Temsilciler Meclisi vekili İlhan Ömer, Pazartesi günü
gerçekleştirilen Kongre oturumunda, Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’a itiraz
ederken Filistinlilere iyilik yapmış olduğunu düşünmüş olabilir.
Oysa onun Hamas’la ilgili yorumları, İsrail’in
Filistin direnişini gayrimeşru ilân etme amaçlı propagandasını takviye etmekten
başka bir işe yaramıyor.
Üzücü olan şu ki Ömer’in savunduğu, “her iki taraf da
hatalı” diyen görüş, Filistin yanlısıymış gibi görünen liberaller arasında
yaygın olan dilin somut bir yönü aslında.
Ömer, Blinken’la yaptığı tartışmanın videosunu
Twitter’dan paylaşmış. Oraya şu cümleyi iliştirmeyi ihmal etmemiş:
“İnsanlığa
karşı işlenen suçların tüm mağdurlarına adalet sunabilmeli, suçu işleyenlerin
hepsinin aynı ölçüde hesap verebilmesini sağlayabilmeliyiz.”
Ömer tvitinde, “ABD’nin de Hamas’ın da İsrail’in de
Afganistan’ın da Taliban’ın da hiç düşünmeden zalimlikler yapabildiğine şahit
olduk” diyor.
Ömer dışişleri bakanının “savaş suçlarının ve
insanlığa karşı işlenen suçların Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde
soruşturulmasına karşı çıkan yaklaşımı”na yönelik itirazında tabii ki haklı.
“Şunu
vurgulamalıyım ki İsrail ve Filistin’de İsrail güvenlik güçleri de Hamas da suç
işliyor. Afganistan’da Afgan ulusal hükümeti de Taliban da suç işledi.”
Bunları söyleyen Ömer, nedense ABD’nin işlediği
suçlardan bahsetmiyor.
Birçoklarının dile getirdiği biçimiyle Blinken’ın
verdiği cevap, bekleneceği üzere, riyakâr ve samimiyetsiz bir cevap. Blinken,
Filistinlilerin İsrail’de adalet arayışı içine girebileceklerini söylüyor. Bu
yalan yanlış tespiti diline doluyor.
Eşit Değil
Asıl sorun şu: Filistinlilere verdiği, sırf gevezelik
üzerine kurulu desteği sayesinde seçim kampanyasında para toplama imkânı
bulabilmiş olan İlhan Ömer, Filistin direnişini ve özsavunma pratiğini
“insanlığa karşı işlenmiş suçlar” kategorisinde ele alıyor ve bu direnişi
İsrail’in yerleşimci-sömürgeci şiddetiyle eşitliyor.
Oysa bu, altı boş ve anlamsız yaklaşımı dâhilinde
tarafsız olduğunu göstermek için başvurulmuş ucuz ve kolay bir tavır. Ömer’in
tavrı, bu anlamda, İsrail’in köktenci ırkçılığına itiraz etmeden ona karşı sert
bir dil kullanıyormuş gibi görünmeye çalışan ABD’li siyasetçilerin tavrını
andırıyor. Bu gösteriş üzerine kurulu tavrın politik açıdan kabul edilir bir
tavır olduğunu herkes biliyor.
Asıl politik açıdan zor olan, uluslararası düzlemde
kabul gören, elindeki araçlarla direnme hakkını uygulamaya dökmüş bir sömürge
halkla onu korkuyla sindiren, elindeki gelişmiş silâhları insanları öldürmek
için kullanan, nükleer silâhlara sahip bir devletin ahlaki düzlemde
eşitlenemeyeceğini söylemek. Asıl doğru yaklaşım bu.
İsrail’in zalimliklerini içeren liste epey kabarık.
Burada yinelemeye gerek yok. Kuruluş aşamasında 800.000 Filistinliyi ülkeden
kovan İsrail, 1948’den bugüne 100.000 Filistinliyi ve Arap’ı katletti. Bu
katliam süreci, Hamas’ın kurulduğu 1988 yılından çok önce başladı.
İsrail’in geçen ay Gazze’ye gerçekleştirdiği saldırıda
sivillere ait evler kasten hedef alındı. Birçok aile yok edildi. İşyerleri,
medya kuruluşlarına ait bürolar ve altyapı harap oldu.
Yaşanan dehşet o kadar yalın ve çıplaktı ki İsrail’in
Amerika’daki gayrı resmi imaj danışmanı New York Times bile gerçekleri
halının altına süpüremedi.
Hamas’ın uyguladığı şiddeti nicelik ve nitelik
açısından İsrail’in uyguladığı şiddetle kıyaslamanın bir anlamı
bulunmamaktadır. Filistinli herhangi bir örgütün yapıp ettiklerinin ABD’nin
icraatları yanında esamisi okunmaz.
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD, dünya genelinde
çok sayıda insanı öldürdü, birçok yeri imha etti.
Güneydoğu Asya’dan Guatemala’ya oradan Irak’a kadar
müdahale ettiği birçok ülkede ABD, başlattığı savaşlarla, yaptığı darbeler ve
müdahalelerle milyonları katletti.
Peki bu İlhan Ömer, Hamas’ı hangi “zalimlikler”inden
ötürü suçluyor?
“Hedef Gözetmeyen” Roketler
Hamas’ın İsrail şehirlerine ve stratejik binalarına
“hedef gözetmeden” binlerce roket fırlattığı ve sivilleri hedef aldığı için
suçlu olduğunu söylüyorlar.
Bu roketlerin asıl amacı, İsrail’i yapıp ettiklerinden
caydırmak, Gazze ve Kudüs’te Filistinlilere yönelik gerçekleştirdiği
saldırıların ve uyguladığı etnik temizliğin bedelini ona ödetmek.
Bu roketler, İsrail’in Gazze’yi Filistin’in geri kalan
bölümünden kopartılmasına dönük çabalarına cevap olarak üretildi. İsrail,
Gazze’yi Filistinlileri bölmek, zayıflatmak, topraklarının yerleşimciler
tarafından çalınmasını kolaylaştırmak için kopartmaya çalışıyor.
Hamas’ın Gazze lideri Yahya Sinvar, Vice News’e
verdiği son röportajda Filistinlilerin güdümsüz roketleri kullanmalarının kendi
tercihleri olmadığını söylüyor ve nedenini izah ediyor.
“Elinde
silâh cephaneliği, son teknoloji ürünü teçhizat ve hava araçları bulunan İsrail
çocuklarımızı ve kadınlarımızı bilerek bombalıyor.
İsrail’in
elindekilerle kıyaslandığında ilkel görünen silâhlarla direnen ve kendilerini
savunanları İsrail ile kıyaslayamazsınız. Askeri hedefleri vuracak güdümlü
füzeler atabilecek imkân ve becerimiz olsaydı, kendi çabamızla yaptığımız
roketleri kullanmazdık.
Halkımızı
elimizde olanlarla savunmaya mecburuz, elimizde olan da bu.”
ABD ve Avrupa Birliği’nde Filistinlilerin
roketlerinden şikâyet edenlerin çıkıp “İsrail’i silahlandırıyoruz ama şu
Filistinlilere de hedefi on ikiden vuran silâhlar verelim” dediğini hiç
duymuyoruz.
Bu roketlerin sivil hayata zarar vermediğini söyleyen
yok tabii.
Geçen ay şiddetin iyice yoğunlaştığı o 11 gün boyunca
roket atışı yüzünden İsrail’de 11 kişi öldü. Bir tanksavar, Gazze-İsrail sınırı
yakınında bir askeri öldürdü.
Sinvar’a göre Hamas, son çatışma sürecinde tüm
kapasitesini kullanmış değil.
Sinvar’ın bu iddiası doğru ise örgütün hedefi, demek
ki azami sayıda insan öldürmek ve tahribata yol açmak değil, karşı tarafı
caydırmaya ve özsavunmaya yönelik olarak direnişin belirlediği hedeflere
ulaşmak için asgari güç kullanmak.
Oysa ırk ayrımcısı rejime karşı sergilenen direnişi
ezme amacı doğrultusunda Gazze’yi gece gündüz “hedefi on ikiden vuran”
silâhlarla vuran, bombalayan İsrail, şehirde 67’si çocuk 250 Filistinli
öldürdü.
Her hayat kıymetlidir, fakat sömürgeci İsrail’in uyguladığı
şiddeti İlhan Ömer gibi Filistin direnişiyle kıyaslayanlar, bu türden
gerçeklerin üzerini örtüyor.
Şiddet Sürecini Ezen Başlatır
Meseleyi bütün yönleriyle ele almak adına, İlhan
Ömer’in bahsini ettiği Hamas’ın yaptığı “zalimlikler”in doksanların ortalarında
Filistinlilerin gerçekleştirdiği intihar eylemlerine atıfta bulunup
bulunmadığına bakmak gerekiyor. Bu eylemler, işgalci İsrail’in uyguladığı
şiddete karşı ümitsizlikle başvurulan eylemlerdi.
2008 sonrası Filistinli örgütler, birçok insanın kınadığı
bu taktiği terk etti.
Ama gene de benzer türde şiddet eylemleri, her daim
sömürgecilik karşıtı mücadelenin önemli bir parçası olagelmiştir. Yerli halkın
teşkil ettiği örgütler, ilkin sömürgecilerin kendilerine uyguladıkları terörün
tadına varsınlar diye bu tür eylemleri sömürgecilere yönelik olarak
yapmışlardır.
Bugünlerde İsrail’in Filistinlilere yönelik
katliamlarını destekleyen ve Filistin direnişini mahkûm eden Batılı politik
liderlerin aziz olarak gördüğü Nelson Mandela, bu hususu Uzun Özgürlük Yürüyüşü
isimli otobiyografisinde şu şekilde izah eder.
“Mücadele
biçimini her daim dayatan ezilen değil ezendir. Eğer ezen şiddet kullanıyorsa
ezilene şiddetle cevap vermek dışına bir seçenek kalmaz. Bizim örneğimizde ise
şiddet, özsavunmanın meşru biçimiydi.”
Devamında da Mandela, ırk ayrımcısı rejime ettiği lafı
hatırlatır: “Şiddeti kınamak bize değil size düşer.”
Silâhlı mücadelenin ilk günlerinde Mandela, başında
bulunduğu Afrika Ulusal Kongresi’nin insanları öldürmeme üzerine kurulu
taktiklerine yönelik tercihine onay verir.
Ama devamında meramını açık bir dille aktarmayı ihmal
etmez:
“Eğer
sabotaj eylemi istediğimiz sonuçlara yol açmasaydı, bir sonraki aşamaya,
gerilla savaşı ve terörizm aşamasına geçmek için gerekli hazırlığı yapmıştık.”
Filistin’de pazar yerlerinin, otellerinin ve diğer
sivil alanların bombalanması, sömürgecilik karşıtı mücadelenin bir parçası
değil, Siyonist yerleşimcilerin otuzlarda yerli Filistinlileri korkutmak ve
onların kendi kaderlerini tayin hakkını uygulamaya koymalarına mani olmak için
devreye sokulmuş sömürgeci bir taktikti.
Filistinliler sadece Siyonistleri sadece taklit etmiş
de olabilirler, ama görünüşe göre Ömer, esasında doksanlarda ve 2000’lerin
başında gerçekleştirilen bombalı intihar saldırılarından bahsediyor. Burada
birkaç hususun üzerinde durmak gerekiyor:
1. Daha önce ifade ettiğimiz üzere, bu taktik, uzun
süre önce terk edildi.
2. Bombalı intihar saldırılarını sadece Hamas değil,
başında İsrail’in yakın müttefiki ve Blinken’ın sıcak ilişkiler kurma konusunda
hevesli olduğu, ABD desteğini arkasına almış olan Filistin Yönetimi lideri
Mahmud Abbas’ın bulunduğu Fetih dâhil diğer kimi Filistinli örgütler de yaptı.
3. Bu bombalı eylemlerde ölenlerin “hesabı bir şekilde
soruldu, adalet tesis edildi”, yani uygun bir ifadeyle, “intikamları alındı”.
İsrail, yapılan saldırılara cevap olarak bir dizi
yargısız infaz gerçekleştirdi. Örneğin çocukluğundan beri tekerlekli sandalye
kullanan ve kör olan Hamas kurucusu Şeyh Ahmed Yasin’i katletti.
2003’te, Yasin’in öldürülmesinden bir yıl önce İsrail
ABD’nin tespitiyle, “teröristten veya şüpheli teröristten çok” olayla alakası
olmayan kişileri öldürdü.
Ama bu eylemleri ABD, “terörizm” olarak görmedi.
İsrail, ayrıca Fetih lideri Mervan Barguti’yi 2002’den
beri hapiste tutuyor. Onu 2000’lerin başında yaşanan ikinci intifada esnasında
“İsrailli yurttaşlara yönelik olarak gerçekleştirilen bombalı intihar
eylemlerinin ve silâhlı saldırıların liderlerinden biri” olmakla suçluyor.
Barguti’nin katılıp kendisini savunmayı reddettiği
mahkemede İsrail, kendisini beş kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırılarda
oynadığı rol sebebiyle suçlu bulup beş kez müebbet hapis cezasına çarptırdı.
Barguti’nin Filistinlilerin üzerinde uçaklarıyla uçup
bomba atan pilotlara benzettiği İsrailli hâkimler, delil yetersizliği sebebiyle
onlarca şiddet eylemine karışmış olduğuna dair suçlamaları düşürdü.
Bu esnada ABD’de Hamas’ın suçlandığı eylemlerle ilgili
olarak ABD mahkemelerinde Filistinlileri ve Filistinli Amerikalıları topluca
cezalandıracak sayısız terörizmle mücadele kanunu çıkartıldı.
Buna karşılık, Filistinliler, İsrail’in ABD desteğiyle
kendilerine yönelik olarak işlediği suçları ABD mahkemelerine götürme imkânı
bulamadılar.
Öte yandan, İlhan Ömer, ABD’nin bugünlerde
Filistinlilerin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde adalet aramalarına mani
olduğuna dair tespitinde haklı.
Ayrıca “uluslararası toplum” denilen yapı,
Filistinlilerin silâhlı mücadeleden sivil itaatsizlik eylemi olarak uygulanan
boykotlara kadar başvurdukları tüm direniş biçimlerini sürekli mahkûm ediyor.
“Uslu Kurbanlar”
Batı’da en kolay başvurulan taktik Hamas’ı ve diğer
Filistin örgütlerini Yahudilere yönelik akıl dışı nefretleri sebebiyle her şeyi
yakıp yıkan, ölüme meyilli, gözünü kan bürümüş dini yobazlar olarak gösterip
şeytanlaştırmak.
İsrail, yürüttüğü propagandada hep bu mesajı
kullanıyor. Üzücü olan şu ki İlhan Ömer de, niyeti bu olsun ya da olmasın,
yorumlarıyla İsrail’in ekmeğine yağ sürüyor.
Kurulduğu günden beri, bilhassa son yirmi yıldır
Hamas, Filistin ulusal siyasetinin merkezine oturdu. Yüz yıl önce Mısır’da
kurulmuş olan ve farklı ülkelerde faaliyet yürüten Müslüman Kardeşler’den
koptu. İsrail yanında kurulacak Filistin devleti için gerekli zemin olarak 1967
sınırlarını kabul etti.
Örgüt, ayrıca eskiden Avrupa’da sıkça başvurulan
antisemitist kalıpları ödünç alan ilk belgelerinden bazılarında kullandığı dili
açıktan reddetti.
2017’de yayımlanan ve örgütün yol gösterici
ilkelerinin genel çerçevesini sunan belgede bu değişiklikler açıktan teyit
edildi. Belgede şunlar söyleniyordu:
“Siyonist
projeyle yaşanan çatışma, dinleri sebebiyle Yahudilerle yürütülen bir çatışma
değil. Hamas, Yahudilere karşı, sırf onlar Yahudi diye mücadele yürütmüyor,
Hamas, Filistin’i işgal altında tutan Siyonistlere karşı mücadele yürütüyor.
Öte yandan, Siyonistler, Yahudiliği ve Yahudileri kendi sömürgeci projeleriyle
ve yasa dışı varlıklarıyla sürekli bir tutuyorlar.”
Belge, ayrıca İsrail’e askeri düzeyde karşı koymanın
Filistinlilerin hakkı olduğunu, askeri eylemin kendi içinde bir amaç değil,
politik ve ulusal hedeflere ulaşmanın bir aracı olduğunu söylüyor.
Hamas lideri Sinvar, silâhlı mücadelenin tercih
ettikleri bir araç olmadığını ekliyor.
“Biz
savaş ya da mücadele istemiyoruz, çünkü bunlar hayatlara mal oluyor. Halkımız
barışı hak ediyor.”
İsrail’in keskin nişancılarına çocukları vurma emri
verdiği 2018’deki o Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü’nden bahsederken Sinvar şu
tespiti yapıyor:
“Uzun
süre barışçıl direniş ve halk direnişi yolunu denedik, ama bu yol İsrail’in
katliamlarını durdurmadı, dünya, oturup işgal gücünün elindeki savaş
mekanizmasının gençlerimizi katletmesini seyretti. Dünya, bizi hiç itiraz
etmeden katledilen, uslu duran, kibarlık eden, terbiyeli, bıçağa boynunu
gönüllü olarak uzatan koyunlar olarak görmeyi mi bekliyor?”
Hamas politikalarına dair, gerçeği temel alan bir
değerlendirmede bulunulduğunda, örgütün şiddete düşkün olan, öyle ki Filistinli
çocukları zırh olarak kullanan, kana susamış bir örgüt olduğuna dair yalanları
ve yapılan ırkçı propagandanın boş ve gerçek dışı olduğu görülüyor.
ABD ve İsrail’deki Reddiyecilik
Yıllardır Hamas, diğer ulusal kurtuluş hareketlerini
ve sömürgecilik karşıtı hareketleri, bilhassa Sinn Fein ve İrlanda Cumhuriyet
Ordusu’nun takip ettiği siyaset yolunu taklit etti.
İngilizlerin uzun süre “terörist” diye damgalayıp
şeytanlaştırdığı bu İrlandalı örgütler, gene de İrlanda’nın kuzeyinde onlarca
yıldır süren şiddet sürecini sonlandıracak olan 1998 Belfast Anlaşması’nı
doğuran müzakere sürecinin parçası oldular.
Bu anlaşma, aynı zamanda İrlanda milliyetçilerinin
İngilizlerin büyük kısmı Protestan olan yerleşimci-sömürgecilerin gücünü ve
imtiyazlarını korumak için kurduğu Kuzey İrlanda denilen devletçiğin ortadan
kaldırılması hedefine ulaşmalarını sağlayacak şartları da belirledi.
Hamas ve diğer Filistinli örgütler, askeri
direnişlerine devam ediyorlarsa bunun sebebi, İsrail’in ve onun Amerikalı ve
Avrupalı destekçilerinin İsraillilerle uzlaşma konusunda Filistin tarafının
cömertçe sunduğu, kapsamlı tekliflerin hepsini redde tabi tutmuş olmasıdır.
Nihayetinde Hamas, Filistinlilerin kendi ülkelerinin
sadece yüzde 22’inde kurulacak bir devleti kabul etmelerini öngören iki
devletli çözüme bile rıza gösterdi.
İsrail, bu karara topyekûn reddiyecilikle cevap verdi
ve Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e uzanan toprakların tamamının sürekli kendi
mülkünde ve kontrolünde kalması, Yahudilerin bölgede üstün olmaları konusunda
ısrar etti.
Bu güçlerdeki reddiyecilik öyle ifrata varmış durumda
ki ABD, bir süredir savaştığı Taliban’la doğrudan müzakere yürütürken,
kendisiyle hiç savaşmamış olan Hamas’la temas kurmayı kesinlikle reddediyor.
Geçen yıl İsrail ile muhtelif Arap rejimleriyle,
ABD’nin arabuluculuğunda imzalanan normalleşme anlaşmaları, İsrail’e Kudüs’te
yürüttüğü etnik temizlik faaliyetlerini yoğunlaştırması konusunda yeşil ışık
yaktı.
Bu durum, Gazze’deki Filistinli direniş örgütlerini
Kudüs’te bulunan ve dünya tarafından kaderlerine terk edilmiş olan
Filistinlileri savunma konusunda askeri cevap geliştirmeye mecbur etti.
Filistinli direniş örgütlerinin uyguladığı şiddeti
ABD’nin veya sömürgeci işgalci gücün uyguladığı şiddetle aynı kefeye koymak,
ahlaken ayıp. Bu, ABD’de Siyahlara karşı uygulanan polis şiddeti ve sistematik
ırkçılık gerçeğiyle yüzleştiklerinde “herkesin hayatı önemli” diye bağıranların
yaptığı kadar ayıp bir davranış.
Evet tüm insanların hayatı önemli tabii, ama o
insanların canlarını alan şiddetin sorumluluğu taraflara eşit olarak
dağıtılamaz.
Gerçek sorumlular tespit edilmeden, Filistin’de
Siyonist sömürgeciliğin tüm politik şiddetin ana sebebi olduğu görülmeden,
şiddete son verecek adil bir barışı hiçbirimiz umut dahi edemeyiz.
Ali Ebunima
10 Haziran 2021
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder