23 Nisan 2021

,

Kesişimsel Emperyalizm

NATO Genel Sekreter Yardımcısı Rose Gottemoeller [2016-2019]:
“NATO, kendisini çeşitliliğe ve kapsayıcılığa adamıştır. Bu değerler, bizi daha güçlü ve daha güvenli kılıyor.”


Trump tarzı milliyetçiliğin kapı önüne konulmasıyla birlikte, emperyalist ideoloji, yeni bir döneme girdi. İmparatorluğun hâkim öğretisindeki bu değişim, kendisini ekonomik, politik ve toplumsal kontrol amacıyla inşa edilmiş kurumlarda ortaya koyuyor ve çelişkilerin yaşandığı bir dizi sahnede maddi karşılıklarına kavuşuyor.

Duyarcı emperyalizmin nerelerde varolduğunu tanımlamak için önce onu tarif etmek gerekiyor.

Duyarcı emperyalizm, ahlakçılığın desteğini arkasına almış hegemonik hâkimiyetin kendisini ilk ortaya koyuş biçimi değildir.

“Koruma sorumluluğu” denilen öğreti, 2005’te Birleşmiş Milletler tarafından resmileşti. Fakat bu öğretinin kökleri, NATO’nun Yugoslavya’da gerçekleştirdiği bombardımana dek uzanıyor. Obama döneminde bu tür eylemler için daha çok “insani müdahale” tabiri kullanılıyordu.

Duyarcı emperyalizm, bu kavramların olgunlaşmış hâli olarak görülmeli. Şirketler, ABD’deki liberal kamuoyunun hassasiyetlerine uyum sağlamak adına “gökkuşağı kapitalizmi” anlayışını benimsediler. Bu süreçte ABD emperyalizmine ait kurumlar da kimlik siyasetinin popülaritesinin artması karşısında, araçları iyileştirme yoluna gittiler.

Bu, herkesin gözü önünde işleyen bir süreçti. İnternette Amerika’ya ait bir bombardıman uçağına ait resimler dolaşıma girdi. Resmin birinin üzerinde “Cumhuriyetçiler” yazıyor, yazının altında bomba atan uçağın görüntüsü duruyordu. Yanındaki resimde ise “Demokratlar” yazıyor, aynı şekilde bomba atan uçağın üzerinde Siyahların Hayatı Önemlidir çıkartması ve gökkuşağı bayrağı bulunuyordu.

Bu tür görseller, o sınırlı hâlleriyle, emperyalist kontrolün uygulanması için başvurulan yöntem çeşitliliğini yansıtıyorlar. Çünkü bu kontrol meselesi, bombaların da ötesine uzanabiliyor. Ayrıca bu değişiklikler, tümüyle başkanın değişmesiyle de ilişkilendirebilecek mevzular değil. Biz, dışişleri bakanlığının ve diğer kurumların Trump’ın dış politika yaklaşımıyla da kültürel eğilimleriyle de pek uyumlu olmadığını biliyoruz.

Dolayısıyla bu makalede belirtilen ve Trump yönetimi süresince açığa çıkan eğilimlerin büyük kısmı, esasen Biden döneminde güçlenecek, bu görülmeli. Örneğin bu Mart ayının ilk on günlük dilimi içerisinde Kadınlar Günü çerçevesinde etkinlikler düzenlendi ve bu dönemde dışişleri bakanlığı, kadınlarla ilgili 24 tweet attı, bu sayı, geçen yılın aynı döneminde 14 idi.

Neonazi Örgütü Olarak NATO

Bu ayın başlarında NATO, Twitter’da bir video yayınladı. Videonun iddiası şuydu: “Çeşitlilik bizim gücümüzdür.”

Oysa NATO’nun ilk liderlerinin büyük bir kısmı, Almanya’nın çeşitlilikleri kucaklayan, kapsayıcı bir ülke olmasını hayal etmiş Nazilerden oluşuyordu. Bugüne dek NATO, Ukrayna gibi ülkelerde Neonazileri desteklemeyi sürdürdü, öte yandan NATO’ya üye olup, Nazi işbirlikçilerinin en önde yürüdükleri yürüyüşlere izin veren devletler, Nazizmin yüceltilmesine mani olmadıkları gibi, koronavirüsü bahane edip başka yürüyüşleri iptal ettiler.

Joe Biden, Virginia eyaletinin Charlottesville şehrinde Neonazilere sallarken Neonazi lideri Oleh Tahnybok ile bir araya geliyordu.

Beyaz olmayan insanları bünyesinde çalıştıran ve bununla övünen NATO, Libya’yı bombaladı. Cihadcılar, Libya lideri Kaddafi’yi öldürdüler. Bu müdahalesiyle NATO, Afrika kıtasında köleliğin yeniden gündeme gelmesi için gerekli zemini oluşturdu.

Brüksel’deki binasının dışında NATO, beyaz olmayan insanlara bu türden fırsatlar sunmaya devam ediyor.

İnsan Kaynakları Departmanı Olarak Dışişleri Bakanlığı

NATO’nun kullandığı “çeşitlilik gücümüzdür” sloganı, Harris-Biden kampanyasında birebir kullanıldı. Bu cümleyi geçen yıl CIA de diline pelesenk etmişti.

Belki de bu cümleyi en çok kullanan isimlerin başında gelen dışişleri bakanı Anthony Blinken, meseleye dair şunları söylüyor: “Çeşitlilik ve kapsayıcılık, bizi daha güçlü, zeki, yaratıcı ve yenilikçi kılıyor. Bizdeki çeşitlilik, bize dünya sahnesinde yaşanan rekabet dâhilinde önemli avantajlar sunuyor.” Devamında şu tespiti yapıyor: “Çeşitlilik, dışişleri bakanlığı gibi örgütleri daha güçlü kılıyor, daha önemli görevleri yerine getirmesini sağlıyor.” Ayrıca bakan, çeşitliliğe ve kapsayıcılığa sahip çıkmalarının sebebinin, “diplomasi sahasında, ülkedeki çeşitliliği yansıtacak çalışanlara sahip olmak istemeleri” olduğunu söylüyor.

Son dönemde dışişleri bakanlığı, Blinken’ı fazlasıyla ön plana çıkartıyor. Hillary Clinton ve onun reklâmını yapıyor, bakanlık ayrıca, bu iki ismin Amerika’nın sorumluluklarını, Rusya’yı, Çin’i, bakanlıktaki çeşitliliği ve kapsayıcılığı tartıştıkları yayınlara vesile oluyor.

Blinken yönetimi altında bakanlık, bahsi edilen anlayışa fazlasıyla bağlı. Çeşitlilik ve Kapsayıcılık Bürosu, raporlarını doğrudan Blinken’a sunuyor. Bakanlık sözcüsü Ned Price da kimsenin aklına gelmeyen cümleyi her fırsatta çıkıp dillendiriyor: “Çeşitlilik ve kapsayıcılık, bizi daha güçlü, zeki, yaratıcı ve yenilikçi kılıyor.”

Savunma Bakanlığı’nın Kuvvet Çarpanları

Savunma bakanlığı, bu eğilimin başını çeken diğer kurumlardan biri.

Bu ayın başlarında muhafazakâr televizyon kanalı Fox News programcısı Tucker Carlson, Pentagon’a saldırdı. Her şey, aslında Joe Biden’ın başkan olmasıyla başladı. Onun ve savunma bakanı Lloyd Austin’in liderliğinde ordu, kadınları kucaklayan politikalar dâhilinde, saç bakımı kısıtlamalarının kaldırılması ve “hamileler için özel uçuş tulumları”nın hazırlanması konusunda belirli adımlar attı.

Hız trenlerini sürmeleri yasak olan hamilelerin savaş uçaklarını kullanmalarına izin çıktı. Oysa bu, kanaatimce onların da çocukların da hayrına olacak bir gelişme değil.

Programında bu tür politikalara eleştiri yönelten Carlson, meselenin özünü yakalamaktan uzak bir biçimde, ABD ordusunun bu tür politikalar sebebiyle zayıflayacağını iddia etti. Aslında bu politikaların asıl amacı, ordunun liberal yurttaşlar nezdinde sahip olduğu imajı tazelemek. Ocak ayı içerisinde hava kuvvetlerinin de dile getirdiği biçimiyle, “çeşitlilik, kuvvet çarpanıdır.”

Programdaki eleştirilere cevaben, Obama döneminde dışişleri bakanlığı sözcülüğü yapmış, bugün Pentagon sözcülüğü görevini yerine getiren John Kirby, sert sözler sarf etti. Basında bu açıklama, “Basın Sözcüsü Ordudaki Çeşitliliği Aşağılayan Fox Programcısını Yerden Yere Vurdu” manşetiyle duyuruldu.

Başında “Amerikan ordusu, sahip olduğu çeşitlilik sayesinde dünyanın en büyük ordusudur” denilen açıklamada Kirby, medyanın orduda ve emniyette kadına dair engelleri aştığı için göklere çıkarttığı savunma bakanı Lloyd Austin’in bir hafta önce dile getirdiği “karar alma süreçlerine çeşitlilik arz eden farklı savaş güçlerinin dâhil edildiğine” dair sözünü aktardı.

Aynı konuşma, savunma bakanlığının internet sitesinde şu başlıkla verildi: “Biden, Amerikan Ordusundaki Çeşitliliğin Sahip Olduğu Gücü ve Üstünlüğü Ortaya Koyuyor.”

Pentagon’un gerçekleştirdiği bir başka basın açıklamasında aktarıldığı biçimiyle, Austin ile ilgili diğer bir haberde şu söylenmişti: “Geçen ay Austin, NATO’nun Irak’ta oynadığı rolün artırılmasını olumlu karşılamıştır.” Reuters’e göre, rolün artırılması, “esasen ülkenin 500 değil dört-beş bin askerle işgal edilmesi anlamına geliyor.”

Kimlik Siyaseti İdaresi Olarak CIA

Biden’ın göreve gelmesi sonrası savunma bakanlığının veya dışişleri bakanlığının gerisinde kalmak istemeyen CIA de kendisine dijital âlemde makyaj yapma yoluna gitti. Burada amaç, Z kuşağını etkilemek ve bu kuşağın önceki kuşaklara kıyasla radikal liberalizme meyletmelerini sağlamak.

CIA’in müdür muavini yardımcısı Sheronda Dorsey, “yetenek neredeyse biz orada olmalıyız” diyor, ayrıca CIA’in “bünyesinde çalışanların Amerika’yı yansıtmasını sağlamak adına, ırk, kültür, engellilik, cinsel yönelim ve cinsiyet alanlarındaki çeşitliliği artırmaya çalıştığını” söylüyor.

Bu açıklamayı paylaşan Wall Street Journal gazetesi, ayrıca şu satırlara yer veriyor:

“Bugün CIA, dijital âlemde kendisine bu makyajı yeni başkanın göreve başlamasıyla birlikte yapıyor. 2017’de görev süresi dolan John Brennan, Biden yönetiminin istihbarat sahasında göreve getirdiği isimlerle birlikte ‘çeşitlilik konusunda güçlü bir mesaj verdiğini’ söylüyor. Ulusal istihbaratın ilk kadın direktörü olan Avril Haines, bu isimlerden biri.”

Haines, Obama döneminde CIA direktörü olarak çalışan Brennan’ın yanında, ikinci önemli isim olarak çalışıyordu. Kısa süre önce Brennan, MSNBC kanalına yaptığı açıklamada, “diğer beyaz erkeklerin söylediklerini işittikten sonra beyaz erkek olduğum için utanıyorum” dedi.

Brennan bu yorumu, Ocak ayında kongre binasında yapılan protestolara kongredeki Cumhuriyetçilerin yaklaşım tarzı ile ilgili tartışmada dile getirmişti. Brennan’a göre bu cumhuriyetçiler, ülkeyi maniple edip, ülke insanını suçlu konumuna sokuyorlardı.

Oysa o dönemde CIA’in başında Brennan vardı. CIA’in kongre tarafından denetlendiği süreçte içeriye casuslar yerleştirilmiş, sürece müdahale edilmiş, işkence soruşturmasında kurum, açık açık yalan söylemişti. Şimdi ise başkan, kongreyi herkesi maniple etmekle suçluyor. Kamuoyu tüm hikâyeyi unuttu, zira medya, Trump döneminde CIA’i hayranlıkla takip ediyordu.

Trump’ın bir numaralı düşmanı olan Nancy Pelosi, kısa süre önce temsilciler meclisinde bir “çeşitlilik bürosu” açtı. Yıllar evvel de CIA’in işkencelerinin üzerinin örtülmesine katkıda bulunmuş, Irak savaşına tüm gücüyle destek sunmuştu.

Finans Feminizmi

IMF ve Dünya Bankası gibi teknik açıdan “bağımsız, küresel manada güçlü finans kurumları, esasen ABD hükümetinin bir parçası olarak faaliyet yürütüyorlar. Bu tespit, bu makalede adı geçen diğer kurumlar için de geçerli. Tüm bu kurumlar, insanlık karşıtı ajandalarını aklama aracı olarak kimlik siyasetini benimsiyorlar.

Merkezi Washington’da bulunan Dünya Bankası’nın başkanını ABD başkanı seçiyor. Hatta kurumun kendi internet sitesi bile “geleneksel manada Dünya Bankası başkanı, her zaman ABD’nin aday gösterdiği bir Amerikan yurttaşı olmuştur” diyor.

ABD aynı zamanda, Dünya Bankası ile IMF’te en büyük hissedar. IMF’in merkezi de Washington’da. Wikileaks’in sızdırdığı “Kara Kuvvetleri Özel Gayrinizami Harp Operasyonları” başlıklı belgede, Dünya Bankası ve IMF’in “geniş ölçekli genel savaş dâhil, bugüne dek yaşanmış tüm çatışmalarda ABD’ye ait birer silâh olarak kullanıldıklarından” bahsediliyor.

“Kara Kuvvetleri Özel Operasyon Kuvvetleri, ekonomik gücün birlikte yönlendirilmesi, bu çabanın gayrinizami harbin bileşenlerinden biri olabileceğini, olması gerektiğini görüyor.”

“Yüzde seksen beşin desteğini alması gereken önemli kararlarda ABD, Dünya Bankası’nda her türden önemli değişikliği engelleyebilir.”

Uluslararası Kadın Günü’nde IMF, “Kadın Ekonomisi Çağı” başlıklı bir tartışmaya ev sahipliği yaptı. Tartışmaya Biden’ın maliye bakanı Janet Yellen da katıldı.

IMF idari direktörü o toplantıda, “Bu konu başlığını bilinçli olarak seçtik” dedi ve sözlerine şu şekilde devam etti:

“Hayatımda ekonomi ve finans kurumlarının tepe noktalarında hiç bu kadar çok kadını bir arada görmedim. ABD’nin maliye bakanı, Kanada’dan Chrystia Freeland, Avrupa Merkez Bankası başkanı ve benim selefim Christine Lagarde, Dünya Ticaret Örgütü’nden Ngozi [Okonjo-Iweala], çok taraflı kalkınma bankasının ilk kadın başkanı olarak Odile [Renaud-Basso –Avrupa Yeniden İnşa ve Kalkınma Bankası]…”

Duyarcılık Küreselleşiyor

Kendilerini hoşgörü yurdunun muhafızları olarak takdim eden emperyalist kurumlar, bir yandan da duyarcılığı, başka ülkelerin kaynaklarına el koyma, egemenliği ve uluslararası hukuku ihlal girişimlerini, askeri işgalleri, hatta darbeleri meşrulaştırmak için kullanıyor.

ABD’nin, Avrupa hükümetlerinin, Körfez’in petrol üzerine kurulu patriarkal krallıklarının ve NATO müttefiki Türkiye’nin, El-Kaide benzeri mezhepçi isyancılar üzerinden on yıldır savaş yürüttüğü Suriye’de Amerikan tarzı kimlik siyasetinin savunucularından biri olan Kürd güçleri, ön plana çıktı. Amerika’da tüm solcular, YPG’ye ve “Rojava’daki kadın devrimi”ne destek verdiler. Hatta Vice News, Kuzeydoğu Suriye’de Kürd savaşçıların geliştirdiği politik projeyi “Dünyanın Bugüne Dek Tanık Olduğu En Feminist Devrim” olarak adlandırdı.

YPG literatürüne destek sunan ve Siyonist, anarşist akademisyen Murray Bookchin’in “demokratik konfederalizm” ideolojisini propaganda eden Amerikalı anarşistler, ayrıca Murray Bookchin’in kızı Debbie Bookchin’in New York’ta kurduğu Rojava İçin Acil Durum Komitesi, isimlerini solcu mahfillerde epey duyurdu. Bu tür isimler ve çevreler, Twitter’da YPG’ye destek sundular.

Suriye’de savaşan Kürd savaşçılarına ilk desteği Obama verdi, ama Trump, “petrolü korumak” amacıyla, onlara yönelik desteğe devam etti. Böylelikle ABD, aslında egemen Suriye devletine ait olan ekonomik varlıklara el koydu, kârına kâr kattı. Bugün iktidarda Biden var ve Kürd savaşçılar, bir kez daha medyanın ilgisine, Batı solunun da sevgisine mazhar oluyorlar.

Rakka harekâtı esnasında Kürd güçlerinin elde ettikleri zaferlere dönük övgüler tavan yaptı. Bu süreçte gerçekte varolup olmadığı belli olmayan, Wikipedia’da kendisine yer bulan bir örgüt kuruldu. Bölgedeki yabancı kuir anarşistlerin kurduğu örgüte “Kuirlerin İsyan ve Kurtuluş Ordusu” adı verildi. Rakka tarihinin büyük ölçüde yok edildiği süreçte okurların kendilerini iyi hissetmelerini sağlayan manşetlerde, Kürd savaşçılarının ve müttefiklerinin sola hâkim kıldıkları, devletçilik karşısında duran, devrimci ve kapsayıcı seçenek, göklere çıkartıldı.

Bu noktada “Şam’daki Eşcinsel Kız” başlığı ile adından bolca bahsedilen Emine Abdullah Araf Ömeri’yi anmak gerek. Bu süreçte Batı’daki LGBT toplulukları içerisinde Esad karşıtlığını körüklemek için sahte bir karakter yaratıldı. Ama bu “eşcinsel kız”ın kaçırıldığı haberleri servis edilince, meseleyi yakından inceleyen Filistinli gazeteci Ali Ebunima, bu haberin yalan olduğunu ortaya koydu ve arkasında Tom MacMaster isminde Amerikalı beyaz bir adamın bulunduğunu açığa çıkarttı.

Bugün Biden’ın başkan olduğu koşullarda Suriye’deki kirli savaşı körüklemek için başvurulan kirli oyunlar yeniden devreye girdi. Jacobin’de çıkan bir makaleye göre, “Stefan IŞİD’e Karşı” isminde yeni bir film çekiliyor. Tanıtım yazısında, filmin “Kürd özgürlük savaşçılarına katılan bir eşcinselin hikâyesi”ni anlattığından söz ediliyor. Özgün hikâye, Jacobin yazarlarından Connor Kilpatrick’in elinden çıkma. Yapımcılarından biri de derginin editörü Baskar Sunkara.

Bir Ortadoğulu muhabirin bana söylediği biçimiyle bu tür gazeteciler, düne kadar pazarda sattıkları savaştan kâr elde etmeye çalışıyorlar, bu noktada Batılılara ait kimlik meselelerini IŞİD’e karşı verilen savaşla ilgili sözlerin merkezine yerleştiriyorlar, ama nedense o savaşta canlarından olan Suriyelileri ve Iraklıları hiç anmıyorlar. Bu savaşçılar, bugün “Suriye savaşının bir avuç yabancı solcunun kimlik meselelerine dair romantik türküler mırıldansınlar diye verilmediğini” söylüyorlar. Ayrıca Kürdlerin geleneklerine fazlasıyla bağlı olduklarından, YPG’nin bu “toplumsal cinsiyetin akışkanlığı” mavalını kimseye yutturamayacağından bahsediyorlar.

Hillary ve Chelsea Clinton, Kobani’nin Kızları kitabını tam da bu bağlamda filme çekiyor. Gayle Tzemach Lemmon’ın çalışmasının haklarını almak için epey uğraşan Clinton ailesi, kitabın arkasındaki güçlü kadınlar ve bu bayrağın yükseltilmesi karşısında ödenen telif hakkının bir kıymeti olmadığını söylüyor.

Geçen hafta Lemmon, kitap hakkında konuşmak üzere Meghan McCain’in programına çıktı. McCain’in babası John McCain, ABD tarihinin en militarist senatörlerinden birisiydi. Hatta Suriye’deki vekâlet savaşının ardındaki en önemli isimlerden biri oydu. Senatör, ayrıca Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu ve 11 Şii’nin kaçırılmasından sorumlu olan Suriye Ulusal Ordusu’ndaki sözde “ılımlı isyancılar”la görüşmüştü.

Öte yandan, ABD’nin uzun zamandır uğraştığı, ama bir türlü beceremediği rejim değişikliği girişimlerine sahne olan Afganistan’da Biden, Taliban ve Trump yönetimi arasında tam çekilme konusunda anlaşmaya varılmış olmasına rağmen, ülkedeki işgalin sürmesi için orada askeri güç bırakmayı planlıyor.

Alman kanalı Deutsche Welle, “Afgan kadınlarının yeni politik kurguda tüm haklarını yitirme riskiyle karşı karşıya kalacakları” konusunda uyarıda bulunuyor. Devamında, “Biden yönetimi, bugün tüm seçeneklerin masada olacağı bir anlaşmayı müzakere etmenin yolunu arıyor” diyor.

Bu ayın başlarında Vox News’te, Beyaz Saray’da, Afganistan’daki askerlerin çekilmesi konusunda tartışmaların yaşandığına dair bir haber çıktı. Bu habere göre Genelkurmay Başkanı Mark Milley, duygularına yenik düşüp gayet coşkulu cümleler sarf etti ve ABD kuvvetlerinin çekilmesi durumunda “ülkede kadın haklarının taş devrine geri döneceğini” söyledi.

Taliban’ın kadın haklarına zerre saygısı olmadığına tabii ki hiç şüphe yok, ama bence bu, Biden’ın pek umurunda da değil. Zira Biden, Ekim 2012’de şu sözü vermişti: “2014’te bu ülkeyi terk ediyoruz. Nokta!”

Bir de şu taş devri meselesine değinelim. Biden’ın o sözü verdiği günden bugüne dek Afganistan’a 25.500 civarında bomba atıldı. ABD hava kuvvetleri her ayın rakamlarını yayınlıyor, oradan bakılabilir.

Üstelik bunlar, öyle ucuz bombalar da değil. Dolayısıyla Milley’nin, “ABD Afganistan’da son yirmi yıl içerisinde çok fazla kan ve para kaybettiği için oradan çıkmanın bir getirisi olmaz” demesine hiç şaşmamak gerek.

Bahsini ettiğimiz şu duyarcılık meselesine geri dönelim: Duyarcılık, terörizmle mücadelede imparatorluğun kullandığı işe yarar bir silâh. Ama bu silâhın sosyalizmle mücadelede de kullanıldığını görmek lazım.

ABD’nin ülkedeki başkanlık seçimlerinde önde olan sosyalist adayın karşısına sahte bir solcu aday çıkarttığı Ekvador’da kimlik siyaseti, neoliberal bir isme yönelik desteğin artmasını sağlamak için kullanıldı.

Gazeteci Ben Norton, yerli halka mensup ekososyalist bir isim olarak pazarlanan Yaku Pérez’in ABD hükümetiyle ilişkilerini ifşa etti. Ekvador’daki başkanlık seçiminin ilk turunda Pérez’in üçüncü olup yarış dışı kalması sonrası, ABD elçiliği, kendisinden sürece yeniden dâhil olacağı konusunda güvence vermesini istedi. O günden beri Pérez, askeri darbe çağrısı yapıyor ve sosyalist rakibi Andrés Arauz’un soruşturulmasını talep ediyor.

Ben Norton’ın da ifade ettiği biçimiyle, Pérez’in eşi Manuela Picq kampanya danışmanlarından, aynı zamanda kampanyanın yönetilmesinde kocasına yardım ediyor. Aslen akademisyen olan Picq, esas olarak cinsellik ve toplumsal cinsiyet çalışmaları alanında kalem oynatıyor.

Biden döneminde kimlik siyaseti, kesişimsellik, özetle, duyarcılık, ırkçı imparatorluğun tüm yapıp ettiklerine kılıf bulmak için kullanılacak. Bu süreç, sol, imparatorluğun ekmeğine yağ sürmek yerine, onun kaidelerine karşı çıkan bir öğretiyi benimsemedikçe devam edecek.

Romalı tarihçi Takitus, “büyük imparatorlukları ürkeklikle ayakta tutamazsınız” diyor. Bu, belki de doğru bir sözdür, fakat bugün kapsayıcılık, imparatorluğun ayakta kalışı için öne sürülen gerekçelerden biri. ABD’nin dünya sahnesinde gücünü ortaya koyma becerisi, onun yönetici sınıftaki çeşitliliğin reklâmını yapabilme becerisine bağlı.

Alex Rubinstein
30 Mart 2021
Kaynak

0 Yorum: