29 Ekim 2023

,

Amele ve Rençberin Cumhuriyeti


Türkçede Türkiye’de Komünizmin Kaynakları ismiyle yayımlanan kitabın yazarı George Harris’in Amerikan istihbaratına çalıştığına hiç şüphe yok. Bu tür isimlerin inşa ettikleri teorik ve ideolojik zeminin Amerika ölçü ve ölçeğinde inşa edilmiş “Türk devleti”ne hizmet sunduğunu görmek gerekiyor. O zeminde hareket edenler ve düşünenler de o devlete dolaylı olarak hizmet ediyorlar.

George Harris, kitabında şu tespiti yapıyor:

“Komünizm, tabii ki Türkiye’de bir kitle hareketi hâline gelmeyi hiçbir vakit başaramadı. Ama bağımsızlık mücadelesinin ilk aşamalarında bir noktada komünistler, neredeyse iktidarı almanın eşiğine geldiler.”[1]

Komünist hareketin “Anadolu’daki devrimci hareket bünyesinde önemli bir devrimci güç hâline gelmiş olan kesimlerle özel bir ilişki kurduğunu” iddia eden Harris, bu gelişme neticesinde “Ankara rejiminin ve Atatürk’ün yeni gelişmekte olan komünist hareketi kontrol altına almak için ‘resmi’ Türkiye Komünist Partisi kurmak zorunda kaldığını” söylüyor.

Devamında da şu değerlendirmesini aktarıyor:

“Komünizmin yayılmasına, Atatürk’ün General Harbord’a güvence sunduğu önceki ifadesinde dile getirdiği gibi, İslam’ın doğal niteliği ya da Türkiye’nin toplumsal yapısı mani olmadı. Bilâkis, bu tehdidi durdurmak için bu yönde kararlılıkla hareket eden milliyetçi rejimin zora dayalı eylemine ihtiyaç vardı.”[2]

“Milliyetçi rejim”in uyguladığı zor ve kurduğu resmi TKP, o havuç ve o sopa, komünist hareketi hizaya soktu. Köksüzleştirdi. Sonraki kuşaklar, George Harris, Tevetoğlu, Mete Tunçay gibi antikomünistlerden öğrendiler tarihlerini. Kimse, iktidarın eşiğine nasıl gelindiğini ve eşikte nelerin kurban edildiğini sorgulamadı. Tüm hareket, ilerleme tanrısı adına başbuğun ardına sıralandı, onun gölgesine sığındı. Solculaştı. CHP uzantısı hâline getirildi. Şefleri bir bir ajanlaştırıldı. 12 Eylül sonrası halk hareketi ve işçi hareketi bir emirle CHP ağalarına teslim edildi.

O güvenceler, Amerikan başkanı Wilson’ın Anadolu’ya gönderdiği kişiye sunulmuştu. Tevetoğlu’nun bu generale tercümanlık yapan kişinin tanıklığından aktardığına göre Harbord, “bölgede hesaba katılacak tek ciddi kuvvetin Mustafa Kemal Paşa’nın başbuğluk ettiği Anadolu’daki Milli Mücadele kadrosu olduğunu” düşünüyordu.[3]

Çünkü Paşa, kendisine şunları söyleyen kişiydi:

“Bolşevikler konusuna gelince: bu öğretiye ülkemizde asla yer yok. Dinimiz ve geleneklerimiz yanında toplumsal örgütlenme tarzımız da bu öğretinin burada uygulanmasına kesinlikle uygun değil. Türkiye’de ne büyük kapitalistler ne milyonlarca zanaatkâr ve işçi var. Diğer yandan, bizde bir tarım sorunu da yok. Nihayetinde toplumsal açıdan bakarsak, bizdeki dini ilkeler, bolşevizmin burada benimsenmesi ihtimalini ortadan kaldırıyor.”[4]

Görünüşe göre, bugünün sosyalistlerinin laik başbuğu, Amerikan emperyalizmine bolşevizmi İslam’la durdurma sözü veriyor. Tehdit savuşturuluyor. Hasbelkader güçlenen Müslüman iradeyi kontrol altında tutacak bekçilik görevini ise sosyalistler üstleniyorlar. Onlar bu görevi, işçiden köylüden değil, bağlı oldukları ordudan alıyorlar. O görevin sınıfsal niteliğini ve içeriğini hiç sorgulamıyorlar. “Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” kuralı uyarınca hareket ediyorlar.

Çünkü sosyalist hareketi küçük burjuvazi yönetiyor. Küçük burjuvazi, işle ilgilenmiyor, işçileşmiyor, işin başı ve sonu olmayı istiyor. Hep efendilerince ihtiyaç duyulacak yerde olmayı arzuluyor. Kendisine her daim kahyalık ve bekçilik görevi veriliyor. Dünyayı ve hayatı bu görevin penceresinden bakarak okuyor.

Onun dün olduğu gibi bugün de bölgedeki Siyonizmin, ülkedeki Kemalizmin peşinden gitmesinin sebebini burada aramak gerekiyor. Siyonizmin ve Kemalizmin kuyruğuna takılarak aldığı yolu devrimci yol zannediyor. 

Siyonizmin Siyon’la, Kemalizmin Kemal’le bir alakası yok. Bunlar, küçük burjuvaların efendiler için, onlara hoş görünmek adına imal ettikleri ideolojiler. 

Siyonizmle ve Kemalizmle hesaplaşmayan komünist hareket, emperyalizme ve kapitalizme kul ve köle oluyor. Tam da bu kahyalık ve bekçilik bilinciyle, bugün Kürt, Kürdistan’ı emperyalist sermayenin elindeki devlete; sosyalistler, sosyalizmi devletin elindeki sermayeye kurdurmak istiyor. Kâhya ve bekçi, işçinin, mazlumun, köylünün, yoksulun iradesini asla tanımıyor, önemsemiyor. O irade vücut bulmasın diye çabalıyor.

Bugün bir HDP’li vekil, “Kusura bakma Filistin, biz de işgal altındayız” yazılamasını paylaşıyor. Yazılamanın kaynağının Zafer Partisi olmasıyla hiç ilgilenmiyor. Liberal Kürt, faşist Türk ile aynı telden konuşuyor. 

Ümit Özdağ, Meral Akşener, Uğur Dündar, milliyetçi hareketin Siyonizmle iltisaklı olduğunun kanıtı olarak konuşuyor. Dündar, o sebeple Hiram Abas’la atış talimleri yapıyor. O kurşunlar, Kudüs'ü işgal edenleri koruyor.

Avrupa kentlerinde İsrail’le dayanışma mitinglerine Barzaniciler ve İran şahı yanlısı kişiler birlikte katılıyorlar. İsrail, bir kurtuluş vaadi, bir tür özgürlük vahası olarak takdim ediliyor, satılıyor. 

Bir dönem Bolşevik tehdidini savuşturmak için siperlere sürülen yoksul mazlum Müslümanların tepesine bugün ilerleme ve liberal pazarlar adına, bombalar yağdırılıyor. Gazze, Dersim’le kardeş şehir olduğunun bilincinde olmadan yakıyor ağıtını.

Bu zulmün üzerine örülecek şal, sosyalistlerin elinden çıkıyor. Eski TKP’li, sonrasında Lazlığını pazara çıkartıp satarak dünyalığını biriktiren şarkıcı Fuat Saka, Cumhuriyet Marşı besteliyor.[5] Şarkının sözleri sosyalistlerin elli yıllık tarihini özetliyor. “Devrimlerin halkıyla buluşması bu.” Dökülen kanın, sömürülen terin üzerine eşitlik-özgürlük-laiklik desenleriyle örülü bir şal örtülüyor. Bunu sosyalistler yapıyor. Sosyalistler, Celal Şengör ve Müjdat Gezen gibi heykellerle konuşup sahiplerine yalvarıyor.

Sosyalistler, Cumhuriyet’i ve yüzüncü yılını kutlarken, onun Kemalizmin eğretilemesi, mecazı olduğunu çok iyi biliyorlar. Aslında utangaçça Kemalistleşme süreçlerini ve elde ettikleri mevzileri kutluyorlar. Aldıkları siyaset iznine seviniyorlar. Sosyalistler, elli yıldır Kemalizmin devrimlerine aşağıdan kitle örmek, “halk” inşa etmek için uğraşıyorlar. Sınıfsal olarak komünist hareket, bu sosyalistlerle ve şefleriyle dövüşmeden yol alamayacağını görüyor.

Son dönemde komünist partiler, “Avrupa Komünist İnisiyatifi” adı altında bir birlik kuruyorlar. Bu birlik, Eylül ayı içerisinde Rusya meselesi yüzünden bölünüyor ve kendisini feshediyor.[6] Tartışmanın bir tarafında Büyük Britanya Komünist Partisi (ML), diğer tarafında Yunan Komünist Partisi duruyor. YKP, Rusya’nın da “emperyalist” olduğunu söylüyor, tüm cehaletiyle ve Marksizme-Leninizme küfrederek. Partinin son belediye seçimlerinde bir iki yer kazanmasını, aldığı bu konumla ilişkilendirmek gerekiyor.

Ukrayna konusunda TKP de YKP’nin kuyruğuna tutunuyor. Donbas’taki direnişe küfreden bir tutum alıyor. O da önümüzdeki seçim süreci için şimdiden Defne’ye yükleniyor. Kendisine belediye meclis üyeleri armağan ediliyor. TKP, efendilerinin kendisine vereceği koltuklar için şimdiden avuçlarını ovuşturuyor. Bu yüzden bugün Boyner reklâmı gibi konuşuyor, “Cumhuriyet cumhuriyet gibi yaşansın istiyor.” Bugün tüm bankaların reklamlarında sosyalistlerin sloganları çınlıyor. 

Cumhuriyet, proleter devrimi toprağa gömsün diye bu ülkedeki TKP’nin başına normal koşullarda ancak vasat bir reklâm şirketinde metin yazarlığı yapabilecek biri oturtuluyor. Bu kişi, tüm Kemalistliğiyle, biri binmiş gibi satmayı, azı çok göstermeyi, reklâmcı metinleri döşenmeyi, sahneye çıkıp kötü oyunculuğuyla şov yapmayı görev belliyor. Partisi, en fazla, sermayeye sitem edip “ya artık bu gericileri desteklemeyin n’olur” diye yalvarmaktan başka bir işe yaramıyor. Partisi, biri binmiş gibi göstermeye çalışırken, her seçim döneminde sıfırları birin yanlış tarafına koyuyor!

Çünkü bir düşman olarak George Harris, doğru söylüyor. Bolşevik hareketi “zora dayalı eylemler durduruyor.” Komintern toplantılarında o zora zorla karşı koymayı tartışanlar tasfiye ediliyorlar. Zora karşı zor örgütlemeyi düşünen kimse kalmıyor. O düşünce, siliniyor. Zora olan ihtiyaç da hükmünü yitiriyor. 

Partinin kuruluş tarihi, 10 Eylül’den, bir çiftlik sahibinin Ankara’da arkadaşlarını topladığı toplantının tarihine çekiliyor. O çiftlikte Kemalizmin sosyalizme giden yolu açtığına dair teoriler üretiliyor. Sonrasında komünistler ve sosyalistler, Kemalizmi temellük etmek, onun boyasıyla boyanmak, onun ipine tutunmak için uğraşıyorlar.

Bölgede Siyonizm, ülkede Kemalizm şahsında somutluk kazanan küçük burjuva ideolojisi, komünist hareketi teslim ve esir alıyor. Kendi suretinde yeniden imal ediyor. “Birinci İsrail” olarak Türkiye, “İkinci Türkiye” olarak İsrail, komünist hareketin içeriğini ve biçimini de belirliyor. Sol şahsında bu ikisi konuşuyor.

Demek ki monarşi tarihinden sürekli öcü gibi bahsetmenin, olmayan tehdit ve tehlike üzerinde durmanın, kendisini sürekli o monarşi tarihine ve Osmanlı’ya göre kurmanın sebebi bu. Menşevikler, her Osmanlı, gericilik, yobazlık vs. dediklerinde birilerine hâlen daha işlevli ve gerekli olduklarını hatırlatmanın derdinde. İnanmadıkları şiirleri sarhoş narası gibi okumayı ilericilik ve devrimcilik sanmaya devam ediyorlar.

Oysa tersten bakıldığında, bu kadar laiklik yaygarası kopartılmasından, ülkede laikliğin tehlikede olan en son şey olduğunu anlamak mümkün. Zira Erdoğan, en az Alper Taş, Kemal Okuyan ve Erkan Baş kadar laik!

Esasında sosyalist şefler, “yaralı parmağa işemeyecek” tıynette kişiler. Herhangi bir davaya işçi ve yoldaş olacak, kan ve ter dökmeyi göze alacak kişiler değiller. Dolayısıyla, bunlar “laiklik” diye bağırıyorsa demek ki laiklik hiç tehlikede değil. Onlar, aslında başka bir görev dâhilinde kendilerine ihtiyaç duyulması için uğraşıyorlar. İş ve görev dileniyorlar.

Bu kişilerin derdi, “döktükleri kan-terleri hak etmek, işledikleri işe ve toprağa sahip olmak, memleket ve hükümet işlerini ellerine almak isteyen amele ve rençber milleti”nin[7] iktidarını kurmak değil. “Halkın sırtından geçinen ve cumhuriyet denilen hükümet biçimi”ni muhafaza ve müdafaa etmek, o geçimden pay almak. O nedenle, bugünün TKP’si, “biz yüz yıldır cumhuriyet için çalışıyoruz” diyor, o kâr oranları için kahyalık ve bekçilik yapıyor, Mustafa Suphi ise “yaşasın Türkiye amele, rençber ve askerlerin hükümet ve cumhuriyeti” diye haykırıyor.

Suphilerin yoluna yoldaş olanlar, işçileşmeyi, kolektifi; davayı ve kavgayı işçileştirip kolektifleştirmeyi bilenlerdir. Onlar, amele ve rençber için yol açmayı bileceklerdir.

Burjuvanın devletine uşaklık eden sosyalistlere ise tek bir şey söylenebilir: “Cumhuriyet bayramları kutlu olsun!”

Eren Balkır
28 Ekim 2023

Dipnotlar:
[1] George Harris, The Origins of Communism in Turkey, Hoover Institution Publications, 1967, s. 7.

[2] A.g.e., s. 7.

[3] Dr. Fethi Tevetoğlu, “Mustafa Kemal Paşa – General Harbord Görüşmesi Tanık ve Tercümanı: Prof. Hulûsi Y. Hüseyin (Pektaş)”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 4, Sayı 10, s. 201.

[4] Aktaran George Harris, a.g.e., s. 3.

[5] “Cumhuriyet’in 100. Yıl Marşı”, 26 Ekim 2023, Birgün.

[6] “On the Termination of the Activity of the European Communist Initiative”, 11 Eylül 2023, CWPE.

[7] Mustafa Suphi, “Saltanattan Sonra”, 28 Haziran 1920, İştiraki.

0 Yorum: