21 Ekim 2023

,

Hamas'a Dair Liberal Dil

Hamas Konusunda Kullanılan Liberal Dili Değiştirmenin Vaktidir

 

Temsilciler Meclisi vekili İlhan Ömer, Pazartesi günü gerçekleştirilen Kongre oturumunda, Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’a itiraz ederken Filistinlilere iyilik yapmış olduğunu düşünmüş olabilir.

Oysa onun Hamas’la ilgili yorumları, İsrail’in Filistin direnişini gayrimeşru ilân etme amaçlı propagandasını takviye etmekten başka bir işe yaramıyor.

Üzücü olan şu ki Ömer’in savunduğu, “her iki taraf da hatalı” diyen görüş, Filistin yanlısıymış gibi görünen liberaller arasında yaygın olan dilin somut bir yönü aslında.

Ömer, Blinken’la yaptığı tartışmanın videosunu Twitter’dan paylaşmış. Oraya şu cümleyi iliştirmeyi ihmal etmemiş:

“İnsanlığa karşı işlenen suçların tüm mağdurlarına adalet sunabilmeli, suçu işleyenlerin hepsinin aynı ölçüde hesap verebilmesini sağlayabilmeliyiz.”

Ömer tvitinde, “ABD’nin de Hamas’ın da İsrail’in de Afganistan’ın da Taliban’ın da hiç düşünmeden zalimlikler yapabildiğine şahit olduk” diyor.

Ömer dışişleri bakanının “savaş suçlarının ve insanlığa karşı işlenen suçların Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde soruşturulmasına karşı çıkan yaklaşımı”na yönelik itirazında tabii ki haklı.

“Şunu vurgulamalıyım ki İsrail ve Filistin’de İsrail güvenlik güçleri de Hamas da suç işliyor. Afganistan’da Afgan ulusal hükümeti de Taliban da suç işledi.”

Bunları söyleyen Ömer, nedense ABD’nin işlediği suçlardan bahsetmiyor.

Birçoklarının dile getirdiği biçimiyle Blinken’ın verdiği cevap, bekleneceği üzere, riyakâr ve samimiyetsiz bir cevap. Blinken, Filistinlilerin İsrail’de adalet arayışı içine girebileceklerini söylüyor. Bu yalan yanlış tespiti diline doluyor.

Eşit Değil

Asıl sorun şu: Filistinlilere verdiği, sırf gevezelik üzerine kurulu desteği sayesinde seçim kampanyasında para toplama imkânı bulabilmiş olan İlhan Ömer, Filistin direnişini ve özsavunma pratiğini “insanlığa karşı işlenmiş suçlar” kategorisinde ele alıyor ve bu direnişi İsrail’in yerleşimci-sömürgeci şiddetiyle eşitliyor.

Oysa bu, altı boş ve anlamsız yaklaşımı dâhilinde tarafsız olduğunu göstermek için başvurulmuş ucuz ve kolay bir tavır. Ömer’in tavrı, bu anlamda, İsrail’in köktenci ırkçılığına itiraz etmeden ona karşı sert bir dil kullanıyormuş gibi görünmeye çalışan ABD’li siyasetçilerin tavrını andırıyor. Bu gösteriş üzerine kurulu tavrın politik açıdan kabul edilir bir tavır olduğunu herkes biliyor.

Asıl politik açıdan zor olan, uluslararası düzlemde kabul gören, elindeki araçlarla direnme hakkını uygulamaya dökmüş bir sömürge halkla onu korkuyla sindiren, elindeki gelişmiş silâhları insanları öldürmek için kullanan, nükleer silâhlara sahip bir devletin ahlaki düzlemde eşitlenemeyeceğini söylemek. Asıl doğru yaklaşım bu.

İsrail’in zalimliklerini içeren liste epey kabarık. Burada yinelemeye gerek yok. Kuruluş aşamasında 800.000 Filistinliyi ülkeden kovan İsrail, 1948’den bugüne 100.000 Filistinliyi ve Arap’ı katletti. Bu katliam süreci, Hamas’ın kurulduğu 1988 yılından çok önce başladı.

İsrail’in geçen ay Gazze’ye gerçekleştirdiği saldırıda sivillere ait evler kasten hedef alındı. Birçok aile yok edildi. İşyerleri, medya kuruluşlarına ait bürolar ve altyapı harap oldu.

Yaşanan dehşet o kadar yalın ve çıplaktı ki İsrail’in Amerika’daki gayrı resmi imaj danışmanı New York Times bile gerçekleri halının altına süpüremedi.

Hamas’ın uyguladığı şiddeti nicelik ve nitelik açısından İsrail’in uyguladığı şiddetle kıyaslamanın bir anlamı bulunmamaktadır. Filistinli herhangi bir örgütün yapıp ettiklerinin ABD’nin icraatları yanında esamisi okunmaz.

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD, dünya genelinde çok sayıda insanı öldürdü, birçok yeri imha etti.

Güneydoğu Asya’dan Guatemala’ya oradan Irak’a kadar müdahale ettiği birçok ülkede ABD, başlattığı savaşlarla, yaptığı darbeler ve müdahalelerle milyonları katletti.

Peki bu İlhan Ömer, Hamas’ı hangi “zalimlikler”inden ötürü suçluyor?

“Hedef Gözetmeyen” Roketler

Hamas’ın İsrail şehirlerine ve stratejik binalarına “hedef gözetmeden” binlerce roket fırlattığı ve sivilleri hedef aldığı için suçlu olduğunu söylüyorlar.

Bu roketlerin asıl amacı, İsrail’i yapıp ettiklerinden caydırmak, Gazze ve Kudüs’te Filistinlilere yönelik gerçekleştirdiği saldırıların ve uyguladığı etnik temizliğin bedelini ona ödetmek.

Bu roketler, İsrail’in Gazze’yi Filistin’in geri kalan bölümünden kopartılmasına dönük çabalarına cevap olarak üretildi. İsrail, Gazze’yi Filistinlileri bölmek, zayıflatmak, topraklarının yerleşimciler tarafından çalınmasını kolaylaştırmak için kopartmaya çalışıyor.

Hamas’ın Gazze lideri Yahya Sinvar, Vice News’e verdiği son röportajda Filistinlilerin güdümsüz roketleri kullanmalarının kendi tercihleri olmadığını söylüyor ve nedenini izah ediyor.

“Elinde silâh cephaneliği, son teknoloji ürünü teçhizat ve hava araçları bulunan İsrail çocuklarımızı ve kadınlarımızı bilerek bombalıyor.

İsrail’in elindekilerle kıyaslandığında ilkel görünen silâhlarla direnen ve kendilerini savunanları İsrail ile kıyaslayamazsınız. Askeri hedefleri vuracak güdümlü füzeler atabilecek imkân ve becerimiz olsaydı, kendi çabamızla yaptığımız roketleri kullanmazdık.

Halkımızı elimizde olanlarla savunmaya mecburuz, elimizde olan da bu.”

ABD ve Avrupa Birliği’nde Filistinlilerin roketlerinden şikâyet edenlerin çıkıp “İsrail’i silahlandırıyoruz ama şu Filistinlilere de hedefi on ikiden vuran silâhlar verelim” dediğini hiç duymuyoruz.

Bu roketlerin sivil hayata zarar vermediğini söyleyen yok tabii.

Geçen ay şiddetin iyice yoğunlaştığı o 11 gün boyunca roket atışı yüzünden İsrail’de 11 kişi öldü. Bir tanksavar, Gazze-İsrail sınırı yakınında bir askeri öldürdü.

Sinvar’a göre Hamas, son çatışma sürecinde tüm kapasitesini kullanmış değil.

Sinvar’ın bu iddiası doğru ise örgütün hedefi, demek ki azami sayıda insan öldürmek ve tahribata yol açmak değil, karşı tarafı caydırmaya ve özsavunmaya yönelik olarak direnişin belirlediği hedeflere ulaşmak için asgari güç kullanmak.

Oysa ırk ayrımcısı rejime karşı sergilenen direnişi ezme amacı doğrultusunda Gazze’yi gece gündüz “hedefi on ikiden vuran” silâhlarla vuran, bombalayan İsrail, şehirde 67’si çocuk 250 Filistinli öldürdü.

Her hayat kıymetlidir, fakat sömürgeci İsrail’in uyguladığı şiddeti İlhan Ömer gibi Filistin direnişiyle kıyaslayanlar, bu türden gerçeklerin üzerini örtüyor.

Şiddet Sürecini Ezen Başlatır

Meseleyi bütün yönleriyle ele almak adına, İlhan Ömer’in bahsini ettiği Hamas’ın yaptığı “zalimlikler”in doksanların ortalarında Filistinlilerin gerçekleştirdiği intihar eylemlerine atıfta bulunup bulunmadığına bakmak gerekiyor. Bu eylemler, işgalci İsrail’in uyguladığı şiddete karşı ümitsizlikle başvurulan eylemlerdi.

2008 sonrası Filistinli örgütler, birçok insanın kınadığı bu taktiği terk etti.

Ama gene de benzer türde şiddet eylemleri, her daim sömürgecilik karşıtı mücadelenin önemli bir parçası olagelmiştir. Yerli halkın teşkil ettiği örgütler, ilkin sömürgecilerin kendilerine uyguladıkları terörün tadına varsınlar diye bu tür eylemleri sömürgecilere yönelik olarak yapmışlardır.

Bugünlerde İsrail’in Filistinlilere yönelik katliamlarını destekleyen ve Filistin direnişini mahkûm eden Batılı politik liderlerin aziz olarak gördüğü Nelson Mandela, bu hususu Uzun Özgürlük Yürüyüşü isimli otobiyografisinde şu şekilde izah eder.

“Mücadele biçimini her daim dayatan ezilen değil ezendir. Eğer ezen şiddet kullanıyorsa ezilene şiddetle cevap vermek dışına bir seçenek kalmaz. Bizim örneğimizde ise şiddet, özsavunmanın meşru biçimiydi.”

Devamında da Mandela, ırk ayrımcısı rejime ettiği lafı hatırlatır: “Şiddeti kınamak bize değil size düşer.”

Silâhlı mücadelenin ilk günlerinde Mandela, başında bulunduğu Afrika Ulusal Kongresi’nin insanları öldürmeme üzerine kurulu taktiklerine yönelik tercihine onay verir.

Ama devamında meramını açık bir dille aktarmayı ihmal etmez:

“Eğer sabotaj eylemi istediğimiz sonuçlara yol açmasaydı, bir sonraki aşamaya, gerilla savaşı ve terörizm aşamasına geçmek için gerekli hazırlığı yapmıştık.”

Filistin’de pazar yerlerinin, otellerinin ve diğer sivil alanların bombalanması, sömürgecilik karşıtı mücadelenin bir parçası değil, Siyonist yerleşimcilerin otuzlarda yerli Filistinlileri korkutmak ve onların kendi kaderlerini tayin hakkını uygulamaya koymalarına mani olmak için devreye sokulmuş sömürgeci bir taktikti.

Filistinliler sadece Siyonistleri sadece taklit etmiş de olabilirler, ama görünüşe göre Ömer, esasında doksanlarda ve 2000’lerin başında gerçekleştirilen bombalı intihar saldırılarından bahsediyor. Burada birkaç hususun üzerinde durmak gerekiyor:

1. Daha önce ifade ettiğimiz üzere, bu taktik, uzun süre önce terk edildi.

2. Bombalı intihar saldırılarını sadece Hamas değil, başında İsrail’in yakın müttefiki ve Blinken’ın sıcak ilişkiler kurma konusunda hevesli olduğu, ABD desteğini arkasına almış olan Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın bulunduğu Fetih dâhil diğer kimi Filistinli örgütler de yaptı.

3. Bu bombalı eylemlerde ölenlerin “hesabı bir şekilde soruldu, adalet tesis edildi”, yani uygun bir ifadeyle, “intikamları alındı”.

İsrail, yapılan saldırılara cevap olarak bir dizi yargısız infaz gerçekleştirdi. Örneğin çocukluğundan beri tekerlekli sandalye kullanan ve kör olan Hamas kurucusu Şeyh Ahmed Yasin’i katletti.

2003’te, Yasin’in öldürülmesinden bir yıl önce İsrail ABD’nin tespitiyle, “teröristten veya şüpheli teröristten çok” olayla alakası olmayan kişileri öldürdü.

Ama bu eylemleri ABD, “terörizm” olarak görmedi.

İsrail, ayrıca Fetih lideri Mervan Barguti’yi 2002’den beri hapiste tutuyor. Onu 2000’lerin başında yaşanan ikinci intifada esnasında “İsrailli yurttaşlara yönelik olarak gerçekleştirilen bombalı intihar eylemlerinin ve silâhlı saldırıların liderlerinden biri” olmakla suçluyor.

Barguti’nin katılıp kendisini savunmayı reddettiği mahkemede İsrail, kendisini beş kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırılarda oynadığı rol sebebiyle suçlu bulup beş kez müebbet hapis cezasına çarptırdı.

Barguti’nin Filistinlilerin üzerinde uçaklarıyla uçup bomba atan pilotlara benzettiği İsrailli hâkimler, delil yetersizliği sebebiyle onlarca şiddet eylemine karışmış olduğuna dair suçlamaları düşürdü.

Bu esnada ABD’de Hamas’ın suçlandığı eylemlerle ilgili olarak ABD mahkemelerinde Filistinlileri ve Filistinli Amerikalıları topluca cezalandıracak sayısız terörizmle mücadele kanunu çıkartıldı.

Buna karşılık, Filistinliler, İsrail’in ABD desteğiyle kendilerine yönelik olarak işlediği suçları ABD mahkemelerine götürme imkânı bulamadılar.

Öte yandan, İlhan Ömer, ABD’nin bugünlerde Filistinlilerin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde adalet aramalarına mani olduğuna dair tespitinde haklı.

Ayrıca “uluslararası toplum” denilen yapı, Filistinlilerin silâhlı mücadeleden sivil itaatsizlik eylemi olarak uygulanan boykotlara kadar başvurdukları tüm direniş biçimlerini sürekli mahkûm ediyor.

“Uslu Kurbanlar”

Batı’da en kolay başvurulan taktik Hamas’ı ve diğer Filistin örgütlerini Yahudilere yönelik akıl dışı nefretleri sebebiyle her şeyi yakıp yıkan, ölüme meyilli, gözünü kan bürümüş dini yobazlar olarak gösterip şeytanlaştırmak.

İsrail, yürüttüğü propagandada hep bu mesajı kullanıyor. Üzücü olan şu ki İlhan Ömer de, niyeti bu olsun ya da olmasın, yorumlarıyla İsrail’in ekmeğine yağ sürüyor.

Kurulduğu günden beri, bilhassa son yirmi yıldır Hamas, Filistin ulusal siyasetinin merkezine oturdu. Yüz yıl önce Mısır’da kurulmuş olan ve farklı ülkelerde faaliyet yürüten Müslüman Kardeşler’den koptu. İsrail yanında kurulacak Filistin devleti için gerekli zemin olarak 1967 sınırlarını kabul etti.

Örgüt, ayrıca eskiden Avrupa’da sıkça başvurulan antisemitist kalıpları ödünç alan ilk belgelerinden bazılarında kullandığı dili açıktan reddetti.

2017’de yayımlanan ve örgütün yol gösterici ilkelerinin genel çerçevesini sunan belgede bu değişiklikler açıktan teyit edildi. Belgede şunlar söyleniyordu:

“Siyonist projeyle yaşanan çatışma, dinleri sebebiyle Yahudilerle yürütülen bir çatışma değil. Hamas, Yahudilere karşı, sırf onlar Yahudi diye mücadele yürütmüyor, Hamas, Filistin’i işgal altında tutan Siyonistlere karşı mücadele yürütüyor. Öte yandan, Siyonistler, Yahudiliği ve Yahudileri kendi sömürgeci projeleriyle ve yasa dışı varlıklarıyla sürekli bir tutuyorlar.”

Belge, ayrıca İsrail’e askeri düzeyde karşı koymanın Filistinlilerin hakkı olduğunu, askeri eylemin kendi içinde bir amaç değil, politik ve ulusal hedeflere ulaşmanın bir aracı olduğunu söylüyor.

Hamas lideri Sinvar, silâhlı mücadelenin tercih ettikleri bir araç olmadığını ekliyor.

“Biz savaş ya da mücadele istemiyoruz, çünkü bunlar hayatlara mal oluyor. Halkımız barışı hak ediyor.”

İsrail’in keskin nişancılarına çocukları vurma emri verdiği 2018’deki o Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü’nden bahsederken Sinvar şu tespiti yapıyor:

“Uzun süre barışçıl direniş ve halk direnişi yolunu denedik, ama bu yol İsrail’in katliamlarını durdurmadı, dünya, oturup işgal gücünün elindeki savaş mekanizmasının gençlerimizi katletmesini seyretti. Dünya, bizi hiç itiraz etmeden katledilen, uslu duran, kibarlık eden, terbiyeli, bıçağa boynunu gönüllü olarak uzatan koyunlar olarak görmeyi mi bekliyor?”

Hamas politikalarına dair, gerçeği temel alan bir değerlendirmede bulunulduğunda, örgütün şiddete düşkün olan, öyle ki Filistinli çocukları zırh olarak kullanan, kana susamış bir örgüt olduğuna dair yalanları ve yapılan ırkçı propagandanın boş ve gerçek dışı olduğu görülüyor.

ABD ve İsrail’deki Reddiyecilik

Yıllardır Hamas, diğer ulusal kurtuluş hareketlerini ve sömürgecilik karşıtı hareketleri, bilhassa Sinn Fein ve İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nun takip ettiği siyaset yolunu taklit etti.

İngilizlerin uzun süre “terörist” diye damgalayıp şeytanlaştırdığı bu İrlandalı örgütler, gene de İrlanda’nın kuzeyinde onlarca yıldır süren şiddet sürecini sonlandıracak olan 1998 Belfast Anlaşması’nı doğuran müzakere sürecinin parçası oldular.

Bu anlaşma, aynı zamanda İrlanda milliyetçilerinin İngilizlerin büyük kısmı Protestan olan yerleşimci-sömürgecilerin gücünü ve imtiyazlarını korumak için kurduğu Kuzey İrlanda denilen devletçiğin ortadan kaldırılması hedefine ulaşmalarını sağlayacak şartları da belirledi.

Hamas ve diğer Filistinli örgütler, askeri direnişlerine devam ediyorlarsa bunun sebebi, İsrail’in ve onun Amerikalı ve Avrupalı destekçilerinin İsraillilerle uzlaşma konusunda Filistin tarafının cömertçe sunduğu, kapsamlı tekliflerin hepsini redde tabi tutmuş olmasıdır.

Nihayetinde Hamas, Filistinlilerin kendi ülkelerinin sadece yüzde 22’inde kurulacak bir devleti kabul etmelerini öngören iki devletli çözüme bile rıza gösterdi.

İsrail, bu karara topyekûn reddiyecilikle cevap verdi ve Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e uzanan toprakların tamamının sürekli kendi mülkünde ve kontrolünde kalması, Yahudilerin bölgede üstün olmaları konusunda ısrar etti.

Bu güçlerdeki reddiyecilik öyle ifrata varmış durumda ki ABD, bir süredir savaştığı Taliban’la doğrudan müzakere yürütürken, kendisiyle hiç savaşmamış olan Hamas’la temas kurmayı kesinlikle reddediyor.

Geçen yıl İsrail ile muhtelif Arap rejimleriyle, ABD’nin arabuluculuğunda imzalanan normalleşme anlaşmaları, İsrail’e Kudüs’te yürüttüğü etnik temizlik faaliyetlerini yoğunlaştırması konusunda yeşil ışık yaktı.

Bu durum, Gazze’deki Filistinli direniş örgütlerini Kudüs’te bulunan ve dünya tarafından kaderlerine terk edilmiş olan Filistinlileri savunma konusunda askeri cevap geliştirmeye mecbur etti.

Filistinli direniş örgütlerinin uyguladığı şiddeti ABD’nin veya sömürgeci işgalci gücün uyguladığı şiddetle aynı kefeye koymak, ahlaken ayıp. Bu, ABD’de Siyahlara karşı uygulanan polis şiddeti ve sistematik ırkçılık gerçeğiyle yüzleştiklerinde “herkesin hayatı önemli” diye bağıranların yaptığı kadar ayıp bir davranış.

Evet tüm insanların hayatı önemli tabii, ama o insanların canlarını alan şiddetin sorumluluğu taraflara eşit olarak dağıtılamaz.

Gerçek sorumlular tespit edilmeden, Filistin’de Siyonist sömürgeciliğin tüm politik şiddetin ana sebebi olduğu görülmeden, şiddete son verecek adil bir barışı hiçbirimiz umut dahi edemeyiz.

Ali Ebunima
10 Haziran 2021
Kaynak

0 Yorum: