01 Nisan 2021

Assata Shakur’un Jüri Huzurunda Yaptığı Konuşma


Yargıç Thompson, kardeşlerim, jüri üyeleri.

Kendimi savunmaya ve bu açılış konuşmasını yapmaya karar vermemin sebebi, hukuk konusunda belirli becerilere sahip olduğum yanılsamasına kapılmam değil, kendimi bir şeyler söylemek zorunda hissetmemdir. Günlerdir parmaklıklar arasında bu davayı, bu zulmü düşünüp durdum. Anladım ki söylemek zorunda olduğum şeylerin hakkını, ancak benim gibi bir deliliğin kurbanı olan bir kişi verebilir. Gergin olduğumu düşünüyorsanız bilin ki hisleriniz sizi yanıltmıyor. Çünkü bu anın bir daha yaşanmayacağını, birçok şeyin ona bağlı olduğunu biliyorum. Bu açılış konuşması metnini size okumak zorundayım, çünkü okumazsam söylemek zorunda olduğum şeylerin yarısını unutacağım diye korkuyorum. Lütfen beni sabırla dinlemeye çalışınız.

Bu, alışıldık bir açılış konuşması olmayacak. Her şeyden önce ben avukat değilim. Ayrıca benim ve Ronald Myers’ın başına gelenler, bir boşlukta cereyan etmiş şeyler değiller. Bizim burada olmamıza neden olan bir dizi olaydan ve yaklaşımdan söz etmek zorundayım.

Jüri seçim süreci esnasında bu mahkeme salonunda otururken Yargıç Thompson’ın size Amerika’daki adalet sisteminden bahsettiğini işittim. Yargıç, masumiyet karinesi üzerinde duruyor, adaletten ve eşitlikten dem vuruyordu. Ağzından dökülen sözler, güzel bir dünyada görülen güzel bir düş gibiydi. Öte yandan iki buçuk yıldır bu mahkemeyi, ben bekledim. Benim görüşüme göre adalet, hiçbir zaman Amerikan rüyasının bir parçası olmadı. Amerikan kâbusundan gayrı bir şey yaşamadık. Bir ara bu ülkede adaletin olduğuna inanmak istedim. Ama gerçek, yüzüme sert bir tokat attı ve gördüğüm rüyadan uyanıverdim. Bu mahkemeyi beklerken adalet, daha doğrusu adaletsizlik üzerine doktora yapma imkânı buldum.

Yanımda doksan gündür çocuk bezi almak için uğraşan hamile bir kadınla oturup televizyonda milyonlarca doları zimmetine geçirmiş, binlerce insanın ölümünden sorumlu olan bir başkanın affedilişini izledim. Ne için affedildi? Onurlu bir barışı tesis ettiği için mi? Nixon, mahkeme huzuruna çıkartılmadan, işlediği suçtan suçlu bulunmadan, bir gün bile hapis yatmadan, affedildi. Yılda 200.000 dolar tutarında vergi ödeyen, ama öte yandan tarihte en korkunç, en fazla tahribe yol açan suçları işleyen birine kim ne yapabilir ki? Ford çıktı ve ailesinin yeterince çile çektiğini söyleyerek Nixon’ı affettiğini söyledi. İyi de evlatları Vietnam’da canlarını vermiş binlerce aileye ne olacak? Hayvanlar gibi yaşayıp köpekler gibi çalışmak için doğduğu ilk günden yoksulluğa mahkûm olan milyonlar ne olacak? Oğulları, kızları hapishanelerde olan, kefalet ödeyemeyen, avukat parası bulamayan aileler ne olacak? Onlar için adaleti kim sağlayacak?

Bu ne biçim adalettir böyle?

Bu adalet, yoksula hapis, zengine hürriyet vaat ediyor.

Bu adalet sisteminde tanıklar kiralanıyor, satın alınıyor veya rüşvete boğuluyor.

Deliller üretiliyor veya imal ediliyor.

İnsanlar suçlarından politik inançlarından dolayı yargılanıyor.

Attica’daki insanlar için adalet nerede?

Medgar Evers, Fred Hampton, Clifford Glover için adalet nerede?

Rosenberg’ler için adalet nerede?

Küstah bir tutumla “Kızılderili” denilen Yerli Amerikalılar için adalet nerede?

Ben, suçlu olduğum veya suç işlediğim için yargılanmıyorum. Ömrümde tek bir suç bile işlemedim. Ronald Myers, suç işlediği için yargılanıyor değil. Gazetelerde resmini görüp polise teslim olduğunda, on dokuz yaşındaydı. Polisin yanlışı hemen fark edeceğini düşündü. Ronald Myers’la ilk olarak sekiz ay önce avukatların konferans odasında tanıştım. Tuhaf bir buluşmaydı, umarım bir daha hiçbir zaman yaşamam böylesini. Onun çok genç olduğunu görünce epey şaşırmıştım. Bu dava nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Ronald Myers’ın ve benim başıma gelenleri hatırladıkça her daim ciğerim dağlanacak.

Bence ikimizin de bugün bu davada bir arada olmamız tesadüf değil. Bu dava, bu ülkede yaşananlara dair bir örnek niteliğinde. Amerikan tarihi boyunca insanlar, birçok kez politik düşüncelerinden dolayı hapse atıldılar ve o hapis cezalarını belirli bir kılıfa kavuşturmak adına onlara belirli suçlar isnat edildi.

İster siyah olsun isterse beyaz, bu ülkedeki adaletsizliklere karşı söz söyleme cüretini gösteren herkes, bu cesaretlerinin bedelini bazen hayatlarıyla ödediler. Marcus Garvey, Stokely Carmichael, Angela Davis, Rosenberg'ler ve Lolita Lebron politik görüşlerinden ötürü suçlandı. Martin Luther King, barışçıl gösterilere öncülük etti diye sayısız kez hapse atıldı. Muhtemelen hepiniz, kendinize şu soruyu soruyorsunuzdur: Bu hükümet, bu kadını ve Ronald Myers’ı neden hapse atmak istiyor? Benim zihnimde bu sorunun cevabı çok açık: Bu hükümet, “ya bize hürriyet ver ya da bizi öldür” diyen, hürriyetten bahseden herkesi neden hapse tıkıyorsa, bizi de o sebeple hapse tıkmak istiyor.

Sizlerin görev ehliyetlerinizin sorgulandığı süreçte size tek bir kelimeyi sorduk: “Militan”. Bunun bir sebebi vardı. Altmışların sonlarında ve yetmişlerin başlarında bu ülkede yer yerinden oynuyordu. Savaşa ve ırkçılığa karşı halk hareketleri inşa edildi. Sokaklarda ve kampüslerde, ayrıca Siyah ve Porto Rikolu mahallelerinde bu hareketler epey güçlendi. Bu noktada FBI ve CIA, militan kabul ettiği insanlara karşı topyekûn savaş ilân etti. Ancak bugün öğreniyoruz ki bu süreçte FBI ve CIA, kapsamlı ve çeşitli suçların işlendiği soruşturmalar yürütmüş, yürütmeye de devam ediyor. Salem’de cadıların yakılmasında kullanılan yönteme başvuran devlet, “militan” gördüğü kişilere karşı cadı avı başlattı.

Bu süreçte sayısız insan ya öldürüldü ya da hapse atıldı. Berrigan’lar, Şikago Yedilisi, Bobby Seale ve binlerce savaş karşıtı gösterici, bu cadı avı üzerine kurulu adalet sisteminin birer kurbanı oldu. Belki de bazılarınız, içinizden hiçbir devletin bunu yapmayacağını söylüyordur. Doğru cevabı bulmak için bu ülkenin tarihine ve etrafınıza bakabilir, bugün neler yaşandığını kendi gözlerinizle görebilirsiniz. Tek yapmanız gereken, “devlet kimlerin kontrolünde?” sorusunu kendinize sormanız. “Bu kontrol mekanizmalarının mağdurları kimlerdir?” sorusunun cevabını siz bulacaksınız.

Bu mahkeme salonunda iken birçok kez Siyah Kurtuluş Ordusu’ndan bahsedildiğini işittiniz. Jüri üyeleri olarak sizlere SKO hakkında bir şeyler okuyup okumadığınız, televizyonda bu konuyla ilgili bir şeyler işitip işitmediğiniz, ayrıca konuyla ilgili görüşleriniz soruldu. Birçoğunuz, Siyah Kurtuluş Ordusu’nun militan bir örgüt olduğunu söylediniz. Okuduklarınızın veya işittiklerinizin tamamının devletin resmi medyası kaynaklı olduğunu belirttiniz. Bilgilerinizin kaynağı, daha çok büyük televizyon kanalları, radyo istasyonları, Times, Post ve Daily News gibi gazetelerdi. Sizin okuduğunuz aynı makaleleri ben de okudum. Sizin izlediğiniz haber programlarını ben de seyrettim. Lâkin ben, medyada işittiklerimin ve gördüklerimin yarısına inanmamam gerektiğini de öğrendim. Size şunu söylemem lazım: kimliği olmayan biri olarak pek bir şey bilmediğimi düşünüyorsam ve gidip o makaleleri okursam ben de aynı sonuca ulaşırdım: Joanne Chesimard, Ronald Myers ve diğer tüm “militan” denilen kişiler, soyut ve yanlış bir dava için dövüşen, beyazlardan nefret eden, polislerden tiksinen, silâh taşıma meraklısı, kafayı yemiş, gözü dönmüş bir avuç manyaktır.

Oysa gerçek şu ki bu ülkede servetin yüzde yetmişini nüfusun yüzde biri kontrol etmektedir. İşte haber kanallarının ve gazetelerin politikasını kontrol eden, büyük şirketlerin başındaki bu yüzde bir, sizin radyolarda ne duyacağınıza, gazetelerde ne okuyacağınıza, televizyonda ne göreceğinize karar veriyor. Bizim medyanın bilgileri nereden aldığını düşünmemiz gerekmektedir. Bu bilgilerin kaynağı, ya emniyettir ya da savcıdır. Büyük gazetelerin ve televizyon kanallarının hiçbiri gelip de herhangi bir konuda bana veya avukatlarıma tek bir soru sormamıştır. İnsanlar, daha mahkeme salonundan içeri girmeden, gazetelerde ve televizyon ekranında yargılanıp mahkûm ediliyorlar. Araba çalmakla suçlanan bir kişi, uluslararası bir araba hırsızlığı çetesinin üyesi hâline gelebiliyor. Sarhoş kavgasına karışan bir insan, ertesi gün gazetede şu türden bir manşetle karşılaşabiliyor: “Kafayı Sıyırmış Manyak Öfkeden Deliye Döndü”.

Yetmişlerle birlikte medya, baş sayfaya çarpıcı manşetler atarak gazetelerini satmaya başladı. Bu manşetlerden biri de Siyah Kurtuluş Ordusu idi. Bu medya kuruluşlarına göre SKO her yerdeydi. Neredeyse yaşanan her olay onunla ilişkilendiriliyordu. Duygu yüklü manşetlerin gazete satışlarını etkilediği doğrudur. Medya, halkın genel kanaatini biçimlendirir ve buradan da çoğunlukla trajik sonuçlar ortaya çıkar.

Jüri üyeleri olarak yemin etmezden önce size, Siyah Kurtuluş Ordusu veya ne için mücadele ettiği konusunda bir şeyler bilip bilmediğiniz soruldu. Birçoğunuz, onun “militan” bir örgüt olduğuna inandığınızı söylediniz. Bu konudan biraz bahsetmek istiyorum. Siyah Kurtuluş Ordusu bir örgüt değildir, onun da ötesine uzanır. O bir anlayış, bir halk hareketi ve bir fikirdir. Bugüne dek Siyah Kurtuluş Ordusu adına birçok farklı insan bir şeyler söylemiş, farklı birçok şey yapmıştır.

Siyah Kurtuluş Ordusu denilen fikir, Siyahilerin maruz kaldıkları koşulların bir ürünüdür: bu koşullar yoksulluğa, it bağlasan durmaz evlere, kitlesel işsizliğe, kötü sağlık hizmetlerine ve zayıf eğitim imkânlarına dairdir. Bu fikrin oluşmasının sebebi, Siyahi halkın bu ülkede eşit ve özgür olmayışıdır. Amerikan hapishanelerindeki insanların yüzde doksanı ya Siyahidir ya da Üçüncü Dünyalıdır. Bu fikir doğmuştur, çünkü sokaklarımızda on yaşında çocuklar vurulup öldürülmektedir. Çünkü uyuşturucu, toplumumuzun iliklerine sinmiştir ve çocuklarımızın yaşadığı hüsran ve hayal kırıklığından beslenmektedir. SKO anlayışının oluşmasının sebebi, bu ülkede Siyahilerin maruz kaldıkları toplumsal ve ekonomik zulümdür. Ayrıca zulüm varsa direniş de vardır. SKO, o direniş hareketinin bir parçasıdır. Siyah Kurtuluş Ordusu, tüm insanların özgürlüğü ve adaleti için mücadele etmektedir.

Büyük şirketler vergiden muaf tutulan kârlarını artırırlarken, sıradan emekçi insanların vergi yükü giderek daha da ağırlaşmaktadır. Siyasetçiler, dünyayı tek kuruş ödemeden gezerken, aynı siyasetçiler yoksullar için hazırlanan gıda pulu programlarında kesintiye gitmektedirler. Siyasetçiler kendi maaşlarını artırırken, milyonlar işten çıkartılmaktadır. Bu şehir iflasın eşiğindedir, ama öte yandan sırf bu mahkeme için yüz binlerce dolar para harcanmaktadır. Hiç anlamadığım biçimde hükümet, silâha, uzayın keşfine, hatta Jüpiter’in keşfine milyonlarca dolar harcamayı isterken, bir yandan da günlük bakım merkezlerini ve itfaiyeleri kapatma yoluna gitmektedir.

Bağımsızlık Bildirgesi’ni okudum, orada geçen şu ifadeyi çok beğendiğimi belirtmeliyim:

“Tüm insanların eşit yaratıldığı, Yaratıcı’nın onlara yaşama hakkı, özgürlük hakkı ve mutluluk peşinde koşma hakkı gibi geri alınması mümkün olmayan haklar bahşettiği, bizce tartışma götürmez bir gerçekliktir. Hükümetler, bu hakları güvence altına almak adına insanlar arasında tesis edilen, adalet üzerine kurulu güçlerini yönetilenlerin rızasından alan yapılardır. Ne vakit bir hükümet biçimi bu amaçlar noktasında tahripkâr bir nitelik arz eder, o aşamada halkın o hükümeti değiştirme veya ilga etme, yeni bir hükümet kurma, buradan da kendi güvenliğini ve mutluluğunu etkileyecek bir biçim dâhilinde o hükümetin temellerini belirli ilkeler üzerinden atıp hükümetin yetkilerini organize etme hakkı gündeme gelir.”

Bu sözler, bilhassa ülkenin iki yüzüncü yaş gününde, belirli bir anlama sahiptir. Kendi kızım ve tüm dünyanın çocukları için bu dünyayı iyi bir yer hâline getirilmesine katkı sunmak istiyorum. Bu dünya, tüm kadınlar ve erkekler için iyi bir yer olsun.

Burada SKO’nun yargılanmadığını siz de görüyorsunuz. Burada ben yargılanıyorum. Burada Ronald Myers yargılanıyor. Birini kaçırıp alıkoymakla ve silâhlı soygun gerçekleştirmekle suçlanıyoruz ki burada mağdur sıfatıyla oturan James Freeman, bir uyuşturucu satıcısı, eroin satıcısıdır.

New York’ta yaşıyoruz, burada eroin bağımlılığıyla ilişkili olmayan tek bir dehşet verici olaya, rezalete ve acıya rastlayamazsınız. Unutulup giden, uyuşturucu kullandığı için yürüyen ölüye dönüşen genç sayısının giderek arttığını siz de biliyorsunuz. Eli kolu bağlı analar, evlatlarının titreyip duran birer iskelete dönüşmesini izliyor, onlara güvenlerini yitiriyor. Bir zamanlar düşler kuran gençler, kör bir kuyunun dibine doğru yuvarlanıyor. Bu mağdurlar da birilerini mağdur ediyor: uyuşturucuyla kafayı bulmuş sayısız insan, yankesicilik yapıyor, ev soyuyor, cüzdan çalıyor, bu insanlar o zehirden başka hiçbir şeyi umursamıyorlar.

James Freeman’ın bir yalancı olduğunu size kanıtlayacağız. Savcının çağırdığı diğer tüm tanıkların James Freeman’ın ya arkadaşı ya akrabası ya sevgilisi ya da çalışanı olduğunu, bu insanların yalancı olduklarını söze göstereceğiz. Bir komplo kurulduğunu, kuranların bu insanlar olduğunu kendi gözlerinizle göreceksiniz.

Sayın jüri üyeleri, insan hayatı ciddi bir meseledir. Daha önce de söylediğim gibi, bu adalet sistemine inancım yok, inanın bana, yok. Çok şey gördüm. Eğer adalet diye bir şey varsa, burada size hitap etmiyor olurdum. Siz, adaletin temsilcisi olarak seçildiniz. Siz ve ben baş başayız. Siz, davanın deliller temelinde işleyeceğini söylediniz. Şuan söylediklerim bir delil değil. Savcının söyledikleri de öyle. Politik görüşlerimi kabul edebilirsiniz de etmeyebilirsiniz de. Burada onlar yargılanmıyor. Politik görüşlerimi burada aktarmamın sebebi, bu davanın sizin gündeminize gelmesine neden olan politik ve duygusal bağlamı anlamanıza katkıda bulunmak istemem.

Her ne kadar bu mahkeme, sizi ve beni birlikte ele alsa da birçoğunuz farklı bir geçmişe, farklı bilgilere ve farklı yaşamsal deneyimlere sahipsiniz. Bu farklılıkların belirli bir kısmını anlamanız bence önemli. Sizden sadece söylenenleri dikkatle dinlemenizi rica ediyorum. Sizden sadece bu tanıkların dediklerine değil, o sözleri nasıl söylediklerine de dikkat kesilmenizi istiyorum.

Hayatlarımız, sizin hayatlarınızdan ne daha az ne daha çok kıymetli. Biz sizden o jüri koltuklarında bizim suçluluğumuza veya suçsuzluğumuza karar verirken, sadece açık gönüllü olmanızı ve bizden talep ettiğiniz kadar adil davranmanızı istiyoruz. Hayatlarımız ve bizi kuşatan diğer hayatlar, sizin hakkaniyetli tutumunuza bağlıdır. Teşekkür ederim.

Assata Shakur

[Kaynak: An Autobiography, Lawrence Hill & Co., 2001, s. 166-171.]

0 Yorum: