29 Nisan 2021

Solun Yavan Tüketimciliği


Nisan 2006’da Amerikalı komedyen Stephen Colbert, Washington’daki medya elitlerinin her yıl düzenlediği Beyaz Saray Muhabirleri Yemeği’nde bir performans sergiledi. Colbert gösterisinde, liberal bir yaklaşım üzerinden Bush yönetimine ve basına laf sokup durdu. Ama kısa süre içerisinde orada ettiği laflar unutulup gitti. Amnezinin pençesinde kıvranan politik kültür, diline hemen başka laflar doladı.

Colbert’in o gösteride ettiği tek bir laf akıllarda kaldı ki bu da muhtemelen Amerika’daki liberal dünya görüşünün hâkimiyeti sayesinde mümkün olabilmişti. Gösterinin bir yerinde Colbert şunu söyledi: “Gerçeklik, liberallerin herkesçe bilinen bir önyargısıdır.”

Kişinin politik ideolojisinin dünyaya ve toplumlara dair doğru modeller sunduğuyla ilgili kanaat, sadece Amerikalı liberallere has değil. Gelenekçiler, liberterler, Marksistler vs… herkesin siyaseti, bir biçimde dünya görüşünün doğru olduğuna dair güven üzerine kuruludur.

Colbert’in “gerçeklik, liberallerin önyargısıdır” lafının somut bir zemini olduğunu söylemek gerek. Bugün bu önyargının karşılığını teyit sitelerinde ve düşünce kuruluşlarına ait istatistiklerde buluyoruz. Bu tür istatistik çalışmalarının altında, Washington Post ve Amerikan İlerleme Merkezi gibi liberalizmin köklü kurumlarının imzalarını görüyoruz.

“Evrim gerçektir” veya “Irak Savaşı epey maliyetli oldu ve yıkıcı sonuçlara yol açtı” türünden ifadeler, “sağduyu”cu liberalizmi simgeleyen etiketler hâline geldi. Bu liberalizm gerçekliği, Buşçu muhafazakârların idrak edemeyeceği bir şey olarak görüyor, onların aptal veya hırsız olduğunu düşünüp gerçekleri görmediğini düşünüyor.

Bu kendini beğenmişlere ait, alabildiğine basit zihniyet, zaman içerisinde değişti ve farklılaştı. Televizyona çıkan uzmanlar ve medyanın yeni isimleri, bu görüşü farklı şekillerde ifade ettiler. Politik alanda eldeki tüm gerçeklerin kişinin politik konumunu teyit edebileceğine dair anlayış, hâkim hâle geldi ve politik dile iyice yerleşti.

Bugün Brookings Enstitüsü’nün yaptığı her bir yeni çalışmanın ardından internette o çalışmayı izah eden makaleler yayınlanıyor. Teyit siteleri ve bu amaç doğrultusunda kullanılan gazete köşeleri, pıtrak gibi çoğalıyor.

Bu tür bir emprisizmin yayılması, esasen daha kapsamlı ve daha yıkıcı olan başka bir şeyin neticesi. Süreç içerisinde politika, eğlenceye ve hobiye dönüştü. Onlarca yıldır devam eden bu süreç, kapsamlı metalaşmanın ve toplumu statik gören yaklaşımın bir ürünü. İlgili süreçte politik yorumlar ve analizler, ufak ve özel bir kitleye hitap eden, onun tüketmesi için imal edilmiş, belirli bir ideolojik çevreye yönelik ürünler hâline geldiler.

İster belirli bir örgüte ait dergide yer alan ve görüş aktaran bir makale, isterse ünlü bir siyaset analizcisinin Youtube’da yayınladığı video yoluyla olsun, Amerikalılar, bugün politik ürünleri giderek daha fazla tüketiyorlar ve bu tüketimde esas olan, kendilerine ait görüşlerin teyit edilmesi.

On sekizinci yüzyılın ve yirminci yüzyılın başından beri yayıncılar ve düşünce kuruluşları, belirli bir tarafa hitap eden görüşlerin yer aldığı çalışmaların ve politik araştırmaların altına imza atıyorlar. Ama artık politik söylemin son elli yıl içerisinde metalaştığını görmek gerekiyor. Bu durum, ilgili pratiklerin niteliğini de değiştirdi. Artık uzun ve düşünce içeren yazılar, tüketicinin kendisini zeki ve doğru olarak görme arzusunu tatmin etmiyor.

Dolayısıyla, kolay alıntılanan çalışmalar ve argümanın tekrarlanıp durduğu yazılar, başköşeye oturuyor. Ayrıntılar, derinleşme ve nüanslar, gereksiz birer kambur olarak görülüyorlar. Politik açıdan başkalarına üstün olma hissi, işte asıl bu his satıyor. Herkes, aslında gerçekliğin kendisinden yana olduğuna inanmak istiyor.

Muhafazakâr sağda bu eğilim kendisini, Ben Shapiro’nun nahif kolej öğrencilerinin argümanlarını dilimleyip sattığı, “olgular ve mantık” temelli anlayışına dayanan videolarında ortaya koyuyor. Neoliberal solda ise aynı eğilim, “cahil” Trump destekçileriyle söyleşi yapan Daily Show programının pis pis sırıtıp duran muhabirlerinde karşılık buluyor.

Yüz yıl önce politik bir kolej öğrencisi, Walter Lippmann türünden isimlerin yazılarından cümleler aktarırdı. O dönemde Lippmann’ın gazetecilik ve kitle demokrasisi ile ilgili yoğun yazıları, zihinsel planda birçok insanı etkilerdi. Bugünse politik bir kolej öğrencisi, Charlie Kirk gibi bir muhafazakârın veya Destiny denilen liberalin laflarını tekrarlıyor.

Muhtemelen benim burada aktardığım gözlemleri, kendisini sosyalist olarak tarif eden birçok isim “yavan” bulacaktır. Çünkü sol, bugün politik yorumları, genelde ve haklı bir biçimde tüketimci, fikri açıdan müflis ve statüko yanlısı olarak eleştirmektedir. Son on yıl içerisinde bu tür bir muhalif ve kapitalizm karşıtı söylem, genç sosyalistler arasında baskın hâle gelmiştir ve bu söylem, ağırlıklı olarak Wall Street’i İşgal Et hareketinin ve Bernie Sanders’ın başkanlık adaylığıyla başlayan, ama başarısızlıkla sonuçlanan hareketin ürettiği popülist enerjiden istifade etmiş ve öne çıkmıştır.

Bu yeni dönemin anti-kapitalizmi, önemli dergilerin, gazetelerin ve haber kanallarının gündemine girmeyi başarmışsa da asıl gücünü içsel kimi özelliklerine borçludur. Jacobin, People’s Policy Project ve Current Affairs gibi örgütlerde karşılık bulan bu yeni dönemin solu, işçi sınıfının güçsüzleşmesi karşısında yakılan ağıtlar ile Cumhuriyetçiler ve Demokratlardaki yetersizliklere yönelik saldırılar arasında kendisine rahat bir yuva bulmuştur.

Bugün neoliberalizme suçlama yöneltmenin kendisi, bir tür moda hâlini almıştır. Bu yeni gelişen sol, hâkim anlayışı güya eleştirmekte, kapitalizme karşı çıkmaktadır ve hatalı bir biçimde, kendisindeki neoliberal tüketimciliğin, o alay etmeye bayıldığı şeyin kendisiyle bir alakasının bulunmadığını düşünmektedir. Bu, sosyo-ekonomik açıdan bilhassa belirli bir kesime pazarlanan dar kafalı, takıntılı ve reformist sosyalizm anlayışı, esasen neoliberal tüketimciliğin güdümündedir.

* * *

Kapitalist Realizm isimli çalışmasında İngiliz kültür teorisyeni Mark Fisher, neoliberalizmin gerçek dünyada ortaya çıkabilecek, toplumsal dönüşüme dair tüm ihtimalleri silip attığını, politik hayal gücümüzü kendi şartlarına tabi kıldığını söylüyor. Fisher’a göre kapitalist gerçekçilik, “kapitalizmin yegâne geçerli politik ve ekonomik sistem olduğunu, ama aynı zamanda kapitalizmin karşısına çıkartılabilecek tutarlı bir seçeneğin hayal bile edilemeyeceğini söyleyen yaygın anlayış”ı ifade ediyor. Neoliberalizm, o berbat idaresi ve sivil toplumun içini boşaltan gayretleri sebebiyle yıkıcı bir düzen ama asıl o, ideolojik planda olumsuz gelişmelere yol açıyor.

Kitabın ikinci bölümünde, bu “kapitalist gerçekçiliğin” anti-kapitalist solun teorik görüşünü nasıl biçimlendirdiği üzerinde duruluyor:

“Kapitalizmin karşısına alternatif bir politik-ekonomik model çıkartılamadığından herkes, asıl amacın kapitalizmin yerine başka bir düzeni inşa etmek değil, kapitalizmin aşırılıklarını törpülemek olduğu zannına kapılıyor.”

Bu düzlemde ajitasyona ve uzlaşmazlığa dair laflar tümüyle rafa kaldırılıyor. Anti-kapitalist yorumculardaki korunaklı iyimserliğe rağmen Siyahların Hayatı Önemlidir türünden radikal ve merkezsizmiş gibi görünen hareketler, STK’lar ve destek grupları eliyle sermayenin solcularınca örgütleniyorlar ve neticede Demokrat Parti’ye entegre ediliyorlar. Ara sıra çakan kıvılcımlarla her yanı saran kitlesel gösteriler, kısa bir süre sonra tüm o dönüştürücü potansiyelinden mahrum kalıp sönümleniyor.

Kapitalist devletin aşağıdan yukarıya doğru inşa edilmiş bir hareket eliyle yıkılmasının yakın gelecekte mümkün olmadığını düşünen yeni dönemin solcuları, yüzlerini kapitalist liberal demokrasiye çeviriyorlar, böylelikle kendilerindeki iyimserliği belirli ölçüde muhafaza ediyorlar. Teorik düzeyde bu sol, sosyalizme seçim zaferleriyle ve belirli bir güce kavuşmuş işçi sınıfı ile ilerleyeceğini ümit ediyor. Pratikte ise aynı sol, kapitalist hâkimiyetin toplumsal statüsünü gerilettiği küçük burjuvazinin yüzleştiği hasarı azaltmaya çalışıyor.

Hâkim politik söylem içerisinde, kıyıda köşede kendisine özel ama önemsiz bir yer açmış olan sosyalist hareket, büyük ölçüde reformisttir. Bu, Matt Bruenig, Nathan Robinson ve Bhaskar Sunkara gibi isimlerin reklâm ettiği bir solculuktur. Böylesi bir solculuksa şirketlerin karşısına mevzuatla çıkmaktan, daha hayırlı ve daha büyük değişimlere dönük vaatlerin eşlik ettiği yirmi birinci yüzyıl için Yeni Mutabakat’vari toplumsal programlar önermekten başka bir şey yapmamaktadır.

Burjuva liberal demokrasiye dikkat kesilen solun ana gündemi, seçim sonuçları ve devlet idaresiyle ilgili meselelerdir. Güç oluşturma, işçi sınıfını devrimcileştirip örgütleme meselesi yerini, “Amerikalı sosyalistler Demokrat Parti’yi sola mı çeksin yoksa bağımsız bir parti olarak seçimlerde mi yarışsın?” şeklinde özetlenen ve zihinleri bulandırmaktan başka bir işe yaramayan soruya bırakmıştır. İşçi sınıfının örgütlenmesi, artık tali bir meseledir. O, güya sosyalist olan siyasetçilerin ezilenler adına hareket etsin diye vekil veya senatör yapılması için kullanılan basit bir araçtan ibarettir.

Bugün neoliberalizm bağlamında seçim siyaseti, az biraz çekişmeyi ve politik faaliyeti içeren ve tümüyle burjuvazinin çıkarlarının hâkimiyeti altında olan bir toplumsal alandır. Tam da bu kendisine has özelliği, herkesi baştan çıkartmaktadır.

Bugünün sosyalistleri pek kabul etmek istemezler ama işyerlerinde ve sokaklarda sınıf mücadelesini somut olarak yürütme hayalleri, salt hayalden ibarettir. Gerçekle bir alakası yoktur. Amerikan işçi sınıfı, onlarca yıldır mevzi kaybetmektedir. Sınıfı tabandan örgütlemeye dönük o ruhsuz stratejinin sınıf hareketini canlandırma imkânı bulunmamaktadır. Bugün sınıf mücadelesini gündemlerinden çıkartmış olan sola, eskinin örgütlü işçilerine boş yere işmar etmek ve uzun zamandır birçok işçiyle ve ihtiyaçlarıyla bağlantısı bulunmayan seçim siyasetine meyletmek dışında bir şey kalmamıştır.

Neoliberalizmin intikamcı müdahaleleri, bugünün proleterlerini tümden siyasetin dışına itmiştir. Kendi çilelerini bile isteye görmezden gelen, o sisteme dâhil olmak istemediği için kendisini ayıplayan sisteme yabancılaşmış işçilerdeki hoşnutsuzluk, anlaşılır bir durumdur.

Bugünün sosyalistlerinin her yanda sesi çok çıkan o politik failliği, mevcut niteliğini ve karakterini, esasen işçi sınıfı haricinde edinmiştir. Meslek sahibi-yönetici sınıfın sosyo-ekonomik açıdan kırılgan bir zeminde duran, iyi bir eğitim alıp yüksek maaşlarla beslenen üyeleri, solun yeni hedef kitlesidir.

Toplumu ezilenlerin komutasında devrimci manada yeniden düzene sokmak yerine bugünün sosyalistleri, söylem ve siyaset düzleminde kapitalist devletten, dört yıllık eğitim üzerinden dile getirdiği vaade uygun olarak, orta sınıf yaşam tarzını parayla beslemesini talep etmektedir.

Amerikan rüyası denilen çürüme süreci ile birlikte birçok gencin siyasi anlayışını, ekonomik kaygılar ve hoşnutsuzluk tanımlıyor. Ama bu gençler, yüksek eğitim ve neoliberal ideolojinin sahip olduğu hâkimiyet sebebiyle, burjuva demokrasinin mevcut kurumlarını reddetmeye yanaşmıyorlar. Bu gençlerin asli hedefi, refah devletinin hacminin yeniden müzakere edilmesini sağlamaktan ibaret.

Ortalığı bugün sosyalist yayınlar ve politik analizciler kapladı. Bunların hepsi de o büyük ideolojik muharebeye cephane taşıyorlar, solcu küçük burjuvazideki politikayı hobi olarak gören yaklaşımı besliyorlar. Birçoğu, esas olarak liberallerin hoşuna gidecek bir sosyalizm imal ediyor, metalaşmış olan kamusal alanda süren fikirler arası kavgaya karışıyor.

Kitlesel tüketimcilik ve değer biçimiyle ilgili analizler, nispeten daha az pragmatik olan Marksistlerce de desteklenen bir tür zırvalamayla neticeleniyor. Bugünün sosyalistleri, postkeynesçi ekonomi elbisesinin giyilmesi fikrine destek sunuyorlar, radikalmiş gibi görünmeye devam etmek adına, işçi kooperatiflerini anlamsız bir biçimde fetiş hâline getiriyorlar.

Özünde bu solcular, siyaset kodamanlarını taklit edip ayrıntılarda boğuluyorlar, bu suretle burjuva demokrasisine herkesin saygı duymasını talep ediyorlar. İktidarın duvarlarından bir toz zerresinin dökülmesine bile muktedir olamayan sosyalistler, bir gün kendi çizgilerini hâkim kılacakları umuduyla, Demokratlara ve Cumhuriyetçilere destek sunan yayınları ve düşünce kuruluşlarını taklit ediyorlar.

Marksizmin burjuvazinin idaresi altında bulunan topluma yönelik eleştirisi, nihayetinde yerini piyasacı sosyalistlerin politika önerilerine bırakıyor. Toplumsal programlarla ilgili istatistikler ve incelemeler, esas olarak bütünlüğe vurgu yapıyorlar. Yurtdışında kendinden menkul sosyalistlerin elde ettikleri başarılara ve ülke içerisinde siyasetçilerin eksikliklerine dair makaleler, solun sosyal medyasını ele geçiriyor. Öğrencilerin borçlarıyla ilgili krize sunulan çözümler, tazminatlarla ilgili gevezelikler, sosyalistlerin herkese temel gelir üzerine kurulu programları, Jacobin, People’s Policy Project ve Current Affairs gibi solcu sitelere galebe çalıyor. Bazen bu yayınlar, mecburen böylesi makalelerin arasına, uzun zaman önce ölmüş bir Marksistin doğum günü vesilesiyle yazılmış yazıları veya solcu bir akademisyenle yapılmış içi boş bir söyleşiyi sıkıştırma gereği duyuyorlar.

Bu siteleri birkaç ay yakından takip eden herkes, aynı konu başlıklarının ve argümanların bıktırırcasına, pilav gibi ısıtılıp yeniden gündeme getirildiğini görecektir. Neredeyse tüm yazılar, seçim siyasetinin sunacağı imkânlara dairdir, dolayısıyla bu ezbere itiraz eden makalelere pek yer verilmemektedir. Eğer birçok eğitimli Amerikalı gibi sizin de asıl derdiniz, tepeden tırnağa tüm devlet siyaseti ve kapitalist demokrasinin mevcut sınırları ise bugün yığınla anti-kapitalist içeriğin tüketmeniz için sizi beklediğini bilmelisiniz.

Aslında bu kesintisiz siyaset yazarlığı, devrimci bir antikapitalizmi imkânsız kılmaktadır. Kapitalist devletin varlığını tanıyan ve kısa vadeli politik seçenekleri merkeze koyan sosyalistler, siyasetlerini sonsuza dek yumuşatmak zorundadırlar. Bu sosyalistlerin önerileri, “ekonomik açıdan uygulanabilir” ve “verimli” olmalı, neticede hazineyi hiçbir koşulda zorlamamalıdır.

Bugün vergilendirmenin çok işe yaradığını, paraların ve personelin bürokratik aygıt tarafından nasıl dağıtılacağını anlatan yığınla çalışma yapılmaktadır. Oysa bu tür önerilerin Yeni Mutabakat gibi büyük bir toplum anlayışının hâkim olduğu dönemlerde dile getirilen öneriler olduğunu görmek gerekir. Böylesi yönelimler, aslında bugünün sosyalist projesinin gerçek niteliğini açığa çıkartıyor. Bugün sosyalistler, kapitalist sosyal demokrasiyi daha güçlü bir biçimde savunuyorlar. Sosyalistler, aslında neoliberalizmin ezdiği orta sınıfa yardım etmek istiyorlar.

Neoliberalizmi sürekli eleştiriyormuş gibi görünse de bugünün sosyalist hareketi, neoliberalizmin aklı üzerine kurulu düzenin sabit ve mutlak kabul ettiği hususlar önünde diz çöküyor. Sosyalist hareket, bu düzenin kendisini inşa ettiği ekonominin uygulanabilirliği ile ilgili ölçütlerle meşrulaştırdığını, gündeme getirdiği sosyal yardım politikalarının orta sınıfın ve işçi sınıfının tüketim alışkanlıklarını güvence altına aldığını görmüyor.

Sosyalist hareket, düzene sokulmayan, kârın maksimize edilmesi için uğraşan şirketlerin yol açtığı yıkımı eleştiriyor, ama şirketlerin yürürlükten kaldırılması görüşüne asla destek sunmuyor. En iyi hâliyle sosyalist hareket, kârın biraz olsun toplumsallaşması görüşünü savunuyor. Bu tür sebeplere bağlı olarak bugünün sosyalistleri, kapitalist hegemonyaya anlamlı bir itirazı geliştiremiyor. Sosyalistlerin siyaseti, kapitalizmin anlayışındaki gerçekleri örten yönleri ve çelişkileri eleştirmek yerine, bu yönlerden ve çelişkilerden besleniyor.

Kendisini sermayeden kopartamadığı sürece bugünün sosyalist hareketi, önümüzdeki dönemde kendi önerdiği siyasetlerden birinin veya birkaçının uygulandığına asla şahit olamaz. Maddi yoksunluğun ortaya çıkarttığı her türden devrimci imkân, insanların kıt kanaat geçinmelerini güvence altına alan sosyal yardım politikaları ile ortadan kaldırılacak veya bugünün sosyalist örgütlerince bu imkânlar kontrol altına alınacak.

Ülke genelinde meclislerde bir avuç solcu siyasetçinin arzı endam edeceği koşullarda sosyalist hareket, gerçek bir politik hareket yerine bir tüketim nesnesi hâline gelecek. Üzerine kızıl gömlek geçirmiş ilerici liberalizm, medya papağanları ve dilbazlar, sol sosyal medya bülbüllerinin zeki ve bilgili görünme arzularını tatmin edecekler. Finans âlemindeki kankaları Economist’in sayfalarını çevirirken, Columbia Üniversitesi mezunu öğrenciler de Jacobin’in ön sayfasını okuyacaklar. Burada solculuk artık, kültürel bir gösterge hâlini almıştır.

Bu dar kafalı, takıntılı ve kendisinin bilincinde olmayan sosyalizm anlayışı, ne yeni ne de yenilikçidir. Marx, bu eğilimin ilk cisimleşmiş hâlini Komünist Manifesto’nun üçüncü bölümünde “burjuva sosyalizmi” olarak eleştiriyordu. Sınıfsal karşıtlıklara son verip burjuva toplumunu proletaryanın ekonomik açıdan az buçuk iyi bir duruma getirilmesi ile koruma altına almayı ümit eden “sosyalist burjuvazi, mücadele etmeden ve mücadelenin ister istemez sebep olduğu tehlikelerle yüzleşmeden, bugünün toplumsal koşullarının sunduğu tüm avantajları talep eder. […] Sosyalist burjuvazi, proletaryasız burjuvazi ister.” Marx’ın bu muhteşem ifadesi, kendi zamanının ötesine uzanan bir içeriğe sahiptir. Anlaşılan, burjuva sosyalizmi de dâhil tarihteki tüm kişilikler ve olaylar, iki (hatta ikiden fazla) kez ortaya çıkmaktadır.

“Daha güzel bir dünya” anlayışı, neoliberal ideolojinin hâkimiyetinden kurtulmak zorunda ise hâkim antikapitalist düşünce tarzı paramparça edilmelidir. Bu düşünce tarzı, hâlihazırda işçi sınıfına da onun çıkarlarına da yabancıdır, neticede o, kendilerinin zeki ve akıllı görülmesini isteyen eğitimli “radikaller”e takdim edilmiş bir tüketim nesnesi olarak kullanılmaktan başka bir şeye yaramamaktadır.

Örgütsel açıdan dağınık hâlde bulunan ve yakın gelecekte somut bir değişim konusunda herhangi bir umuda sahip olmayan antikapitalistler, sadece düşüncelerindeki netliğe ve açıklığa bel bağlayabilirler. Dolayısıyla, teorik düzlemde atılmış tüm yanlış adımları ifşa etmek, bugün oldukça önemli bir meseledir. Çünkü bugün her şeyden önce bizim politik hayal gücümüze yeniden kavuşmamız gerekmektedir.

Nora Moreau
1 Nisan 2021
Kaynak

0 Yorum: