30 Nisan 2021

,

Zincir

SİP’in sahibi ve yazı işleri müdürü, 28 Şubat’ı takip eden günlerde bir gece yarısı telefon alır. Arayan, yüksek rütbeli bir subaydır. Telefondaki kişi, “yakında darbe olabilir, önlemlerinizi alın” der. 

Partinin patronu, hemen parti merkezine gider. Kapıyı nöbetçi açmayınca birinci kattaki büronun balkonuna tırmanır, içeri girer, bilgisayar kasasını, evrakları alıp çıkar. Sonra bu olayı il il gezip parti üyelerine anlatır. Aslında patron, bir yoklama yapmakta, insanların gece yarısı yüksek rütbeli bir subaydan gelen yardıma ne tepki vereceğini görmek istemektedir. Bakar ki kimse ses etmiyor, parti tümüyle istenilen çizgiye sokulur. Neticede parti, gerekli izni ve icazeti ilgili yerlerden almıştır.

SİP, ilk vitrine çıktığı vakit bir 1 Mayıs’ta (1994) polisin saldırısına maruz kalır. Sembolik bir ifadeyle, o saldırıda bayraklarını, pankartlarını, davasını yerde bırakıp kaçanlar partinin başına getirilir, dövüşenlerse kapı dışarı edilir. İşte yüksek rütbeli subayın telefonu, esasen bu emri iletmiştir.

Sonra AB rüzgârı eser ülkede. Birileri der ki “bu ülkenin de vitrine bir KP koyması lazım”. Avrupa fonlarının ülkeye akması için bu önemli bir adım olacaktır. Hemen SİP adı terk edilir, KP yapılır. Mitinglerde ANAP’lıların selamı alınır. ANAP kortejinden gelen alkışlara selam durulur.

O günlerde SİP’in sahibiyle röportaj yapılır, kendisine “neden TKP ismini almıyorsunuz?” sorusu sorulur. Cevaben şu söylenir: “TKP adını sahiplenen farklı gruplar var, biz onlarla rekabet etmek istemiyoruz, ayrıca biz, TKP tarihine bütünüyle sahip çıkmıyoruz.” Bu cümleden üç gün sonra partinin adı, devletin izni ve icazetiyle, TKP yapılır. İsim, danıştay ve anayasa mahkemesi eliyle, SİP’e tescillenir.

Yıllar sonra borsayla ilişkili, inşaat ve emlâk şirketi olarak işletilen partinin borçları birikir. Parti, kayyım atanma riskiyle karşı karşıya kalır. Bu durumu patronlar, bölünme hamlesiyle atlatmak isterler. Bu anlamda TKH, TİP ve TKP’nin neden ayrı olduğunu merak edenlerin (muhtemelen) 2023 yılını beklemeleri gerekmektedir. Ayrılma emrini veren devlet, illaki birleşme emrini de verecektir. Bu anlamda bugünkü TKP geleneği, 10 Eylül TKP’sinin değil, 18 Ekim TKP’sinin devamıdır.

Çünkü TKP, Devrimden Sonra diye bir saçmalığı üretendir. Film, işçi sınıfının haberinin olmadığı, kendisine tebliğle iletilen, kararnameyle kararlaştırılmış, hayalî bir devrimden bahsetmektedir. Devrimi ve sosyalizmi hayale indirgemeye mecbur olan, onları somut kitlenin somut kavgasından kaçıran küçük burjuvalar, aşağıdaki twitte görülen türden cahil kadrolar üretmişlerdir. Bunlar, sosyalizmi üç beş kişinin alacağı, hukukî kılıf altında sunulacak bir karardan ibaret zannetmektedirler. Hepsi de devrim ve sosyalizm düşmanıdır.

* * *

Bugün sağda solda TKP ve Devyol adına çalışma yürüten birileri varsa bilinsin ki devrim ve sosyalizm, uzak bir geleceğe ötelenmiştir. Bu iki örgüt varsa devrim ve sosyalizm yoktur, olamaz.

Bağımsız bir halk, işçi ve ezilen hareketinin bulunmadığı, tüm mücadelenin devletin ve sermayenin hareketine bağlı olduğu bir ülkede mevcut birikim, bu şekilde çatallanmıştır. Suyun başını bu iki yapı tutmuştur. Bunu, devlet ve sermaye talep etmiştir. TKP ve Devyol dışında kalan örgütlere ise bu iki yapıya öykünmek, onları taklit etmek, iki örgütün gölgesinde yaşamak düşmüştür. Bu patinajın hiçbir kıymetinin olmadığını görmek gerekmektedir.

TKP ve Devyol, neticede Avrupa’daki emperyalist ülkelerin sol birikimine bağlanmak zorunda kalmıştır. İkisinin de bu topraklara dair sözü yoktur. Çünkü Osmanlı bakiyesi silinip atılmıştır. Bu anlamda sosyalist hareketin Balkanlar kaynaklı işçi hareketiyle ve Kafkaslar kaynaklı ezilen ve halk hareketleriyle bağı kopmuştur. Bu kopukluk, zaruri olarak TKP’yi ve Devyol’u üretmiştir.

Demek ki işçi, ezilen ve halk hareketleriyle tarihsel ve toplumsal düzeylerde bağ kurabilmenin önkoşulu, bu iki örgütte temsil olunan çizginin tasfiyesidir. Çünkü bu iki örgüt, varolmak için o bağların kurulmasına her daim engel olacaktır. İkisi de devlet-sermaye arası gerilimlere tabidir. Biri, devletteki sermayeye; diğeri sermayedeki devlete borçludur varlığını.

“Saray’da bile TKP’li var” diye övünenler, mafya ve Fethullah kanalıyla servetine servet katmış Devyolcu şirketler, kurumlar, tasfiye olmadan yol alınmaz. Sahada, pratikte bu iki örgüt adına dökülen kan ve ter tabii ki kıymetlidir, ama tepe kadroların sözü-eylemi belirleyicidir, o söz ve eylem kıyasıya eleştirilmelidir.

Neticede bahsi edilen kopukluk sonucu belirli bir boşluk oluşmuş, bu boşluk, Avrupa’daki mirasla doldurulmaya çalışılmıştır. Tercüme hareketi, belirli kısmi ve geçici sonuçlar üretmiştir, ama bu kazanımlar, doğal olarak kalıcılaşamamıştır.

TKP ve Devyol, Kemalizmin açtığı kılıç yarasının bir ürünüdür. Mecburen Kemalisttir. Başka bir şey olamaz. İşçi ve köylüyle doğal ve gerçek bir ilişki kuramaz. Her zaman başa, Kemalizmin dişine uygun, hamurunu onun kardığı, onun devletine ve sermayesine teslim olmuş kişiler geçecektir.

Kimse, DİSK başkanının işveren sendikasıyla ve içişleri bakanıyla birlikte fotoğraf çektirmesine şaşırmamalı, kızmamalıdır. O, devletin ve sermayenin ideolojik aygıtıdır. Çünkü hep öyle olmak isteyenlere yol vermiştir.

TKP ve Devyol, kır ve şehir bağlamında da belirli bir karşılığa sahiptir. İkisi de bu noktada açığa çıkan gerilimlerin devlet ve sermaye adına çözülmesi bağlamında anlamlıdır. Bu anlam arayışı üzerinden, CHP’de bir kriz olduğu vakit bu iki örgütün üyeleri, harekete illaki geçecektir. İki örgüt, CHP’ye sürekli can suyu taşımıştır. Buna mecburdur. İkisi de asimilasyon, sömürgecilik, devletin bekası ve düzenin tesisi noktasında sürekli görev talebi içerisindedir.

TKP ve Devyol, cumhuriyet-demokrasi gerilimi sonucu yaşanan ayrışmanın ürünüdür. İkisinin ÖDP şahsında birleşmesi, bu sebeple mümkün olamamıştır. Cumhuriyetçiler ile demokrasiciler, farklı gündemlere ve yönelimlere sahiptirler. Ama sınıfları ortaktır.

Demokrasisiz devlet ile devletsiz demokrasi tartışmalarının işçi ve köylüyü ilgilendiren bir tarafı yoktur. Bu tartışmalar, işçi ve köylü hilafına, onlardan bağımsız olarak yürütülürler. Sosyalistler, bu tartışmaların bir yerinde olmayı çok severler. Onlar, işçi ve köylünün iradesi olmasın diye vardırlar.

TKP ve Devyol’un, bunlara öykünen yapıların da işçi ve köylüyle bir ilgileri bulunmamaktadır. İşçi ve köylüyü kolektif olarak değil, tek tek, bireysel olarak örgütlemeye, daha doğrusu, kopartmaya, devlet ve sermaye için ıslah etmeye, ehlileştirmeye çalışırlar. Dolayısıyla, tarihsel düzlemde TKP ve Devyol, işçi-köylü şuraları hareketi bağlamında, tasfiyecidir. Olmak zorundadır. İki örgüt de kolektife düşmandır, ona asla tahammül edemez. Her şeyi bireyselleştirmek, kolektifin ağırlığını hafifletmek zorundadır. Onlar 1 Mayıs’ı, ancak kendi özel balkonlarında, kulüplerinde veya sosyal medyalarında kutlayabilirler. Başkasına tahammül edemezler.

Bu iki örgütün elli yıl içerisinde Avrupa’da kurduğu ilişkiler, tümüyle karşı-devrimcidir, anti-komünisttir. O ilişkilerin bir yerine ilişerek, iki örgüte öykünerek yol almaya çalışan her yapı, tasfiyeci ve oportünist olmaya mecburdur. TKP ve Devyol tepe kadrosu, bu ülkede devrim yolu ve sosyalist hareket oluşmasın diye vardır. Görev tanımları bu şekildedir. Tabanda hamallık, emekçilik yapan kadrolar ve tüm mirasıysa kimseye değil, kolektif davaya ve kavgaya aittir.

Bugün herkes, Paris Komünü anması telaşındadır. Tüm örgütler, Paris Komünü’nü bir tiyatro oyunu sanmakta, onu bu şekilde tanımlamaktadır. Hiçbirisinde o komün pratiğinden devrimci dersler çıkartan Lenin’in ferasetinden ve iradesinden eser yoktur. Lenin’siz komüncülük, anarşist bir sayıklama, boş bir nostalji düşkünlüğüdür.

Paris Komünü, halka seçtikleri görevlileri görevlerini yerine getirmediği takdirde görevden alma hakkı vermiştir. Paris Komünü’nü anan örgütlerin şefleri ise onca hataya, yanlışa, günaha, zafiyete rağmen, kendilerini görevden alacak bir halkın oluşmasına da, görevden alacak olan halkın bu adımı atmasına da izin vermemektedirler.

İşçi ve köylü düşmanlarının sosyalist harekete yön verdiği koşullarda ne komünün iradesi açığa çıkar, ne de o iradeden dersler çıkartacak kolektif “Leninist” hareket oluşma imkânı bulur. Devrimin ve sosyalizmin talebeleri ve talipleri var ise demek ki TKP ve Devyol, devrimci eleştiri pratiği ile tasfiyenin eşiğine gelmiştir. İşçiden, köylüden çalınan bireylerin sınıf atlama trampleni olarak kullandığı, kendi gerçeğini inkâr etme fırsatı olarak gördüğü sol, devrim ve sosyalizm önündeki en önemli engeldir. O engel, aşılmalıdır.

Komün’den öğreneceğimiz en önemli ders, zalimler, sömürücüler karşısında ezilenin, işçinin kudret mücadelesi olmalıdır. TKP ve Devyol gibi yapılar, doğrudan sermayeye ve devlete bağlı olduğu için o kudret mücadelesine izin vermezler, iktidarı zihinlerden ve pratikten tasfiye ederler. Her zaman efendilerine hizmet edecek “bireyler”i ön plana çıkartırlar. Komün’ün Ekim’le dönüştürülmüş bilinci ışığında, bu küçük burjuva tahakkümün zincirleri, kırılmalıdır.

Eren Balkır
8 Nisan 2021

0 Yorum: