19 Ekim 2023

,

Sol, Filistin ve Emperyalizm


7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı Aksa Tufanı’nın ardından Filistin’e destek olmaya karar verip adım atma süreci, ülkemizdeki farklı politik kesimler ve sendikalar tarafından belirsizlik içeren ve atıl kalınan bir duruma dönüştü.

Öncelikle Aksa Tufanı’nın medya aracılığıyla halka nasıl yansıtıldığına bakmak gerekiyor. Yaygın ve sosyal medya da terörist ilân edilen Hamas’ın vahşet eylemlerinde bulunduğuna dair görüntüler servis edildi. Ukrayna Savaşı’nda da benzer sadist eylemler içeren videolar servis edilmişti, fakat bu videoların önemli kısmının savaş başlamadan önce yabancı video sitelerinde yayınlandığı ortaya çıktı. 12 gündür Filistin meselesinin medyaya yansıma biçimlerinden biri de haber başlıklarının “Hamas-İsrail Savaşı” şeklinde verilmesi. Olması gereken “Filistin-İsrail Savaşı”. Meseleyi Hamas’a indirgeyip oradan bu yapının Müslüman Kardeşler ile olan bağını ortaya çıkarmak, Filistin davasıyla Hamas’ı ayrıştırmak İsrail saldırganlığını masumlaştırma propagandasıdır. Savaşa farklı ideolojik kesimlerin bakışı şu şekilde özetlenebilir:

- Milliyetçi kesim, Filistin’in İngilizler ile işbirliği yaparak Osmanlı’ya ihanet ettiğini ve Filistin bayrağındaki renklerden birinin Türk düşmanlığını sembolize ettiğini savunduğundan, meseleye hamasetle bakmaktadır, fakat aynı kesim, Irak-Suriye tezkeresini mecliste onaylayarak ülkeye yabancı askerlerin konuşlanmasına müsaade etmektedir. Aynı kesimin diğer tezi de Filistinlilerin toprak sattığını iddia etmesidir ki bu da tarihe ve emperyalizme dair cehaletin sonucudur.

- Seküler kesim, Filistin’in direnişini Hamas’a indirgeyerek, tam da Batı emperyalizminin propagandasına ortak olmaktadır. Meseleye gericilik-ilericilik ölçütü üzerinden bakmak, Huntington’ın medeniyetler çatışması tezine sığınarak emperyalizmin uşağı siyonizmi medeni kabul etmek demektir. Aynı tezi Netenyahu da savunmaktadır. Yaptığı açıklamada Nazilerle Hamas’ı bir tutmakta, süreci “medeniler ile barbarların savaşı” olarak tanımlamaktadır. Öncelikle Ukrayna lideri Zelenski, Yahudi olduğu hâlde neo-Nazileri güçlendirmektedir. İsrail, Ukrayna’yı desteklemektedir. Dolayısıyla, bu tez çelişkilidir ve Yahudilerin kendi tarihine ve yaşadığı acılara ihanettir. Ülkemiz seküler kesiminin meseleye ilericilik-gericilik ölçütünden bakması bir cehaletin ürünüdür, çünkü övündükleri ve övünülmesi gereken Kurtuluş Savaşı’nda Büyük Taarruz’a katılan yaklaşık 180 bin asker okuma-yazma bilmeyen, “medeni” olmayan ve feodal Anadolu halkıdır. Solun bir kısmı da ne acıdır ki Hamas üzerinden Filistin’e bakmaktadır, fakat Hamas Filistin demek değildir.

- Burjuva basınına çıkan sözde uzmanlar, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle İsrail’in Filistin’i işgalini, hatta 2003 Irak işgalini bir tutarak Filistin’i savunduğunu göstermektedir. Rusya’nın Batı emperyalizmine karşı açtığı savaşın merkezi Ukrayna’dır. Hem neo-Naziler’in güçlenmesi hem Donbas bölgesinin bağımsızlık referandumunu Ukrayna yönetiminin yok sayması hem de Rusya’nın Ukrayna’da kurulacak askeri ve füze üslerinin kendi halkının güvenliğini tehdit etmesi dikkate alınmalıdır. Rusya’nın Donbas halkına destek vermesi ve Ukrayna’da önemli bir Rus nüfusunun olması göz önünde bulundurulmalıdır. Rusya, girdiği bölgede katliam, tecavüz ve sadizm sergilemediği hâlde neo-Naziler Sovyetler döneminden kalan heykelleri yıkarak faşist Stepan Bandera’nın doğum gününü kutlayıp heykelini dikmiştir. Hatta Rusya yanlılarını ağaca bağlayıp kırbaçlayabilmiştir. Feministlerin ve LGBT kuruluşlarının Ukrayna’da neo-Nazileri desteklemesi de katiline âşık olmaktan farksızdır. Aynı şekilde Irak’ın 2003’te işgal edilmesinin ardından tecavüzler, işkenceler, canlı yayında idamlar, zindanda mahkûmlara köpeklerle saldırmalar, insan onurunu hiçe sayan eylemler, Batı emperyalizmi tarafından dünya halklarına demokrasi götürmek adı altında izlettirilmiştir.

- Bir komplo teorisi de Netenyahu ve İsrail istihbaratının aslında Aksa Tufanı’ndan haberdar olarak iç siyasete oynadığıdır. Bu algı saçmadır, çünkü “İsrail ve emperyalizm yenilmezdir” propagandasına alet olarak ezilenlerin direnişini ve mücadele kapasitesini küçümsemektedir. Emperyalizm yenilmez olmadığı gibi halkların direnişine hâkim bir güce sahip değildir.

- Muhafazakâr kesim, meseleyi Huntington gibi ele alıp bir tür Haçlı Seferi karşıtlığı üzerinden Filistin direnişine bakarak Hamas güzellemesi yapmaktadır, fakat aynı kesim de milliyetçiler gibi yabancı askerlerin ülkemize konuşlanmasına izin veren tezkereye onay vermektedir. Aynı tutarsızlığı Suriye meselesinde gösterdiler. Suriye’de emperyalistlerin desteklediği Selefi grupları Esad’a karşı destekleyip Suriye’nin parçalanarak halkının mülteci olmasına neden olmuştur. Mezhepçilik, emperyalizme hizmetten başka bir şeye yol açmamaktadır.

- Kamu ve işçi sendikaları, Tabipler Birliği, Mühendisler Odası, savaşın başladığı günden beri atıl kalmıştır. Bizim yazımızın konusu, tam olarak Filistin direnişi karşısında solun ve sendikaların bir bütün olarak göstereceği duruş ve karar üzerinedir.

Tabipler Birliği, Filistin’de hastane bombalanması sonucu yaklaşık 500 Filistinli katledildikten sonra ses çıkarırken TMMOB, 10 gün boyunca hiçbir açıklama yapmamıştır. Kamu ve işçi sendikaları önce ITUC ve ETUC açıklamalarına yer verip sonra sessizliğe büründü. Ukrayna meselesinde de DİSK, önce Rusya Bağımsız Sendikalar Federasyonu’nun neo-Nazilere karşı başlatılan operasyonu destekleyen açıklamasını yayınlayıp daha sonra bu açıklamayı yayından kaldırmıştı.

Son tezkere, Suriye-Irak ile alakalı olduğundan, açıklama yapan kamu sendikaları bölge barışı retoriğinden girerek Filistin için sadece kısa bir paragrafa yer vermiştir. Sol, aynı şekilde ayrı ayrı açıklamalar ve eylemler düzenleyerek dağınık bir görüntü sergilemiştir.

Saadet ve Gelecek Partisi yanına Hüda-Par’ı alarak erkenden miting koymuştur, fakat solun ve sendikaların bu mezhepçi duruşu bozacak anti-emperyalist ve anti-siyonist miting ve yürüyüş düzenleyememesi emperyalizme karşı başarısızlıktır.


Öncelikle belirtilmesi gereken, Filistin’in tarihine kısa bir giriş yapmaktır. İngiliz mandasının çekildiği güne kadar Yahudi nüfusu, Filistin’in en verimli topraklarına yerleştirilerek de facto bir İsrail yönetiminin oluşmasının yolu açılmıştır. İddia edildiği gibi toprak satılması, İsrail devletinin kuruluşunun yolunu açmamıştır. İngiliz mandasının çekildiği gün İsrail devletinin kuruluşu ilân edilerek korsan bir devlet tarih sahnesine çıkıp siyonizmin önemli teorisyeni Teodor Herzl manevi baba olarak kabul edilmiştir. Tıpkı Ukrayna’da olduğu gibi İsrail, Batı emperyalizmi tarafından güçlendirilerek bölgenin jandarması hâline getirilmiştir. Arap milliyetçiliğinin dar hesapçılığı İsrail karşısında askeri yenilgiye yol açmıştır. Daha sonraki dönemde bölgeden göç ettirilen 1 milyonun üzerindeki Filistinli, mülteci kamplarına sıkıştırılmıştır. Suriye’nin emperyalistlerce parçalanma süreci gibi. Bu kamplar, Arap ülkelerinin desteğini almadan İsrail’e karşı direniş odakları hâline gelerek dünya solunun desteğini almıştır. Birçok ülkeden komünist, bu direnişe katılarak fiili destek sağlamıştır. Sovyetler dağılana kadar seküler ve anti emperyalist bir direniş sergilenmiştir. Bu direnişlerin sembol isimleri George Habaş, Arafat, Leyla Halit’tir; Hamas değildir.

Çin, Japonya tarafından işgal edildiğinde komünistler milliyetçi lideri kaçırarak Japonya’ya karşı savaşta komünistlere destek olmasını sağlamıştır ve Japon işgali püskürtüldükten sonra sosyalizme geçilerek milliyetçi lider tasfiye edilmiştir. Bu yüzden Filistin için dünya solunun bestelediği parçalarda sosyalist Filistin vurgusu yapılmıştır. Bugün bile Saadet Partisi öncülüğünde gerçekleştirilen mitingde Grup Yorum’un ve Kofia’nın marşları çalınmaktadır, çünkü mezhepçilik rüzgârına kapılanlar Filistin’e bakınca Hamas’ı görmektedir fakat Hamas, Filistin direnişinin son halkasıdır ve bu direnişin kültürünü yaratamamıştır. Aynı şekilde Saadet vb. partiler de kendi kültürel hazinesini üretememiştir. Mücadelesi olanın kültürü, sanatı, marşları, ağıtları, destanları, tarihi olur, çünkü sanat mücadeleyi yaratmaz, mücadele kendi sanatını yaratır.

Sovyetler’in dağılmasının ardından bölgede Müslüman Kardeşler uzantısı olan ve çeşitli mezhepçi yapılar güçlenmeye başlamıştır. 70’lerde sol, Filistin mücadelesine destek sağlarken Filistin’de sol bir direniş vardı. Bugün Hamas’a bakıp Filistin’i savunan sağ muhafazakâr kesim, aynı dönemde emperyalizme secde ederek komünizmle mücadele dernekleri altında faşist bir blok oluşturuyordu. O yüzden, o gün sol direnişi büyüttüğü için Filistin’e destek vermeyip bugün mezhepçi saiklerle Filistin davasını Hamas üzerinden savunanlar, düzenledikleri mitinglerde çalacak bir marş üretemiyorlar. Bu nedenle bugün Filistin davası 70’lerde olduğu gibi sol bir hegemonya tarafından sahiplenilerek kanalize edilmelidir. Suriye emperyalistlerce parçalanırken cihatçıları destekleyenlerin bugün Filistin direnişini sahiplenmesi geçersizdir.

Emperyalizm çağındayız. Dünya halklarının baş çelişkisi emperyalizmdir. Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından Balkanlar’da barış içinde yaşayan halklar milliyetçilik ve din karşıtlığı üzerinden birbirini katletti, ardından emperyalist askeri paktlar bölgeye müdahale etti, çünkü milliyetçiliği destekleyenler de emperyalistlerdi. Aynı süreçte STK’ler aracılığıyla Sovyetler’den arta kalan ülkelerde emperyalist politikalar halklara propaganda edilerek ideolojik mücadele emekçi sınıflara karşı yürütüldü. 2003 Irak işgaliyle başlayan sürecin ardından 2010 sonrasında Kuzey Afrika ülkeleri ve Suriye’de düzen bozuldu, bir gece yarısı Libya işgal edildi. Afganistan’da yaşananlar da benzer sürecin ürünü. Son olarak İran’da yaşananlar ve Ukrayna Savaşı da emperyalizmin Ruslara ve Müslüman coğrafyaya açtığı savaşın haritasını oluşturmaktadır.

Emperyalizm, Balkanlar’da UÇK tarzı milliyetçileri, Arap coğrafyasında selefi çeteleri, Filistin’de İsrail’i, Ukrayna’da neo-Naziler aracılığıyla faşizmi, silah satmak için Suudileri destekler. Emperyalizmin temel stratejisi, sömürünün sürebilmesi adına halkların bütünlüğünü ve birlikteliğini bozmak üzerinedir. Bu yüzden faşizm onun kapı kuludur. Bugün İsrail’in yaptığı da emperyalizm adına Filistin, Suriye ve Lübnan halklarına savaş açmaktır. Cihatçıların saldırdığı Suriye’ye İsrail’in de saldırıp ardından Filistin direnişçilerini barbar ilân etmesi palavradan ibarettir.

Netenyahu son açıklamalarında bu savaşı, “barbarlarla medeniler arasında olan bir savaş” olarak değerlendiriyor. Yahudileri dünyanın çeşitli bölgelerine süren Romalılar kendi dışında kalan halkları “barbar” olarak niteliyordu. Yine Netenyahu, Hamas’ı Naziler kadar tehlikeli olarak kabul ediyor. Öyleyse aynı İsrail, neden Ukrayna’daki neo-Nazileri destekler!

İsrail siyonizmi, emperyalizmin Ortadoğu jandarmasıdır. O ne derse yapmak zorundadır, çünkü İsrail’i var eden emperyalistlerdir. Bugün İsrail’i ziyaret eden emperyalist devlet başkanları İsrail’e destek vermek zorunda olduklarını, en baştan beri desteklediklerini, hatta bir İsrail devleti olmasa bile onu kurmak gerektiğini ifade ediyor. Irak’ta Suriye’de emperyalizmin desteklediği bölgesel yönetimlerin nihai hedefi İsrail tarzı devletlere dönüşmesidir. Bu yüzden Suriye’nin kuzeyinde kurulacak bir devlete İsrail destek vereceğini açıkladı, o devleti kuracak olanlar da Müslüman.

Meseleyi genel hatlarıyla buraya kadar özetledikten sonra İsrail’in Hristiyanlara ait bir hastaneyi vurarak insanları katlettiği dikkate alınırsa, İsrail’in bölge halklarını Müslüman ya da Hristiyan diye ayırmadığı, aslında bir din savaşını yürütmediği, onun savunduğu siyonizmin emperyalizme hizmetkarlık olduğu daha net anlaşılacaktır.

Bugün Donbas ile Filistin aynı kaderi paylaşmaktadır. Her ikisinin de mücadelesi emperyalizme karşıdır. Filistinli direnişçiler, emperyalistlerden destek almadan, kendi imkânları dâhilinde yurtlarını savunmaktadır. Anti-kapitalist ya da sosyalist olmasa da anti-emperyalist bir direniş sürmektedir. Bu direnişin mimarı da Hamas değildir, Hamas, direniş mirasının ardılıdır. Filistin direnişinin mimarı ve kökleri sol yapılanmalara dayanır, çünkü sol direniş, din karşıtlığı üzerinden değil, anti-emperyalist yurtseverlik üzerinden gelişir. Bu yüzden Filistin direnişini sol destekleyip geliştirerek, hatta tüm dayanışma gücünü göstererek geçmişte İran özelinde yaptığı hatanın benzerini yapmamalıdır.

Emperyalizm ve onun bekçisi İsrail yenilmez değildir. Direnen halklar doğru strateji izlediğinde ve başka halkların emekçi sınıflarıyla bütünleştiğinde zafere ulaşır. Aksi takdirde “dinlerarası savaş” algısı manipüle edilerek Filistin halkları yalnızlaştırılır ve mezhepçilik/dincilik tuzağına çekilir. Bu algının oluşmaması için en başta ülkemiz emekçi sınıflarının Filistin’e destek gibi tarihsel bir görevini emperyalizme hizmet eden mezhepçi çevrelere bırakmamalıdır.

İsrail’i protesto eden Yahudilerin olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Mesele anti-semitizme çekilirse Karl Marx’ın da Yahudi olduğu gerçeği unutulur, George Habaş da bir Hristiyan’dır. Aynı şekilde Filistin’de yaşayan Hristiyanların olduğu da bilinmelidir. Bu direniş, halklar ve dinler arası değil, Filistin halkının ulusal kurtuluş mücadelesi ve emperyalizme karşı savaş olarak ele alınmalı, bu bakış açısıyla sınıfsal olarak destek verilmelidir. İsrail’e karşı savaşan tek güç o yüzden Hamas değildir.

Batı medyasının İslamofobik bir kampanyayla İsrail’i masumlaştıran propagandası yeni bir Taliban üretme çabasıdır. Lübnan da benzer şekilde Hristiyanların Müslümanlarla birlikte yaşadığı bir ülkedir ve İsrail Lübnan’a da saldırmaktadır. Taliban’ın ülkeyi yönetme ideolojisi neyse İsrail’in de yönetim ideolojisi aynıdır. Aynı zamanda terörizmin kaynağı da emperyalizmdir. Hastane, cami, evleri vurmakta ve yüzlerce çocuğu katletmektedir. Bu yüzden Filistin direnişinden bahsederken orada yaşayan halklar için “sivil” diye bahsetmekten kaçınılmalıdır. Oradaki direnişçiler de Filistin halklarının kendi evlatlarıdır ve sivil diye bir ayrım yapmak direnişçilerle halkı ayrıştırmak demektir.

90 sonrası süreçte ülkemizde gelişen sivil toplumcu eğilimlerin Batı’dan aldığı fonlarla ortaya koyduğu pratikler, emekçi sınıflarda ideolojik bir bunalıma neden olmaktadır. Bu yüzden sol, neo-Nazileri güçlendiren ve Bandera’nın heykelini diken Ukrayna liderini savunmakta beis görmemekte, fakat Çaykovski dinlemeyi ve Dostoyevski okumayı yasaklayacak kadar geri ve emperyalist Avrupa’yı desteklemektedir.

Bugün en başta kamu ve işçi sendikaları Filistin halkıyla dayanışma içinde olmalı ve bu dayanışma retorik söylemlerle değil, pratikte gerçekleşmelidir. Aksi takdirde alan mezhepçilere kalacaktır. Nasıl ki Filistinliler yerlerinden yurtlarından ediliyorsa, bugün işçiler ve emekçiler olarak güvencesiz çalışıyor olmamız emperyalizme hizmet eden politikaların sonucudur. Ülkemizde en temel insan hakkı olan barınmayı sağlamak için bir işçi-emekçi ev alamıyorsa, hatta kirasını bile ödeyemiyorsa, neo-liberal emperyalist politikaların sonucudur. Emeğiyle hayatı şekillendiren sınıflar olarak kendi yurdumuzda bu şekilde yersizleştirildiysek Filistin halkıyla kaderimiz ortaktır.

Bu düzlemde ele alındığında sendikalar, Filistin direnişi aracılığıyla tekrar anti-emperyalist politikalara dönmelidir. Emek-sermaye çelişkisinin çözülmesinin yolu emperyalizmin yenilmesinden geçmektedir. Bu zaferin kazanılmasında Filistin, emperyalizm zincirinin dağıtılacağı en zayıf halka olabilir. İsrail yenildiği takdirde emperyalizm de yenilecektir. Suriye, Irak, İran, Donbas, Filistin meselesine ve halkların kardeşliğine sınıfsal temelde bakılmadığında emperyalizmin yenilmesi mümkün değildir.

Sendikalar ve sol-sosyalist çevreler, Filistin halklarına moral olacak destek mitinglerini, yürüyüşlerini, boykotlarını, grevlerini, protestolarını ve çeşitli demokratik eylemlerini bir an önce düzenlemelidir. Dağınıklaşmış duruma gelen solu ve sendikaları birleştirecek bir hat da Filistin direnişini ortak sahiplenmekten geçebilir. Aksi durumda Filistin direnişine Huntington gibi bakmak, ülkemizdeki emekçileri de kültür ve kimlik üzerinden bölmeyle aynı yönteme dayanır. Sağ muhafazakâr ideolojiye sahip emekçiler arasında da her ne kadar din temelli olsa da Batı karşıtlığı mevcuttur, çünkü İsrail karşıtı protestolarda Batılı emperyalist ülkelerin bayrakları yakılmaktadır.

Emekçilerin bilinci halklar arası düşmanlık temelinde değil, emperyalizmle mücadele temelinde şekillendirilmelidir. O zaman birlikte yaşadığımız mülteciler de ülkelerine dönebileceklerdir, çünkü her ne kadar Hamas liderleri ilk günden Suriye’yi terk etmiş olsa da bölgede Filistin’in en önemli dostları Suriye ve Lübnan’dır. Bu yüzden İsrail, Şam ve Halep havalimanlarına saldırmıştır. Bu yönüyle de mesele mezhep gerilimi değildir, çünkü Mısır sınır kapısını Filistin halkına kapatmakta, Suudiler de emperyalistlerle yüzlerce milyar dolarlık silâh anlaşması imzalayarak Batılı liderlerle kılıç dansı yapabilmektedir. İsrail’in ve onun efendisi emperyalistlerin kimlere destek verdiği haritalandırıldığında, meselenin gayet sınıfsal olduğu ve medeniyet çatışmasına dayanmadığı daha net anlaşılacaktır.

Filistinli Hristiyan ve Müslüman halkları sınıfsız sömürüsüz bir dünyada yaşama mücadelesinde birleştirecek tek ideoloji de sosyalizmdir. Son sözü George Habaş’a bırakalım:

“Yoldaşlar! Militanca yaşanan onyıllardan ve yaşadığım zengin deneyimlerden elde ettiklerim bana bahşedilmiş bir şey değildir. Bu deneyimlerin içeriğini ve derslerini tüm başarı ve hataları ile birlikte gözden geçirmek sizin ve gelecek nesillerin hakkıdır. Tarihin esiri olmak için değil, geleceği kurabilmek için gerekli önkoşul olarak ondan yararlanabilmek amacıyla tarihimizi en doğru biçimiyle okumalıyız. Bugün, dünün nitel bir genişleme hâlidir ki aynı zamanda, dün, yarının materyalist ve entelektüel kuruluşunu meydana getirir.”[1]

S. Adalı
19 Ekim 2023

Dipnot:
[1] “George Habaş”, Wikipedia.

0 Yorum: