Vladimir Mayakovski, Sol Sanat Cephesi denilen
sanat hareketinin lideriydi. Onun arzusu, yalnız değil bir ekip içerisinde, başkalarıyla
birlikte çalışmak, tek bir amaca ve fikre hizmet etmekti. SSC, kimi estetik
önyargılarla malul bir hareketti ve bu önyargıların izleri Mayakovski’nin
şiirinde de mevcuttu. Dostlarının ilgisine ve desteğine rağmen Mayakovski,
devrimci yaratıcılık bayrağı altında şekillenmeye başlayan o büyük sanat
hareketi içerisinde kendisini gösteremeyeceğini düşündü. O günlerde Mayakovski,
Sovyet sanatında oluşan yeni ve güçlü eğilimin bayraktarlığını üstlendi. Bu harekete
Nikolay Asseyef, Boris Pasternak, Semyon Kirsanof, Sergey Tretyakof gibi
yetenekli şairler de katıldı. Sanatın başka alanlarında faaliyet yürüten
Meyerhold, Eisenstein, Dziga Vertof, Dovjenko ve Şostakoviç gibi üstatlar da
onlara eşlik etti. Bu dönemde Mayakovski, genç sanatçıları Sovyetler’deki
vatansever sanat çalışmalarına kendisindeki coşkuyla çekmeyi bildi. Bu
satırların yazarı da ondan etkilenmiş biriydi.
Mayakovski ile 1927 yılında tanıştım. Eleştirmen ve
Sovyet edebiyatı tarihçisi olarak beni çıkarttığı dergiye davet etti. Bu, ömrüm
boyunca unutamayacağım, sonrasında kaleme aldığım çalışmaların tümündeki niyeti
ve anlamı belirleyecek olan bir olaydı. Mayakovski’nin evinde Güzel! isimli şiirini ilk okuyuşunu dün
gibi hatırlarım. Devrimin onuncu yıldönümü için yazılmış olan bu şiir, hem
halkın tüm tarihsel deneyimini hem de şairin kendi yaşamsal deneyimini
kendisinde damıtmış gibiydi. Lenin’le ilgili şiirinin devamı olan bu çalışmada,
Lenin’in sosyalist ülkeye dair görüşlerindeki gelişim sanat düzleminde
aktarılıyordu. O günlerde Mayakovski’nin farklı kesimlerden insanların
oluşturduğu edebiyat dünyasını ayağa kaldıracak bir şiir üzerinde çalıştığı söyleniyordu.
Ona hayran olanlar kadar onun kötülüğünü isteyenler de çoktu. Meslektaşları ve
arkadaşları yanında başka isimleri de o şiir dinletisine davet etmişti. O küçücük
evde kaç kişi vardı, bilmiyorum. Pencere pervazlarına oturmuş, holde sıkış
tepiş ayakta duran insanları anımsıyorum. Sandalyelerin üzerine bırakılmış
şapka ve paltolar birike birike tavana ulaşmıştı. Dinleyenler arasında Anatoli
Lunaçarski, Aleksandr Fadeyef gibi insanlar da vardı. İçerideki birçok kişiyi tanımıyordum.
Bazıları, büyük olasılıkla şiirlerini okuyup sokakta veya seminerlerde
tanışmıştı onunla.
Şiir dinletisi sonrası bir münakaşa koptu. O an o
evde Mayakovski’nin şiir okuduğu, dinleyicilerin hararetli tartışmalara
katıldığı Politeknik Müzesi’ndeki ortama benzer bir ortam oluştu. Şiiri beğenen
isimlerden biri de Lunaçarski idi. Halkın Eğitim Bakanı’na göre şiir, “Ekim
Devrimi’nin tunç heykele dökülmüş hâli” idi. Güçlü düşüncelere sahip,
eleştirilerini esirgemeyen Lunaçarski söylüyordu bunu.
Güzel! isimli şiir, iç savaş koşullarıyla, ekonomik yıkımla, halk
içerisinde sosyalist vatanseverlik duygusunun kuşatılmışlığıyla, parti
liderlerinin ve “gençlerin ülkesi”nin sosyalizmin zaferi ve anavatan için
gerekli yolu nasıl açtıklarıyla ilgiliydi.
Gerçeklerin cilâlanmasından nefret eden bir isim
olarak Mayakovski görevinin, genç Sovyet toplumunun hayatında “kötü” olan
şeyleri göstermek olduğunu düşünüyordu. Hatta bir seferinde “Kötü” diye bir
şiir yazmayı bile düşünmüştü.
Hiciv yüklü şiirinde Mayakovski, kötülüklere ve
eksikliklere karşı merhamet nedir bilmeyen bir mücadele veriyordu. Bu kötülükler
içinde en rahatsızlık verici olanı ise bürokrasi idi [Kâğıttan Korkular vb.]. Onun en fazla alay ettiği kesimse Sovyetler’de
işbaşında olan cahil küçük burjuvalar ve bürokratlardı.
Mayakovski, bazen şiirlerinde, oyunlarında ve
senaryolarında kahramanlardan birine kendi adını verirdi. Sahne gerisinde dursa
bile onun gibi kendi hayatına ait malzemeden istifade eden gerçek şairler, bir
kahraman gibi sahneye çıkar, oraya illaki damgasını vururlardı.
Yazamadığı o büyük şiirin girizgâhı niteliğindeki Yüksek Sesle ve Doğrudan isimli son şiirinde
Mayakovski, “kendimden ve içinde yaşadığım zamandan bahsedeceğim” diyordu. Bu şiirde
onun edebi boyutunu yansıtan özellikleri görmek mümkündü. Safının işçilerin
safı olduğunu söyleyen şair, aralıksız her gün sokaklara dökülen ve hayatı inşa
eden, partinin davası için dövüşen, Sovyet edebiyatında devrimci fikirlerin
zafere ulaşması için uğraşan insanlarla birlikte olduğundan bahsediyordu.
Yüksek Sesle
ve Doğrudan şiiri, şairin “insan denilen
kuyunun derinliklerinden kıymetli kelimeleri bulup çıkartmak” denilen, insanın
belini büken o ağır emekle yoğrulmuş deneyimini özetliyordu. Mayakovski’nin
şiirlerinde kelimeler, her daim harekete geçme konusunda tetikte olan askerî
birlikler misali yürüyüş eyliyorlardı. Ömrü boyunca şiirindeki devrimci ateşi
görmeyi reddeden estetlere ve edebiyattaki hasımlarına hep düşmanlık besledi.
Mayakovski, devrimin şairi olarak sahip olduğu o onuru korudu: “O dağlar gibi
yürüyen işçi sınıfının düşmanı benim de düşmanımdır, tarihin ve toprağın
derinlikleri bunu bilir.”
Peki “devrimin şairinin onuru” ne demek? Bu tabir,
şairin tüm yiğitliğiyle ileri atılması için halkı harekete geçirme becerisini
ifade eder. Şiirin kendisi, bizatihi kahramanlık yüklü bir eylemdir. Yüksek Sesle ve Doğrudan isimli şiirinde
Mayakovski çağdaşlarına, yoldaşlarına, düşenlere dönük tavrını ortaya koyar, o tavır
karşısında o günlerde edebiyat konusunda ağız dalaşı yapanlar gayet ufak ve
önemsiz görünürler.
Yoldaşız hepimiz,
O vakit paylaşalım zaferimizi,
Savaşın
orta yerinde
inşa ettiğimiz
Hepimize ait o anıt
anlatsın
Sosyalizm hikâyemizi.
Kendisini tümüyle halkına adayan, “mermerin
üzerine düşmüş o parlak kara yağ umurumda değil” diyerek şöhreti hakir gören Vladimir
Mayakovski, devrimin şairi olarak, varlığını ülkesinin ve halkının davasıyla
tanımlıyordu.
Mayakovski, uçsuz bucaksız bir sanat programına
sahipti. Onun şiiri, dünyayı keşfe çıkan, yenilikçi bir şiirdi. Coşkulu
takipçileri, onunla birlikte yürüdüler. O takipçiler ki Sovyet şiirinin çok
uluslu rahminden çıkmışlardı. Hep birlikte Mayakovski’ye ait geleneği
geliştirdiler ve onun davasını sürdürdüler. Aynı zamanda Mayakovski, şiirin
yürüdüğü yolu genişletti, böylelikle farklı yaratım anlayışları olan birçok
şair, onunla omuz omuza verdi ve sosyalizmin zaferi denilen o müşterek amaç
için çalıştı.
Mayakovski’nin şiirlerini başka dillere çevirmek zor
iş, ama gene de ondaki imgelemin yol açtığı tesir, dille alakalı her türden
engelleri aşacak güçte.
Avrupa ve Amerika’daki birçok şairin kariyerinde
Mayakovski’nin şiirlerine ait çeviriler önemli bir rol oynamışlardır. Fransa’da
o mükemmel çeviriyi Elsa Triolet, Britanya’da Herbert Marshall yapmıştır
(Marshall’ın çevirisi, kısa süre önce Hindistan’da ve Amerika’da
yayımlanmıştır.). Almanca çevirisinin altında ise Hugo Hupert’in imzası vardır.
Moskova yabancı diller dergisi Sovyet
Edebiyatı, ilgili sahada çalışan Sovyet emekçilerinin yaptığı bir dizi
Mayakovski şiiri çevirisini basmıştır.
1960’ta Progress Yayınevi, Dorian Rottenberg
tarafından İngilizceye çevrilmiş bir şiir seçkisini yayımladı. 1967’de aynı
çevirmen, Lenin’in çalışmalarının tamamının İngilizce hâlini çevirdi. Bu çalışmanın
üçüncü baskısı yapıldı.
Mayakovski, dünya şiiri üzerinde muazzam bir
etkiye sahiptir. Pablo Neruda’ya göre “Mayakovski’deki etkinin, duyarlılığın ve
öfkenin şiirde bir eşi daha yoktur.” Mayakovski, ilerici şairlerin putları
kırmasını ve kendi milli kültürlerinin gelişimi için gerekli yeni devrimci yolu
bulmalarını sağlamıştır. Bu durumu Fransız şair Jean Chabrault’un şu sözleri
gayet iyi ifade etmektedir:
“Ortaçağ’da
Marsilya’dan Paris’e öküz arabalarıyla gidilirdi. Bugün uçakla elli dakikada
gidiliyor. Buna karşın Ortaçağ François Villon’a sahipti. Bugünün en iyi
şiirlerini incelediğimizde, bu türden bir ilerlemeyi mucize misali
gerçekleştiren şair bulmak çok güç bir iş.
Ta
ki Mayakovski’yi okuyana kadar. O an şiirimizin ve kalbimizin, öküz arabası
olmadan da yapabildiğini gördüm. Bence Mayakovski, hâlen daha elli yıl
önümüzde.”
Şairin sesini herkese dinletme becerisini tüm
insanlığın güzel yarınlara kavuşması için verilen kavgaya adamış olan
Mayakovski, aynı zamanda Rus şiirinin gelişimindeki yeni bir aşamaya denk
düşer. O, en genel manada dünya sanatında da ileriye doğru atılmış büyük bir
adımdır. Mayakovski, “hayatın neşesini, yürüyüşlerin en zoru olan komünizme
yürüyüşteki canlılığı” yücelten isimdir.
Hayata tat veren
meşakkattır.
O hâlde bu şarkı
kaygılarının, zaferlerin ve
günbegün verdiğimiz kavganın şarkısı olacaktır.
Mayakovski’nin tüm asarı, sonsuza dek çığrılacak, insanları
yaratmaya, işlemeye ve komünizm adına yeni marifetler ortaya koymaya çağıracak
bir türküdür.
Viktor
Pertsof
[Vladimir Mayakovsky, Poems, Rusçadan İngilizceye Çeviren: Dorian Rottenberg, 1972, s.
20-24.]
0 Yorum:
Yorum Gönder