1.
İdeolojik Bir Aygıt Olarak Eğitim
“İstendik
davranış değişikliği oluşturma süreci” olarak tanımlanan eğitim, insanın
toplumsallaşma sürecinde doğumdan ölüme kadar kesintisiz şekilde devam eder. Eğitim
sürecinin kendisi ideolojik bir programa sahiptir. Marksist yazında “ideolojik
aygıt” olarak belirlenen eğitim, düzene uygun kafalar yetiştirmede önemli bir
role sahiptir. Değerlerin aktarımında, düzene uygun alışkanlıklar ve hayat
felsefesinin belirlenmesinde egemenler ve burjuvazi için eğitim kurumları,
düzenin ideolojisinin zihinlere yerleştirildiği merkezlerdir.
İdeolojik
aygıtların bir diğeri de dindir. Din; burjuvaziye ve egemenlere itaat edecek,
sömürüye ve yozlaşmaya itiraz etmeyecek halkın oluşturulmasında eğitimin diğer
bir bileşenidir.
Ülkemizde
eğitim kurumlarının nicel ve nitel açıdan artırılması Cumhuriyet’in ilânından
sonra hız kazanmıştır. Halkevleri, Millet Mektepleri, Köy Enstitüleri ve
üniversitelerin açılması, Cumhuriyet’in ekonomik ve toplumsal idealleri
çerçevesinde sanayileşmenin, Batı düşüncesinin ve ilerlemeciliğin güçlenmesi
açısından değerlendirilebilir.
Çok
partili hayata geçildikten sonra 27 Mayıs’a giden süreçte mevcut yönetime
geliştirilen itirazlar önce üniversitelerde boy vermiştir. Öğrencilerin
gösterileri sırasında Turan Emeksiz vurulmuştur. Batı merkezli 68 öğrenci
hareketlerine göre erken bir dönemdir bu.
68
hareketinin yankılarının ülkemizde görülmeye başlaması, TİP’in Meclis’e 15
vekille girmesi, şanlı 15-16 Haziran işçi direnişleri, Kavel direnişi,
ülkemizde sınıf mücadelesinin yükselişe geçip kitleselleşmenin hız kazandığı
hareketlilik sürecidir. TİP deneyiminden sonra 71 kopuşu sınıfsız sömürüsüz bir
düzenin kurulması yolunda üniversiteli gençliğin önemli atılımlarıdır. 12 Mart
ve 74 Affı sonrası üniversite gençliği tekrar harekete geçerek, yoksul
semtlerde işçilerle, tarlalarda köylülerle, fabrikalarda ve tersanelerde
grevlerle sınıf mücadelesinin bayrağını yükseltmiştir. İnşaat işçisi bir
proleterin paylaşımı bu noktada önemlidir: “Sola sempatim ve güvenim 80 öncesine
dayanır. Çalıştığımız bir üniversite inşaatında ücretimizi alamamıştık.
Üniversitenin solcu gençleri gelip bize destek eylemleri düzenleyerek
ücretimizi almamızı sağladı.”
12
Mart’ın, gençliğin sınıf mücadelesine katılıp halka ve sınıfa uygun politika
geliştirmesini baskılaması sadece birkaç yıllık bir dönemdir. Düzene uygun
kafaların yetiştirilmesinde eğitim kurumlarının üstlendiği görev dikkate
alınırsa gençliğin ülkenin dört bir yanına dalga dalga taşıdığı sınıf
mücadelesi ve sosyalizm ideali 12 Eylül’e kadarki süreçte birçok grev, boykot
ve hak arama mücadelesini geliştirdiğinden, egemenlerin ve burjuvazinin
sömürülecek insan yetiştirme idealini ve programını engellemiştir.
Üniversiteliler, demokratik bir üniversite ve bilimsel eğitim mücadelesini
rektör seçimlerini boykot ederek, faşistlerin yurt baskınlarında onları
püskürterek yürütmüşlerdir.
Faşist
çetelerin yurt baskınlarında kafasına aldığı darbeden dolayı yaşamını yitiren
bir genç de bugün yaşasa iyi bir şair olacak Arkadaş Zekai Özger’dir.
Üniversitelilerin
mücadelesine destek veren akademisyenler de faşistlerin hedefi hâline gelerek
katledilmiştir. Gençliğin önüne soğuk savaş yıllarının etkisiyle faşist çeteler
çıkarılsa da sokakta, okulda, yurtta ve iş yerlerinde faşistlerin püskürtülmesi
gençlik tarafından sağlandığından ve gerek Fatsa özelinde düşünüldüğünde
egemenlerin ve burjuvazinin yaşadığı çaresizlik 12 Eylül darbesini getirmiştir.
Fakültenin
yanı demirden köprü
Fakültenin önü bir sıra kavaktı
Biz bir garip yiğit kişiydik
Bütün hürriyetler bizden uzaktı
Faşistler
camlara yürüdüler
Kürsüleri kırdılar, höykürdüler. [Enver Gökçe]
Kenan
Evren’in deyimiyle, “tıbbi bir müdahale” gerçekleşmiş ve artık sokak huzura
kavuşmuştur! Daha adil bir düzende sömürülmeden eşit şekilde yaşamanın önüne
çıkarılan her engel “tıbbi bir müdahale”dir egemenler açısından. Bu yüzden 12
Eylül sürecinde bilim adına(!) zindanlara atılan gençliğin beyni de
“hastalıklı” kabul edildiğinden, ülkenin önde gelen sözde bilim insanları
tarafından incelenmek üzere zorla müdahale gerçekleştirilerek ardından konferanslar
verilmiştir.
İşte
vurulmuş üniversite cesetleri
Fareler dolaşıyor gözbebeklerinde
Dişetlerinde böcekler
Sanat öfkeli-düşün açlık
Gençlik yaralı-bilim yokluk
Bir yanı stadyumlar dolusu
Diskotekler dolusu bir boşluk (…)
İşte vurulmuş üniversite cesetleri
Ve aydınlar
Ki el fenerleri tarihin
Kimi çekilmiş köşesine tükenmiş
Teslim bayrağını çoktan çekmiş
Kimi gecikmiş bir yargıda
Zulüm yasasının yargısı karşısında
Gülden bir demet inanç kesilmiş. [Adnan Yücel]
12
Eylül, üniversitelerde lümpen ve apolitik(!) gençlik yaratmaya çalışırken sol
görüşlü öğretmenleri ve akademisyenleri tutuklayarak, sürgün ve ihraç ederek
sistem açısından ideal bir eğitim sürecinin başlamasına çabalamıştır. Bu
çaresiz çaba, darbe sonrası 89 Bahar Eylemleri’nin, Taksim’de 1 Mayıs kutlama
ısrarının etkisiyle egemenler açısından tekrar başarısızlığa uğramıştır.
90
sürecinde Sovyetler dağılınca emperyalizm ve burjuvazi için yaşanan sevinç çok
kısa sürmüştür. Tarihin sonu daha gelmemiştir. Dünya solunda yaşanan moral
düşüşüne rağmen ülkemiz işçi sınıfı, ezilenler ve üniversite gençliği tekrar
sınıf mücadelesinin içindeki yerini almıştır. Bir yandan 12 Eylül’ün getirdiği
yozlaştırma sürerken, kampüsler sınıf siyasetinin merkezine dönüşmüştür.
Grevlerde, boykotlarda, 1 Mayıslarda üniversite gençliği güçlü bir dinamizm
sergilemiştir. Yemekhane, yurt, ulaşım zammına yönelik protesto ve eylemler,
gençliğin hak arama mücadelesinde önemli adımlardır. Ülkemiz solunun yaptığı
hatalar ve egemenlerin baskısıyla 2000’li yıllar itibariyle üniversite
gençliğinin sınıf mücadelesine katılımı zayıflasa da hak arama mücadelesinde
önemli kazanımlar yaşanarak harç ücretleri kaldırılmıştır. Aynı şekilde, 1
Mayıslara ve Gezi’ye katılım sağlanmıştır.
Yazının
başında belirttiğimiz husus olan eğitimin ideolojik aygıt olmasına dönecek
olursak, 12 Eylül’ün eğitim alanındaki tahribatı dinselleşmenin hız kazanması
ve sömürüye uygun sınıfın oluşturulmasıdır. Bugün Aydın’da KYK yurdunda kalan
Zeren’in asansörde ölmesi ve birçok arkadaşının yaralanması bu sürecin
sonucudur. Bugün üniversite birinci sınıf öğrencisi bir genç 2005-2006
doğumludur. Son 20 yılda eğitim alanında yaşanan dönüşümler dikkate alınırsa
nasıl bir gençlik yaratılmak istendiği ve gençliğin nelere maruz kaldığı daha
net anlaşılacaktır.
Araştırmalarda
görüldüğü gibi okul öncesi yaştaki çocukların büyük çoğunluğu vakıflar adı
altında tarikatların eğitiminden geçmektedir. Okullarda verilen eğitimin
içeriği kaderci ve itiraz geliştirme bilincine sahip olmayan gerici zihniyetin
güçlendirilmesine yöneliktir. Sabah karanlığında okula giden, 40 kişilik
sınıflarda öğrenim gören, kantinden alışveriş yapacak harçlığa sahip olmayan,
akşam karanlığında okuldan eve giden, okul dışında çalışan; sokakta
tarikatların ve uyuşturucu çetelerinin, medyanın ideolojik manipülasyonuna maruz
kalan öğrencilerin oluşturduğu kitle burjuvazi için sömürüye hizmet edecek bir
sınıfın oluşmasına uygun hâle getirilmektedir.
MESEM
projesiyle 5 gün çıraklık adı altında sömürülen lise öğrencileri altıncı gün
okulda bir günlük ders görmektedir. Çocuk işçiliği ve sömürü bu şekilde
gerçekleşirken sınıf mücadelesinden bihaber sendikalar bu duruma sessiz
kalmaktadır. ÇEDES projesiyle okullara “manevi danışman” adı altında din
görevlileri atanmaktadır. Bu kadar tarikatlaşmayla ve dinselleşmeyle iç içe
geçen eğitim sisteminin misyonu emperyalizme hizmet eden burjuvaziye
sömürülecek “ara eleman” yetiştirmektir.
Bazı
sol çevrelerin iddia ettiği gibi laiklik öncelikle yaşam tarzı için gerekli
değildir, laiklik başta eğitim ve işçi sınıfı için gereklidir, çünkü Soma maden
ocağında alınmayan önlemler yüzünden katledilen 301 madencinin ölümü için
“kader ve fıtrat” denilebilmiştir. Bu yüzden laik ve bilimsel eğitim sınıf
bilincinin geliştirilmesinde olmazsa olmaz ilkelerdendir. Eğitimin
geliştirilmesine yönelik mücadele bu yönde verilmelidir.
2.
Üniversiteli Gençliğin Sınıf Mücadelesindeki Yeri ve Önemi
2000’li
yıllardan itibaren daha da baskı altına alınan üniversite kadroları dini
yapılara bırakılmıştır. Yoksul ailelerin çocukları bin bir güçlükle üniversite
kazanıp sonraki süreçte yoksullukla boğuşmaktadır. Birçok öğrenciye yurt
çıkmadığından, dini çevrelerin ve tarikatların yurtlarında kalmaya mahkûm
edilmektedir. Yurt, öğrenciler için en temel barınma hakkıdır. Bugün
büyükşehirlerde öğretmenler bir araya gelip zorla ev tutabiliyorken 3-4
öğrencinin birlikte ev tutma imkânı kalmamıştır artık. Aldığı burs ve kredi
1250 TL iken bu parayla bir öğrencinin yurt, yemek ve ulaşım ücretini
karşılaması mümkün değildir, kaldı ki ders kitabı bile almakta zorlanan
bölümler var. En ucuz yemeğin 100 TL’yi bulduğu şehirlerde öğrencilerin karnını
doyurması lükse dönüşmüştür. Özel üniversitelerde okumayan öğrencilerin
aileleri yoksul işçi ve emekçi insanlardan oluşmaktadır. Bu yüzdendir ki
2020’de Türk dili ve edebiyatı öğrencisi Sibel Ünli intihar etmiştir. Onu
intihara sürükleyen düzeni oluşturan “makbul vatandaşlardan biri”(!) şu
ifadeleri kullanabilmiştir: “Komünistin biri kendine destek olacak kimse
olmadığı için intihar etmiş, attığı twit 1 lira ile yemek yer miyim, attığı
alet akıllı telefon. Parasız kaldığı için intihar edeceğine kendisine yemek
alacak arkadaşları da yok ailesi de, telefonu satıp karnını doyurabilirdi…”[1]
Bu ses, bireysel bir aymazlık değil ideolojik bir söylemdir, tam olarak
faşizmin sınıfsal açıklamasıdır, bu yüzden faşizm sömürü düzeninin bekçisidir.
Geçtiğimiz
günlerde Anadolu Üniversitesi ilköğretim matematik öğretmenliği öğrencisi
yaşadığı yoksulluk yüzünden yemekhane binasında intihar etti. Aynı günlerde
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde okuyup aynı zamanda çalışan bir öğrenci
intihar etti. Benzer intihar girişimleri başka üniversitelerde yaşanırken
Aydın’da KYK yurdunun asansöründe sıkışıp kalan öğrencilerden Zeren Ertaş
yaşamını yitirdi. 16 kişilik asansöre 17 kişi binildiği iddia edildi. Bu
ülkenin işçi emekçi ailesinin çocukları üniversite yurdunda önlem alınmadığı
için ölebiliyor. Yüzlerce öğrencinin 24 saat kullandığı asansörün bakımı acaba
kaç günde bir yapılmıştır? Asansörlerdeki azami yük kapasitesinin esneme payı
ve yedek halatı bulunmalıdır ve bu durum dikkatten kaçırılmak istenmektedir.
Benzer
ihmal ve önlem alınmayan süreç Aladağ’da yaşanmıştır. Köylerden ilçe merkezine
okumaya gelen öğrenciler MEB’e ait yurtlar kapatıldığı için aileler/veliler
yetkililer tarafından tarikat yurduna yönlendirilmiştir. Alınmayan önlemden
kaynaklı çıkan yangında “Kız çocukları gece kaçmasın”(!) diye kapatılan yangın
merdiveninin de etkisiyle çocuklar katledilmiştir. Yangında çocuklar
kurtarılmadan mutfak dolabındaki eti kaçıran sömürü düzeni!
Yine
Diyarbakır’da dini içerikli bir kursun yurdunda çıkan yangında çocuklar
ölmüştür. Karaman’da dini bir vakfın yurdunda 60’a yakın çocuk tecavüze
uğramıştır. Başka bir tarikatta 6 yaşındaki bir kız geçmişte
“evlendirilmiştir”. Geçtiğimiz günlerde bir tarikatın ritüellerinde çocukların
şişlendiği görüntüler ortaya çıkmıştır. Geçtiğimiz yıl 20 yaşındaki tıp
fakültesi öğrencisi Enes Kara, ailesinin baskısı yüzünden kaldığı tarikat
yurdunda yaşadıklarından dolayı bir video çekip durumunu açıklayarak intihar
etmiştir. Onun intiharının ardından ailesi dini yapıya sahip çıkmıştır. Sömürü
düzeninin devam etmesi için gereken ideolojik manipülasyon burada devreye
girmektedir. Madenlerde, depremlerde, sellerde, yangınlarda, yurtlarda
yoksullar katledilirken geride kalanlar fıtrat ve kader diye ikna edilmelidir!
Bu yüzden laiklik en çok işçi sınıfı için gereklidir. Bu yüzden çevremizi her
yandan kuşatan tarikat ve cemaatler sınıf bilincini baskılamak için vardır. 12
Eylül öncesi faşist çetelerin görevini bugün bunlar almıştır. Bu yapılara karşı
verilecek mücadele, kimlik ekseninde değil, sınıf mücadelesi temelinde
olmalıdır.
Zeren’in ölümünün ardından bir gün içinde yurdun her yanında üniversiteliler eylemler, basın açıklamaları, gece yürüyüşleri düzenlemişlerdir. Gece yürüyüşlerinde meşale yerine akıllı telefonlarının ışıklarını açarak yürümeleri her sınıf mücadelesinin kendi yöntemlerini geliştirmesi açısından önem arz etmektedir. Gençliğin tepkisizleştirilme ve intihar gibi sapma eylemine sürüklenme süreci tamamen sınıfsaldır.
Ülkemizde bir zorluk yaşandığında gözden ilk çıkarılan
yerler eğitim kurumları ve yurtlardır. Salgın ve deprem yaşanır, okullar ve
üniversiteler kapatılarak yurtlar misafirhaneye dönüştürülür. Kış olimpiyatları
düzenlemek için üniversiteye 2 ay ara verilir, yurtlar otele çevrilir. Nicel
açıdan her şehirde onlarca üniversite açılsa da verilen eğitimin niteliği
tartışmaya açıktır. 12 Eylül ile niteliksizleştirilen üniversiteler OHAL
sürecinde akademisyenlerin ihracıyla daha vahim bir noktaya sürüklenmiştir.
Parayla tez yazdıranlar akademide kadro alabilmekte, hiçbir bilimsel çalışması
atıf almayan kişiler bilim insanı diye kadrolara yerleştirilebilmekte, kişiye
özel kadro ilânı verilmektedir. Öğrenciler bu sözde bilim insanlarının
tedrisatından geçmektedir.
İntihar
vakalarında öğretmenlik bölümlerini okuyan öğrencilerin olması eğitim
sendikalarını düşündürmelidir. Halkın öğretmeni olabilecek gencecik insanların
intiharının tek nedeni sömürü düzenidir. Aynı şekilde geçtiğimiz günlerde
Akkuyu inşaatında görüldüğü gibi mezun olduktan sonra inşaatlarda çalışmak
zorunda kalan öğretmenler iş cinayetlerinde katledilmektedir. Yüze yakın
öğretmen, ataması yapılmadığı için intihar etmiştir. Yüz bin öğretmen, ücretli
öğretmenlik adı altında sömürülmektedir. 2015 sonrası süreçte üniversite
gençliğinin baskı altına alınma sürecinin çeşitli nedenleri şu şekilde
özetlenebilir:
-
2015 sürecine kadar ataması yapılmayan öğretmenler, ses getiren ve kazanım elde
eden eylemler ve yürüyüşler yapmıştır. Bu tarih itibariyle kamuda yaşanan
ihraçlar, sendikaların sürece atıl kalması, güvenlik soruşturması, mülakat,
sözleşmeli öğretmenlik uygulaması öğretmenlik bölümleri okuyan öğrencilerde
tedirginliğe yol açarak sendikaların da sürece sessiz kalmasının etkisiyle en
demokratik ve anayasal eylemleri yapmaları engellenmiştir.
-
Sadece OHAL sürecinde 300 binden fazla üniversite mezunu genç Avrupa ülkelerine
göç etmiştir.
-
Diğer bölümler özelinde düşünüldüğünde, sadece demokratik ve yasal bir eyleme
katılan öğrenciler KYK yurtlarından atılabilmiş, okulla ilişiği kesilmiş,
aldığı burstan yoksun bırakılabilmiştir.
-
Gençliğin mücadele dinamiğini zayıflatan başka bir etken de sınıf mücadelesi
gibi tarihsel görevini yerine getirmeyip kimlik mücadelesi ve liberal
özgürlükçülüğün savunucusu rolü üstlenen sol çevreler ve sendikalardır. Sınıf
hareketlerinde yaşanan tahribat gençlikte karşılığını bulmuştur. Salgın sonrası
dönemde yüz yüze eğitim için büyükşehirlere okumaya gelen üniversite
öğrencileri yurt çıkmadığı için parklarda yatma eylemleri düzenlemiştir. Bu
eylemler, Anadolu’nun küçük şehirlerinde yurt ve üniversite kapısı önünde yatma
protestosuna kadar varmıştır, fakat sol ve eğitim sendikaları sürecin
gelişmesine katkı sağlayamamıştır.
Öğrencilerle
öğretmenlerin sorunları ortaktır. Her ikisi de barınma sorunuyla karşı
karşıyadır. Barınma sorunu noktasında öğretmenler, memurlar, öğrenciler,
işçiler ve emekçiler birleştiğinde kazanım elde edecektir, fakat son 3 yıllık
süreçte ne KESK ne DİSK ne TMMOB ne İHD ne de TTB bu sorunu çözebilecek adımlar
geliştirebilmiştir.
Parklar,
son dönemde sınıf mücadelesinde birleşmede önemli mekânlara dönüştüğünden hem
imara açmada hem halkın birleşip mücadele etmesinin önüne geçmede park sayıları
azaltılmış ve yeni parklar yapılması engellenmiştir. Bu yönüyle TMMOB’un buna
yönelik politikalar geliştirmesi önemlidir.
KESK
ve DİSK, barınma hakkı ve konut krizi konusunda ortak bir miting-yürüyüş bile
düzenleyememiştir. Bugün küçük şehirler de dâhil en ucuz kira 10 bin liradır.
Açlıkla boğuşan öğrencinin sorunu TTB’yi, yurt çıkmadığı için parkta yatan ve
intihar eden öğrencinin sorunu başta Eğitim-Sen olmak üzere eğitim
sendikalarını ve KESK’i, yurtların artırılması konusu TMMOB’u, hem okuyup hem
çalışan öğrencinin sorunu DİSK’i, tüm bu sorunların toplamı olan yoksulluk
İHD’yi ilgilendirmektedir, ama bu kurumlar tüm bu süreci tribünden
izlemektedir.
Boğaziçi
Üniversitesi’nin rektör seçimi sürecinde de görüldüğü gibi gençliğin atacağı
her adım sınıf mücadelesine güç katacaktır, ama gençlik, sol çevreleri ve
sendikaları yanında görememektedir.
3.
Çözüm Sınıf Mücadelesindedir
İntihar,
bir sapmadır ve son yaşanan intiharlar sınıfsal düzlemde değerlendirilmelidir. Arabesk
kültürdeki kol jiletleme gibi yayılan bir etkiye sahiptir. Burjuva
ideolojisinin iddia ettiği gibi varoluşçu bir temeli yoktur, çünkü varoluşu
anlamlı kılan ve özü/yaşamın anlamını güçlendiren değerler kapitalizmde mevcut
değildir. Birkaç yıl önce yoksulluktan kaynaklı siyanürle intihar eden aileler
ve insanlar karşısında çözüm diye sunulan şey, siyanür satışının yasaklanması
olmuştu.
Çözüm,
sınıf mücadelesinin geliştirilmesinden geçmektedir. İnsan yaşamının en verimli
ve dinamik dönemi gençliktir. Aynı zamanda bir ülkenin tarihi gençlerle
yazılmaktadır. Ülkemiz gençliğinin sınıf mücadelesi konusundaki deneyimi,
fedakarlığı ve yarattığı değerler çok güçlüdür. 12 Mart, 12 Eylül ve OHAL
süreçleriyle her ne kadar baskılanmaya çalışılsa da yaşamın kendisi sınıfsal
çelişkilerle yüklüdür ve ülkemiz gençliği bunu aşacak dinamizme sahiptir.
Yaşadığımız
sömürü düzeninde çelişki iki sınıf arasındadır, sınıflardan biri lehine
çözülmek zorundadır. Öğrenciler ve üniversite gençliği, bu ülkenin işçi ve
emekçi ailelerinin çocuklarıdır, bu yüzden yaşadıkları kuşatma sınıfsaldır.
Gençliğin çıkış yolu, ekonomiden politikaya kadar kapitalizmle mücadele
etmekten geçmektedir.
Dayanışma,
geliştirilen yoldaşlık ve dostluk ilişkileri sadece sınıf mücadelesinde
mevcuttur. Bugün gençliğe yaşam diye sunulanlar; umutsuzluk, güvencesizlik,
işsizlik, gelecek kaygısı, depresyon, bencillik, narsisizm, yaşam tarzı
özgürlükçülük, ırkçılık, mezhepçilik, uyuşturucu, hazcılık ve kimlik
mücadeleleridir. İşçiler, emekçiler, köylüler, ezilenler ve öğrenciler olarak
sorunlarımız ortaktır ve çözüm yolumuz da sömürü düzenine karşı birleşerek
mücadele etmekten geçmektedir.
Gençliğe
egemenlerin ve burjuvazinin propaganda ettiği “Siyaset yapmayın, siyasetten
uzak durun!” ajitasyonu temelsiz bir telkinden ibarettir, safsatadır. Yaşanılan
ekonomik sorunların ve depresyonun kaynağı politiktir, çünkü yoksulluğun
kendisi bir travmadır ve aşılmaya mecburdur. Daha yakın dönemde motokuryeler
(Trendyol işçileri örneğinin gösterdiği gibi) ve çeşitli iş kolları direnerek
haklarını elde etmiştir. Daha önce değindiğimiz gibi üniversite harçlarının
kaldırılması öğrencilerin mücadelesiyle kazanılmıştır. Tüm kesimler, sınıflar,
çeşitli iş kolları kazanım elde eden mücadeleler vermektedir, fakat en önemli
sorun, hepimiz sınıf hattında birleştirecek politikayı geliştiremeyen
sendikalardadır.
Son
söz olarak laik, bilimsel eğitim ve özgür-demokratik üniversite mücadelesini
vermek gibi tarihsel zorunluluğa ve göreve sahip Eğitim-Sen sürece sessiz
kalmayarak öğrencilerin tepkilerini sınıf mücadelesinde birleştirerek
savunduğumuz ilkeyi söylemde bırakmayıp pratikte de hayata geçirerek gençliğe
ve sınıflar mücadelesine umut olmalıdır. Nasıl ki Boğaziçi Üniversitesi’nin
rektörlük seçimlerinde öğrenciler hocalarının yaşadığı haksızlığa bedel
ödeyerek dayanışma gösterip direndiyse bugün de eğitimciler olarak Eğitim-Sen
ve çeşitli iş kolları sendikaları aracılığıyla gençliğin direnişine destek
vermeliyiz. Kendiliğindenciliğe bağlı kalmamalıyız.
Her
şeyden önce ailelerin ve eğitimcilerin emeğinin sonucu olan gençlik sömürü
düzeninin çarpıklığına feda edilmemelidir. Sınıf mücadelesi yolunda atılan her
adım tıpkı domino taşı etkisi gibi yayılacak zemine sahiptir ve süreç buna
müsaittir. 68 sürecinde üniversitelerde başlayan demokratik eylemler sınıf
mücadelesini güçlendirmiştir, bugün de tüm kesimlerin birleşerek sömürü
düzenine karşı mücadele etmesi yine üniversite gençliğinin ilk domino taşını
devirmesiyle gerçekleşecek atmosfere uygundur. Umutsuzluk yaşamın doğasına
aykırıdır, şafağa en yakın an gecenin en karanlık olduğu zamandır. Bu insanlık
dışı sömürü düzenine karşı mücadele etmek bir tercih değil tarihsel bir
zorunluluktur.
UMUTSUZLUK
YASAK
Kar
dalları örttü.
Kavruldu en yamanı çiçeklerin.
Kalbim katlan bunlara,
Çünkü kıştır yaşanılan
Amansız, limansız bir kış
Ve sarılmışız dört bir yandan.
Ama düşün
kalbim!
Düşün kavgayla kazanılacak baharı
Direnen, adressiz yaşayan dostları.
Fışkıracak ekinleri
İlkyazla karlar altından.
Ve
doludizgin geçerek
Her acıyı bir sevinçle
Yolu yok kalbim
Sağ çıkacağız bu acılardan.
Çünkü
umutsuzluk yasak!
Yılgın türküler söylemek de.
Çünkü yürüyor umudun ordusu
Umutsuzluğu umutla yenerek.” [Metin Demirtaş]
NOT:
Yazımızın başlığı, Zeren için Kadıköy İskelesi’nde basın açıklaması yapan
öğrenciler yürüyüşe geçtikleri sırada vatandaşların düzeni bozulacağı
gerekçesiyle engellendiklerinde bir öğrencinin “Hayat normal akışında devam
etmiyor, 4 arkadaşımız katledildi!” sözünden alınmıştır.
S. Adalı
29
Ekim 2023
Dipnot:
[1] “Sibel Ünli İçin ‘Telefonunu Satıp Karnını Doyurabilirdi’ Diyen Adam İşten
Atıldı”, 6 Ocak 2020, Diken.
0 Yorum:
Yorum Gönder