Assata
Shakur’un Jüri Karşısında Yaptığı Konuşma
Yargıç Thompson, kardeşlerim, jüri üyeleri.
Kendimi savunmaya ve bu açılış konuşmasını yapmaya
karar vermemin sebebi, hukuk konusunda belirli becerilere sahip olduğum
yanılsamasına kapılmam değil, kendimi bir şeyler söylemek zorunda hissetmemdir.
Günlerdir parmaklıklar arasında bu davayı, bu zulmü düşünüp durdum. Anladım ki
söylemek zorunda olduğum şeylerin hakkını, ancak benim gibi bir deliliğin
kurbanı olan bir kişi verebilir. Gergin olduğumu düşünüyorsanız bilin ki
hisleriniz sizi yanıltmıyor. Çünkü bu anın bir daha yaşanmayacağını, birçok
şeyin ona bağlı olduğunu biliyorum. Bu açılış konuşması metnini size okumak
zorundayım, çünkü okumazsam söylemek zorunda olduğum şeylerin yarısını
unutacağım diye korkuyorum. Lütfen beni sabırla dinlemeye çalışınız.
Bu, alışıldık bir açılış konuşması olmayacak. Her şeyden
önce ben avukat değilim. Ayrıca benim ve Ronald Myers’ın başına gelenler, bir
boşlukta cereyan etmiş şeyler değiller. Bizim burada olmamıza neden olan bir
dizi olaydan ve yaklaşımdan söz etmek zorundayım.
Jüri seçim süreci esnasında bu mahkeme salonunda
otururken Yargıç Thompson’ın size Amerika’daki adalet sisteminden bahsettiğini
işittim. Yargıç, masumiyet karinesi üzerinde duruyor, adaletten ve eşitlikten
dem vuruyordu. Ağzından dökülen sözler, güzel bir dünyada görülen güzel bir düş
gibiydi. Öte yandan iki buçuk yıldır bu mahkemeyi, ben bekledim. Benim görüşüme
göre adalet, hiçbir zaman Amerikan rüyasının bir parçası olmadı. Amerikan
kâbusundan gayrı bir şey yaşamadık. Bir ara bu ülkede adaletin olduğuna inanmak
istedim. Ama gerçek, yüzüme sert bir tokat attı ve gördüğüm rüyadan
uyanıverdim. Bu mahkemeyi beklerken adalet, daha doğrusu adaletsizlik üzerine
doktora yapma imkânı buldum.
Yanımda doksan gündür çocuk bezi almak için
uğraşan hamile bir kadınla oturup televizyonda milyonlarca doları zimmetine
geçirmiş, binlerce insanın ölümünden sorumlu olan bir başkanın affedilişini
izledim. Ne için affedildi? Onurlu bir barışı tesis ettiği için mi? Nixon, mahkeme
huzuruna çıkartılmadan, işlediği suçtan suçlu bulunmadan, bir gün bile hapis
yatmadan, affedildi. Yılda 200.000 dolar tutarında vergi ödeyen, ama öte yandan tarihte
en korkunç, en fazla tahribe yol açan suçları işleyen birine kim ne yapabilir
ki? Ford çıktı ve ailesinin yeterince çile çektiğini söyleyerek Nixon’ı
affettiğini söyledi. İyi de evlatları Vietnam’da canlarını vermiş binlerce aileye
ne olacak? Hayvanlar gibi yaşayıp köpekler gibi çalışmak için doğduğu ilk
günden yoksulluğa mahkûm olan milyonlar ne olacak? Oğulları, kızları
hapishanelerde olan, kefalet ödeyemeyen, avukat parası bulamayan aileler ne
olacak? Onlar için adaleti kim sağlayacak?
Bu ne biçim adalettir böyle?
Bu adalet, yoksula hapis, zengine hürriyet vaat
ediyor.
Bu adalet sisteminde tanıklar kiralanıyor, satın
alınıyor veya rüşvete boğuluyor.
Deliller üretiliyor veya imal ediliyor.
İnsanlar suçlarından politik inançlarından dolayı
yargılanıyor.
Attica’daki insanlar için adalet nerede?
Medgar Evers, Fred Hampton, Clifford Glover için
adalet nerede?
Rosenberg’ler için adalet nerede?
Küstah bir tutumla “Kızılderili” denilen Yerli
Amerikalılar için adalet nerede?
Ben, suçlu olduğum veya suç işlediğim için
yargılanmıyorum. Ömrümde tek bir suç bile işlemedim. Ronald Myers, suç işlediği
için yargılanıyor değil. Gazetelerde resmini görüp polise teslim olduğunda, on
dokuz yaşındaydı. Polisin yanlışı hemen fark edeceğini düşündü. Ronald Myers’la
ilk olarak sekiz ay önce avukatların konferans odasında tanıştım. Tuhaf bir
buluşmaydı, umarım bir daha hiçbir zaman yaşamam böylesini. Onun çok genç
olduğunu görünce epey şaşırmıştım. Bu dava nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Ronald
Myers’ın ve benim başıma gelenleri hatırladıkça her daim ciğerim dağlanacak.
Bence ikimizin de bugün bu davada bir arada
olmamız tesadüf değil. Bu dava, bu ülkede yaşananlara dair bir örnek
niteliğinde. Amerikan tarihi boyunca insanlar, birçok kez politik düşüncelerinden
dolayı hapse atıldılar ve o hapis cezalarını belirli bir kılıfa kavuşturmak
adına onlara belirli suçlar isnat edildi.
İster siyah olsun isterse beyaz, bu ülkedeki
adaletsizliklere karşı söz söyleme cüretini gösteren herkes, bu cesaretlerinin
bedelini bazen hayatlarıyla ödediler. Marcus Garvey, Stokely Carmichael, Angela
Davis, Rosenberg'ler ve Lolita Lebron politik görüşlerinden ötürü suçlandı. Martin
Luther King, barışçıl gösterilere öncülük etti diye sayısız kez hapse atıldı. Muhtemelen
hepiniz, kendinize şu soruyu soruyorsunuzdur: Bu hükümet, bu kadını ve Ronald
Myers’ı neden hapse atmak istiyor? Benim zihnimde bu sorunun cevabı çok açık: Bu
hükümet, “ya bize hürriyet ver ya da bizi öldür” diyen, hürriyetten bahseden
herkesi neden hapse tıkıyorsa, bizi de o sebeple hapse tıkmak istiyor.
Sizlerin görev ehliyetlerinizin sorgulandığı
süreçte size tek bir kelimeyi sorduk: “Militan”. Bunun bir sebebi vardı. Altmışların
sonlarında ve yetmişlerin başlarında bu ülkede yer yerinden oynuyordu. Savaşa
ve ırkçılığa karşı halk hareketleri inşa edildi. Sokaklarda ve kampüslerde, ayrıca
Siyah ve Porto Rikolu mahallelerinde bu hareketler epey güçlendi. Bu noktada
FBI ve CIA, militan kabul ettiği insanlara karşı topyekûn savaş ilân etti.
Ancak bugün öğreniyoruz ki bu süreçte FBI ve CIA, kapsamlı ve çeşitli suçların
işlendiği soruşturmalar yürütmüş, yürütmeye de devam ediyor. Salem’de cadıların
yakılmasında kullanılan yönteme başvuran devlet, “militan” gördüğü kişilere
karşı cadı avı başlattı.
Bu süreçte sayısız insan ya öldürüldü ya da hapse
atıldı. Berrigan’lar, Şikago Yedilisi, Bobby Seale ve binlerce savaş karşıtı
gösterici, bu cadı avı üzerine kurulu adalet sisteminin birer kurbanı oldu. Belki
de bazılarınız, içinizden hiçbir devletin bunu yapmayacağını söylüyordur. Doğru
cevabı bulmak için bu ülkenin tarihine ve etrafınıza bakabilir, bugün neler
yaşandığını kendi gözlerinizle görebilirsiniz. Tek yapmanız gereken, “devlet
kimlerin kontrolünde?” sorusunu kendinize sormanız. “Bu kontrol
mekanizmalarının mağdurları kimlerdir?” sorusunun cevabını siz bulacaksınız.
Bu mahkeme salonunda iken birçok kez Siyah
Kurtuluş Ordusu’ndan bahsedildiğini işittiniz. Jüri üyeleri olarak sizlere SKO
hakkında bir şeyler okuyup okumadığınız, televizyonda bu konuyla ilgili bir
şeyler işitip işitmediğiniz, ayrıca konuyla ilgili görüşleriniz soruldu. Birçoğunuz,
Siyah Kurtuluş Ordusu’nun militan bir örgüt olduğunu söylediniz. Okuduklarınızın
veya işittiklerinizin tamamının devletin resmi medyası kaynaklı olduğunu
belirttiniz. Bilgilerinizin kaynağı, daha çok büyük televizyon kanalları, radyo
istasyonları, Times, Post ve Daily News gibi gazetelerdi. Sizin okuduğunuz aynı makaleleri ben
de okudum. Sizin izlediğiniz haber programlarını ben de seyrettim. Lâkin ben,
medyada işittiklerimin ve gördüklerimin yarısına inanmamam gerektiğini de öğrendim. Size şunu söylemem lazım: kimliği olmayan biri olarak pek bir şey
bilmediğimi düşünüyorsam ve gidip o makaleleri okursam ben de aynı sonuca ulaşırdım:
Joanne Chesimard, Ronald Myers ve diğer tüm “militan” denilen kişiler, soyut ve
yanlış bir dava için dövüşen, beyazlardan nefret eden, polislerden tiksinen,
silâh taşıma meraklısı, kafayı yemiş, gözü dönmüş bir avuç manyaktır.
Oysa gerçek şu ki bu ülkede servetin yüzde
yetmişini nüfusun yüzde biri kontrol etmektedir. İşte haber kanallarının ve
gazetelerin politikasını kontrol eden, büyük şirketlerin başındaki bu yüzde bir,
sizin radyolarda ne duyacağınıza, gazetelerde ne okuyacağınıza, televizyonda ne
göreceğinize karar veriyor. Bizim medyanın bilgileri nereden aldığını
düşünmemiz gerekmektedir. Bu bilgilerin kaynağı, ya emniyettir ya da savcıdır. Büyük
gazetelerin ve televizyon kanallarının hiçbiri gelip de herhangi bir konuda
bana veya avukatlarıma tek bir soru sormamıştır. İnsanlar, daha mahkeme
salonundan içeri girmeden, gazetelerde ve televizyon ekranında yargılanıp
mahkûm ediliyorlar. Araba çalmakla suçlanan bir kişi, uluslararası bir araba
hırsızlığı çetesinin üyesi hâline gelebiliyor. Sarhoş kavgasına karışan bir
insan, ertesi gün gazetede şu türden bir manşetle karşılaşabiliyor: “Kafayı
Sıyırmış Manyak Öfkeden Deliye Döndü”.
Yetmişlerle birlikte medya, baş sayfaya çarpıcı
manşetler atarak gazetelerini satmaya başladı. Bu manşetlerden biri de Siyah
Kurtuluş Ordusu idi. Bu medya kuruluşlarına göre SKO her yerdeydi. Neredeyse yaşanan
her olay onunla ilişkilendiriliyordu. Duygu yüklü manşetlerin gazete
satışlarını etkilediği doğrudur. Medya, halkın genel kanaatini biçimlendirir ve
buradan da çoğunlukla trajik sonuçlar ortaya çıkar.
Jüri üyeleri olarak yemin etmezden önce size,
Siyah Kurtuluş Ordusu veya ne için mücadele ettiği konusunda bir şeyler bilip
bilmediğiniz soruldu. Birçoğunuz, onun “militan” bir örgüt olduğuna
inandığınızı söylediniz. Bu konudan biraz bahsetmek istiyorum. Siyah Kurtuluş
Ordusu bir örgüt değildir, onun da ötesine uzanır. O bir anlayış, bir halk
hareketi ve bir fikirdir. Bugüne dek Siyah Kurtuluş Ordusu adına birçok farklı
insan bir şeyler söylemiş, farklı birçok şey yapmıştır.
Siyah Kurtuluş Ordusu denilen fikir, Siyahilerin maruz kaldıkları koşulların bir ürünüdür: bu koşullar yoksulluğa,
it bağlasan durmaz evlere, kitlesel işsizliğe, kötü sağlık hizmetlerine ve zayıf
eğitim imkânlarına dairdir. Bu fikrin oluşmasının sebebi, Siyahi halkın bu
ülkede eşit ve özgür olmayışıdır. Amerikan hapishanelerindeki insanların yüzde
doksanı ya Siyahidir ya da Üçüncü Dünyalıdır. Bu fikir doğmuştur, çünkü
sokaklarımızda on yaşında çocuklar vurulup öldürülmektedir. Çünkü uyuşturucu,
toplumumuzun iliklerine sinmiştir ve çocuklarımızın yaşadığı hüsran ve hayal
kırıklığından beslenmektedir. SKO anlayışının oluşmasının sebebi, bu ülkede
Siyahilerin maruz kaldıkları toplumsal ve ekonomik zulümdür. Ayrıca zulüm varsa
direniş de vardır. SKO, o direniş hareketinin bir parçasıdır. Siyah Kurtuluş
Ordusu, tüm insanların özgürlüğü ve adaleti için mücadele etmektedir.
Büyük şirketler vergiden muaf tutulan kârlarını
artırırlarken, sıradan emekçi insanların vergi yükü giderek daha da
ağırlaşmaktadır. Siyasetçiler, dünyayı tek kuruş ödemeden gezerken, aynı
siyasetçiler yoksullar için hazırlanan gıda pulu programlarında kesintiye
gitmektedirler. Siyasetçiler kendi maaşlarını artırırken, milyonlar işten çıkartılmaktadır.
Bu şehir iflasın eşiğindedir, ama öte yandan sırf bu mahkeme için yüz binlerce
dolar para harcanmaktadır. Hiç anlamadığım biçimde hükümet, silâha, uzayın
keşfine, hatta Jüpiter’in keşfine milyonlarca dolar harcamayı isterken, bir
yandan da günlük bakım merkezlerini ve itfaiyeleri kapatma yoluna gitmektedir.
Bağımsızlık Bildirgesi’ni okudum, orada geçen şu
ifadeyi çok beğendiğimi belirtmeliyim:
“Tüm
insanların eşit yaratıldığı, Yaratıcı’nın onlara yaşama hakkı, özgürlük hakkı
ve mutluluk peşinde koşma hakkı gibi geri alınması mümkün olmayan haklar
bahşettiği, bizce tartışma götürmez bir gerçekliktir. Hükümetler, bu hakları
güvence altına almak adına insanlar arasında tesis edilen, adalet üzerine
kurulu güçlerini yönetilenlerin rızasından alan yapılardır. Ne vakit bir
hükümet biçimi bu amaçlar noktasında tahripkâr bir nitelik arz eder, o aşamada
halkın o hükümeti değiştirme veya ilga etme, yeni bir hükümet kurma, buradan da
kendi güvenliğini ve mutluluğunu etkileyecek bir biçim dâhilinde o hükümetin
temellerini belirli ilkeler üzerinden atıp hükümetin yetkilerini organize etme
hakkı gündeme gelir.”
Bu sözler, bilhassa ülkenin iki yüzüncü yaş
gününde, belirli bir anlama sahiptir. Kendi kızım ve tüm dünyanın çocukları
için bu dünyayı iyi bir yer hâline getirilmesine katkı sunmak istiyorum. Bu dünya,
tüm kadınlar ve erkekler için iyi bir yer olsun.
Burada SKO’nun yargılanmadığını siz de
görüyorsunuz. Burada ben yargılanıyorum. Burada Ronald Myers yargılanıyor. Birini
kaçırıp alıkoymakla ve silâhlı soygun gerçekleştirmekle suçlanıyoruz ki burada
mağdur sıfatıyla oturan James Freeman, bir uyuşturucu satıcısı, eroin
satıcısıdır.
New York’ta yaşıyoruz, burada eroin bağımlılığıyla
ilişkili olmayan tek bir dehşet verici olaya, rezalete ve acıya rastlayamazsınız.
Unutulup giden, uyuşturucu kullandığı için yürüyen ölüye dönüşen genç sayısının
giderek arttığını siz de biliyorsunuz. Eli kolu bağlı analar, evlatlarının
titreyip duran birer iskelete dönüşmesini izliyor, onlara güvenlerini
yitiriyor. Bir zamanlar düşler kuran gençler, kör bir kuyunun dibine doğru
yuvarlanıyor. Bu mağdurlar da birilerini mağdur ediyor: uyuşturucuyla kafayı
bulmuş sayısız insan, yankesicilik yapıyor, ev soyuyor, cüzdan çalıyor, bu
insanlar o zehirden başka hiçbir şeyi umursamıyorlar.
James Freeman’ın bir yalancı olduğunu size kanıtlayacağız.
Savcının çağırdığı diğer tüm tanıkların James Freeman’ın ya arkadaşı ya
akrabası ya sevgilisi ya da çalışanı olduğunu, bu insanların yalancı
olduklarını söze göstereceğiz. Bir komplo kurulduğunu, kuranların bu insanlar
olduğunu kendi gözlerinizle göreceksiniz.
Sayın jüri üyeleri, insan hayatı ciddi bir
meseledir. Daha önce de söylediğim gibi, bu adalet sistemine inancım yok,
inanın bana, yok. Çok şey gördüm. Eğer adalet diye bir şey varsa, burada size
hitap etmiyor olurdum. Siz, adaletin temsilcisi olarak seçildiniz. Siz ve ben
baş başayız. Siz, davanın deliller temelinde işleyeceğini söylediniz. Şuan söylediklerim
bir delil değil. Savcının söyledikleri de öyle. Politik görüşlerimi kabul
edebilirsiniz de etmeyebilirsiniz de. Burada onlar yargılanmıyor. Politik görüşlerimi
burada aktarmamın sebebi, bu davanın sizin gündeminize gelmesine neden olan
politik ve duygusal bağlamı anlamanıza katkıda bulunmak istemem.
Her ne kadar bu mahkeme, sizi ve beni birlikte ele
alsa da birçoğunuz farklı bir geçmişe, farklı bilgilere ve farklı yaşamsal
deneyimlere sahipsiniz. Bu farklılıkların belirli bir kısmını anlamanız bence
önemli. Sizden sadece söylenenleri dikkatle dinlemenizi rica ediyorum. Sizden sadece
bu tanıkların dediklerine değil, o sözleri nasıl söylediklerine de dikkat
kesilmenizi istiyorum.
Hayatlarımız, sizin
hayatlarınızdan ne daha az ne daha çok kıymetli. Biz sizden o jüri
koltuklarında bizim suçluluğumuza veya suçsuzluğumuza karar verirken, sadece
açık gönüllü olmanızı ve bizden talep ettiğiniz kadar adil davranmanızı
istiyoruz. Hayatlarımız ve bizi kuşatan diğer hayatlar, sizin hakkaniyetli
tutumunuza bağlıdır. Teşekkür ederim.
Assata Shakur
[Kaynak: An Autobiography, Lawrence Hill & Co., 2001, s. 166-171.]
0 Yorum:
Yorum Gönder