
O kalpağa rozet iliştirince sosyalizm geleceğini sanan
kişi, SİP’in KP ismini aldığı dönemde Sorun Polemik kolektifi içerisine
sokuldu. Orada yürüttüğü ajan faaliyeti dâhilinde, kolektife “ya arkadaşlar, şu
10 Eylül kongresinin ikincisini yapsak, tüm ördekleri toplasak olmaz mı?”
sorusunu sordu/sordurdu ve o insanları bu idealist yalana ikna etti. Bu tür
ajanların görevi, gerçek bir komünist hareketinin bu topraklarda vücut
bulmasına mani olmaktı. Bu kişiler, ne 10 Eylül kongresine, ne oradaki kolektif
iradeye, ne de o iradenin bölücü pratiğine inanıyordu. İnandıkları, boş,
pürüzsüz, yekpare, saf bir hayalden başka bir şey değildi.
“10 Eylül kongresini yeniden yaparsak bizi kimse
tutamaz” diyen aynı idealizm, bugün Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi denilen
fikirde de var.[3] Bu fikrin sahipleri, kan-ter dökmeden, somut maddi güçlerle,
işçi sınıfıyla, köylülükle, emekçilerle, kavgayla somut ilişkiler kurmadan,
“Devrimden Sonra” işçi sınıfına bir kararnameyle devrim olduğunu tebliğ etme
hayalini kuruyorlar. Basit bir imaj ve fikir etrafında toplanmayı sosyalist
politika sanıyorlar. Bir yalana örgütleniyorlar. “Ankara’daki meclisi hayal
âleminde biz bir kez daha kurarsak, tüm CHP tabanını örgütleriz” yalanına
sarılıyorlar. O meclisteki sınıflar mücadelesini bu yüzden siliyorlar, o
meclisin maddi (sosyolojik, tarihsel, ekonomik) zeminine karşı bu sebeple
körleşiyorlar. “Sabit ve tarih dışı” olgulara put gibi sarılıyorlar. Gerçeği
nafile yere bir fikrin önünde diz çöktürmek için uğraşıyorlar. Yanılıyorlar,
yanıltıyorlar. Kemalizmi örtük sosyalizm olarak tarif edince saf ve aptal
Kemalistleri avlayacaklarını sananlar, aldanıyorlar, aldatıyorlar.
Bunlar, tükenmiş millet meclisini bu sefer Ankara’da
değil de Kadıköy’de inşa ettiklerinde, halk temsilcileri meclisini
Kemalistlerle kurduklarında, önlerine yollar açılacağını sanıyorlar. TKP’liler,
Nâzım’ın Yapı Kredi’ye satıldığı gün kendilerine parti olma izni verildiği
gerçeğini unutmak ve unutturmak istiyorlar. Bu nedenle, sürekli hayal âleminde
dolaşıyorlar, idealizme kul köle oluyorlar. Yüce bir fikrin gelişimi ve
yayılımına bakıyorlar, gerçeğe, maddeye ve diyalektiğe körleşiyorlar.
Kadıköy’deki rant ilişkilerine bakmıyorlar, oradaki yoksulun Avcılar’a
sürüldüğünü görmüyorlar. Gene kendileri gibi özel zannettikleri bireylere,
sanatçılara ve aydınlara sesleniyorlar. İşçiden, emekçiden, yoksuldan
tiksindikleri için onlardan uzak duruyorlar. Bunlarda putlaştırdıkları Atatürk
isimli gerçek tarihsel kişilikteki kavga, mücadele ve iradeye bile
rastlanmıyor. Bu kişilerde ne bir davanın neferi olma iradesi ne de bir
kolektife aidiyet duygusu var. Bunların Atatürk imajı, sınıflar üstü, kavga
dışı, madde ve diyalektikten azade olduğu için kutsal. Bundan gayrı bir anlamı
da yok.
Bugün yapay zekâ ile sosyal medyada selfie görüntüleri
oluşturuluyor. Bunların yapay zekâsı bile Atatürk’e benzeyen ve bunun rantını
yiyen kişinin görüntüsünü temel alıyor. TKP’nin zihninde de aynı imaj ve figür
var. Bu Atatürk’e benzeyen kişiye birileri 1 milyon lira bağış topluyor. Emekli
subayların eşleri Atatürk’e benzeyen kişinin cinsel arzularına teslim oluyor.
TKP de aynı alıklığı örgütleyeceği vehmine kapılıyor,
bu sebeple, alıklaşıyor. Cumhuriyet bayramında CHP’lilerle birlikte zumba
yapıyor, 10 Kasım’da Anıtkabir duvarına alnını dayayıp gözyaşları döküyor. Bu
şekilde çok büyüyeceği günlerin hayaliyle yaşıyor. Fikri ve eylemi mumyalaştırıyorlar.
Efendiler için zararsızlaştırıyorlar.
Tarih, cumhuriyet ve devlet savunusu üzerinden
düzlenince, o tarihi çatallayan, çatlatan ve bölen pratik de siliniyor.
Tersten, TKP gibi yapılar, o pratiği silmek için varlar, ayrıca o pratik
silinmeye yüz tuttuğu için varolabiliyorlar. Diyalektiksiz bir maddeyi
tanrılaştırıyorlar, ona ibadet ediyorlar. Bilimcilikleri bu düzlemde
gerçekleşiyor. Öte yandan, maddesiz diyalektikçiler de döne dolaşa aynı yere
düşüyorlar. Teslimiyetçilik ve arabuluculuk, CHP’de ortaklaşıyor.
Din, millet, sınıf bağlamında bölünmemiş bir
gerçekliğe iman ediyorlar. Din, millet ve sınıfın bölünmesine karşı çıkıyorlar.
Bu iman ve bu amel, CHP’de birleşiyor.
TKP ve ÖDP gibi yapılar, Kemalizmin ve Cumhuriyetin
içinde buldukları, idealize ettikleri Sovyetik “öz”e tapıyorlar. Sonrasında
burjuvazinin bu öze ihanet ettiğini, onun bayrağını almak gerektiğini
söylüyorlar. Cumhuriyeti ve burjuva devletini tarih üstü olgular olarak
alıyorlar. Sovyetler’le Türk devletinin devlet katında kurduğu ilişkilere
odaklanıyorlar. Devrimler arasındaki maddi ve diyalektik ilişkidense sürekli
kaçıyorlar. TKP ve ÖDP gibi yapıların Sovyetler’in ardındaki kan ve terle de
bir bağı yok. O iradenin tasfiye edildiği momentte anlam kazanıyorlar.
TKP, yetmişlerde CHP ve devleti adına ortalığı
toparlasınlar diye, bizzat Sovyet devletiyle tesis edilmiş ilişkilerin emriyle
kuruluyor. Bu ilişkilerde CHP’yle iltisaklı kişiler başa yazılıyor. Kavganın,
maddenin, diyalektiğin ürettiği ilişkiler, kapı dışarı ediliyor. TKP ve Devyol
şahsında CHP ilkinde kentlerdeki, ikincisinde taşradaki kavgayı tasfiye ediyor.
Bu açıdan, TKP içerisinde bir “ihanet şebekesi” bulunmuyor. Bu, TKP diye yüce
idealist öz inşa etmiş, ona bağlı kalmayı komünistlik sanan bireylerin bir
yanılsaması. Ama gene de bazen kaba materyalizme tercih edilmesi gereken bu
idealizmin şu tespitinin doğru olduğunu görmek gerekiyor:
“12
Eylül, bir makro plan olarak, tekellerin önünü açmak ve egemenliğini tesis
etmek için, sosyalist hareketi ve onu besleyen bütün sol damarları ve
demokratik barınaklarını topyekûn ortadan kaldırmak yanında ve bu amaca yönelik
olarak, tarihte görülmemiş bir karanlığı tesis etmek üzere, Kemalist yüksek
kadroların ülke yönetimini dinci, gerici akımlara teslim ettiği ve bugüne kadar
da asistanlık yaptığı bir fesadın hikâyesi ise, TKP’nin tarihe gömülmesi de TKP'ye adımını attığı andan itibaren, TKP’deki elverişli şartların üzerine basa
basa, TKP’nin tasfiyesi üzerinden, sosyalist hareketin bu topraklardan geri
dönmeye cüret etmemek üzere temizlenmesi için, TKP içinde bir tasfiye partisi
kurmanın ve işletmenin hikâyesidir.”[4]
Bu fikriyat, “CHP olalım, onun yerini alalım”dan gayrı
bir şey söylemiyor. Onu diyalektikten ve maddeden azade bir yere yerleştiriyor.
CHP’yi var eden ilişkilere ezileni-sömürüleni mecbur ve kul ediyor. Her yerde
ve zamanda CHP gibi düşünüyor.
TKP ve Devyol’un tepe kadrosu ile tabandaki emekçi
kadro ayrıştırılarak, ikincisinin kanına-terine sahip çıkmalı, tepe kadro
tasfiye edilmeli. Bu işlem, TKP ve Devyol’u taklit eden örgütler için de devreye
sokulmalı. Bu ülkede devrim ve sosyalizm bunu emrediyor.
Eren Balkır
25 Kasım 2023
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Mahir Çayan’ın Diyalektik Devrimciliği”, 5 Ekim 2008, İştiraki.
[2] Aaron Jaffe, “Marxism, Spinoza and the ‘Radical’
Enlightment”, 1 Haziran 2022, Spectre.
[3] “Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi Kuruluşunu
Duyurdu”, 8 Kasım 2023, TKP.
[4] Fikret Uzun, “TKP’yi ve Komünist Hareketi Tasfiye
Amaçlı TKP İçine Çöreklenmiş Partinin Fotoğrafı”, 29 Mart 2011, Fikretuzun.
1 Yorum:
Burada yapılan eleştiriye genel yaklaşımıyla katılıyorum. Önemli eksikliklerin olduğunu belirtmeden geçmek, "diyalektik-Materyalizme" de saygısızlık olur. Tarihi "TKP" bende üyesi idim. Burada dile getirilen eleştirileri 12 Eylül 1980 faşist darbesinden hemen sonra, biz Parti içinde yapıyorduk. TKP ile CHP arasında olmayan bir sevgiden nikahlamayla sonuçlandıran bir yaklaşım vardı. Bunu bir Komünist (sınıf) hareketinin tasfiyesi olarak karşı çıkanlarımız (bir elin parmak sayısı kadardık.) Neden bunu yaklaşık 37 yıl sonra yazıyorum. TKP'nin tüm yükünü çekenler partiye ivme kazandıran, öne çıkmayan devrimci bir güç vardı. Resmi olarak bilinmese de, TKP var eden bu çekirdek kadro idi. 1970-1980 arasında İstanbul da yaşayanlar "KÖMÜRLÜK-CUNTASI" adını anımsar. Bu adı bize takanlar, Karalamak için bize uydurulan bir hakaret olarak DEV-YOL, Dev-sol, GSB ve Halkın sülalesiydi. anlayacağınız 1980 ve daha önce TKP CHP ile evlendirmek isteyenlere parti içinde kararlı karşı duranlar olduğunu söylemek istiyorum. Gerçek tarihi belgeler açıklanırsa, bunlar görülecek. 1988 kadar partiye üye idim. Tasfiye süreciyle parti üyeliğimi kendim dondurdum. "Sorumlular istifa et." isteklerine karşı, "sizi tanımıyorum, ben komünistim, 1973 ben sizi buldum. Resmi olarak size başvurma zorunlu idi. Çok önceden Komünist düşünceyi benimseyen bir gençtim. İstifamı verecek bir makam yok..." dedim. Sizin eleştiriniz bence ayakları yere basmadığı gibi, 100 yıllık Devrimci mücadeleyi yok saymanız, dile getirdiğiniz "Diyalektik-Materyalizm " Sizler yazdığımız gibi Marksist iseniz sizlerde TKP içinden çıkmışsınız. Kendini yok saymak doğru bir yaklaşım olabilir mi? Kimseye vahi gelmediği gibi, sizleri de öncekilerin devamı saymak zorundayım. Başka önemli bir eksiklik, Türkiye çok uluslu, çok kültürlü, farklı inançların yaşadığı bir halkların çoğulculuğu benimsediği içselleştirdiği ülkedir. Türkiye de gerçekten Marksist bir hareket olacaksa, Kürtler diğer azınlık hakları üstünden atlamak, mevcut devletten farkı ne? başka bir belirsizlik. Mevcut durumda Türkiye de kendine "Komünist" adı takan ona yakın klik var. Ben bunların çoğunu "Nasyonal-sosyalist" sayıyorum. Kesinlikle bu ulusalcı solun içinde dürüst iyi niyetli gençler ve olgun insanlar var. Bunları gerçek bir sınıf örgütünde buluşmalarında en büyük engel, 21.yy. Küresel sistemin getirdiği sorunları çözecek Alternatifin olmaması ve ikinci engel bu sahte "komünistler"... "Bu ülkeye Komünist partisi gerekiyorsa, onu da biz kurarız. İttihat Terakki anlayışıdır." Büyük laf edipte sosyal hayatta uymayan devrimci bir hareket yok anlamındadır. Türkiye de "sosyalistler" 20.yy teorik belirlemelerini değişmez ayet olarak alması tamda idealist bir yaklaşımdır. 21.yy. da Küresel gericiliği (emperyalizmin yerine geçen ondan daha sinsi ve zalim...) G-7 ve Türkiye'nin de içinde yer aldığı G-20 leri yok sayarak politika yapılmaz. Orta-Doğu da, Ukrayna-Rusya savaşı bölgesel ve iç savaşlar Küresel gericiliğin dayattığı halkları "düşman" kampa bölmekten başka bir şey değil. Bunun başta küresel ısınma, doğal kaynakların azalması, ilerleyen teknolojinin yarattığı işsizlik, besin maddelerinin bozulması, azalması, yok olması...doğanın tahribatı...benzer temel sorunları da saymak mümkün. Tüm bunları gören, çözüm üreten Kendini (19-20.yy.) aşan Marksist bir sınıf hareketi gerektiği çok açık ve net! Başarılar dilerim. Yoldaşça selamlar.
Yorum Gönder