Trump tarzı milliyetçiliğin
kapı önüne konulmasıyla birlikte, emperyalist ideoloji, yeni bir döneme girdi.
İmparatorluğun hâkim öğretisindeki bu değişim, kendisini ekonomik, politik ve
toplumsal kontrol amacıyla inşa edilmiş kurumlarda ortaya koyuyor ve
çelişkilerin yaşandığı bir dizi sahnede maddi karşılıklarına kavuşuyor.
Duyarcı emperyalizmin
nerelerde varolduğunu tanımlamak için önce onu tarif etmek gerekiyor.
Duyarcı emperyalizm,
ahlakçılığın desteğini arkasına almış hegemonik hâkimiyetin kendisini ilk
ortaya koyuş biçimi değildir.
“Koruma sorumluluğu”
denilen öğreti, 2005’te Birleşmiş Milletler tarafından resmileşti. Fakat bu
öğretinin kökleri, NATO’nun Yugoslavya’da gerçekleştirdiği bombardımana dek
uzanıyor. Obama döneminde bu tür eylemler için daha çok “insani müdahale”
tabiri kullanılıyordu.
Duyarcı emperyalizm, bu
kavramların olgunlaşmış hâli olarak görülmeli. Şirketler, ABD’deki liberal
kamuoyunun hassasiyetlerine uyum sağlamak adına “gökkuşağı kapitalizmi”
anlayışını benimsediler. Bu süreçte ABD emperyalizmine ait kurumlar da kimlik
siyasetinin popülaritesinin artması karşısında, araçları iyileştirme yoluna
gittiler.
Bu, herkesin gözü önünde
işleyen bir süreçti. İnternette Amerika’ya ait bir bombardıman uçağına ait
resimler dolaşıma girdi. Resmin birinin üzerinde “Cumhuriyetçiler” yazıyor,
yazının altında bomba atan uçağın görüntüsü duruyordu. Yanındaki resimde ise
“Demokratlar” yazıyor, aynı şekilde bomba atan uçağın üzerinde Siyahların
Hayatı Önemlidir çıkartması ve gökkuşağı bayrağı bulunuyordu.
Bu tür görseller, o
sınırlı hâlleriyle, emperyalist kontrolün uygulanması için başvurulan
yöntem çeşitliliğini yansıtıyorlar. Çünkü bu kontrol meselesi,
bombaların da ötesine uzanabiliyor. Ayrıca bu değişiklikler, tümüyle başkanın
değişmesiyle de ilişkilendirebilecek mevzular değil. Biz, dışişleri
bakanlığının ve diğer kurumların Trump’ın dış politika yaklaşımıyla da kültürel
eğilimleriyle de pek uyumlu olmadığını biliyoruz.
Dolayısıyla bu makalede
belirtilen ve Trump yönetimi süresince açığa çıkan eğilimlerin büyük kısmı,
esasen Biden döneminde güçlenecek, bu görülmeli. Örneğin bu Mart ayının ilk on
günlük dilimi içerisinde Kadınlar Günü çerçevesinde etkinlikler düzenlendi ve
bu dönemde dışişleri bakanlığı, kadınlarla ilgili 24 tweet attı, bu sayı, geçen
yılın aynı döneminde 14 idi.
Neonazi Örgütü Olarak NATO
Bu ayın başlarında NATO,
Twitter’da bir video yayınladı. Videonun iddiası şuydu: “Çeşitlilik bizim
gücümüzdür.”
Oysa NATO’nun ilk
liderlerinin büyük bir kısmı, Almanya’nın çeşitlilikleri kucaklayan, kapsayıcı
bir ülke olmasını hayal etmiş Nazilerden oluşuyordu. Bugüne dek NATO, Ukrayna
gibi ülkelerde Neonazileri desteklemeyi sürdürdü, öte yandan NATO’ya üye olup, Nazi işbirlikçilerinin en önde yürüdükleri yürüyüşlere izin veren devletler,
Nazizmin yüceltilmesine mani olmadıkları gibi, koronavirüsü bahane edip başka
yürüyüşleri iptal ettiler.
Joe Biden, Virginia
eyaletinin Charlottesville şehrinde Neonazilere sallarken Neonazi lideri Oleh
Tahnybok ile bir araya geliyordu.
Beyaz olmayan insanları
bünyesinde çalıştıran ve bununla övünen NATO, Libya’yı bombaladı. Cihadcılar, Libya lideri Kaddafi’yi öldürdüler. Bu müdahalesiyle NATO, Afrika kıtasında
köleliğin yeniden gündeme gelmesi için gerekli zemini oluşturdu.
Brüksel’deki binasının
dışında NATO, beyaz olmayan insanlara bu türden fırsatlar sunmaya devam ediyor.
İnsan Kaynakları Departmanı Olarak Dışişleri Bakanlığı
NATO’nun kullandığı
“çeşitlilik gücümüzdür” sloganı, Harris-Biden kampanyasında birebir kullanıldı.
Bu cümleyi geçen yıl CIA de diline pelesenk etmişti.
Belki de bu cümleyi en çok
kullanan isimlerin başında gelen dışişleri bakanı Anthony Blinken, meseleye
dair şunları söylüyor: “Çeşitlilik ve kapsayıcılık, bizi daha güçlü, zeki,
yaratıcı ve yenilikçi kılıyor. Bizdeki çeşitlilik, bize dünya sahnesinde yaşanan
rekabet dâhilinde önemli avantajlar sunuyor.” Devamında şu tespiti yapıyor:
“Çeşitlilik, dışişleri bakanlığı gibi örgütleri daha güçlü kılıyor, daha önemli
görevleri yerine getirmesini sağlıyor.” Ayrıca bakan, çeşitliliğe ve
kapsayıcılığa sahip çıkmalarının sebebinin, “diplomasi sahasında, ülkedeki
çeşitliliği yansıtacak çalışanlara sahip olmak istemeleri” olduğunu söylüyor.
Son dönemde dışişleri
bakanlığı, Blinken’ı fazlasıyla ön plana çıkartıyor. Hillary Clinton ve onun
reklâmını yapıyor, bakanlık ayrıca, bu iki ismin Amerika’nın sorumluluklarını,
Rusya’yı, Çin’i, bakanlıktaki çeşitliliği ve kapsayıcılığı tartıştıkları
yayınlara vesile oluyor.
Blinken yönetimi altında
bakanlık, bahsi edilen anlayışa fazlasıyla bağlı. Çeşitlilik ve Kapsayıcılık
Bürosu, raporlarını doğrudan Blinken’a sunuyor. Bakanlık sözcüsü Ned Price da
kimsenin aklına gelmeyen cümleyi her fırsatta çıkıp dillendiriyor: “Çeşitlilik
ve kapsayıcılık, bizi daha güçlü, zeki, yaratıcı ve yenilikçi kılıyor.”
Savunma Bakanlığı’nın Kuvvet Çarpanları
Savunma bakanlığı, bu
eğilimin başını çeken diğer kurumlardan biri.
Bu ayın başlarında
muhafazakâr televizyon kanalı Fox News programcısı Tucker Carlson, Pentagon’a
saldırdı. Her şey, aslında Joe Biden’ın başkan olmasıyla başladı. Onun ve
savunma bakanı Lloyd Austin’in liderliğinde ordu, kadınları kucaklayan
politikalar dâhilinde, saç bakımı kısıtlamalarının kaldırılması ve “hamileler
için özel uçuş tulumları”nın hazırlanması konusunda belirli adımlar attı.
Hız trenlerini sürmeleri
yasak olan hamilelerin savaş uçaklarını kullanmalarına izin çıktı. Oysa bu,
kanaatimce onların da çocukların da hayrına olacak bir gelişme değil.
Programında bu tür
politikalara eleştiri yönelten Carlson, meselenin özünü yakalamaktan uzak bir
biçimde, ABD ordusunun bu tür politikalar sebebiyle zayıflayacağını iddia etti.
Aslında bu politikaların asıl amacı, ordunun liberal yurttaşlar nezdinde sahip
olduğu imajı tazelemek. Ocak ayı içerisinde hava kuvvetlerinin de dile
getirdiği biçimiyle, “çeşitlilik, kuvvet çarpanıdır.”
Programdaki eleştirilere
cevaben, Obama döneminde dışişleri bakanlığı sözcülüğü yapmış, bugün Pentagon
sözcülüğü görevini yerine getiren John Kirby, sert sözler sarf etti. Basında bu
açıklama, “Basın Sözcüsü Ordudaki Çeşitliliği Aşağılayan Fox Programcısını Yerden
Yere Vurdu” manşetiyle duyuruldu.
Başında “Amerikan ordusu,
sahip olduğu çeşitlilik sayesinde dünyanın en büyük ordusudur” denilen
açıklamada Kirby, medyanın orduda ve emniyette kadına dair engelleri aştığı
için göklere çıkarttığı savunma bakanı Lloyd Austin’in bir hafta önce dile
getirdiği “karar alma süreçlerine çeşitlilik arz eden farklı savaş güçlerinin
dâhil edildiğine” dair sözünü aktardı.
Aynı konuşma, savunma
bakanlığının internet sitesinde şu başlıkla verildi: “Biden, Amerikan
Ordusundaki Çeşitliliğin Sahip Olduğu Gücü ve Üstünlüğü Ortaya Koyuyor.”
Pentagon’un
gerçekleştirdiği bir başka basın açıklamasında aktarıldığı biçimiyle, Austin
ile ilgili diğer bir haberde şu söylenmişti: “Geçen ay Austin, NATO’nun Irak’ta
oynadığı rolün artırılmasını olumlu karşılamıştır.” Reuters’e göre, rolün
artırılması, “esasen ülkenin 500 değil dört-beş bin askerle işgal edilmesi
anlamına geliyor.”
Kimlik Siyaseti İdaresi Olarak CIA
Biden’ın göreve gelmesi
sonrası savunma bakanlığının veya dışişleri bakanlığının gerisinde kalmak
istemeyen CIA de kendisine dijital âlemde makyaj yapma yoluna gitti. Burada
amaç, Z kuşağını etkilemek ve bu kuşağın önceki kuşaklara kıyasla radikal
liberalizme meyletmelerini sağlamak.
CIA’in müdür muavini
yardımcısı Sheronda Dorsey, “yetenek neredeyse biz orada olmalıyız” diyor,
ayrıca CIA’in “bünyesinde çalışanların Amerika’yı yansıtmasını sağlamak adına,
ırk, kültür, engellilik, cinsel yönelim ve cinsiyet alanlarındaki çeşitliliği
artırmaya çalıştığını” söylüyor.
Bu açıklamayı paylaşan Wall Street Journal gazetesi, ayrıca şu
satırlara yer veriyor: “Bugün CIA, dijital âlemde kendisine bu makyajı yeni
başkanın göreve başlamasıyla birlikte yapıyor. 2017’de görev süresi dolan John
Brennan, Biden yönetiminin istihbarat sahasında göreve getirdiği isimlerle
birlikte ‘çeşitlilik konusunda güçlü bir mesaj verdiğini’ söylüyor. Ulusal
istihbaratın ilk kadın direktörü olan Avril Haines, bu isimlerden biri.”
Haines, Obama döneminde
CIA direktörü olarak çalışan Brennan’ın yanında, ikinci önemli isim olarak
çalışıyordu. Kısa süre önce Brennan, MSNBC kanalına yaptığı açıklamada, “diğer
beyaz erkeklerin söylediklerini işittikten sonra beyaz erkek olduğum için
utanıyorum” dedi.
Brennan bu yorumu, Ocak
ayında kongre binasında yapılan protestolara kongredeki Cumhuriyetçilerin
yaklaşım tarzı ile ilgili tartışmada dile getirmişti. Brennan’a göre bu
cumhuriyetçiler, ülkeyi maniple edip, ülke insanını suçlu konumuna sokuyorlardı.
Oysa o dönemde CIA’in
başında Brennan vardı. CIA’in kongre tarafından denetlendiği süreçte içeriye
casuslar yerleştirilmiş, sürece müdahale edilmiş, işkence soruşturmasında kurum,
açık açık yalan söylemişti. Şimdi ise başkan, kongreyi herkesi maniple etmekle
suçluyor. Kamuoyu tüm hikâyeyi unuttu, zira medya, Trump döneminde CIA’i
hayranlıkla takip ediyordu.
Trump’ın bir numaralı
düşmanı olan Nancy Pelosi, kısa süre önce temsilciler meclisinde bir
“çeşitlilik bürosu” açtı. Yıllar evvel de CIA’in işkencelerinin üzerinin
örtülmesine katkıda bulunmuş, Irak savaşına tüm gücüyle destek sunmuştu.
Finans Feminizmi
IMF ve Dünya Bankası gibi
teknik açıdan “bağımsız, küresel manada güçlü finans kurumları, esasen ABD
hükümetinin bir parçası olarak faaliyet yürütüyorlar. Bu tespit, bu makalede
adı geçen diğer kurumlar için de geçerli. Tüm bu kurumlar, insanlık karşıtı
ajandalarını aklama aracı olarak kimlik siyasetini benimsiyorlar.
Merkezi Washington’da
bulunan Dünya Bankası’nın başkanını ABD başkanı seçiyor. Hatta kurumun kendi internet
sitesi bile “geleneksel manada Dünya Bankası başkanı, her zaman ABD’nin aday
gösterdiği bir Amerikan yurttaşı olmuştur” diyor.
ABD aynı zamanda, Dünya
Bankası ile IMF’te en büyük hissedar. IMF’in merkezi de Washington’da.
Wikileaks’in sızdırdığı “Kara Kuvvetleri Özel Gayrinizami Harp Operasyonları”
başlıklı belgede, Dünya Bankası ve IMF’in “geniş ölçekli genel savaş dâhil, bugüne dek yaşanmış tüm çatışmalarda ABD’ye ait birer silâh olarak
kullanıldıklarından” bahsediliyor.
“Kara Kuvvetleri Özel Operasyon Kuvvetleri,
ekonomik gücün birlikte yönlendirilmesi, bu çabanın gayrinizami harbin
bileşenlerinden biri olabileceğini, olması gerektiğini görüyor.”
“Yüzde seksen beşin desteğini alması gereken
önemli kararlarda ABD, Dünya Bankası’nda her türden önemli değişikliği
engelleyebilir.”
Uluslararası Kadın
Günü’nde IMF, “Kadın Ekonomisi Çağı” başlıklı bir tartışmaya ev sahipliği
yaptı. Tartışmaya Biden’ın maliye bakanı Janet Yellen da katıldı.
IMF idari direktörü o
toplantıda, “Bu konu başlığını bilinçli olarak seçtik” dedi ve sözlerine şu
şekilde devam etti:
“Hayatımda ekonomi ve finans kurumlarının tepe
noktalarında hiç bu kadar çok kadını bir arada görmedim. ABD’nin maliye bakanı,
Kanada’dan Chrystia Freeland, Avrupa Merkez Bankası başkanı ve benim selefim
Christine Lagarde, Dünya Ticaret Örgütü’nden Ngozi [Okonjo-Iweala], çok taraflı
kalkınma bankasının ilk kadın başkanı olarak Odile [Renaud-Basso –Avrupa
Yeniden İnşa ve Kalkınma Bankası]…”
Duyarcılık Küreselleşiyor
Kendilerini hoşgörü
yurdunun muhafızları olarak takdim eden emperyalist kurumlar, bir yandan da
duyarcılığı, başka ülkelerin kaynaklarına el koyma, egemenliği ve uluslararası
hukuku ihlal girişimlerini, askeri işgalleri, hatta darbeleri meşrulaştırmak
için kullanıyor.
ABD’nin, Avrupa
hükümetlerinin, Körfez’in petrol üzerine kurulu patriarkal krallıklarının ve
NATO müttefiki Türkiye’nin, El-Kaide benzeri mezhepçi isyancılar üzerinden on
yıldır savaş yürüttüğü Suriye’de Amerikan tarzı kimlik siyasetinin
savunucularından biri olan Kürd güçleri, ön plana çıktı. Amerika’da tüm
solcular, YPG’ye ve “Rojava’daki kadın devrimi”ne destek verdiler. Hatta Vice
News, Kuzeydoğu Suriye’de Kürd savaşçıların geliştirdiği politik projeyi
“Dünyanın Bugüne Dek Tanık Olduğu En Feminist Devrim” olarak adlandırdı.
YPG literatürüne destek
sunan ve Siyonist, anarşist akademisyen Murray Bookchin’in “demokratik
konfederalizm” ideolojisini propaganda eden Amerikalı anarşistler, ayrıca
Murray Bookchin’in kızı Debbie Bookchin’in New York’ta kurduğu Rojava İçin Acil
Durum Komitesi, isimlerini solcu mahfillerde epey duyurdu. Bu tür isimler ve
çevreler, Twitter’da YPG’ye destek sundular.
Suriye’de savaşan Kürd
savaşçılarına ilk desteği Obama verdi, ama Trump, “petrolü korumak” amacıyla,
onlara yönelik desteğe devam etti. Böylelikle ABD, aslında egemen Suriye
devletine ait olan ekonomik varlıklara el koydu, kârına kâr kattı. Bugün
iktidarda Biden var ve Kürd savaşçılar, bir kez daha medyanın ilgisine, Batı
solunun da sevgisine mazhar oluyorlar.
Rakka harekâtı esnasında
Kürd güçlerinin elde ettikleri zaferlere dönük övgüler tavan yaptı. Bu süreçte
gerçekte varolup olmadığı belli olmayan, Wikipedia’da kendisine yer bulan bir
örgüt kuruldu. Bölgedeki yabancı kuir anarşistlerin kurduğu örgüte “Kuirlerin
İsyan ve Kurtuluş Ordusu” adı verildi. Rakka tarihinin büyük ölçüde yok
edildiği süreçte okurların kendilerini iyi hissetmelerini sağlayan manşetlerde, Kürd
savaşçılarının ve müttefiklerinin sola hâkim kıldıkları, devletçilik karşısında
duran, devrimci ve kapsayıcı seçenek, göklere çıkartıldı.
Bu noktada “Şam’daki
Eşcinsel Kız” başlığı ile adından bolca bahsedilen Emine Abdullah Araf Ömeri’yi anmak gerek. Bu süreçte Batı’daki LGBT toplulukları içerisinde Esad
karşıtlığını körüklemek için sahte bir karakter yaratıldı. Ama bu “eşcinsel
kız”ın kaçırıldığı haberleri servis edilince, meseleyi yakından inceleyen
Filistinli gazeteci Ali Ebunima, bu haberin yalan olduğunu ortaya koydu ve
arkasında Tom MacMaster isminde Amerikalı beyaz bir adamın bulunduğunu açığa
çıkarttı.
Bugün Biden’ın başkan
olduğu koşullarda Suriye’deki kirli savaşı körüklemek için başvurulan kirli
oyunlar yeniden devreye girdi. Jacobin’de
çıkan bir makaleye göre, “Stefan IŞİD’e Karşı” isminde yeni bir film çekiliyor.
Tanıtım yazısında, filmin “Kürd özgürlük savaşçılarına katılan bir eşcinselin
hikâyesi”ni anlattığından söz ediliyor. Özgün hikâye, Jacobin yazarlarından Connor Kilpatrick’in elinden çıkma.
Yapımcılarından biri de derginin editörü Baskar Sunkara.
Bir Ortadoğulu muhabirin
bana söylediği biçimiyle bu tür gazeteciler, düne kadar pazarda sattıkları
savaştan kâr elde etmeye çalışıyorlar, bu noktada Batılılara ait kimlik
meselelerini IŞİD’e karşı verilen savaşla ilgili sözlerin merkezine
yerleştiriyorlar, ama nedense o savaşta canlarından olan Suriyelileri ve
Iraklıları hiç anmıyorlar. Bu savaşçılar, bugün “Suriye savaşının bir avuç
yabancı solcunun kimlik meselelerine dair romantik türküler mırıldansınlar diye
verilmediğini” söylüyorlar. Ayrıca Kürdlerin geleneklerine fazlasıyla bağlı olduklarından,
YPG’nin bu “toplumsal cinsiyetin akışkanlığı” mavalını kimseye
yutturamayacağından bahsediyorlar.
Hillary ve Chelsea
Clinton, Kobani’nin Kızları kitabını
tam da bu bağlamda filme çekiyor. Gayle Tzemach Lemmon’ın çalışmasının
haklarını almak için epey uğraşan Clinton ailesi, kitabın arkasındaki güçlü
kadınlar ve bu bayrağın yükseltilmesi karşısında ödenen telif hakkının bir
kıymeti olmadığını söylüyor.
Geçen hafta Lemmon, kitap
hakkında konuşmak üzere Meghan McCain’in programına çıktı. McCain’in babası
John McCain, ABD tarihinin en militarist senatörlerinden birisiydi. Hatta
Suriye’deki vekâlet savaşının ardındaki en önemli isimlerden biri oydu.
Senatör, ayrıca Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu ve 11 Şii’nin
kaçırılmasından sorumlu olan Suriye Ulusal Ordusu’ndaki sözde “ılımlı
isyancılar”la görüşmüştü.
Öte yandan, ABD’nin uzun
zamandır uğraştığı, ama bir türlü beceremediği rejim değişikliği girişimlerine
sahne olan Afganistan’da Biden, Taliban ve Trump yönetimi arasında tam çekilme
konusunda anlaşmaya varılmış olmasına rağmen, ülkedeki işgalin sürmesi için
orada askeri güç bırakmayı planlıyor.
Alman kanalı Deutsche
Welle, “Afgan kadınlarının yeni politik kurguda tüm haklarını yitirme riskiyle
karşı karşıya kalacakları” konusunda uyarıda bulunuyor. Devamında, “Biden
yönetimi, bugün tüm seçeneklerin masada olacağı bir anlaşmayı müzakere etmenin
yolunu arıyor” diyor.
Bu ayın başlarında Vox
News’te, Beyaz Saray’da, Afganistan’daki askerlerin çekilmesi konusunda
tartışmaların yaşandığına dair bir haber çıktı. Bu habere göre Genelkurmay
Başkanı Mark Milley, duygularına yenik düşüp gayet coşkulu cümleler sarf etti
ve ABD kuvvetlerinin çekilmesi durumunda “ülkede kadın haklarının taş devrine
geri döneceğini” söyledi.
Taliban’ın kadın haklarına
zerre saygısı olmadığına tabii ki hiç şüphe yok, ama bence bu, Biden’ın pek
umurunda da değil. Zira Biden, Ekim 2012’de şu sözü vermişti: “2014’te bu
ülkeyi terk ediyoruz. Nokta!”
Bir de şu taş devri
meselesine değinelim. Biden’ın o sözü verdiği günden bugüne dek Afganistan’a
25.500 civarında bomba atıldı. ABD hava kuvvetleri her ayın rakamlarını
yayınlıyor, oradan bakılabilir.
Üstelik bunlar, öyle ucuz
bombalar da değil. Dolayısıyla Milley’nin, “ABD Afganistan’da son yirmi yıl
içerisinde çok fazla kan ve para kaybettiği için oradan çıkmanın bir getirisi
olmaz” demesine hiç şaşmamak gerek.
Bahsini ettiğimiz şu
duyarcılık meselesine geri dönelim: Duyarcılık, terörizmle mücadelede
imparatorluğun kullandığı işe yarar bir silâh. Ama bu silâhın sosyalizmle
mücadelede de kullanıldığını görmek lazım.
ABD’nin ülkedeki başkanlık
seçimlerinde önde olan sosyalist adayın karşısına sahte bir solcu aday
çıkarttığı Ekvador’da kimlik siyaseti, neoliberal bir isme yönelik desteğin
artmasını sağlamak için kullanıldı.
Gazeteci Ben Norton, yerli
halka mensup ekososyalist bir isim olarak pazarlanan Yaku Pérez’in ABD
hükümetiyle ilişkilerini ifşa etti. Ekvador’daki başkanlık seçiminin ilk
turunda Pérez’in üçüncü olup yarış dışı kalması sonrası, ABD elçiliği, kendisinden sürece yeniden dâhil olacağı konusunda güvence vermesini istedi. O
günden beri Pérez, askeri darbe çağrısı yapıyor ve sosyalist rakibi Andrés
Arauz’un soruşturulmasını talep ediyor.
Ben Norton’ın da ifade
ettiği biçimiyle, Pérez’in eşi Manuela Picq kampanya danışmanlarından, aynı
zamanda kampanyanın yönetilmesinde kocasına yardım ediyor. Aslen akademisyen
olan Picq, esas olarak cinsellik ve toplumsal cinsiyet çalışmaları alanında
kalem oynatıyor.
Biden döneminde kimlik
siyaseti, kesişimsellik, özetle, duyarcılık, ırkçı imparatorluğun tüm yapıp
ettiklerine kılıf bulmak için kullanılacak. Bu süreç, sol, imparatorluğun
ekmeğine yağ sürmek yerine, onun kaidelerine karşı çıkan bir öğretiyi
benimsemedikçe devam edecek.
Romalı tarihçi Takitus,
“büyük imparatorlukları ürkeklikle ayakta tutamazsınız” diyor. Bu, belki de
doğru bir sözdür, fakat bugün kapsayıcılık, imparatorluğun ayakta kalışı için
öne sürülen gerekçelerden biri. ABD’nin dünya sahnesinde gücünü ortaya koyma
becerisi, onun yönetici sınıftaki çeşitliliğin reklâmını yapabilme becerisine
bağlı.
Alex Rubinstein
30
Mart 2021
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder