Eğitim-Sen Sendika Seçimleri ve Şube Kongreleri:
Sorunlarımız ve Çıkış Yolumuz
Eğitim-Sen
ve KESK “olağan” seçimleri(!) ve kongreleri yaklaşırken, bugüne kadar sendika
yönetimindeki ittifakı oluşturan ve bazı dönemler bu ittifakta yer almış olan
sendikal çevreler, şimdiden Sendika.org başta olmak üzere çeşitli yayınlarda
yazılar kaleme almaya başladılar. Kongrelerin yapılacağı güne kadar bu
yazıların süreceği, bugüne kadar olan pratiklere bakıldığında, anlaşılabilir.
KESK
ve ona bağlı sendikaların durumu ülke solunun bir yansımasıdır. Mayıs genel
seçimlerinden sonra Sendika.org üzerinden açılan “özeleştiri” dosyasında
görüldüğü gibi, hiçbir çevre sorumluluğu üzerine almayıp süreci “özeleştiri” adı
altında bütün sol adına soyut cümlelerle tartışmıştır. Somut meselelerin soyut
cümlelerle tartışılması, sorunun üzerini örtmek için kullanılan, retorik
temelli bir taktiktir.
Tıpkı
ilgili dosyada olduğu gibi sendikal çevreler/anlayışlar da yine kendilerine
yakın yayınlarda önceki dönemlerde olduğu gibi meseleyi soyut cümlelerle
tartışıp, dönemin sorumluluğunu üzerine almayıp, sonra yine yeni oluşturulan
yönetimlerde yer almaya çalışacaklardır. Örnek soyut cümleler: “Sendika
emekçileri birleştirmeli, ortak mücadele hattı belirlenmeli, toplumsal
muhalefet dinamiği hâline gelinmeli, sınıfsal talepler öne çıkmalı, üye iradesi
yönetime yansımalı, üye bağlı olduğu sendikaya yabancılaşmamalı vs.”
Son
Eğitim-Sen kongresi, sorunlu şekilde yapılarak elliden fazla yazı kaleme
alındı. Yazılar arasında belki de en tutarlı yorum, “sendikada bu durum
yaşandıysa sol açısından genel seçimlerde de yaşanacaktır, kaybeden sol
olacaktır” doğrultusundaki yorumdu. Bu, bir yönüyle doğrudur, çünkü sendika
yönetiminde ittifakı oluşturan grupların yakın olduğu siyasi çevreler de genel
seçimlerde ittifak oluşturmaktadır. İkinci nokta ise Eğitim-Sen’i ülke solunun
kurmuş olduğu gerçeğidir.
Soyut
iddiaları daha somut gerçekliklerle eşleştirirsek, sorunun somut çözümünün de
ne olduğu yazının sonunda netleşecektir.
-
Eğitim-Sen’in son kongresinden çekilen gruplar, o günden bugüne sendikal
anlamda bir ilerleme olmayıp gerileme yaşandığı hâlde, yeni yönetime ittifak
bileşeni olarak katılacak mıdır? Eğer katılacaksa önceki dönem çekilme nedeni,
boşa düşmek ve kariyerizm dolu popülizme saplanmaktır.
-
Yazılarda öne çıkan soyut bir ifade de “sınıfsal” taleplerin öne çıkarılması.
Yani sınıfın talepleri geri planda ve burası bir “sendika”. Eğitim-Sen özelinde
konuşacak olursak; öğretmenlerin ataması yapılmadığı için özel sektörde
sömürülme, kamuda güvencesizleştirilme, barınamama, eşit işe eşit ücret alamama
gibi sorunları başta gelmektedir. Sınıfsal taleplerin diğer bir boyutu olan
sendikalaşma, toplu sözleşme ve özlük hakları ise her geçen gün
zayıflatılmaktadır. Öğretmen atamalarında yapılan mülakat ve güvenlik
soruşturması, “proje” okullarına tayinlerin kapatılarak öğretmen alımının
icazete indirilmesi, ikili öğretimle sabah karanlıkta okula gidilip akşam
sekizde derslerin bitirilmesi, sınıf bilincinin uyandırılmasını baskılamak için
eğitimin çarpık şekilde dinselleştirilmesi, yaşanılan mobbing süreçleri ve
kamudan ihraçlar, ödüllerin ve yönetici kadrolarının yandaş sendika üyeleri
arasında paylaştırılması ve sürgünler öğretmenlerin yaşadığı sorunlar
arasındadır. Okul duvarlarının sağ, gerici ve faşist zihniyetin propaganda
alanına dönüştürülmesi, çeşitli tarikatlarla vakıf adı altında protokollerin
düzenlenmesi, öğrencilerin okula kahvaltısız gelmesi ve okul dışında çalışmak
zorunda kalması, MESEM projesiyle çocukların 1 gün okula 5 gün işletmelere
gidip sömürülerek eğitim hayatından uzak tutulması, ÇEDES projesiyle okullara “manevi
danışman” adı altında din görevlilerinin atanması, ücretsiz yemek ve servis
hakkından mahrumiyet ise bir bütün olarak düşünüldüğünde bir eğitim sendikasını
ilgilendiren sorunlar olarak öne çıkmaktadır. Bu yönüyle eğitim iş kolunu diğer
iş kolu sendikalarından ayıran noktalar bulunmaktadır. Öğrenci-öğretmen-veli
üçgeni, eğitim sendikasının çalışma ve görev alanına girmektedir.
-Eğitim-Sen’in
seçimleri ve kongreleri köhnemiş şekilde antidemokratiktir. Öncelikle,
yerellerde delege sistemi uygulandığından, üyelerin iradesi ve
ideolojisi/sendikal anlayışı sendika yönetimini belirleyememektedir.
Büyükşehirlerdeki şubelerden örnek verecek olursak, üye sayısına göre bazı
şubeler 4, bazıları 3, bazıları 6 üyeye 1 delege seçtirmektedir.
Bir
okulda 4 üye bulunduğunu düşünelim. 4 üyenin de sendikal anlayışı birbirinden
farklı ama 1 üyeyi delege seçiyor. Seçilen delege kurula gidip önüne ittifak
adı altında konulan tek listeyi oylamıyor, çünkü onaylıyor. Ortada bir seçim
yok. Ne ile neyin arasında karar verildiği gerçeği yok. Sendikal bir çevrenin
ittifak yoluyla 7 kişilik yönetime 2 aday belirlediğini düşünelim. Bu iki aday
kongrede güç aldığı delegelere diğer 5 adaya da oy verdiriyor. Bu listenin
dışında kalan bir üye aday olduğunda 70 oy alırsa listedeki en düşük 71 oy alan
adayın gerisinde kaldığı için yönetime giremiyor. Adil, eşit ve demokratik
olmayan bir seçim süreci işliyor.
Bugün,
bu sorunu aşmaya çalışan sendikal çevrelerden kimisi nispi temsili savunuyor,
ama orada da 4 üye 1 delege seçiyor. Ülkemizin emek mücadelesinin ve direniş
tarihinin sonucu kurulan sendikamız, uzman öğretmenlik sınavına başvurmayı “üyenin
özgür iradesine” bırakırken, yönetim belirlemede birden fazla üyenin iradesine
ket vurarak delege seçtiriyor. 100 yıllık tarihi olan genel oy “hakkı”nın reddi
anlamına gelen bu yaklaşım kabul edilemez, böyle bir konuda “üyenin talebi yok”
denilerek çözüm sunulamaz. Demokrasi mücadelesi taleple değil ilkeyle
belirlenir. Jakoben bir durum söz konusu değildir, aksine her üyenin oy
kullanıp yönetime aday olabilmesinin yolunu açmak, üyenin sendikayla olan
bağını ve sorumluluk bilincini geliştirir. Emek mücadelesi vermesi gereken bir
öğretmen sendikasında demokrasi yoksa öğrencilerine eğitim veren öğretmenin
demokrasi bilincinde çarpıklık yaşanır.
Yerellerde
delege sistemi kaldırıldığında sendikal çevreler yine ittifak yapabilir, bu
demokrasi gereğidir, fakat karşısına çıkan aday 7 kişilik listeye girebilir.
Yönetimde olmadığı hâlde fedakârca çalışan üyelerimiz var. Sendika onların
omuzlarında yükseliyor.
-İttifakla
şube yönetimine giren bir üye 3+3 olacak şekilde iki dönem yönetimde yer
alabiliyor. Daha sonra bu şube yöneticisini kendi sendikal çevresi üst kurul
delegesi olarak belirleyip yerelde oylatıyor. Buradan genel kurula oy
kullanmaya giden üst kurul delegesi, eğer ki Eğitim-Sen genel yönetimine
ittifakla katılırsa, yine 2 dönem, yani 6 yıl iş yerinden kopuk şekilde genel
merkez yöneticisi olarak görev alıyor. Burada da süresi dolan yönetici, daha
sonra yine 6 yıl KESK yönetiminde görev alabiliyor. Toplamda 12 yıl Ankara’da “profesyonel”
sendikacılık yapan örnekler var. Mesele, tamamen ittifakı oluşturan bir
sendikal çevreyle aidiyet bağına sahip olmak. Yönetimi oluşturan sendikal
çevrelere yakın olmayan üyenin ya da başka bir sendikal çevrenin girmesi imkânsız.
Şartlar eşit değil, çünkü 3 sendikal çevre bir araya gelince ikinci bir adayın
ya da sendikal grubun seçilmesinin önüne geçiyor.
KESK
ve Eğitim-Sen, kendi üyesinin oy hakkına Aysun Kayacı gibi bakıyor. Şartlar
eşit değil, çünkü yerelde şube yöneticisinin haftanın 1 günü okula gitmeme
hakkı var fakat birçok öğretmenin "çalışmama günü" hakkı yok ki
sendika yönetimine aday olup iş yeri ziyareti düzenleyerek sendikal anlayışını
açıklasın. Yerelde, 1 gün çalışmama hakkına sahip yöneticiler de bölgesindeki
okulların adresini bilmez, iş yeri ziyareti yapmaz, basın açıklamasına
katılmaz. İstanbul’daki şubeler, toplam 63 yöneticiye sahip olduğu hâlde, ortak
basın açıklamaları 30 kişiyi aşmaz. Bir yönetici, üyeden o kadar uzaktır ki
basın açıklaması ve sendikal etkinlik için üyeyi motive edip alana getiremez.
Yerel ve merkezi mitinglerde yöneticinin çalıştığı okul 30-50 üyeye sahip
olduğu hâlde, kendi iş yerinden bile üyeyi mitingde göremezseniz. Bırakalım iş
yerleriyle bağı, kendi çalıştığı iş yerindeki üyeyle bile sendikal ilişki
geliştiremez.
-Mevcut
şube yönetimleri elindeki imkânları kullanıyor, bir gün çalışmama hakkı olduğu
hâlde okulları ziyaret edip yönetime tekrar aday olup olmayacağını ve kendi
sendikal anlayışını tanıtmaya lüzum görmüyor. Bir tür feodal aşiretçilik
kurulduğundan, tek listeli bir seçim süreciyle yönetici olabileceğini biliyor
reformistler. KESK ve Eğitim-Sen, seçimlerdeki eşitsiz yarışı eleştiriyor, ama
aynı antidemokratikliği kendisi yapıyor, çünkü kendi içinde adil olmayanlar
başkasına adalet uygulayamaz. Başka bir diyalektik süreç de şu şekilde işler:
Mücadele veren bir sendika ya da çevre politikası ve gücü tükenince içe
yönelerek mücadele ettiği egemen kesimin kendisine uyguladığı çarpıklığı ithal
edip kendi üyesine uygular.
-Farklı
sendikal anlayışlar ittifak oluşturamaz, çünkü en başta ideolojik yaklaşımı
farklıdır. Biri sınıf sendikacılığını, biri sınıf ve kitle sendikacılığını,
biri sivil toplumculuğu ve toplumsal hareket sendikacılığını savunurken,
bunların oluşturacağı ittifaktan nasıl bir sendikacılık beklenebilir! Mutabakat
denen yönetim oluşturma biçimi renkli demokrasiciliktir.
-Kadın
öğretmenlerin yaşadığı mesleki sorunlar var. Sendikanın kadın sekreterliği ve
meclisi kadın öğretmenlerin özlük ve ekonomik haklarıyla ilgilenmeyip
postmodernist feminist çevrelerin yaşam biçimi ve liberallik özgürlük hattında
yürümektedir. “Saç teli” sembolünün temelini oluşturan da beden teorisidir.
Beden, artık toplumsal sıçrama ve değişimin coğrafyasıdır. Kadınlarla ilgili
çalışma komisyonu ve sekreterlik oluşturmada sorun yok, fakat bunun hangi anti
sendikal olmayan anlayış adına politika ürettiği asıl meseledir.
Kilis’te
kadın bir öğretmen okuldayken Suriye topraklarından geldiği iddia edilen
saldırıda yaşamını yitirdi. Gaziantep'te yine genç bir kadın öğretmen, yaşadığı
mobbing sürecini anlatan bir mektup yazarak intihar etti. Uzaktan eğitim
sürecinde farklı odalarda canlı derse giren öğretmen bir çiftin çocuğu
balkondan düşerek yaşamını yitirdi, ama Eğitim-Sen okulların kapanmasını
savundu, TTB raporlarına dayanarak fakat aynı salgın döneminde genel kongre
düzenleyip üst kurul delegelerini çağırdı. Bu sorunlarla ilgili Eğitim Sen’in
kadın sekreterliği ve meclisleri hiçbir adım atmadı. Ne söylem ne de pratik
düzeyde. Dahası, sendika yönetiminin aldığı kararla greve gittiği için ihraç
edilen kadın öğretmenlere ne destek olundu ne de onların direnişlerine katılım
sağlandı. Hatta sendikadan da ihraç edildi. Bu şekilde adım atmak, onların
işlerine geri dönmelerinin yolunu kapatmaktır, çünkü oluşturulan algı, “istenmeyen/sorunlu/suçlu
insan(!)” profilini ortaya çıkarır. Üye iradesine rağmen yaşanan bu çarpıklık
dayatmacı anlayışların eseridir.
-Son
genel kuruldan çekilen ve hep ittifakta yer alan sendikal
çevrelerin/anlayışların yeniden ittifak oluşturacaklarsa geçen 3 yıllık süreçte
neyin değiştiğini de üyelere açıklamak gibi tarihsel bir zorunluluğu ve
sorumluluğu vardır. Anlaşamadıklarında ya da onların diliyle söylersek “pazarlık”
tutmadığın bu anlayışlara yakın gazetelerde tartışılıyorsa, o günden bugüne
neyin değiştiğini öğrenmek zorundayız. Kapalı kapılar arkasında pazarlanan bir
şey varsa o da üye iradesidir. Genel kurulda delege sayısı bakımından nicel
üstünlüğe sahip hâkim grup, kongreyi terk eden anlayışlar için Yeni Yaşam’a
verdiği röportajda “Faşizmle anlaştılar!” dedi. O zaman neden yine ittifak
oluşturuyorsunuz? Nedeni çok somut bir örnekle açıklanabilir: Anlayış olarak
size yakın olan parti ve gazete de Mayıs Seçimleri’nde, mültecileri kovma ve
belediyelere kayyum atama sözüyle Millet İttifakı’na katılan partinin
desteklediği adaya oy istedi. Pragmatizmin iflası.
-Kadın
sekreterliği ve eş başkanlığa karşı çıkan başka bir ittifak bileşeni anlayış,
farklı bir iş kolunda ve yönetimlerde eş başkanlık alabiliyor! Aynı şekilde, eş
başkanlık olmalı mı olmamalı mı, tartışmasını yürütmeden önce tüzüğe aykırı
şekilde bölge şubelerinde fiili olarak eş başkanlık uygulanıyor. Bu konuda
sendika hukuku atıl bırakılıyor.
-Yerelde
her üyenin gelip oy kullanması gerekir, fakat bunun uygulanmasının gerekçesi
olarak şubelerin üye sayısındaki “çokluktan” ötürü gerçekleşmesinin zor olduğu
savunuluyor, fakat 1.500-2.000 üyeli meslek odalarının ve binlerce üyesi
bulunan baroların yönetici seçiminde her üye oy kullanabiliyor. Bunun önündeki
asıl engel açıklanabilir: Bölge illerinde ittifak oluşturulacak sendikal bir
anlayış olmadığından hâkim anlayış tek başına seçimde en yüksek oyu alabilir,
ama diğer bölgelerde ve batıdaki büyükşehirlerde yönetime daha az üyeyle
girebilir, küçük şehirlerde ise giremeyecek delege sayısına sahiptir. İttifak
yoluyla bu sorun çözülüyor.
-Sınıfı,
sınıf ve kitle sendikacılığını savunan anlayışlar bile üyelere sınıf
mücadelesi, ekonomi politik, özlük hakları, diyalektik ve felsefe konularında
atölyeler düzenlemiyor. Bunun yerine sirtaki, yoga, jara yoga, meditasyon, dans
kursları açılıyor. Sendikanın çok sayıda tiyatrocu, yazar-şair, müzisyen üyesi
var. Bu üyelerle bağ güçlendirilse, üretimler sendikal mücadelenin gelişmesine
güç katar. Böyle olmayınca üreten üye kollektivizmin dışında kalıyor.
Sendikanın hâlen bir marşı, bestesi, kısa film de olsa üretimi yok. Bu alan çok
değerlidir, her mücadele kendi kültürünü üretir. O kültürle üyeler bilinçlenir
ve gelenek oluşur. Sendikanın akademik ve kadın dergileri bulunduğu hâlde henüz
bir kültür sanat dergisi çevrimiçi ya da matbu olarak mevcut değildir.
-Sınıfı
savunduğunu iddia eden çevreler bile son kongrede radikal demokrasiye göre
sendikaların yeniden yapılandırılmasını, işçi sınıfının değil, kimliklerin
tarihi yapacak özne olduğunu savunan broşürün dağıtılmasına; emek-sermaye
çelişkisinin yok sayılmasına; kadın meclisinin 1 Mayıs 77'de katledilen
işçilerin kadın erkek diye ayrıştırılmasına güçlü bir tepki geliştiremediği
gibi bu broşürün dağıtıcısı olan sendikal çevreyle ittifak kurmada herhangi bir
beis görmüyor. İlkeyle pragma takas ediliyor, çünkü sendikal bir çevre önce
kendi gücüne inanmak zorunda.
-Mevcut
yönetim oluşturma politikası ve ittifak oluşturma yönteminin başarısızlığı
İstanbul özelinde açığa çıkıyor. 1 yılda 180 üye kaybeden tek eğitim sendikası
olunduğu hâlde bu konuda tek açıklama ve özeleştiri sunulmayıp sorun hep nesnel
koşullara bağlanıyor. Kapısına vurulan kilidi kırarak kurulan sendika dikensiz
gül bahçesi istiyor.
Öğretmenlerin
sorunları genel olarak şu şekilde:
-
Barınma sorunu: Tek yaşamak lüks bir hâle gelmişken uygun kiralık bir ev
bulabilmek ultra lüks durumda. Ev alabilmek için gerekli krediyi bankalar
vermediği gibi verse de on yıllara yayılan ödenecek kredinin aylığı neredeyse
bir maaşa tekabül ediyor. TMMOB ile oluşturulacak plan dâhilinde öğretmenler
için sosyal konut projelerinin geliştirilmesi için talep oluşturulup TİS
görüşmesinde savunulabilir. Bu konuda hiçbir sendikanın itiraz edemeyeceği bir
hakkın savunulması Eğitim-Sen için güç kazandıracaktır. Zorunlu hizmet bölgesi
kapsamında olmasına rağmen 3 yıl çalışma şartı aranmadan il dışı tayin
istenilebilen 21 il kapsamından İstanbul bu yüzden çıkarıldı. Diğer iş
kollarında da zorunlu hizmet süresi artırıldı. Barınma, en temel insan
hakkıdır.
-
Güvenceli iş, güvenceli gelecek: Güvenceli ve kadrolu çalışma hakkı
seçim vaadi olarak kullanıldığından sözleşmeli öğretmenlik uygulaması, her
seçim sürecinde rafa kaldırılıp seçim bitince raftan indiriliyor. Güvenlik
soruşturması ve mülakat daha mesleğe atanmayan bir öğretmen için kaygıya
dönüştüğünden sendikalı olmaktan uzak durarak birey alanına çekilme süreci
yaşanıyor.
-
Kariyer basamakları: Öğretmenlik uzmanlık gerektiren bir meslek
olduğundan, bu şartı karşılayan öğretmen eğitim kurumuna atanıyor. Pedagojik
formasyonu, alan derslerini ve stajını tamamlayan bir öğretmen sınavı geçtikten
sonra atanıyor. 10 yıl boyunca eğitimcilik yapan bir emekçiyi uzman kabul
etmemek baştan öğrencilere haksızlık yapmak demektir. Eşit işe eşit ücret hakkı
talep değil, ilke olarak savunulmadıkça sendikalar meslek odalarına
dönüşecektir. Sendikal faaliyetlerden dolayı kademe ilerleme cezası alan bir
eğitimci “uzman” olamıyor. Bu eğitimci, 25 yıllık öğretmen olarak 10 yıllık bir
öğretmenden daha az maaş alıyor. Bu çelişki, iş barışını, mesleki motivasyonu
ve sendikal eylemi gerileten bir husustur. Benzer biçimde, aynı ders saatine
girdiği halde asgari ücretten daha az maaş alan, sayısı 100 bini aşan ücretli
öğretmenler var. Aynı sınıflardan mezun olduğumuz meslektaşlarımızın
sigortaları bile 30 gün üzerinden yatırılmamaktadır. Toplu taşımada öğretmen
indiriminden dahi faydalanamamaktadır. Haftada 30 saat derse giren bir
eğitimci, atanmak için sınava hazırlanacak bir zamana sahip değildir. Ücretli
öğretmen sayısı, aynı zamanda öğretmen açığının olduğunu göstermektedir. 40
kişilik sınıfların varlığına rağmen. Bu insanlardan talep beklenmeyip ilkesel
olarak eşit işe eşit ücret, güvenceli iş güvenceli gelecek, sınıf mevcutlarının
azaltılması, yeni okulların inşa edilmesi güncel olarak değil, sendikal gündem
olarak uzun erimli olarak savunulmalıdır.
-
Maaşlar ve ek dersler: Alınan maaşlar rakamsal olarak çok haneli olsa da
çarşıdaki karşılığı yetersiz kalmaktadır. Ev kiraları maaşların yarısını
geçmektedir. Zincir marketlerden bir poşet ile çıkmak en az 500 lirayı
bulmaktadır. İnternet ve cep telefonu faturalı aylık 300 lirayı aşmış durumda.
Geçtiğimiz yıl doğal gaz şirketlerinin, hane başı metreküp kullanım miktarı
raporlarında görüldüğü gibi önceki yıllara göre düşmüştür. İnsanlar battaniye
altında kış geçirdi. Seçim vaadi olarak 1 yıllık her ay 25 metreküp olarak belirlenen
ücretsiz doğal gaz kullanımının her yıla yayılan hak olarak hatta birim sayısı
artırılarak talep edilmelidir. TÜİK önünde basın açıklaması yapıldığı gibi
zincir marketler ve enerji şirketleri önünde de basın açıklamaları ve
demokratik eylemler yapılabilir. Doğubeyazıt ve Muğla özelinde elektrik
faturaları yürüyüşlerle protesto edildi. Sendika da aynı şekilde eylem takvimi
belirleyebilir. 6 Şubat Depremi’nde ölen canları anmak için pencerede mum yakma
gibi naif, romantik, sınıfsal bilinç içermeyen eylemler meydanlarda ve
pencerelerde mum yakılarak enerji sorununa protesto olarak sendikal eyleme
dönüştürülebilir. Bu sorunlar için atılacak adımlar çokçadır. Ulaşım bazı
kentlerde 20 lirayı bulmuşken, toplu taşımayı ücretsiz kullanan meslek grupları
varken öğretmenler ulaşım giderleriyle uğraşmaktadır.
Maaşlar
yetmediğinden, tam ek ders alan öğretmenlerin ek ders ücretleri kirayı bile
karşılayamıyor. Sınav görevleri ve özel dersler gece gündüz çalışma anlamına
gelmektedir. AÖF bile İstanbul’da görev yapan öğretmenlere farklı ücret
yatıracak aşamaya geldi, çünkü sınav ücretleri yol ve yemek ücretlerine
gittiğinden görev alacak öğretmenler bulunamamaktadır. Her ne kadar sınav
görevi ücreti düşük de olsa buna yönelik ilgi İstanbul’da ve büyükşehirlerde
geçinebilmenin ne kadar güç olduğunu gösteriyor. Hiçbir güvencesi olmayan
bitcoin tarzı yatırımlara tüm birikimini yatıran emekçiler burada kaybettiğinde
psikolojik dengesini bozabilmektedir. Maaş karşılığı 15 saat ders talep eden öğretmenler
meslekleri dışında kalan ek işlere yönelmektedir.
-
Öğretmenevleri ve lojmanlar: Bugün bir camide görev yapan bir din
görevlisinin ve çeşitli mesleklerde çalışanların lojman hakkı varken okulların
lojman sayısı neredeyse yok denecek kadar azdır. Öğretmenler, ne ulaşım ne de barınma
hakkından yararlanabilmektedir. Öğretmenevlerinde öğretmenler dışında herkes
kalabilmektedir.
Öğretmenlerin
özlük hakları yıllar içinde budanmıştır. Özlük hakları konusunda sendika/lar
adım atmamaktadır.
-
Proje/"Nitelikli" Okullar: Yüzdelik dilimle öğrenci alan
liseler proje okul kapsamına alınarak bu okullarda çalışmak isteyen bir
öğretmen okul müdürüyle ve yandaş sendikayla irtibat kurarak görev alabilmekte,
okulda görevine devam etmek için idareye biat etmek zorunda kalabilmektedir.
Başka bir kentteki proje okulun müdürünü tanıyan ya da torpil kullanarak bu
okullara başvuran öğretmenler hizmet puanı aranmadan atanabilmektedir. Lise
branş öğretmenleri için il içi ve dışı tayinlerin yolu kapanacak kadrolaşmanın
yolu açılmış durumda. İlk atama, tayin ve özür grubu atamalarına bu okullar
kapatıldığından genel olarak tayinler lise branş öğretmenlerin için bitmiş
aşamadadır.
Sonuç
Eğitim
emekçilerinin yaşadığı sorunların kaynağı sınıfsaldır. Bu yüzden sendikalar
sınıf mücadelesi yürütmekle yükümlüdür. Demokrasi mücadelesi, siyasi partilerin
asli görevidir. Sendikaların varoluş nedeni, kapitalizmin ürettiği sınıfsal
uçurum ve sömürüdür. Sınıf mücadelesine ekonomik ve ücret mücadelesi denilerek
demagoji yapılıyorsa, bu noktada ideolojik bir bunalım var demektir. İnsanlar
iş bulamadığından çocuğuna okul kıyafeti alamıyor ve intihar ediyorsa
altyapı/üretim ilişkileri insan yaşamının tüm alanlarını etkiliyor anlamını
taşır.
Emperyalizm
çağında yaşıyoruz. Sendikalar antikapitalist olduğu gibi antiemperyalist olmak
zorundadır, çünkü emperyalist tekeller tarafından emekçinin ürettiği artı değer
sömürülmektedir. Bu yüzden TÖB-DER geleneğindeki gibi öğretmenlerin yolunun
işçi sınıfının yolu olduğu hatırlanmalıdır. İşçi ve emekçilerinin birliği
sağlandığı zaman sömürü düzeni kaybetmeye mahkûmdur. İşçi ve emekçinin dini ve
dili yoktur, ortaklaştığı en önemli nokta döktüğü terdir ve sömürülen emeğidir.
Böyle olunca da ten rengi, dini ve dili fark etmeksizin, farklı alınlardan aynı
ter aynı renkte dökülür.
20
yılda izlenen yanlış sendikal politikalar sonucu üyeler ya istifa etti ve geri
çekildi. Bir dönem yetkili sendika olan KESK ve Eğitim-Sen’in eskisinden daha
fazla güce ulaşacak potansiyeli köklerinde, yaslandığı gelenekte, değerlerinde,
tarihinde ve mücadelesinde mevcuttur. OHAL döneminin ilk aylarında bölge
illerinde 10 bin eğitim emekçisi açığa alındığında il milli eğitimlerin
önlerinde yüzlerce emekçi tüm baskıya rağmen yapılan basın açıklamalarına
katıldı. İhraç süreci İstanbul’a sirayet ettiğinde yine yüzlerce emekçi, ihraç
üyelerin yanında meydanlarda dayanışma gösterdi. İhraç üyelere verilen ödeneğin
en üst sınırda maaşlardan kesilmesini yine üyeler talep etti. Bu dinamizm
yanlış politikalar yüzünden kaybedildi.
Bugün
her ne kadar üye sayısı kaybı yaşasa da hâlen yüz bine yakın eğitim emekçisi
tüm bu baskı, tehdit, sürgün, açığa alınma ve mobbing şartlarına rağmen
sendikadan ayrılmıyorsa, üyelerin ideolojik ve sınıfsal bilince sahip
olduğundandır. Bu üyelerin tekrar mücadele alanına çekilmesi iş yeri
temsilciliklerinin güçlendirilmesi için gerekirse bire bir yapılacak
görüşmelerden geçecektir. KESK ve Eğitim-Sen yönetimlerinin tüm yanlış
politikalarına rağmen hâlen daha Eğitim-Sen, eğitim emekçilerinin sömürüsüz bir
düzende yaşamasını yolunu açacak tek sendikadır. Bunun yolu da üyelerden
geçmektedir. Üyelerin sendikal eyleme ve dinamizme katılmasının yolu, tüzük
kongresinin yapılarak yeni bir yol haritasının çizilerek sendikanın emek
mücadelesi odağı hâline getirilmesidir. Ülke seçimlerinden ve muhalefet
partilerinden medet ummak yerine güncelin peşinden gitmek sürekli gündemi takip
etme gafletine düşürür. Bunu almanın tek yolu, emekçilerinin haklarının ve
taleplerinin sürekli gündemde tutulmasıdır. Üyelerin de sürece katılması
eleştiri ve özeleştiri kültürünün ilke hline dönüştürülmesiyle gerçekleşebilir.
Yeni
yıla kadar şube seçimleri ve kongreleri tamamlanacak. Bu süreçte tüm Eğitim-Sen
üyesi öğretmenlerin delege sistemine rağmen kongre salonlarını doldurması
değişimin ilk adımı olacak. Tüm üyelerin kongre salonlarına giderek sürece dâhil
olması yönetimlerin de merkezî bürokrasiye tabi olmasını aşacaktır. Bu süreçte Pazar
günü İstanbul özelinde diğer illerde de yapılacak şube kongrelerine her
delegenin kendi okulundan sendika üyesi emekçiyi davet edip onlarla birlikte
gitmesi bugünün tarihsel ve zorunlu görevidir. İnsanlar adım attıkça ve güven
verdikçe mücadeleye sempati duyup katılır.
Eğitim-Sen,
gücünü üyesinden aldığından, üyelerin tekrar mücadeleye katılması sendikayı
sınıf mücadelesi odağına dönüştürecektir. Üyelerdeki bu bilinç hâlen özlerinde
mevcuttur. Üye olarak kalıyorsa hâlen umudunu Eğitim-Sen’den kesmediğindendir.
Doğanın ve sınıf mücadelesinin diyalektiğinde durma yoktur, çünkü duran
geriler. O yüzden “ileri, hep ileri” diyoruz.
Sınıfsız
sömürüsüz bir düzen için, çocukların aç yatmadığı, öğretmenlerin en iyi
şartlarda geleceğin insanlarını yetiştireceği yurdumuz için “yine Eğitim-Sen”
diyoruz.
S. Adalı
25
Kasım 2023
0 Yorum:
Yorum Gönder