13 Kasım 2023

, ,

32. Gün: Kimler Filistinli Değildir?


“Bunca yere düşmüşlerden,
Yenilmez bir hayat doğar:
Analar, onlar ayakta
Buğday içindeler, onlar,
Yücelerden yüce dururlar:
Dünyayı doruktan seyreden,
Bir öğle güneşi gibi.
(...)
Bir tek beden olur,
Analar, bayraklar, çocuklar,
Hayat gibi canlı tek bir beden;
Bir yüz bekler karanlıkları,
Ölü gözleriyle,
Kılıcı dopdolu,
Dünya ümitlerinden."
[Pablo Neruda]


Bugün Aksa Tufanı’nın 32. günü geride kalıyor. Bir dönem medyada 32. GÜN adında belgesel programı vardı. Tufan’ın 32 günlük süreci, direnişin taraftarları ve karşıtları arasında turnusol kâğıdı işlevi görüyor.

İlk günlerde Medyascope’un Youtube hesabından, Hamas’ın İsrailli sivillere katliam yaptığına dair görüntüler paylaşıldı. Ama İsrail’in propagandası bir haftada iflas etti.

Şu ana kadar ölen Filistinlilerin yarısı çocuk. Hastaneler, halkın yerleşim birimleri, “mülteci kampları”, göç yollarında konvoylar, okullar, çeşitli ülkelerin insani yardım depoları İsrail tarafından vuruldu. Bu süreçte tüm parametreler siyonistlerin aleyhine döndü. Emperyalistler dışında İsrail, kitlesel destek bulamadı. Bu savımıza bir şerh düşeceğiz yazımızda.

Ülkemizde sollar, sadece İsrail konsolosluğu önünde protesto ve basın açıklaması yaptı, sonra söylem düzeyinde kaldı. Süreçte Filistin’e destek eylemleri muhafazakarlar ve milliyetçiler tarafından şekillendi: mitingler, yürüyüşler, protestolar, basın açıklamaları ve boykotlar, sosyal medya çalışmaları. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Bu eylemliliklere katılan kesimleri ağırlıklı olarak yoksul halk sınıfları oluşturuyor, her ne kadar peşinden gittikleri hegemonya, burjuvazi lehine hareket etse de.

Solların ilk bir haftada adım atması, başta radikal demokrasi hareketini tedirgin etti. Araya giren yayınlar, “Kendi coğrafyanıza bakın, Hamas terörüne dur diyelim, Türk solu tutarsız(!)” gibi açıklamalar ve görüşler sunup, ideolojik çarpıtma ve Gazze halkını yalnızlaştırma politikasına dâhil olarak, İsrail'in fahri dostu olmaya hak kazandı. Kendi gazetelerinin diliyle ifade edersek, “Suriye’nin kuzeyine” bakmamız gerekiyormuş. Demek ki bakmıyormuş Türk solu!

Yakın tarihte örnek verecek olursak, 6-7 Ekim ve 29 Aralık grevleri, 10 Ekim Gar katliamı belleğimizi tazeler. Aynı görüşleri savunan İHD yöneticisi Eren Keskin, geçtiğimiz günlerde bir röportajda benzer görüşleri dile getirdikten sonra, İHD olarak İsrail konsolosluğunun önündeki protestolara gitmediklerini, bunun nedeninin de Musevi yurttaşlarımızı ürkütmeme amacına dayandığını dile getiriyor, ama çeşitli ülkelerde yaşayan Yahudi aydınları yürüyüş düzenleyerek İsrail’i protesto ediyor. Anlaması zor değil.

Antalya özelinde ülkemizde yaşayan on binlerce yerleşik yabancı Rus var. Bu insanlar, TV kanalı açmaya çalışmıştı bir dönem. Ukrayna savaşı başladığında sendika şubelerinde “Rus konsolosluğu önünde protesto ve basın açıklaması yapalım” önerileri tartışılıyordu. Yerleşik yabancı statüsündeki Rus kardeşlerimizi, eylemliliklerinizle, neden ürküttünüz?

Bunun birçok nedeni var. Suriye’nin kuzeyinde -Yeni Yaşam’ın diliyle- Afrin'de Ruslar sizi yarı yolda bıraktı! Sonra “diktatör” ilân edilen Esad rejimi “topraklarını” savunmaya çağrıldı.

Solların 32 günlük sürecine dönecek olursak KESK ve DİSK, Tufan başladıktan 10 gün sonra yüzeysel açıklamalar paylaştı. Anlaması zor değil. Ortak düzenledikleri bütçe talepli mitinge, aidatını aldığı işçileri tertip komitesi alana almama talimatı verdi.

Ukrayna Savaşı başladıktan sonra KESK kadın meclisinin paylaşımlarında, açıklamalarında ve yazılarında Ukrayna’da kadınların, çocukların ve LGBT bireylerin savunmasız olduğu vurgulandı. İlerleyen süreçte Ukraynalı kadınların askeri eğitimleri ve üretimleri üzerinden kız kardeşlik propagandası yapıldı. “Savunmasız” LGBT bireyler Neo-Nazi taburlarına katıldı. Avrupa’daki LGBT konser ve etkinliklerinde faşist Bandera için “Babamız Bandera” şarkısı söylendi, Sovyet döneminden kalan heykeller yıkılıp Bandera’nın doğum gününde heykeli dikildi.

Bugün Filistin’de kadınlar, analar ve çocuklar ölüyor, ama KESK kadın kolları dâhil hiçbir feminist çevre, eylem düzenleyemiyor. Sosyal medya hesaplarında buna dair paylaşım dahi görülmüyor. Akbelen’deki yaşını almış anaların ağaçlara sarılıp vatan toprağını savunması paylaşılıyor ki paylaşmak yetmez, onlar halkımızın onurudur, fakat ödül töreni iptal edilen Filistinli kadın yazara destek olunmuyor, ölen anaların ve çocukların hakkı savunulmuyor.

İnsan hakları derneği ve sendikalar parti gibi hareket ediyor, feministler ve LGBT’ler sürece sessiz kalarak cinsiyetçiliği güçlendiriyor. Yaklaşan 25 Kasım’da Taksim diye diretecek olan bu çevreler alanları dolduruyor, ama Filistin’e bakınca Hamas üzerinden erillik görüyor. 8 Mart’ın kızıllığına mor bir oje sürülü afişi ve pratiği üreten sendika da dâhil kadın meclisleri 25 Kasım’da, Aralık’taki insan hakları haftasında ve 8 Mart’ta “kutsal aileniz batsın, erkek ölsün” diyen, beden uzuvlarının argo dille yüceltildiği dövizlerle yürüyor. O yüzden Filistin’e bakınca yok etmeye çalıştıkları aileyi görüyorlar.

Müsterih olunuz, kapitalizm aileyi yok ediyor, sizin rol çalmanıza gerek yok. Hamas’a bakıp kadın haklarının zedelenmesi sizi kaygılandırıyorsa Afganistanlı kadınlara ne kadar destek oldunuz? Taliban yönetime geçince 1 hafta basın açıklamaları yapıp sustunuz.

Afgan kadını yoksuldur, ülkemiz kadını da yoksuldur. Sizin yoksulun sofrasında yeriniz olmaz. “Yoldaşlarınızın” açtığı bar masalarında kız kardeşlik hukuku perçinlenir. Bu tarz anlayışlar Gezi’de ayyuka çıktığı gibi MÜSİAD’a karşı TÜSİAD’ın sekülerliğini tercih ediyor. Patron da olsa her kadını kız kardeşi kabul ediyor. TÜSİAD’da patronlarla halay çekiyor.

Medya’da İsrailli kadın askerlerin fotoğrafları “kahraman” gibi temsil edilip medeniyetler çatışması anti-emperyalizmle takas ediliyor. 5 binden fazla çocuk öldü. Çocukların cinsiyet değiştirme “hakkını” savunup tarikat karanlığına karşı çocukları savunanlar, Filistinli çocuklar için adım atmıyor. Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’e karşı savaşan kadınları yücelten TTB yöneticilerinden Gazze için ses çıkmıyor. Ulusların kendi kaderini belirleme hakkını anti-emperyalist bağlamdan çıkarıp “Türk” solunu ideolojik kıskaca alanlar yurtsever oluyor, fakat mesele Filistin olunca, Hamas gösterilip kendi öz yurdunda mülteci kamplarında yaşayan halkın kendi kaderini tayin hakkı reddediliyor.

Oysa mesele Hamas değil, Hamas her şekilde ideolojik olarak eleştirilebilir, bugün Tufan'ı gerçekleştiren 14 yapı var, Hamas en güçlü olanı. Eylemin liderlik kadrosu, Leyla Halit’in ve George Habaş'ın ardıllarından oluşsa da yine Filistin yine savunulmayacaktı. Kaldı ki Hamas dışında kalan 13 yapı ya da solun gönlünden geçen Filistin direnişçi profili, şu an Tufan’da yer aldığı gibi dünya haklarından destek bekliyor.

Radikal demokrasi hareketine, yakın dönemde, Leyla Halit’in destek açıklaması yaptığı gerçeği de tarihe not düşülmelidir. Anti-emperyalist olmayan hareketler yurtsever değil milliyetçidir, anti-emperyalist olup da anti-kapitalist olmayan hareketler yurtsever de olsa liberaldir.

Filistinli kadın yazarın ödül törenini iptal eden Avrupa ilericiliği Mehsa Emini şahsında İran’daki kadın hareketine Aralık ayında ödül verecek, insan hakları haftasında! Filistin direnişçileri emperyalizmden destek almıyor, kendi topraklarına emperyalist ordu ve devletleri çağırmıyor. “Yurdumuz kurtulsun da nasıl kurtulursa kurtulsun” şiarıyla hareket edip 30'a yakın -içinde radar üsleri de bulunan- emperyalizme üs açacak alan vermek istemiyor. “Ne yapalım, emperyalistleri çağırmasaydık da İsrail siyonizmi bizi yok mu etseydi?” diyerek anti-emperyalizmin özünü boşaltmıyor.

Bir kez daha belirtirsek; Filistinliler, kendi geliştirdiği imkânlarla yurtlarını varlık-yokluk pahasına savunuyor, yok olma riskini her gün sömürülme riskine tercih ediyor. Medyada karşımıza çıkan savaş görüntülerine bakıldığında, İsrail ordusu ağır kayıplar veriyor ve bu başarısızlık karşısında emperyalist orduların generalleri İsrail askerlerini eğitmeye ve motive etmeye gidiyorlar.

Burjuva medyada Filistinli bir direnişçinin çarpışma görüntüsü karşısında bir “uzman konuşmacı” soruyor: “Ne kadar rahatlar?” Başka bir konuşmacı şu yanıtı veriyor: “Onlar zaten savaşın içine doğuyor, bu kadar rahat şekilde çarpışmalarının sebebi de meşruiyetten aldıkları güç.”

Filistinlilerin, Lübnan Hizbullah’ı ve Yemen Husileri dışında İsrail ile sıcak temasa giren başka dostları yok. İslam tarihindeki Şii-Sünni çatışması, anti-emperyalizm ve anti-siyonizm karşıtlığında çözüm yolunu açıyor.

Müslüman olmayan Avrupa'ya bakacak olursak, her ne kadar İsrail dostluğu yapsa da egemenler, Avrupa halkları, başta Barselona, Londra, Paris olmak üzere yüzbinler sokakları doldurup Filistin'e destek yürüyüşleri gerçekleştiriyor, egemenlerin modern haçlı seferi de medeniyetler çatışması safsatası da böylece halkların kardeşliğiyle bozguna uğratılıyor. Herhalde onlar da Hamas’ı savunmuyordur, dil ve din farklılıklarına rağmen!

Ortadoğu'da yaşayan Kürtlerin din kardeşliği üzerinden Filistin’e vereceği destek, sözde sol ve radikal demokrasi çevreleriyle engelleniyor. Milliyetçilik, işte bu yüzden benmerkezci bir politikayı üretir. Dünyanın merkezi hâline gelirsiniz. Bu engellemenin ikinci amacı da Ortadoğu’da yardıma çağrılan emperyalistlerle halkı karşı karşıya getirmemektir.

“Hamas’a/cambaza bak” politikası Gezi’de de görülmüştü: “Biz burada darbe zihniyeti/unsurları gördüğümüz için böyle bir şeyin içinde yer almayız!” denilmişti.

Milliyetçiliğin ekonomi-politiği liberalizm, felsefesi pragmatizmdir. IŞİD’e karşı savaşan kadınların başlarının açık olduğu için Avrupa halklarının sempatisini kazandığını iddia edenlerin politikası çöküyor: Aynı Avrupa halkları, daha kitlesel şekilde, “eril, geri, kaba” Filistin mücadelesine destek çıkıyor. Halklar medeniyetçiliğin değil, kurtuluşun özlemini duyuyor. Bu yüzden dünya halklarının Filistin’e verdiği destek karşısında yaşanan şok, üretilen politikanın iflasıdır. Milliyetçilik böyledir, yaşam gösteriyor.

Amerika’da sağlık çalışanları, Filistin poşuları takıp katledilen Filistinliler için farkındalık oluşturmak adına meydanlarda hareketsizce yatıyor. Medeniyetler çatışması ve Hamas karşıtlığı bir kez daha çöküyor. “Savaş halk sağlığı sorunudur” diyen TTB ise avcılık hikâyelerine yansıyan pratiği sergiliyor. Hamas üzerinden, ormanda ayı gören ve kendini korumak için ölü taklidi yapan tavşan gibi davranıyor.

Kübalı kadın doktor Aleida Guevera, Filistin’e destek açıklamaları yaparak, siyonistlerin yenilmesi gerektiğini söylüyor. Savaşı halk sağlığı sorunu olarak görüp, okulların eğitime ara verilmemesi ve “çocukların” eğitim hakkını savunmak için kendi üyesinin ihraç edilmesi pahasına grev ilân eden sendika, Filistinli çocuklar için bir saatlik iş bırakma eylemi bile gerçekleştiremiyor.

Filistin’den savaş görüntüleri geliyor. Direnişçiler kafa kameralarıyla çektiği görüntüleri paylaşıyor. İsrail, hem savaşta hem de dünya halkları nezdinde yeniliyor ve yalnızlaşıyor. Kafa kamerası bize emperyalizmin yenilmez olmadığını gösteriyor. Yazımızda eleştirdiğimiz çevrelerin kafa kamerası ise onların zihnindeki ideolojik bunalımı gösteriyor. Biri dışarıyı, diğeri içeriyi gösteriyor.

Tufan, artık ideolojik bir ayrışmadır. Ak buğdayla kara buğdayın ayrıştığı hat, aynıların aynı yere toplanmasını sağlayan keskin çizgidir.

Tüm bu toplam bir tesadüf müdür ya da eleştiri ağır mıdır? Kesinlikle hayır. Tarih kümülatif bir ilerlemenin sonucudur, neden-sonuç ilkesine ve çelişkilere göre ilerleyip şekil alır. Rusya karşıtı protestolar, İsrail ve Filistin arasında iki devletli çözüm önerileri, aile karşıtlığı, Finlandiya’nın kaygılarının paylaşılması, sınıf mücadelesinin kimlik mücadelesine çevrilmesi, ilerici-gerici karşıtlığı üzerinden halkın bütünlüğüne saldırılması, ilericiliğin bireysel yaşam biçimiyle ölçülmesi, anti-emperyalist yurtseverliğin milliyetçi hesaplar uğruna emperyalizme “küreselleşme” diyerek feda edilmesi, yoksuldan ve toplumsaldan kaçıp özel alana çekilerek, bireysel anarşizmin savunulması, bu solu ve radikal demokrasiyi ortaya çıkarmıştır.

Son olarak bir noktaya daha temas etmek yerinde olacaktır. Ülkemizde halkın geneli geçmişten beri emperyalizm karşıtıdır. Bugün sol, Filistin davasına destek olmada halkımızı, işçileri-köylüleri birleştiremediği için milliyetçi ve sözde muhafazakar, özde tarikatçı çevreler eylemlilikler düzenleyerek halkın öfkesini dindiriyor. Halkın asıl talebi Filistin’e daha somut destekler verilmesi.

Sol, halkın bu yapısını göremediği ve sekülerlik rüyasına aldandığından, yoksul halk kitlelerinin Filistin’e vereceği desteği karşısında yer aldığı çevrelere bırakıyor. İkinci nokta ise radikal demokrasi çevrelerinin ideolojik manipülasyonu. Bu çevrelerin amacı, bir bütün olarak Anadolu halkının Filistin ile kardeşlik bağı güçlendirmesine mani olmak.

Abdurrahman Dilipak adlı köşe yazarı, “70’lerde Filistin’de sol yapıların İsrail’e karşı direnişini bizim 68 kuşağı gençler desteklediği için biz geri duruyorduk, ama bugün biz Hamas’ı destekliyoruz diye sol, Filistin davasına geri duruyor” mealinde görüş bildiriyor.

Filistin özelinde ülkemizdeki sınıf mücadelesinin tablosu da netlik kazandı. Solun baş tacı ettiği Avrupa ve Batı ilericiliği, orada yaşayan halklar tarafından Filistin için alanları dolduruyor, fakat ülkemizdeki sollar “sınıfta” kaldı. Ama büyük “Sınıf”ta kalamadı!

Solun asıl kaçtığı, Hamas değil, halk gerçeği. O sol ki Fetihtepe halkıyla dayanışma düzenleyip düğün orkestrası eşliğinde Erik Dalı oynadı, sınıf öfkesi yumuşatıldı. Fetihtepe yeni bir Vadi İstanbul’a çevriliyor. Taviz tavizi doğurur, öyle bir lüks yaşam alanı, yanında Okmeydanı’nı istemez. Yaşam gösterecek. “Nazik” olan erik dalı değil, ülkemiz solu!

Filistin ile ilgili isyan pazarlanıp Netflix dizisi/filmi çekilirse, artık meselenin özünü oradan izleyebilirler. Dün dünya halkları nezdinde Filistin’e destek veren solun bugünkü sessizliği, bir utanç olarak tarihe geçecek.

NOT: Eleştirilere gelecek yanıt, şu ideolojik manipülasyonu içerebilir: “Bu solcular, Rusya’yı ve Hamas’ı sosyalist sanıyor yine.” Yanıtımız net: Hayır, ikisi de sosyalist değil! Biz, cambaza bakmayacağız. Halkların kendi kaderini tayin hakkını değil, doğrudan Filistin’in gasp edilmiş topraklarının bağımsızlığını kazanmasını savunuyoruz. Bu bağımsızlık kazanıldıktan sonra halklar sosyalist bir ülke inşa etmeyip Hamas ideolojisine göre yönetilebilir, ama işte o zaman kendi kaderini tayin hakkını belirler. Tıpkı Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinin sosyalist olmadığı gibi. Tıpkı bu hakkı savunanların Sovyetler varken “marksizm bir modaydı, geldi geçti” mealinde açıklamalar yaptığı halde soldan destek aldığı gibi.

Ayrıca bu solların sekülerlik-laiklik savunuculuğu aldatmacadan ibarettir, çünkü Suriye’deki seküler düzene emperyalist maşası cihatçılar saldırdığında, sesini bile çıkaramadı. Laiklik, sekülerlik ve sınıf mücadelesi söylemleri kullanılarak tarihsel ve diyalektik materyalizm savunulmuyor. Onların savunduğu, negatif diyalektiktir. Çelişki hep var olsun ki onlar da hep kazanımsız siyaset geliştirsin. Negatif diyalektik yoktur, çelişki hep vardır, çelişki iki sınıftan biri lehine çözülerek senteze ulaşır. O yüzden bu sol, sınıfsız sömürüsüz bir düzen kuracak durumda değil, kendiliğindenciliğe teslim oldu.

İsrail yenilirse emperyalizm yenilecek, bu gelişme dünya halklarına umut olacaktır. Başka halkların kurtuluş mücadelesi, sınıfsız sömürüsüz düzene kendi iç dinamikleriyle ulaşacaktır. “Ne Hamas ne İsrail” diyen üçüncü yolcu politika, emperyalizmi güçlendirir. Kazandıktan sonra aynı iç dinamik diyalektiğiyle nasıl bir yaşam isteneceği, Filistin halkının o zaman yüzleşeceği, kendi sorunudur.

Milliyetçi çevrelerin “geçmişte Filistin Osmanlı’ya ihanet etti” söylemiyle bugün solların “ama Hamas var” söylemi aynı noktada buluşmaktadır. Siz sosyalist misiniz ki Filistinliler sosyalist olsun! Kurtuluş Savaşı veren yoksul Anadolu köylüsü, Dadaloğlu, Celaliler, Bedrettinler, Kalender Çelebi, Pir Sultan sosyalist miydi? Ama hepsi de halkların gönlünde ve belleğinde yer etti.

S. Adalı
13 Kasım 2023

1 Yorum:

Adsız dedi ki...

Çağdaşlık adına geliştirilen,uçurulan kavramların hiç birinin gazına gelmeyerek herkese giydirmiş.Sağ,sol,(sözde) ilerici,çağdaş dokunulmaz hiç bir kavram bırakmamış.En doğrusu bu.Ne kadar yaldızlı kavramlar arkasına sığınmı olursa olsun herkesin yanılabilirliğinin açık bir belgesi.Sayın yazara tebrikler