Günel
Filedelfiya’daki Büyük Yeşa Balo Salonu’nun önünde 400’ü aşkın insan toplandı.
Birbirlerini itip kakan bu insanlar, önceden planlanmış bir toplantıya katılmak
istiyorlardı. Polis biraz uzakta durmuş, kitleyi izliyordu. İtiş kakışın
ardından, küçük çocukların aileleri geri çekildi. Bu şekilde olmaması gereken
bu etkinlik, çocuk bakımı ile ilgiliydi ve katılanlara yiyecek dağıtılacaktı.
“Çimenliği
kurtarın!” diye bağıran göstericiler güvenliği sıkıştırdı. İçlerinden biri
kapıdaki bekçiyi gösterip, “adam saatte 11 dolar kazanıyor” diye bağırdı.
“İçeri girmemize mani olamaz!” diye ekledi.
Bu
coşkulu kitle, haklı bir dava için orada olduğunu düşünüyordu. Asıl amaçları
ise polis zulmünü, kitlelere sıkılan kurşunları, okullara aktarılan paralardaki
kesintileri, su faturalarındaki artışı ya da başka toplumsal sorunları protesto
etmek değildi.
Kitle,
şehirlerindeki parklara futbol ve beysbol sahaları yapılmasına karşı çıkıyordu.
Pandemi
döneminde park ve bahçeler müdürlüğü, insanlar kapanmalar dâhilinde biraz soluk
alsınlar diye FDR Parkı’nda uzun süre ihmal edilmiş olan golf sahasını halka
açtı. Çimler, aşırı derecede uzamış olduğu için orada köpeklerini gezdiren,
piknik ve yürüyüş yapan, evden çalışan profesyoneller burayı “Çimenlik” olarak
adlandırmışlardı.
Pandemi
döneminde getirilmiş olan kısıtlamalar kaldırılınca, belediye, uzun zamandır
beklemede olan yeniden geliştirme planlarını yeniden devreye soktu. Park
planında gelişkin oyun sahaları bulunuyordu. Bu sahalar, her hafta maç yapmak
için binlerce sporcunun tozlu, çimsiz, taşlı arazide toplandığı bir mahallede
inşa edilecekti. Genç sporcuların kurduğu kulüpler, uygun saha bulmak için
oyuncularını kırk beş dakikalık bir mesafeye götürmek zorunda kalıyorlardı.
Yeni spor kompleksi, bu oyuncuların derdine deva olacaktı. Ne var ki bu yeni
sahalar, Çimenlik’in bir kısmına inşa edilmek zorundaydı.
Yeni
sahaların inşa edileceği alanı kurtarma talebi, ilerici hareket tarafından
dillendirildi. Projeyle ilgili birçok dedikodu dillendirildi. Örneğin FIFA’nın
2026’daki Dünya Kupası için alanın temizlenmesini istediği söylendi.
Şehirdeki
Amerikalı Demokratik Sosyalistler türünden ilerici örgütler, eyaletin solcu
senatörü ve gene eyaletin temsilciler meclisindeki ilerici üyesi, yeni
yapılacak sahaların çevre, halk sağlığı, hatta fiziki güvenlik için yarattığı
büyük tehlikeye işaret etti.
Gezip
dolaşmaya dair tercihleriyle ve yalnızlaşma arzularıyla toplumsal davayı
birbirine karıştıran eylemciler, kapsamlı bir kampanya yürüttüler. “FDR
Parkı’ndan Elinizi Çekin!” yazılı dövizler taşıdılar. Yağmur ormanlarında yol
açan buldozerlerin resimlerini kullandılar.
Ortada
gayet şaşırtıcı bir manzara vardı. Gerçek plan, parkın yıkılmasını içermiyordu.
Yeni spor sahalarına ek olarak, yaklaşık 12 hektarlık bataklığın kurutulması,
onlarca yeni doğal patikanın açılması ve parkın ekosisteminin gelecek nesil
için muhafaza edilmesi öngörülüyordu. Yeni geliştirilecek parkta sporcular ve
doğaseverler için birçok alan oluşturulacaktı.
Ama
plana karşı çıkanlar, bu tür gerçeklerle hiç ilgilenmiyorlardı. Onlar, derin,
içgüdüsel, hatta metafizik bir sorunla meşgullerdi. Şehirde eylemlere
sempatiyle yaklaşan bir kişinin yorumuna göre Çimenlik, aslında bakımsız
olduğu, insanlar keyfini çıkartsınlar diye yapılmadığı, toplumsal kullanım için
planlanmış olmadığı için cazip geliyordu. Bu kişiye göre, “Çimenlik’in arazisi,
kişilerin yönlendirdiği bir yaratım sürecinin parçası”ydı. “O, bir nesne değil,
özne”ydi. “Hem de kendinde değil, kendisi için bir özne.”
Birçok
ilericinin, hatta kendisini sosyalist olarak niteleyen birçok insanın bu türden
toplum karşıtı bir konum alması gerçekten şaşırtıcı. Her şeyden önce kamuya ait
parklar halk keyfini çıkartsın diye var. Amatör spor kadar toplumsal açıdan
insanı kuran, inşa eden çok az faaliyet mevcut.
Kamuyu
gözeten toplumsallık anlayışıyla çelişen bir tavırla, parkın yeniden
geliştirilmesi kararına karşı çıkan göstericilerin, doğaya kaçmayı seven bir
tür münzeviliği tercih etmeleri, asla rastlantı değil. Ayrıca bu tavır, beysbol
stadyumlarından nefret eden birkaç kaçıkla da sınırlı değil. Söz konusu toplum
karşıtı ruh hâli, tüm ülkeyi ele geçirdi ve bilhassa politik solda karşımıza
çıkıyor.
Bugüne
hâkim olan toplum karşıtı davranış, tehlikeli. Her türden toplumsal marazı ve
bozukluğu yeniden üretme, hatta hızlandırma riskini taşıyor. Yalnızlıktan
cinsiyetsizliğe, uyuşturucu kullanımından cinayete birçok konuda solcular,
kolektif antisosyal davranıştaki artışa kendilerince bahaneler buluyorlar veya
bu artışı görmezden geliyorlar.
Bazı
ilericilerse pandemi politikalarının uzun süre uygulanmasını savunarak,
yalnızlığın kurumsallaşması fikrini savundular. Bazıları ise kamusal hayatta
gelişen toplum karşıtı davranışı erdemli bir davranış gibi görüyor. Solcular,
kitlesel uyuşturucu kullanımı ve cinayet gibi toplumsal yabancılaşmanın en
berbat sonuçlarını hâlen daha görmezden gelmeyi tercih ediyorlar. Toplum
meselesini bu şekilde terk edenler, sadece halkın moralsizleştiği süreci
besliyor, onun politik yenilenme ihtimallerine karşı körleşmesine neden oluyor.
Kapanmalar,
Liberalizm ve Yalnızlık
Toplum
karşıtı tavrın kökleri derinlere uzanıyor. Büyük toplumsal dürtülerimiz
karşısında kararsızlık içerisinde olan veya onlarla çelişen, topluma ait tüm
yapısal özellikler yol açıyor bu tavra. Hayatımızın en mahrem yerlerine bile
sızan piyasa mantığı, bir zamanlar kamuya ait olan her şeyin özelleştirilmesine
yönelik çabalar ve tabii bir de hayatımızın iş dışında kalan kısmını yiyip
tüketen çalışma pratiği, bu türden yapısal özelliklerden bazıları.
En
iyi ihtimalle, geçen yüzyılın ortalarından beri biz, takım sporlarına, gönüllü
çalışmaların yürütüldüğü derneklere, işçi sendikalarına, sosyal kulüplere,
politik örgütlere ve yardımlaşma faaliyetlerine katılım oranlarında önemli bir
düşüşe tanıklık ediyoruz. Toplumsal yalnızlaşma denilen uçuruma doğru
yürüyüşümüz, uzun zamandır sürüyor.
Ama
pandemiyle birlikte toplumsal hayat, kendi içine çöktü ve vahim bir hâl aldı.
Bugün Amerikalılar, her zamankinde daha fazla yalnızlar, bir başınalar.
Kısa
süre önce yapılmış olan bir çalışmaya göre, her beş Amerikalı erkekten birinin
bir tane bile dostu yok. Ülkenin yarısı, pandemi yüzünden arkadaşlarıyla
temasının kalmadığını söylüyor. Raporun aktardığına göre, halkın üçte biri
sürekli yalnızlık içerisinde yaşıyor. Toplumsal manzara her zamankinden daha
fazla kötü.
Tabii
bu noktada sosyal mesafeden, okulların kapanmasından ve evden çalışmadan
bahsetmek gerekiyor. Hastalığın yayılma hızını düşürebilseydik, tıp bilimi,
bunca zarar verilmezden önce derde deva sunabilirdi. Ne var ki tecrit
politikasının ilk cevap olarak uygulanması, ne tek yoldu ne de bu yol “eğriyi
düzleştirecek” en iyi yoldu. Daha da kötüsü, herkesi bir çuvala atan ve herkese
aynı anda dayatılan kapanma politikasının muazzam toplumsal maliyetleri oldu:
cinayet sayıları, uyuşturucu kullanımı oranları, depresyon hızla arttı. Ayrıca
öğrencilerdeki okuryazarlık, arkadaşlık ilişkileri ve cinsellik azaldı.
Bazı
sosyal demokrat hükümetlerin sunduğu yola benzer başka yollar vardı oysa.
Avrupa ülkeleri içerisinde toplam aşırı ölüm oranı en düşük düzeyde olan İsveç,
“evde kal” talimatından da kalıcı maske takma politikasından da uzak durdu. Bu
ülkedeki sağlık uzmanları (yaklaşık yüz yıldır savundukları sosyal demokrat
görüşe sırtlarını yaslayarak) pandemiyle mücadelenin bir 100 metre yarışı değil,
maraton olduğunu gördüler. Bu noktada aynı sağlık uzmanları, toplumsal hayatı
sekteye uğratan değil, onunla uyumlu çözümler bulmaya çalıştılar. Okullar, bu
süreçte açık kaldı. İsveç, çocukları pandemi sürecini öğrenme konusunda önemli
bir kaybı yaşamadan geçiren az sayıda ülkeden biri.
İngiltere
ve ABD’de siyasetçileri, verdikleri ilk tepki konusunda affetmek mümkün. Peki ama
bugün toplumsal tecridin, izolasyonun sürmesini isteyenleri ne yapacağız?
ABD’de
sol, maskesiz normal hayata dönüş çağrılarını nadiren dillendirdi. Geçen yıl,
okula giden çocuğu olan ebeveynlerin yüzde 79’unun yüz yüze okul eğitimini
tercih ettiği gerçeği ortada iken birçok Amerikalı ilerici isim, gelişmiş
dünyanın geri kalan kısmı okulların yeniden açılması fikrini kabullenmesine
rağmen, bu fikre karşı çıkmayı sürdürdü. Burada da toplum karşıtı tavır galebe
çaldı ve bu tavır, tehlikeli sonuçlara yol açtı. Okulların uzun süre kapalı
kalması, öğrencilerin öğrenme süreçlerinde gerilemesine neden oldu. Bugün
çocuklar hocalarına yetişmek zorunda, ayrıca temel toplumsal becerileri yeniden
edinmek durumunda.
Aşılama
oranları yükselip vaka sayıları azaldıkça somutta ilericilerde insanların
kapısını açmayla ilgili bir tereddüt gelişti. Beyaz yaka işçilerin sonsuza dek
evden çalışabileceğine, çalışması gerektiğine dair görüş benimsendi. Pandemiden
önce ofis işlerinin yaklaşık yüzde 5’i evden yapılıyordu. Bugün bu oran yüzde
30 civarında. Manhattan’da ofis çalışanlarının yarısı ofise gitmekten vazgeçti.
Uzaktan çalışma devrimi, profesyonel sınıftaki kapanmacılığın daimi biçimi. Bu çalışanlara
göre, ofis hayatının az sayıda kıymetli toplumsal yönleri pratikte ortadan
kalktı. Bazı yetişkin insanlar, tıpkı okula giden çocuklar gibi toplumsal
açıdan gerilediler. Değişime uyum sağlayan şirketler, pratikte işgücünün yol açtığı
genel giderlerden kurtuldular, zira çalışanlar, ev ofislerinin maliyetlerini
kendileri yüklendiler. Öte yandan, neticede şehir merkezleri, pandemi öncesi
sahip oldukları canlılığa yeniden kavuşmak için mücadele etmek için uğraştılar.
Eğer
ofisler açısından küçük bölmeler toplumsal bir kâbus ise Zoom Dünya Düzeni
toplumsal bir felâkettir.
Restoranlar
ve barlar, pandemiyle oluşan fasıla sonrası yavaş da olsa yeniden açıldıkça tek
başına yemek yiyenlerin sayısı arttı, sosyal içicilerin sayısı düştü. Tek başına
yemek yiyenler, bugün ABD’de restorana gidenler içerisinde en büyük payı oluşturuyor.
Yalnız akşam yemeği yemek, Amerika’da yaşanan koşuşturmanın kendine has
distopik özelliği hâline geldi.
1986’da
Jean Baudrillard, “Fakirlikten daha üzücü, dilencilikten daha hazin bir şey
varsa o da insanın halkın içinde tek başına yemek yemesidir” diye dile
getiriyordu şikâyetini. Bugün dışarı çıkıp yemek yemek moda. New York Times
okurlarına “yalnız nasıl yemek yenileceğine, bundan nasıl zevk alınacağına”
dair tavsiyeler sunuyor. Liberal Guardian gazetesi ise “yalnız yemek
yemenin keyfi”nden bahsedip bu pratiği övüyor. Yalnız yemek yeme talebi sebebiyle
bugün restoranlar tek kişilik masa sayısını artırıyorlar ve eski tarz oturma
düzenlerini değiştiriyorlar.
Bugün
kent nüfusunun üçte biri evden çalışıyor ve düzenli olarak dışarı çıkıp tek başına
yemek yiyor. Bu yalnız takılalımcılar, tek başına tefekkür etme fikrine göre
hareket eden bir tür züht hareketinin üyesi değiller. Her zaman kendi başlarına
olsalar da hiçbir vakit yalnız değiller. Hep internette dolaşıyorlar, ilgilerini
çeken linklere tıklıyorlar, tvit atıyorlar, eposta yolluyorlar, mesaj
atıyorlar, tiktok videoları yüklüyorlar vs. Sosyal medya sürekli hayatlarında
olduğu için toplumsal açıdan yalnızlıklarının erdemli yönü olarak görülebilecek
kendi üzerine düşünmek denilen pratik imkânsızlaşıyor.
Kişiler
arası etkileşimin inceliklerinin yerini sosyal medyanın o yavan ve sığ ahlaksızlığı
aldıkça insanlar da adab-ı muaşerete dair anlayışlarını, hatta benlik
bilinçlerini yitiriyorlar.
Bardayken
veya biriyle çıktığınızda yediğiniz yemekte yaptığınız kötü ve yersiz şakayla Twitter’da
yaptığınız şaka arasındaki farkı ele alalım. Araştırmalara göre, aşırı derecede
sosyal medya kullananlar sadece daha yalnız kişiler değiller, aynı zamanda bunlar
daha saldırgan, daha fazla nefret yüklü ve daha kabalar. Başka bir ifadeyle bu
insanlar, yalnızlık hastalığının tedavisi için ihtiyaç duyulan tüm
özelliklerden mahrumlar.
Bu
yalnız ve kaba kalabalık, aynı zamanda politik açıdan ilerici bir topluluk. Pinterest
hariç tüm sosyal medya platformlarında ilericilerin sayısı, muhafazakârların
sayısının katbekat üzerinde. Ayrıca bu kişiler, sosyal medyayı toplum için
olumsuz bir şey olarak görmüyorlar. Yüzde 83’ü sosyal medyanın toplumsal
hareketler için olumlu bir araç olduğunu düşünüyor. Çok azı, sosyal medyanın
toplumsal hayatları için bir tehlike arz ettiğini düşünüyor.
İnternette
tek başına geçirdiğimiz tüm o zaman bizim başkalarına güvenimizi daha da
azaltıyor, bizi daha saygısız ve kötümser kılıyor. Kamuoyu anketleri, Amerikalıların
bugün gelecek kuşağın yüzleşeceği ihtimaller konusunda, 2008-2012 arası dönemde
yaşanan Büyük Resesyon’un gölgesinde olduğumuzdan daha fazla kötümser olduğumuzu
ortaya koyuyor. Daha da kötüsü, bugün gençler de başkalarına daha fazla
şüpheyle yaklaşıyorlar. Yaşları 18-29 arasında olan insanların yüzde 60’ı “insanların
çoğuna güvenilemeyeceğini” düşünürken, aynı grubun yüzde 71’i “fırsat bulduğunda
birçok insan sizden istifade etmeye çalışıyor” görüşünü dile getiriyor.
Yalnızlığın
kurumsallaştığı, halk arasında kötümserliğin kemikleştiği süreç, sadece toplumun
demoralize olmasına ve en temel toplumsal bağların sürekli aşınmasına yol açar.
Dustin Guastella
22
Mayıs 2023
Kaynak
İkinci Bölüm
0 Yorum:
Yorum Gönder