“Şarabın gazabından kork/
çünkü fena kırmızıdır.”
[Attila İlhan]
Tarih, sınıflar mücadelesiyle şekillenir. Bu
mücadelede her sınıf, zafere ulaşmak için araç, yöntem, strateji, taktik,
propaganda biçimi, kültür, ilke, değer ve gelenek üretir. Tüm bunların
sonucunda doğru mücadele çizgisi, sınıfsız ve sömürüsüz bir düzeni işçi, emekçi
ve ezilenlere getirir. Sınıf mücadelesinin sömürülen sınıflar adına zafere
ulaşması, ekonomik, siyasi ve ideolojik mücadelenin bütünlüklü bir şekilde
verilmesine bağlıdır.
Her mücadele, kendi kültürünü, değer ve ilkelerini
üretirken, bunu zamandan ve mekândan bağımsız olarak gerçekleştiremez, bu
yönüyle sınıflar mücadelesi somuttur/ maddi gerçekliğe dayanır. Bu yüzden
sınıflar mücadelesi mekânda ve zamanda gerçekleştiğinden ya da pratiğin yaşam
alanı bu iki unsur olduğundan, her mücadelenin kendi takvimi ve bu takvimin
sabitlendiği bir mekânı vardır. Zamanla mekânın birbirine içkinleşmesinde
mücadele yolunda ödenen bedellerin ve kazanımların etkisi belirleyici olur.
Sınıflar mücadelesinde takvim ve mekân birbirinden
koparıldığında, kitlelerde ideolojik bunalım ve ilkesizlik boy gösterir.
Tarihsizleşme, yurtsuzlaşma ve belleğin deforme edilmesi burada başlar. Ödenen
bedellere, takvime, mekâna bağlılık, ilke ve değeri kitlelere aşılayarak
gelenek oluşturur.
Ülkemiz, sınıflar mücadelesi açısından özel bir öneme
sahip olup, takvimde bir günü aşıp mekâna yayılan bir tarih vardır: 1 Mayıs 77.
Bu günü önemli kılan hususlar bulunur. 60 sonrası
dönemde Kavel direnişi, 68 hareketinin yükselişi, 15-16 Haziran işçi
direnişleri 12 Mart'ı getirmiştir. Her ne kadar tartışmalı bir yönü bulunsa da
bastırıldığı düşünülen 74 “affı” sonrası yükselen sınıf mücadelesinde 1 Mayıs’ın
kitlesel kutlanması, grevlerdeki artış, boykotlar, öğrenci hareketleri
mücadelenin seyrine önemli bir ivme kazandırmıştır.
Taksim, sınıf mücadelesinin yükselişi ve
kitleselleşmesinde önemli bir yere sahiptir. Türküye yansıdığı gibi yüz
binlerce emekçi 1 Mayıs'ta Taksim’e yürümüştür. Kitlenin içinde sanatçı ve
aydınların oluşu, işçi ve emekçi sınıflar açısından önemli bir bütünleşmedir.
Yükselen sınıf bilinci karşısında çaresizleşen egemen sınıflar ve Soğuk Savaş’ın
rüzgarıyla emperyalizmle işbirliği yapan burjuvazi, 77’de 1 Mayıs’ı kutlamak
için Taksim’e çıkan emekçilere bir otelin tepesinden ateş açarak onları
katletmiştir. Amaç, kitlede pasifikasyona yol açıp sınıfın birliğini ve
mücadele azmini geriletmek, sınıfsız ve sömürüsüz bir düzenin kuruluşuna engel
olmaktır.
Taksim, artık ülkemiz emekçi sınıfları açısından 1
Mayıs alanıdır, kızıldır, kızıl kalması için ve sonraki yıllarda da 12 Eylül
dönemi dışarıda bırakılırsa Taksim’de 1 Mayıs kutlama ısrarı sürdürülmüştür. Bu
ısrar, emekçilerin canlarıyla ödedikleri bedellerle tarihe ve mekâna sahip
çıkma iradesi ve cüretidir. Ancak bu şekilde sınıfsız ve sömürüsüz bir düzen
kurmada ilkeli olma inşa edilebilir. Bu yüzden 79’un 1 Mayıs’ında 70 yaşındaki
Behice Boran ve emekçiler Taksim’e doğru yürüyüşe geçmiştir. Bunun sonucunda
dört yüze yakın işçi ve emekçi gözaltına alınır.
Son birkaç yıldır da Taksim ısrarını sürdürenlerden
150-300 insan gözaltına alınmaktadır. 79 yılının dinamizmiyle
karşılaştırıldığında “bir avuç insanın” bugün bu şartlarda Taksim diye ısrar
etmesi bir fetişizm değil, doğru çizgide ve ilkede ısrardır. 44 yıl önce de “bir
avuç insan” Taksim dediyse daha sonra tüm olumsuz koşullar aşılarak Taksim’de 1
Mayıs kutlanmıştır. Her yıl katılım sayısı artarak hem de. Bugün de bu olumsuz
koşullar tarihin öğrettiği şekilde ve diyalektik gereği aşılmaya mecburdur.
Bu yüzden 12 Eylül’ün reformistleştirdiği çevrelerin
dışında kalan sınıfsız sömürüsüz düzen kurma sözünü 12 Eylül’den önce veren
çevreler hem darbe döneminin sona ermesiyle hem de geldiği nokta ne olursa
olsun varlığıyla dünya haklarına moral üstünlüğü sağlayan Sovyetler’in
dağıldığı halde ülkemizde 89 ve sonrası süreçte 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamada
ısrar edilmiştir.
Ülkemizin bu ısrarcı solu, bazı reformist çevrelerin
iddia ettiği gibi, “alan fetişisti” değildir. Zamanla mekânı bütünleştiren,
ödenen bedellerdir, tarihi yazansa sınıf mücadelesi geleneğine sahip çıkmaktır.
77’de katledilen emekçileri kadın erkek diye ayırıp
anmalar düzenleyerek tarihi ikiye bölmek, sınıf uzlaşmacılığı ve
kimlikçiliktir. Sınıf; tarihten ve mekândan koparıldığı an, sınıf kininden de
uzaklaşarak ideolojik deformasyona uğrar ve mevcut mücadele ekonomizme ve
kimlik mücadelesine doğru daralır. Tarih mekân birlikteliği sürdürülürken, bir
başka tehlike de tarla korkuluğuna çevrilen mekânın içinin boşaltılması ve
özünün tersine çevrilmesidir. Bu husus şimdilik tartışmaya açık bırakılsın.
Özellikle Gezi sonrası süreçte Taksim’in tarihi tahrifata uğratılmaya
başlanmıştır.
Sovyetler deneyiminin sona ermesinin ardından diğer
ülkelerin aksine darbe döneminden yeni çıktığı halde ülkemiz sınıf hareketi,
kendi gücüyle ve gelenekten aldığı deneyimin birikimiyle sınıf mücadelesinin
bayrağını yeniden yükseltmiştir. 90'lı yılların ortalarında KESK ve onun
lokomotif gücünü oluşturan Eğitim Sen bu koşullarda kurulmuştur. Kamu
emekçileri için umut ve mücadele odağı haline gelmiştir. Uzun yıllar ağır
bedeller ödeyerek varlığını sürdürmüştür. Hem ülkemiz solu hem de sendikalar
sivil toplumcu, reformist ve kimlikçi rüzgâra kapıldıktan sonra tarihten,
ilkeden, gelenekten, kültürden, mekandan hızla kopmaya başlamıştır.
Tüm bunların sonucunda kimlikçi bir yükselişin
damgasını vurduğu Gezi, hem solu hem de Taksim’i emekçi sınıfların hafızası
açısından değiştirmiştir. Her 1 Mayıs geldiğinde KESK ve DİSK’in içinde olduğu
1 Mayıs Tertip Komitesi reformistleri de yanına alarak sınıfa açıkça yalan
söyleyip “seneye Taksim'deyiz” demektedir.
Doğru olan şudur: Reformist sol ve onların yönettiği
sendikalar, 364 gün Taksim ve Kadıköy’dedir. 1 gün de sınıfı peşine takıp,
aslında takamayıp, Maltepe ya da Bakırköy’dedir. Taksim’e, o gün, tarihe ve mekâna
sahip çıkan, mücadelenin ilke ve onurla yürütülmediğinde yenilgiyi getireceğini
bilen anlayışların/çevrelerin bilinciyle yürünmektedir. 364 gün reformistler ve
sendikalar Taksim'de eğlenmekte, alkol almakta, bar açıp dayanışma gecelerini
sınıf adına düzenlemekte beis görmemektedir. Onur yürüyüşünü, 25 Kasım’ı ve
morlaştırılarak kızıllığı kapatılmaya çalışılan 8 Mart’ı Taksim’de pratize
etmekten geri durmamakta, bu etkinliklerde emperyalist ülkelerin
büyükelçileriyle yürümektedirler. Taksim, sınıf mücadelesinin tarihinin değil
kadın ve cinsel kimlik hareketlerinin hafıza mekânı hâline getirilmektedir.
90’ların sanatçı ve aydın buluşmaları fotoğraflarının
içeriği 80 öncesine göre farklıdır. Artık özgün müzik diye türetilen sol
arabeski ve tahrifata uğratılan Alevi kültürünün müziğini üreten ve kendini sol
demokrat diye kitlelere benimseten sanatçıların buluştuğu masada bağlamanın
yanında rakı şişeleri yer alır. Alkol, artık ilerici ve aydınlık olmanın bir
kimliğidir.[1] O olmadan sendika etkinlik yapamaz, üyelerini bir araya
getiremez, onu kullanmayan gerici sayılır. Yaşam biçimleri sınıf gerçeğinin
önüne geçer.
1 Mayıs’a daha aylar varken neden 1 Mayıs üzerinden
Taksim tartışması yapan bir yazı kaleme alınmıştır?
Bugün 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü. Eğitim Sen
şubeleri her yıl 5 Ekim’in denk geldiği haftanın Cuma gününü etkinlik ve kutlamaya
ayırır.[2] Bu kutlamalar şube bazlı değişiklik gösterse de ortak yanı kokteyl
konseptine sahip olmasıdır. O gün geldiğinde ya sendika şubesinde müzik
eşliğinde ya da tekne gezisinde halay, bar, dans müziği potporisiyle alkol
alınarak etkinlik düzenlenir.
Hiçbir sendikal eylemin ve basın açıklamasının
İstanbul’daki 9 şubenin toplanıp 30 kişiyi geçemediği gerçeği varken sadece bir
şubenin üyeden aldığı düşük ücretle tekne gezisinde alkol aldırması ortalama
300 insanın etkinliğe gelmesine neden olur. Yanıt reformistçedir: Üye profili
değişti! Sirtakiler, modern dans kursları, yoga atölyeleri, erkek üyelere
kapalı kitap okuma atölyeleri ve film gösterimleri turuncu sendikacılığın yeni
pratikleridir. Onun dilinde demokrasi, eşitlik ve çoğul kimlikler vardır.
Artık “Öğretmenlerin yolu işçi sınıfının yoludur”
diyen Töbder geleneği nostaljik bir kortej fotoğrafına dönüştürülmüştür.
Depremde ölen canlar için pencerede mum yakarak akşam anma etkinliği düzenlemek
küçük burjuva kültürünün anti sınıfsal üretimidir. Oysaki sınıflar mücadelesi
hüzün ve bohem kültürü değil, sınıf kininin bilenmesi üzerine kurulur. O yüzden
1 Mayıs’a Bandista’yı sendikalar, 30 Ağustos'a laiklik bayrağı Gülşen'i CHP’li
belediyeler çağırır.
Bugün 5 Ekim. İstanbul 3 Nolu Eğitim Sen şubesinin
üyelerine yolladığı kurumsal SMS şu şekildedir:
“5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü’nü 6 Ekim 2023 Cuma
akşamı, saat 19.30’da Taksim Hill Otel’de kutluyoruz![3]
Kokteyle katılım için 3 Ekim Salı gününe kadar
isimlerin şubeye yazdırılarak ücretlerin ödenmesi gerekiyor.
Giriş Ücreti: 300 TL
Ücrete dâhil olanlar: Mekân giriş, 2 adet alkollü
içecek (bira veya şarap ya da kokteyl)
Atıştırmalıklar (Meyve, çerez, peynir)
Kokteylimiz tüm üye ve yakınlarına açıktır. B040”
Kokteyl kültürüyle emek mücadelesinin nasıl bir ilgisi
olabilir? Sömürülen sınıf, mücadele verdikçe kendi kültürünü ve değerlerini
üreterek burjuva sömürü düzeninin ürettiği yoz kültürden kendini sıyırır.
Sınıfsız sömürüsüz düzen kurmak isteyen sendika ve politik hareketler, sınıfı
ve kitleleri bu yoz bataklıktan çekmekte bilinç taşıyıcı göreve sahiptir.
Başka bir yazının konusu olan öğretmenlere beyaz önlük
giydirilmesi tartışması sürerken, atanmadığı için intihar eden öğretmenler
gerçeği varken, bugün kiralar maaşların üçte ikisine denk düşerken, okul
kantinlerine maddi gücü yetmeyen öğrencilerin aileleri çocuklarına ekmek arası
kahvaltılar verip okula yollarken, öğretmenler odası
ücretli-sözleşmeli-kadrolu-uzman ve başöğretmen diye ayrıştırılıp eşit işe
farklı ücret ödenirken, okul duvarları faşist ırkçı çevrelerin propaganda
alanına çevrilirken, hemen her yıl sınav sistemi değiştirilirken, mülakat ve
güvenlik soruşturması ile kadrolaşma hızla sürerken, öğretmenler hiç tanımadığı
insanlarla sırf kirayı paylaşmak için aynı evde kalırken ve başlı başına bir
yazı konusu olacak sorunlarla öğrenci-öğretmen-veli uğraşırken, Çedes
projesiyle okullara manevi danışman atanıp sınıf mücadelesini baskılamak için
dinselleştirme sürerken, Mesem ile çocuk işçiliği yasallaştırılıp sömürü
derinleştirilirken 5 Ekim’i bu şekilde kutlamak, olsa olsa yas evinde halay
çekmektir.
Şunu belirtmek gerekir ki alkol, artık ülkemiz solu
için bir kimlik kartına dönüşmüştür. Bu şekilde yapılacak bir etkinliğe alkol
almayan bir emekçi katılmaz, baştan yok sayılmıştır. Sendikalar, alkollü
organizasyon merkezi değildir. 5 Ekim de alkol alıp dans etme günü değildir.
Sendika şubesinden Boğaz gezintili tekneye taşınan
etkinlik artık karaya ayak basarak Taksim’e taşınmıştır. Otelin adı ise
İngilizce HILL’dir, Türkçe karşılığı TEPE demektir.
Taksim’de bir otelin tepesinden 1 Mayıs 77'de
emekçilere ateş açılarak katliam yaşatılmıştır. Taksim’deki herhangi bir otel
tepesi ya da otelde küçük burjuva kültürüyle alkollü kokteyl düzenlemek tarihe,
sınıfa, değerlere, bedellere, mekâna ihanettir. Sınıf uzlaşmacılığıdır. Kutlama
meydanda yapılır.
6 Ekim dâhil 364 gün Taksim’e gelen sendika ve
reformistler 365. gün soluğu Maltepe’de almaktadır. Kokteylin düzenleneceği
otelin bir başka özelliği de bugün emek ve özgürlük adıyla ittifak kuran siyasi
parti ve çevrelerin toplantı, vekil pazarlığı ve ittifak kurma mekânıdır. Aynı
çevrelere yakın anlayışların sendikaların yönetimine gelmesinin sonucu budur.
Kamudan ihraçların sürdüğü OHAL döneminde Ankara başta
olmak üzere birçok kentte direnişler sürerken Eğitim İş’in 4 No’lu şubesinin
Taksim’deki Mor Meyhane’de dansözlü alkollü etkinlik düzenlemesiyle Eğitim Sen
şubesinin Taksim’deki bir otelde kokteyl düzenlemesi arasında bir fark
kalmamıştır.
Uzman öğretmenliğin kaldırılmasında umudu Mayıs genel
seçimlerine bağlayan Eğitim Sen, bu uğurda dolu dolu bir mücadele vermediği
gibi TİS öncesi gidip KESK olarak Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etmiştir. “Seneye
Taksim’deyiz” derken de aynı manipülasyonla sınıfı aldatmaktadır. Yaklaşan
sendika şube seçimlerinde yine aynı anti demokratik şekilde dört üyenin bir
delege seçtiği ve ittifak adı altında tek listenin onaylandığı tiyatro
gösterime girecektir.
Yıllardır sınıfı ve halkı oyalayan reformistler nasıl
ki Mayıs seçimlerinde dağılma sürecine girdiyse turuncu sendikacılık anlayışı
için de sonun başlangıcı yaşanmaktadır. Bu sendikada artık sınıf mücadelesi ve
onun kavramlarını, diyalektiğin yasalarını, sendikal mücadelenin nasıl olması
gerektiğini tartışan atölye, forum ve etkinlik kalmamıştır.
Bir kokteyl varsa o da sivil toplumculuğun,
kimlikçiliğin, reformizmin, postmarksizmin, feminizmin, postmodernizmin ve
bilumum anti sınıfsal anlayışların oluşturduğu kokteyl sendikacılıktır. Belki
yıllar sürecektir ama sınıf mücadelesi kendi rotasında zafere ulaşacaktır. Bu
süreçte hiçbir şekilde ideolojik mücadele, değerler ve ilkeler terk edilmeyecektir.
Tarih, emekçilerin mücadelesiyle yazılacaktır. Tarihe not düşmek adına diyecek
olursak, bu anti sınıfsal yönelimlerin ve çürüme pratiklerinin eleştirisi de
sürecektir.
Sınıf kardeşliği ve emekçilerin birliği adına rengi,
dili, inancı fark etmeden emeğiyle insanlaşma yolunda pusula olan tüm eğitim
emekçilerinin/halkların eğitimcilerinin günü kutlu olsun. Sınıfsız sömürüsüz
bir düzen kurulana kadar eğitim emekçilerinin yolu işçi sınıfının yoludur!
Sınıflar mücadelesi tüm baskı, engel, yasaklama,
çürüme ve yozlaşma gerçekliğine rağmen zafere ulaşacaktır. Hiçbir değerimizin,
tarihimizin, ilkemizin küçük burjuva talepler uğruna alkolle ve başka
biçimlerle yozlaştırılmasına sessiz kalmayacağız. Taleple ilkeyi takas
etmeyeceğiz.
Tarih sınıflar mücadelesinin tarihidir. Sınıfsız
sömürüsüz düzen kurmanın yolu bütün bir yaşamı şekillendiren ideolojiden
geçmektedir. Bu yönüyle ideoloji, gündelik pratiklerden yaşam felsefesine kadar
insanı programlayan bir mekanizmadır, her an işler.
Hatırlatma: Nasıl
ki 1 Mayıs’ta Maltepe’ye ve Bakırköy’e gitmiyorsak, sendikaların anlamsız
kokteyllerine de anti demokratik seçim tiyatrosuna da katılmayacağız.
S. Adalı
5 Ekim 2023
Dipnotlar:
[1] 1 Mayıs alanında su ve simit satan emekçiler gerçeği her zaman tartışma
konusu olmuştur. 5 Ekim için otel çalışanı emekçilere kendisine alkol ikram
etmesi için organizasyon düzenleyen anlayışların ne sınıfla bağı vardır ne de
halkın öğretmeni olmayla.
[2] Etkinliğin her yıl 5 Ekim’in denk geldiği haftanın
Cuma günü yapılmasının asıl nedeni bir gün sonranın tatil olması değil, gece
yarısına kadar alkol alıp yoz kültürün diliyle söylersek after party
düzenledikten sonra sabah uyanamama kaygısından ileri gelmektedir.
[3] 10 Ekim’de katledilen sendika üyesi eğitim emekçilerinin bağlı olduğu sendika şubesinin bu gerçeğe rağmen 6 Ekim’de sarhoş olup 10 Ekim’de üyesini anması değer ve inanç yitimidir. İnanç yitimi tesadüf değildir, ideolojik bunalımın getirdiği savrulmanın sonucudur.
0 Yorum:
Yorum Gönder