05 Ekim 2023

Kokteyl: Ortanın Sendikacılığı

Şarabın gazabından kork/
çünkü fena kırmızıdır.

[Attila İlhan]


Tarih, sınıflar mücadelesiyle şekillenir. Bu mücadelede her sınıf, zafere ulaşmak için araç, yöntem, strateji, taktik, propaganda biçimi, kültür, ilke, değer ve gelenek üretir. Tüm bunların sonucunda doğru mücadele çizgisi, sınıfsız ve sömürüsüz bir düzeni işçi, emekçi ve ezilenlere getirir. Sınıf mücadelesinin sömürülen sınıflar adına zafere ulaşması, ekonomik, siyasi ve ideolojik mücadelenin bütünlüklü bir şekilde verilmesine bağlıdır.

Her mücadele, kendi kültürünü, değer ve ilkelerini üretirken, bunu zamandan ve mekândan bağımsız olarak gerçekleştiremez, bu yönüyle sınıflar mücadelesi somuttur/ maddi gerçekliğe dayanır. Bu yüzden sınıflar mücadelesi mekânda ve zamanda gerçekleştiğinden ya da pratiğin yaşam alanı bu iki unsur olduğundan, her mücadelenin kendi takvimi ve bu takvimin sabitlendiği bir mekânı vardır. Zamanla mekânın birbirine içkinleşmesinde mücadele yolunda ödenen bedellerin ve kazanımların etkisi belirleyici olur.

Sınıflar mücadelesinde takvim ve mekân birbirinden koparıldığında, kitlelerde ideolojik bunalım ve ilkesizlik boy gösterir. Tarihsizleşme, yurtsuzlaşma ve belleğin deforme edilmesi burada başlar. Ödenen bedellere, takvime, mekâna bağlılık, ilke ve değeri kitlelere aşılayarak gelenek oluşturur.

Ülkemiz, sınıflar mücadelesi açısından özel bir öneme sahip olup, takvimde bir günü aşıp mekâna yayılan bir tarih vardır: 1 Mayıs 77.

Bu günü önemli kılan hususlar bulunur. 60 sonrası dönemde Kavel direnişi, 68 hareketinin yükselişi, 15-16 Haziran işçi direnişleri 12 Mart'ı getirmiştir. Her ne kadar tartışmalı bir yönü bulunsa da bastırıldığı düşünülen 74 “affı” sonrası yükselen sınıf mücadelesinde 1 Mayıs’ın kitlesel kutlanması, grevlerdeki artış, boykotlar, öğrenci hareketleri mücadelenin seyrine önemli bir ivme kazandırmıştır.

Taksim, sınıf mücadelesinin yükselişi ve kitleselleşmesinde önemli bir yere sahiptir. Türküye yansıdığı gibi yüz binlerce emekçi 1 Mayıs'ta Taksim’e yürümüştür. Kitlenin içinde sanatçı ve aydınların oluşu, işçi ve emekçi sınıflar açısından önemli bir bütünleşmedir. Yükselen sınıf bilinci karşısında çaresizleşen egemen sınıflar ve Soğuk Savaş’ın rüzgarıyla emperyalizmle işbirliği yapan burjuvazi, 77’de 1 Mayıs’ı kutlamak için Taksim’e çıkan emekçilere bir otelin tepesinden ateş açarak onları katletmiştir. Amaç, kitlede pasifikasyona yol açıp sınıfın birliğini ve mücadele azmini geriletmek, sınıfsız ve sömürüsüz bir düzenin kuruluşuna engel olmaktır.

Taksim, artık ülkemiz emekçi sınıfları açısından 1 Mayıs alanıdır, kızıldır, kızıl kalması için ve sonraki yıllarda da 12 Eylül dönemi dışarıda bırakılırsa Taksim’de 1 Mayıs kutlama ısrarı sürdürülmüştür. Bu ısrar, emekçilerin canlarıyla ödedikleri bedellerle tarihe ve mekâna sahip çıkma iradesi ve cüretidir. Ancak bu şekilde sınıfsız ve sömürüsüz bir düzen kurmada ilkeli olma inşa edilebilir. Bu yüzden 79’un 1 Mayıs’ında 70 yaşındaki Behice Boran ve emekçiler Taksim’e doğru yürüyüşe geçmiştir. Bunun sonucunda dört yüze yakın işçi ve emekçi gözaltına alınır.

Son birkaç yıldır da Taksim ısrarını sürdürenlerden 150-300 insan gözaltına alınmaktadır. 79 yılının dinamizmiyle karşılaştırıldığında “bir avuç insanın” bugün bu şartlarda Taksim diye ısrar etmesi bir fetişizm değil, doğru çizgide ve ilkede ısrardır. 44 yıl önce de “bir avuç insan” Taksim dediyse daha sonra tüm olumsuz koşullar aşılarak Taksim’de 1 Mayıs kutlanmıştır. Her yıl katılım sayısı artarak hem de. Bugün de bu olumsuz koşullar tarihin öğrettiği şekilde ve diyalektik gereği aşılmaya mecburdur.

Bu yüzden 12 Eylül’ün reformistleştirdiği çevrelerin dışında kalan sınıfsız sömürüsüz düzen kurma sözünü 12 Eylül’den önce veren çevreler hem darbe döneminin sona ermesiyle hem de geldiği nokta ne olursa olsun varlığıyla dünya haklarına moral üstünlüğü sağlayan Sovyetler’in dağıldığı halde ülkemizde 89 ve sonrası süreçte 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamada ısrar edilmiştir.

Ülkemizin bu ısrarcı solu, bazı reformist çevrelerin iddia ettiği gibi, “alan fetişisti” değildir. Zamanla mekânı bütünleştiren, ödenen bedellerdir, tarihi yazansa sınıf mücadelesi geleneğine sahip çıkmaktır.

77’de katledilen emekçileri kadın erkek diye ayırıp anmalar düzenleyerek tarihi ikiye bölmek, sınıf uzlaşmacılığı ve kimlikçiliktir. Sınıf; tarihten ve mekândan koparıldığı an, sınıf kininden de uzaklaşarak ideolojik deformasyona uğrar ve mevcut mücadele ekonomizme ve kimlik mücadelesine doğru daralır. Tarih mekân birlikteliği sürdürülürken, bir başka tehlike de tarla korkuluğuna çevrilen mekânın içinin boşaltılması ve özünün tersine çevrilmesidir. Bu husus şimdilik tartışmaya açık bırakılsın. Özellikle Gezi sonrası süreçte Taksim’in tarihi tahrifata uğratılmaya başlanmıştır.

Sovyetler deneyiminin sona ermesinin ardından diğer ülkelerin aksine darbe döneminden yeni çıktığı halde ülkemiz sınıf hareketi, kendi gücüyle ve gelenekten aldığı deneyimin birikimiyle sınıf mücadelesinin bayrağını yeniden yükseltmiştir. 90'lı yılların ortalarında KESK ve onun lokomotif gücünü oluşturan Eğitim Sen bu koşullarda kurulmuştur. Kamu emekçileri için umut ve mücadele odağı haline gelmiştir. Uzun yıllar ağır bedeller ödeyerek varlığını sürdürmüştür. Hem ülkemiz solu hem de sendikalar sivil toplumcu, reformist ve kimlikçi rüzgâra kapıldıktan sonra tarihten, ilkeden, gelenekten, kültürden, mekandan hızla kopmaya başlamıştır.

Tüm bunların sonucunda kimlikçi bir yükselişin damgasını vurduğu Gezi, hem solu hem de Taksim’i emekçi sınıfların hafızası açısından değiştirmiştir. Her 1 Mayıs geldiğinde KESK ve DİSK’in içinde olduğu 1 Mayıs Tertip Komitesi reformistleri de yanına alarak sınıfa açıkça yalan söyleyip “seneye Taksim'deyiz” demektedir.

Doğru olan şudur: Reformist sol ve onların yönettiği sendikalar, 364 gün Taksim ve Kadıköy’dedir. 1 gün de sınıfı peşine takıp, aslında takamayıp, Maltepe ya da Bakırköy’dedir. Taksim’e, o gün, tarihe ve mekâna sahip çıkan, mücadelenin ilke ve onurla yürütülmediğinde yenilgiyi getireceğini bilen anlayışların/çevrelerin bilinciyle yürünmektedir. 364 gün reformistler ve sendikalar Taksim'de eğlenmekte, alkol almakta, bar açıp dayanışma gecelerini sınıf adına düzenlemekte beis görmemektedir. Onur yürüyüşünü, 25 Kasım’ı ve morlaştırılarak kızıllığı kapatılmaya çalışılan 8 Mart’ı Taksim’de pratize etmekten geri durmamakta, bu etkinliklerde emperyalist ülkelerin büyükelçileriyle yürümektedirler. Taksim, sınıf mücadelesinin tarihinin değil kadın ve cinsel kimlik hareketlerinin hafıza mekânı hâline getirilmektedir.

90’ların sanatçı ve aydın buluşmaları fotoğraflarının içeriği 80 öncesine göre farklıdır. Artık özgün müzik diye türetilen sol arabeski ve tahrifata uğratılan Alevi kültürünün müziğini üreten ve kendini sol demokrat diye kitlelere benimseten sanatçıların buluştuğu masada bağlamanın yanında rakı şişeleri yer alır. Alkol, artık ilerici ve aydınlık olmanın bir kimliğidir.[1] O olmadan sendika etkinlik yapamaz, üyelerini bir araya getiremez, onu kullanmayan gerici sayılır. Yaşam biçimleri sınıf gerçeğinin önüne geçer.

1 Mayıs’a daha aylar varken neden 1 Mayıs üzerinden Taksim tartışması yapan bir yazı kaleme alınmıştır?

Bugün 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü. Eğitim Sen şubeleri her yıl 5 Ekim’in denk geldiği haftanın Cuma gününü etkinlik ve kutlamaya ayırır.[2] Bu kutlamalar şube bazlı değişiklik gösterse de ortak yanı kokteyl konseptine sahip olmasıdır. O gün geldiğinde ya sendika şubesinde müzik eşliğinde ya da tekne gezisinde halay, bar, dans müziği potporisiyle alkol alınarak etkinlik düzenlenir.

Hiçbir sendikal eylemin ve basın açıklamasının İstanbul’daki 9 şubenin toplanıp 30 kişiyi geçemediği gerçeği varken sadece bir şubenin üyeden aldığı düşük ücretle tekne gezisinde alkol aldırması ortalama 300 insanın etkinliğe gelmesine neden olur. Yanıt reformistçedir: Üye profili değişti! Sirtakiler, modern dans kursları, yoga atölyeleri, erkek üyelere kapalı kitap okuma atölyeleri ve film gösterimleri turuncu sendikacılığın yeni pratikleridir. Onun dilinde demokrasi, eşitlik ve çoğul kimlikler vardır.

Artık “Öğretmenlerin yolu işçi sınıfının yoludur” diyen Töbder geleneği nostaljik bir kortej fotoğrafına dönüştürülmüştür. Depremde ölen canlar için pencerede mum yakarak akşam anma etkinliği düzenlemek küçük burjuva kültürünün anti sınıfsal üretimidir. Oysaki sınıflar mücadelesi hüzün ve bohem kültürü değil, sınıf kininin bilenmesi üzerine kurulur. O yüzden 1 Mayıs’a Bandista’yı sendikalar, 30 Ağustos'a laiklik bayrağı Gülşen'i CHP’li belediyeler çağırır.

Bugün 5 Ekim. İstanbul 3 Nolu Eğitim Sen şubesinin üyelerine yolladığı kurumsal SMS şu şekildedir:

“5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü’nü 6 Ekim 2023 Cuma akşamı, saat 19.30’da Taksim Hill Otel’de kutluyoruz![3]

Kokteyle katılım için 3 Ekim Salı gününe kadar isimlerin şubeye yazdırılarak ücretlerin ödenmesi gerekiyor.

Giriş Ücreti: 300 TL

Ücrete dâhil olanlar: Mekân giriş, 2 adet alkollü içecek (bira veya şarap ya da kokteyl)

Atıştırmalıklar (Meyve, çerez, peynir)

Kokteylimiz tüm üye ve yakınlarına açıktır. B040”

Kokteyl kültürüyle emek mücadelesinin nasıl bir ilgisi olabilir? Sömürülen sınıf, mücadele verdikçe kendi kültürünü ve değerlerini üreterek burjuva sömürü düzeninin ürettiği yoz kültürden kendini sıyırır. Sınıfsız sömürüsüz düzen kurmak isteyen sendika ve politik hareketler, sınıfı ve kitleleri bu yoz bataklıktan çekmekte bilinç taşıyıcı göreve sahiptir.

Başka bir yazının konusu olan öğretmenlere beyaz önlük giydirilmesi tartışması sürerken, atanmadığı için intihar eden öğretmenler gerçeği varken, bugün kiralar maaşların üçte ikisine denk düşerken, okul kantinlerine maddi gücü yetmeyen öğrencilerin aileleri çocuklarına ekmek arası kahvaltılar verip okula yollarken, öğretmenler odası ücretli-sözleşmeli-kadrolu-uzman ve başöğretmen diye ayrıştırılıp eşit işe farklı ücret ödenirken, okul duvarları faşist ırkçı çevrelerin propaganda alanına çevrilirken, hemen her yıl sınav sistemi değiştirilirken, mülakat ve güvenlik soruşturması ile kadrolaşma hızla sürerken, öğretmenler hiç tanımadığı insanlarla sırf kirayı paylaşmak için aynı evde kalırken ve başlı başına bir yazı konusu olacak sorunlarla öğrenci-öğretmen-veli uğraşırken, Çedes projesiyle okullara manevi danışman atanıp sınıf mücadelesini baskılamak için dinselleştirme sürerken, Mesem ile çocuk işçiliği yasallaştırılıp sömürü derinleştirilirken 5 Ekim’i bu şekilde kutlamak, olsa olsa yas evinde halay çekmektir.

Şunu belirtmek gerekir ki alkol, artık ülkemiz solu için bir kimlik kartına dönüşmüştür. Bu şekilde yapılacak bir etkinliğe alkol almayan bir emekçi katılmaz, baştan yok sayılmıştır. Sendikalar, alkollü organizasyon merkezi değildir. 5 Ekim de alkol alıp dans etme günü değildir.

Sendika şubesinden Boğaz gezintili tekneye taşınan etkinlik artık karaya ayak basarak Taksim’e taşınmıştır. Otelin adı ise İngilizce HILL’dir, Türkçe karşılığı TEPE demektir.

Taksim’de bir otelin tepesinden 1 Mayıs 77'de emekçilere ateş açılarak katliam yaşatılmıştır. Taksim’deki herhangi bir otel tepesi ya da otelde küçük burjuva kültürüyle alkollü kokteyl düzenlemek tarihe, sınıfa, değerlere, bedellere, mekâna ihanettir. Sınıf uzlaşmacılığıdır. Kutlama meydanda yapılır.

6 Ekim dâhil 364 gün Taksim’e gelen sendika ve reformistler 365. gün soluğu Maltepe’de almaktadır. Kokteylin düzenleneceği otelin bir başka özelliği de bugün emek ve özgürlük adıyla ittifak kuran siyasi parti ve çevrelerin toplantı, vekil pazarlığı ve ittifak kurma mekânıdır. Aynı çevrelere yakın anlayışların sendikaların yönetimine gelmesinin sonucu budur.

Kamudan ihraçların sürdüğü OHAL döneminde Ankara başta olmak üzere birçok kentte direnişler sürerken Eğitim İş’in 4 No’lu şubesinin Taksim’deki Mor Meyhane’de dansözlü alkollü etkinlik düzenlemesiyle Eğitim Sen şubesinin Taksim’deki bir otelde kokteyl düzenlemesi arasında bir fark kalmamıştır.

Uzman öğretmenliğin kaldırılmasında umudu Mayıs genel seçimlerine bağlayan Eğitim Sen, bu uğurda dolu dolu bir mücadele vermediği gibi TİS öncesi gidip KESK olarak Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etmiştir. “Seneye Taksim’deyiz” derken de aynı manipülasyonla sınıfı aldatmaktadır. Yaklaşan sendika şube seçimlerinde yine aynı anti demokratik şekilde dört üyenin bir delege seçtiği ve ittifak adı altında tek listenin onaylandığı tiyatro gösterime girecektir.

Yıllardır sınıfı ve halkı oyalayan reformistler nasıl ki Mayıs seçimlerinde dağılma sürecine girdiyse turuncu sendikacılık anlayışı için de sonun başlangıcı yaşanmaktadır. Bu sendikada artık sınıf mücadelesi ve onun kavramlarını, diyalektiğin yasalarını, sendikal mücadelenin nasıl olması gerektiğini tartışan atölye, forum ve etkinlik kalmamıştır.

Bir kokteyl varsa o da sivil toplumculuğun, kimlikçiliğin, reformizmin, postmarksizmin, feminizmin, postmodernizmin ve bilumum anti sınıfsal anlayışların oluşturduğu kokteyl sendikacılıktır. Belki yıllar sürecektir ama sınıf mücadelesi kendi rotasında zafere ulaşacaktır. Bu süreçte hiçbir şekilde ideolojik mücadele, değerler ve ilkeler terk edilmeyecektir. Tarih, emekçilerin mücadelesiyle yazılacaktır. Tarihe not düşmek adına diyecek olursak, bu anti sınıfsal yönelimlerin ve çürüme pratiklerinin eleştirisi de sürecektir.

Sınıf kardeşliği ve emekçilerin birliği adına rengi, dili, inancı fark etmeden emeğiyle insanlaşma yolunda pusula olan tüm eğitim emekçilerinin/halkların eğitimcilerinin günü kutlu olsun. Sınıfsız sömürüsüz bir düzen kurulana kadar eğitim emekçilerinin yolu işçi sınıfının yoludur!

Sınıflar mücadelesi tüm baskı, engel, yasaklama, çürüme ve yozlaşma gerçekliğine rağmen zafere ulaşacaktır. Hiçbir değerimizin, tarihimizin, ilkemizin küçük burjuva talepler uğruna alkolle ve başka biçimlerle yozlaştırılmasına sessiz kalmayacağız. Taleple ilkeyi takas etmeyeceğiz.

Tarih sınıflar mücadelesinin tarihidir. Sınıfsız sömürüsüz düzen kurmanın yolu bütün bir yaşamı şekillendiren ideolojiden geçmektedir. Bu yönüyle ideoloji, gündelik pratiklerden yaşam felsefesine kadar insanı programlayan bir mekanizmadır, her an işler.

Hatırlatma: Nasıl ki 1 Mayıs’ta Maltepe’ye ve Bakırköy’e gitmiyorsak, sendikaların anlamsız kokteyllerine de anti demokratik seçim tiyatrosuna da katılmayacağız.

S. Adalı
5 Ekim 2023

Dipnotlar:
[1] 1 Mayıs alanında su ve simit satan emekçiler gerçeği her zaman tartışma konusu olmuştur. 5 Ekim için otel çalışanı emekçilere kendisine alkol ikram etmesi için organizasyon düzenleyen anlayışların ne sınıfla bağı vardır ne de halkın öğretmeni olmayla.

[2] Etkinliğin her yıl 5 Ekim’in denk geldiği haftanın Cuma günü yapılmasının asıl nedeni bir gün sonranın tatil olması değil, gece yarısına kadar alkol alıp yoz kültürün diliyle söylersek after party düzenledikten sonra sabah uyanamama kaygısından ileri gelmektedir.

[3] 10 Ekim’de katledilen sendika üyesi eğitim emekçilerinin bağlı olduğu sendika şubesinin bu gerçeğe rağmen 6 Ekim’de sarhoş olup 10 Ekim’de üyesini anması değer ve inanç yitimidir. İnanç yitimi tesadüf değildir, ideolojik bunalımın getirdiği savrulmanın sonucudur.

0 Yorum: