07 Ekim 2023

,

Antisosyal Sosyalizm Kulübü


Günel Filedelfiya’daki Büyük Yeşa Balo Salonu’nun önünde 400’ü aşkın insan toplandı. Birbirlerini itip kakan bu insanlar, önceden planlanmış bir toplantıya katılmak istiyorlardı. Polis biraz uzakta durmuş, kitleyi izliyordu. İtiş kakışın ardından, küçük çocukların aileleri geri çekildi. Bu şekilde olmaması gereken bu etkinlik, çocuk bakımı ile ilgiliydi ve katılanlara yiyecek dağıtılacaktı.

“Çimenliği kurtarın!” diye bağıran göstericiler güvenliği sıkıştırdı. İçlerinden biri kapıdaki bekçiyi gösterip, “adam saatte 11 dolar kazanıyor” diye bağırdı. “İçeri girmemize mani olamaz!” diye ekledi.

Bu coşkulu kitle, haklı bir dava için orada olduğunu düşünüyordu. Asıl amaçları ise polis zulmünü, kitlelere sıkılan kurşunları, okullara aktarılan paralardaki kesintileri, su faturalarındaki artışı ya da başka toplumsal sorunları protesto etmek değildi.

Kitle, şehirlerindeki parklara futbol ve beysbol sahaları yapılmasına karşı çıkıyordu.

Pandemi döneminde park ve bahçeler müdürlüğü, insanlar kapanmalar dâhilinde biraz soluk alsınlar diye FDR Parkı’nda uzun süre ihmal edilmiş olan golf sahasını halka açtı. Çimler, aşırı derecede uzamış olduğu için orada köpeklerini gezdiren, piknik ve yürüyüş yapan, evden çalışan profesyoneller burayı “Çimenlik” olarak adlandırmışlardı.

Pandemi döneminde getirilmiş olan kısıtlamalar kaldırılınca, belediye, uzun zamandır beklemede olan yeniden geliştirme planlarını yeniden devreye soktu. Park planında gelişkin oyun sahaları bulunuyordu. Bu sahalar, her hafta maç yapmak için binlerce sporcunun tozlu, çimsiz, taşlı arazide toplandığı bir mahallede inşa edilecekti. Genç sporcuların kurduğu kulüpler, uygun saha bulmak için oyuncularını kırk beş dakikalık bir mesafeye götürmek zorunda kalıyorlardı. Yeni spor kompleksi, bu oyuncuların derdine deva olacaktı. Ne var ki bu yeni sahalar, Çimenlik’in bir kısmına inşa edilmek zorundaydı.

Yeni sahaların inşa edileceği alanı kurtarma talebi, ilerici hareket tarafından dillendirildi. Projeyle ilgili birçok dedikodu dillendirildi. Örneğin FIFA’nın 2026’daki Dünya Kupası için alanın temizlenmesini istediği söylendi.

Şehirdeki Amerikalı Demokratik Sosyalistler türünden ilerici örgütler, eyaletin solcu senatörü ve gene eyaletin temsilciler meclisindeki ilerici üyesi, yeni yapılacak sahaların çevre, halk sağlığı, hatta fiziki güvenlik için yarattığı büyük tehlikeye işaret etti.

Gezip dolaşmaya dair tercihleriyle ve yalnızlaşma arzularıyla toplumsal davayı birbirine karıştıran eylemciler, kapsamlı bir kampanya yürüttüler. “FDR Parkı’ndan Elinizi Çekin!” yazılı dövizler taşıdılar. Yağmur ormanlarında yol açan buldozerlerin resimlerini kullandılar.

Ortada gayet şaşırtıcı bir manzara vardı. Gerçek plan, parkın yıkılmasını içermiyordu. Yeni spor sahalarına ek olarak, yaklaşık 12 hektarlık bataklığın kurutulması, onlarca yeni doğal patikanın açılması ve parkın ekosisteminin gelecek nesil için muhafaza edilmesi öngörülüyordu. Yeni geliştirilecek parkta sporcular ve doğaseverler için birçok alan oluşturulacaktı.

Ama plana karşı çıkanlar, bu tür gerçeklerle hiç ilgilenmiyorlardı. Onlar, derin, içgüdüsel, hatta metafizik bir sorunla meşgullerdi. Şehirde eylemlere sempatiyle yaklaşan bir kişinin yorumuna göre Çimenlik, aslında bakımsız olduğu, insanlar keyfini çıkartsınlar diye yapılmadığı, toplumsal kullanım için planlanmış olmadığı için cazip geliyordu. Bu kişiye göre, “Çimenlik’in arazisi, kişilerin yönlendirdiği bir yaratım sürecinin parçası”ydı. “O, bir nesne değil, özne”ydi. “Hem de kendinde değil, kendisi için bir özne.”

Birçok ilericinin, hatta kendisini sosyalist olarak niteleyen birçok insanın bu türden toplum karşıtı bir konum alması gerçekten şaşırtıcı. Her şeyden önce kamuya ait parklar halk keyfini çıkartsın diye var. Amatör spor kadar toplumsal açıdan insanı kuran, inşa eden çok az faaliyet mevcut.

Kamuyu gözeten toplumsallık anlayışıyla çelişen bir tavırla, parkın yeniden geliştirilmesi kararına karşı çıkan göstericilerin, doğaya kaçmayı seven bir tür münzeviliği tercih etmeleri, asla rastlantı değil. Ayrıca bu tavır, beysbol stadyumlarından nefret eden birkaç kaçıkla da sınırlı değil. Söz konusu toplum karşıtı ruh hâli, tüm ülkeyi ele geçirdi ve bilhassa politik solda karşımıza çıkıyor.

Bugüne hâkim olan toplum karşıtı davranış, tehlikeli. Her türden toplumsal marazı ve bozukluğu yeniden üretme, hatta hızlandırma riskini taşıyor. Yalnızlıktan cinsiyetsizliğe, uyuşturucu kullanımından cinayete birçok konuda solcular, kolektif antisosyal davranıştaki artışa kendilerince bahaneler buluyorlar veya bu artışı görmezden geliyorlar.

Bazı ilericilerse pandemi politikalarının uzun süre uygulanmasını savunarak, yalnızlığın kurumsallaşması fikrini savundular. Bazıları ise kamusal hayatta gelişen toplum karşıtı davranışı erdemli bir davranış gibi görüyor. Solcular, kitlesel uyuşturucu kullanımı ve cinayet gibi toplumsal yabancılaşmanın en berbat sonuçlarını hâlen daha görmezden gelmeyi tercih ediyorlar. Toplum meselesini bu şekilde terk edenler, sadece halkın moralsizleştiği süreci besliyor, onun politik yenilenme ihtimallerine karşı körleşmesine neden oluyor.

Kapanmalar, Liberalizm ve Yalnızlık

Toplum karşıtı tavrın kökleri derinlere uzanıyor. Büyük toplumsal dürtülerimiz karşısında kararsızlık içerisinde olan veya onlarla çelişen, topluma ait tüm yapısal özellikler yol açıyor bu tavra. Hayatımızın en mahrem yerlerine bile sızan piyasa mantığı, bir zamanlar kamuya ait olan her şeyin özelleştirilmesine yönelik çabalar ve tabii bir de hayatımızın iş dışında kalan kısmını yiyip tüketen çalışma pratiği, bu türden yapısal özelliklerden bazıları.

En iyi ihtimalle, geçen yüzyılın ortalarından beri biz, takım sporlarına, gönüllü çalışmaların yürütüldüğü derneklere, işçi sendikalarına, sosyal kulüplere, politik örgütlere ve yardımlaşma faaliyetlerine katılım oranlarında önemli bir düşüşe tanıklık ediyoruz. Toplumsal yalnızlaşma denilen uçuruma doğru yürüyüşümüz, uzun zamandır sürüyor.

Ama pandemiyle birlikte toplumsal hayat, kendi içine çöktü ve vahim bir hâl aldı. Bugün Amerikalılar, her zamankinde daha fazla yalnızlar, bir başınalar.

Kısa süre önce yapılmış olan bir çalışmaya göre, her beş Amerikalı erkekten birinin bir tane bile dostu yok. Ülkenin yarısı, pandemi yüzünden arkadaşlarıyla temasının kalmadığını söylüyor. Raporun aktardığına göre, halkın üçte biri sürekli yalnızlık içerisinde yaşıyor. Toplumsal manzara her zamankinden daha fazla kötü.

Tabii bu noktada sosyal mesafeden, okulların kapanmasından ve evden çalışmadan bahsetmek gerekiyor. Hastalığın yayılma hızını düşürebilseydik, tıp bilimi, bunca zarar verilmezden önce derde deva sunabilirdi. Ne var ki tecrit politikasının ilk cevap olarak uygulanması, ne tek yoldu ne de bu yol “eğriyi düzleştirecek” en iyi yoldu. Daha da kötüsü, herkesi bir çuvala atan ve herkese aynı anda dayatılan kapanma politikasının muazzam toplumsal maliyetleri oldu: cinayet sayıları, uyuşturucu kullanımı oranları, depresyon hızla arttı. Ayrıca öğrencilerdeki okuryazarlık, arkadaşlık ilişkileri ve cinsellik azaldı.

Bazı sosyal demokrat hükümetlerin sunduğu yola benzer başka yollar vardı oysa. Avrupa ülkeleri içerisinde toplam aşırı ölüm oranı en düşük düzeyde olan İsveç, “evde kal” talimatından da kalıcı maske takma politikasından da uzak durdu. Bu ülkedeki sağlık uzmanları (yaklaşık yüz yıldır savundukları sosyal demokrat görüşe sırtlarını yaslayarak) pandemiyle mücadelenin bir 100 metre yarışı değil, maraton olduğunu gördüler. Bu noktada aynı sağlık uzmanları, toplumsal hayatı sekteye uğratan değil, onunla uyumlu çözümler bulmaya çalıştılar. Okullar, bu süreçte açık kaldı. İsveç, çocukları pandemi sürecini öğrenme konusunda önemli bir kaybı yaşamadan geçiren az sayıda ülkeden biri.

İngiltere ve ABD’de siyasetçileri, verdikleri ilk tepki konusunda affetmek mümkün. Peki ama bugün toplumsal tecridin, izolasyonun sürmesini isteyenleri ne yapacağız?

ABD’de sol, maskesiz normal hayata dönüş çağrılarını nadiren dillendirdi. Geçen yıl, okula giden çocuğu olan ebeveynlerin yüzde 79’unun yüz yüze okul eğitimini tercih ettiği gerçeği ortada iken birçok Amerikalı ilerici isim, gelişmiş dünyanın geri kalan kısmı okulların yeniden açılması fikrini kabullenmesine rağmen, bu fikre karşı çıkmayı sürdürdü. Burada da toplum karşıtı tavır galebe çaldı ve bu tavır, tehlikeli sonuçlara yol açtı. Okulların uzun süre kapalı kalması, öğrencilerin öğrenme süreçlerinde gerilemesine neden oldu. Bugün çocuklar hocalarına yetişmek zorunda, ayrıca temel toplumsal becerileri yeniden edinmek durumunda.

Aşılama oranları yükselip vaka sayıları azaldıkça somutta ilericilerde insanların kapısını açmayla ilgili bir tereddüt gelişti. Beyaz yaka işçilerin sonsuza dek evden çalışabileceğine, çalışması gerektiğine dair görüş benimsendi. Pandemiden önce ofis işlerinin yaklaşık yüzde 5’i evden yapılıyordu. Bugün bu oran yüzde 30 civarında. Manhattan’da ofis çalışanlarının yarısı ofise gitmekten vazgeçti. Uzaktan çalışma devrimi, profesyonel sınıftaki kapanmacılığın daimi biçimi. Bu çalışanlara göre, ofis hayatının az sayıda kıymetli toplumsal yönleri pratikte ortadan kalktı. Bazı yetişkin insanlar, tıpkı okula giden çocuklar gibi toplumsal açıdan gerilediler. Değişime uyum sağlayan şirketler, pratikte işgücünün yol açtığı genel giderlerden kurtuldular, zira çalışanlar, ev ofislerinin maliyetlerini kendileri yüklendiler. Öte yandan, neticede şehir merkezleri, pandemi öncesi sahip oldukları canlılığa yeniden kavuşmak için mücadele etmek için uğraştılar.

Eğer ofisler açısından küçük bölmeler toplumsal bir kâbus ise Zoom Dünya Düzeni toplumsal bir felâkettir.

Restoranlar ve barlar, pandemiyle oluşan fasıla sonrası yavaş da olsa yeniden açıldıkça tek başına yemek yiyenlerin sayısı arttı, sosyal içicilerin sayısı düştü. Tek başına yemek yiyenler, bugün ABD’de restorana gidenler içerisinde en büyük payı oluşturuyor. Yalnız akşam yemeği yemek, Amerika’da yaşanan koşuşturmanın kendine has distopik özelliği hâline geldi.

1986’da Jean Baudrillard, “Fakirlikten daha üzücü, dilencilikten daha hazin bir şey varsa o da insanın halkın içinde tek başına yemek yemesidir” diye dile getiriyordu şikâyetini. Bugün dışarı çıkıp yemek yemek moda. New York Times okurlarına “yalnız nasıl yemek yenileceğine, bundan nasıl zevk alınacağına” dair tavsiyeler sunuyor. Liberal Guardian gazetesi ise “yalnız yemek yemenin keyfi”nden bahsedip bu pratiği övüyor. Yalnız yemek yeme talebi sebebiyle bugün restoranlar tek kişilik masa sayısını artırıyorlar ve eski tarz oturma düzenlerini değiştiriyorlar.

Bugün kent nüfusunun üçte biri evden çalışıyor ve düzenli olarak dışarı çıkıp tek başına yemek yiyor. Bu yalnız takılalımcılar, tek başına tefekkür etme fikrine göre hareket eden bir tür züht hareketinin üyesi değiller. Her zaman kendi başlarına olsalar da hiçbir vakit yalnız değiller. Hep internette dolaşıyorlar, ilgilerini çeken linklere tıklıyorlar, tvit atıyorlar, eposta yolluyorlar, mesaj atıyorlar, tiktok videoları yüklüyorlar vs. Sosyal medya sürekli hayatlarında olduğu için toplumsal açıdan yalnızlıklarının erdemli yönü olarak görülebilecek kendi üzerine düşünmek denilen pratik imkânsızlaşıyor.

Kişiler arası etkileşimin inceliklerinin yerini sosyal medyanın o yavan ve sığ ahlaksızlığı aldıkça insanlar da adab-ı muaşerete dair anlayışlarını, hatta benlik bilinçlerini yitiriyorlar.

Bardayken veya biriyle çıktığınızda yediğiniz yemekte yaptığınız kötü ve yersiz şakayla Twitter’da yaptığınız şaka arasındaki farkı ele alalım. Araştırmalara göre, aşırı derecede sosyal medya kullananlar sadece daha yalnız kişiler değiller, aynı zamanda bunlar daha saldırgan, daha fazla nefret yüklü ve daha kabalar. Başka bir ifadeyle bu insanlar, yalnızlık hastalığının tedavisi için ihtiyaç duyulan tüm özelliklerden mahrumlar.

Bu yalnız ve kaba kalabalık, aynı zamanda politik açıdan ilerici bir topluluk. Pinterest hariç tüm sosyal medya platformlarında ilericilerin sayısı, muhafazakârların sayısının katbekat üzerinde. Ayrıca bu kişiler, sosyal medyayı toplum için olumsuz bir şey olarak görmüyorlar. Yüzde 83’ü sosyal medyanın toplumsal hareketler için olumlu bir araç olduğunu düşünüyor. Çok azı, sosyal medyanın toplumsal hayatları için bir tehlike arz ettiğini düşünüyor.

İnternette tek başına geçirdiğimiz tüm o zaman bizim başkalarına güvenimizi daha da azaltıyor, bizi daha saygısız ve kötümser kılıyor. Kamuoyu anketleri, Amerikalıların bugün gelecek kuşağın yüzleşeceği ihtimaller konusunda, 2008-2012 arası dönemde yaşanan Büyük Resesyon’un gölgesinde olduğumuzdan daha fazla kötümser olduğumuzu ortaya koyuyor. Daha da kötüsü, bugün gençler de başkalarına daha fazla şüpheyle yaklaşıyorlar. Yaşları 18-29 arasında olan insanların yüzde 60’ı “insanların çoğuna güvenilemeyeceğini” düşünürken, aynı grubun yüzde 71’i “fırsat bulduğunda birçok insan sizden istifade etmeye çalışıyor” görüşünü dile getiriyor.

Yalnızlığın kurumsallaştığı, halk arasında kötümserliğin kemikleştiği süreç, sadece toplumun demoralize olmasına ve en temel toplumsal bağların sürekli aşınmasına yol açar. 

Dustin Guastella
22 Mayıs 2023
Kaynak
İkinci Bölüm

0 Yorum: