Birleştiren Kudret mi Yoksa Zulüm mü?
Batılı Feminizm Modelinin Eleştirisi
Beyaz Orta Sınıf Batılı Feminizmin Kalkınmaya Dair
Cinsiyet Temelli Yaklaşımları
“Irklara,
sınıflara veya kültürlere göre bölünmüş bir toplumda tek başına erkek veya tek
başına kadın diye bir şey yoktur. Özelde sadece tarihsel açıdan konumlanmış
ırk, sınıf ve kültür temelli ilişkiler içerisinde bulunan kadınlar ve erkekler
vardır. Bu açıdan, tek başına cinsiyet ilişkileri diye bir şey de yoktur,
sadece sınıflar, ırklar ve kültürler tarafından ve bunlar arasında
yapılandırılmış cinsiyet ilişkileri vardır.”[1]
Bu makale, beyaz, orta sınıf ve batılı feminizm
(bundan sonra “BOB” olarak anılacaktır) modelinin hegemonik boyutunu ve onun
“emperyalist beyaz üstünlükçüsü kapitalist patriarka”nın[2] yeniden
üretilmesinde kalkınmacılıkla ve sanayicilikle kurduğu suç ortaklığını ve
münasebeti görünür kılmak amacıyla kaleme alınmıştır.
Benim iddiama göre hem fikrî hem de maddî düzeyde
feminist bir toplumsal dönüşümün gerçekleşebilmesi için dünyanın güneyindeki
yoksul ülkelerin kadınlarının ve halklarının bilişsel düzeyde sahip oldukları
imtiyazı gören, politik özerkliğini tanıyan, düşüncelerini kabul eden ve
onlarla dayanışma içinde olan, sınırları kesen, yatay ve çoğulcu bir pratiğe
ihtiyaç vardır.
Ben, argümanımı şu şekilde inşa ediyorum. Önce
kalkınma sürecinin iktidara ait sömürgeci, kapitalist, beyaz üstünlükçüsü,
heteroseksist, modernist, patriarkal ve sınıfçı ideolojileri ve yapıları nasıl
beslediğini ortaya koyuyorum. Ardından BOB feminizmin ve onun kalkınma
meselesine cinsiyet üzerinden geliştirdiği yaklaşımların, bu feminizm modelinin
sadece cinsiyetçiliğe, kadın düşmanlığına ve cinsiyetlerarası eşitsizliğe son
vermeyi kendisine dert edinmiş olması sebebiyle tikelci olduklarını gösteriyorum.
Bu yaklaşımlar, hatalı bir biçimde, Küresel Güney’deki kadınlarla birlik
kuracağını ve genel dayanışma ilişkisi geliştireceğini iddia ediyor, ama bir
yandan da failliği, bağlamları ve deneyimleri temellük edip onları silen
hegemonik sistemlerle kurduğu suç ortaklığını gizliyor. Bu anlamda “farklılık”
hüküm altına alınıyor ve o, “öteki”yi olumsuz bir şekilde nitelemek için
kullanılıyor.
İkinci aşamada iktidar ilişkilerinden ve maddî
gerçekliklerden asla kopuk ele alınmaması gereken cinsel kimlik, roller,
ilişkiler ve performans arasındaki karşılıklı bağı ortaya koyuyorum. Son
aşamada ise ben, zulüm yerine kudret ve imkânlar meselesine odaklanan,
sömürgeci ve hiyerarşik olmayan stratejik ittifakların açığa çıkarttığı
jeopolitik ve bilişsel konumlar arasındaki müşterek yanların görülüp feminist
bir dayanışmanın inşa edilmesi ile ilgili ihtimalleri tartışıyorum.
Kişilerin iktidarın yeni sömürgeci yapısı içerisinde
aldıkları konumu ve suç ortaklıklarını görüp, farklılığı feminist mücadeleye
faydası olacak olumlu bir şey olarak ele alırsak, bu bizim, yeni toplumsal
imgelemler ve gerçekler yaratma noktasında salt hâkimiyet sistemlerine
direnmenin ötesine geçmemizi mümkün kılacaktır.
BOB Feminizmin Kalkınma Tertibatı (Dispositif)
İçerisine Yerleştirilmesi
Kalkınma çalışmalarının ve kalkınma pratiklerinin
ekseriyeti, sömürgecidir. Zaten kalkınma denilen fikrin kendisi[3] sömürgeci
söylemin ürünüdür.[4] Bu fikir, sömürgeciliğin[5], yeni sömürgeciliğin[6] ve
emperyalizmin “medenîleştirme misyonu”nun[7] daimi kılınmasını ve canlı
tutulmasını sağlar.
Kalkınmayı maddi ve söylemsel öğelerden oluşan,
iktidara ait bir tertibat veya aygıt olarak kavramsallaştırmak, bize sömürgeci
kalkınmaya tabi olan halkların ve kişilerin failliğini ve biyolojik gücünü
görme ve iktidarı salt baskıcı bir şey olarak görmenin ötesine geçme imkânı
sunar.[8]
Bu anlamda sömürgeci kalkınma, o pozitif “ilerleme
söylemi üzerinden insanları ve ulus devletleri harekete geçirmeye çalışan, eski
sömürgeci sistemden ayrı ve yeni bir yolda işleyen, iktidara ait bir
usuldür.[9] Hâlen daha küresel iktidar ilişkilerini tanımlayan, sömürgecilikten
kaynaklanan ve uzun zamandır var olan muktedir olma tarzına “sömürme becerisi”
demek mümkündür.[10]
Esasen sömürgeci kalkınma anlayışlarının, Küresel
Güney’deki insanlardan çok Batılı patriarkaya ve Batı feminizmine fayda
sağladığını görebilmek için sömürgeci kalkınma ve yardım endüstrisini kuşatan
şu hayırseverlik hikâyelerinin ötesine bakmak gerekmektedir. Sömürgeci kalkınma
meselesini ele alan çalışmaların ekseriyetinde “kalkınma” kavramı, Batı’nın
referans sistemi üzerinden filtrelenmiş Batılı olmayan halkların geçmişini,
bugününü ve geleceğini temellük eden, dilsizleştiren, silen ve tahrip eden tarih
dışı bir olgu olarak ele alınır.[11] Özünde bu çalışmalarda aşırı gelişmiş
Batı’nın tarihi de aynı tahribattan nasibine düşeni almaktadır.[12] Kalkınmayı
ve sanayileşmeyi esas alan yaklaşımların amacı, ülkeleri planlama, dış yardım,
eğitim, krediler ve yatırımlar yoluyla Batılı modernist bir ekonomik modeli
kabule zorlamaktır.[13]
Sömürgeci-kalkınmacı ideoloji, safsatalara başvurur ve
bu noktada “azgelişmiş” olarak damgalanmış olan ülkelerin aşırı gelişmiş
Batı’yı yakalaması gerektiği tespiti üzerinden, onların Avrupa standartlarını
ve modellerini kabul etmek zorunda olduklarını, hatta onların bunu illaki
arzulayacaklarını söyler.[14]
Burada Küresel Güney’in hayatta kalmasının ve
gelişmesinin emperyalizme bağlı olduğuna dair bir önkabul söz konusudur.[15]
İlgili yaklaşım, sömürgeci kalkınma normlarında örtük olarak kesilen cezaların
ve uygulanan şiddetin üzerini fondötenle kapatır.[16] Bu anlamda “kalkınma”
anlayışı, temelde ırkçı, sınıfçı, patriarkal ve heteroseksist ideolojilerle
yoğrulmuştur ve toplumsal meseleleri, politik dayanışma amaçlı eylemleri,
ekonomist, devletçi, cinsiyetçi ve ırkçı söylem ve pratikler üzerinden kendi
hanesine yazdığı için ilerici her türden toplumsal dönüşüm imkânını ortadan
kaldırır. “Kalkınma” denilen mekanizma,
“devlet
bürokrasisinin lalettayin ele aldığı yoksulluk meselesinin ortadan kaldırılması
için kullanılan bir mekanizma değildir. O, yoksulluğu esasen bir kapı olarak
kullanan bürokratik devlet iktidarının kapsamını geliştirmek ve o iktidarı
tahkim etmek için vardır.”[17]
Yetmişlerden beri “toplumsallık düzleminde tarif
edilen bir ilişki biçimi”[18] olarak toplumsal cinsiyet de sömürgeci kalkınma
denilen mekanizmanın kapsamını genişletmek için kullanılan bir kapı hâline
gelmiştir. BOB feministler arasında yaygın olarak dile getirilen bir görüşe
göre cinsiyet eşitliği, esasen Batılı bir fikir ve ülküdür. Oysa sömürgecilik
öncesi dönemlerde dünyanın büyük bir kısmında kadın-erkek arasında, Batı
kültürünün yanına bile yanaşamayacağı düzeyde eşitlik temelli ilişkilere tanık olunmuştur.[19]
Ayrıca patriyarka, salt toplumsal cinsiyet ilişkileri
ve/veya erkeklerin kadınlara yönelik cinsiyet temelli zulmü üzerinden
tanımlanamaz, çünkü patriyarka, “aynı zamanda her zaman toplumsal cinsiyete
özgü olmayan iktidar ilişkilerine dairdir.”[20]
Örneğin Cornwall’un aktardığına göre “Nijerya’da
kadınlar arasındaki güç ilişkileri, kadın-erkek arasındaki ilişkilere kıyasla,
her gün maruz kalınan toplumsal baskılar, güvensizlik ortamı ve rekabet
koşulları temelinde çok daha fazla karmaşık ve çoğunlukla daha sıkıntılıdır,
ayrıca erkekler arasındaki ilişkilerse ekseriyetle daha az sorunludur.”[21]
Bu aktarılan gerçeklik, BOB feminizmin kadınların
hayatlarındaki heteroseksüel çift oluştaki üstünlükle ilgili genellemelerin
yanlış olduğunu ortaya koymakta, kadınların ilişkilerde başkasına tabi oluşları
ve buradan kimlik edinmeleri sebebiyle iktidarın kadınlar üzerinden, erkeklerle
birlikte tesis edildiğini göstermektedir.[22]
Küresel Güney’in kadınları feminizmi, hep sadece beyaz
orta sınıf batılı kadınları temsil ettiği için eleştirmiştir.[23] Bu eleştiriye
göre feminizmin, BOB feministlerin odaklandıkları, hakkında siyaset
geliştirdikleri kadınlar dâhil Güney’in tüm insanları üzerinde ağır etkileri
olmuştur.
BOB feminizm, “toplumsal cinsiyet”i sınıftan,
sömürgecilikten ve beyaz patriyarkadan kopartır, ırkçı yapıları muhafaza eder
ve cinsiyetçi beden algısının toplumsal yollardan tescillendiği, tesadüfi
olduğu ve tarihsel planda inşa edildiği gerçeğini görmezden gelir.[24]
Bu bağlamda, Spivak’ın, BOB feminizmin savunduğu
cinsiyetçilik karşıtlığı ile (gerçek) feminizm arasında yaptığı ayrım, faydalı
olacaktır. Buna göre BOB feminizm, “cinslerarası farklılık” fikrini ortadan
kaldırmak şöyle dursun, bazen onu meşrulaştırır, iktidarı yeni bir toplumsal
örgütlenme için kullanmak yerine, ona salt karşı koymakla yetinir.[25]
Meseleyi sadeleştirecek olursak; BOB feminizm, beyaz
üstünlükçüsü ideolojiyi besler, ırkçı, heteroseksist ve burjuva fikirleri
yayar, beyaz ve Batılı olmayan, uluslararası işbölümü içerisinde “alt sınıf”
kategorisine ait insanların tarihini, mirasını, onlar üzerindeki maddi
hâkimiyeti görmezden gelir, tahrip eder ve ondan istifade etmeye çalışır.
BOB feministlerin asıl üzerinde durdukları konular,
cinsiyetlerarası ilişkiler ve kadın düşmanlığıdır. Fakat bunlar, Güney’in
yoksul ülkelerindeki kadınların yegâne öncelikleri değildirler. Buna karşın BOB
feminizm, kadınların deneyimlerini kalkınma paradigması dâhilinde etnik
merkezcilik üzerinden genelleştirdiğini, öte yandan Batılı olmayan insanların
feminist mücadelenin üretilmesi noktasında oynadığı rolü kabule yanaşmaz.
Buna bağlı olarak BOB feminizmin sömürgeci kalkınma
konusunda geliştirdiği toplumsal cinsiyet temelli yaklaşımlar, esasen sömürgeci
kalkınmanın genel çerçevesi içinde ve o çerçeve için kullanılırlar. Bu
yaklaşımlar, gelişmekte olan ülkelerdeki halkları Batı’nın gözüyle
tanımlarlar.[26]
Örtük olarak bu yaklaşım, sömürgeci kalkınma sürecinin
temel yapılarına nüfuz eder. BOB feminizm ve sömürgeci kalkınma, patriarkal
çerçeveyle bağlantılı, ortak çıkarlara sahiptir. İkisi de modernleşme
ideolojisine suç ortaklığı eder. Esasen BOB feminizmin cinsiyet temelli
politikaları, sömürgeci kalkınmanın kapsamının genişlemesini talep eden kimi
sorunlara yol açarlar.
İktidarın mevcut mimarisiyle uğraşmak, ister istemez,
kolektif ve dönüştürücü pratiklere ihtiyaç duyar. Burada amaç, toplumun
emperyalizm eliyle örgütlenmesi, emperyalizmin toplumla ilgili geliştirdiği
bilinç ve bilimde mündemiç olan beden, toplumsal cinsiyet, cinsellik ve ırka
dair hegemonik anlayışlara karşı varlığa ve aidiyete dair fikirler
tanımlamaktır.[27]
Bizi Zulüm mü Birleştirir Yoksa Kudret mi?
“Bizi
harekete geçiren farklılık değil, sessizliktir. Bozulması gereken o kadar çok
sessizlik var ki.”[28]
Dayanışma konusunda cinsiyet temelli iki yaklaşım söz
konusudur. İkisi arasındaki fark görüldüğü takdirde, sömürgeci kalkınma ile
bilinci ve toplumu hedef alan gerçek bir yatay dayanışma arasındaki uyumsuzluk,
daha iyi anlaşılacaktır.
İlk yaklaşım, BOB modelidir. Bu model, dünyanın zulüm
üzerinden birleştiğini söyler, ona göre zulüm, (1) yardım edilmesi, üzerinde
hâkimiyet kurulması gereken bir öteki mağdurla ilgili miti üretir, ayrıca bu
model dertliyle ezileni bir tutar[29]; (2) kadınların ihtiyaçları ve kadınlıkla
ilgili düşünceyi özselleştirip evrenselleştirir; (3) sömürgeci kalkınma
paradigması içinde faaliyet yürütür ve kadınları, onların failliklerinin
silindiği patriarkal ve sömürgeci kalkınma modeli içine katmak için tekbenci, hegemonik
ve sömürgeci cinsiyet anlayışı üzerine kurulu siyasetler üretir ve farklı
kalkınma seçenekleri üzerinde durur.
Spektrumun diğer ucunda ise feminist model durur. Bu
model, kudret üzerinden birliği esas alır, eylemcidir, sömürgeci zihniyetten
uzaktır, aşağıdan yukarıya örgütlenmeyi savunur, özcü değildir, toplumsal
dönüşümü dert edinir ve iktidarın sömürgeci yapısından kopar. Bu model,
hiyerarşiye ve emperyalist beyaz üstünlükçüsü kapitalist patriyarkaya karşı
aynı etik-politik değerleri savunur, ayrıca Güney’deki halkların ve kadınların
özerkliğini, failliğini, o güçlü nesnelliğini ve düşünümselliğini tanır. O
temelde, kudret ve sömürgecilikten kurtuluşa dönük pratiğe odaklanır, bu sayede
kalkınmaya alternatif olacak, yeni varolma ve aidiyet biçimleri üretme imkânı
bulur.
Sömürgecilik karşıtı ve postkolonyal yaklaşımların
süzgecinden geçmiş biri olarak ben kendi konumumu, “İmparatorluğun doğu
sınırları”nda yaşayan, işçi sınıfına mensup, toplumsal açıdan beyaz olarak
varolmak şeklinde tarif ediyorum. Sınırda yaşıyor olmakla ben, Birinci
Dünya’nın akademik âlemine girip fikirlerini beyan etmeye, kudret üzerinden
birlik kurma fikrini savunan feministlerle dayanışmak için yazılar yazmaya ve
sömürgeci kalkınma ile onunla bağlantılı BOB feminizmi eleştirmeye çalışıyorum.
Zulmün Birleştirdiği Kadınlar: BOB Feminizmin
Farklılığı Yanlış Kullanması ve Üçüncü Dünya Kadınının Sömürgeleştirilmesi
“Kız
kardeşlik toplumsal cinsiyet temelinde ele alınamaz. O somut, tarihsel ve
politik pratiğin ve analizin konusu olmalıdır.”[1]
“Kız
kardeşliğin ardında hâlen daha ırkçılık, sömürgecilik ve emperyalizm var!”[2]
BOB feministler, Küresel Güney’in kadınlarıyla
“küresel kız kardeşlik” denilen o büyük anlatı üzerinden dayanışıyorlar. Oysa
bu, anlatı zeminini soyut, cisimleşmemiş bir evrensellikte ve Batı’nın
hegemonik tikelcilik modeli kapsamında tikellikleri sömürgeleştirmesinde bulan,
Batı merkezci bir yaklaşım.[3]
Tarihsel planda beynelmilel kız kardeşlik, “ortak
zulüm” algısı ve mağdurlaşma sürecine bağlı olarak, tüm kadınlarla birleşme
iddiasında bulunan liberal BOB feminist hareketi olarak baş gösterdi.[4]
Bu yaklaşım kadınları hep tek boyutlu tasvir ediyor,
bu boyutun da erkeklerle ilişki dâhilinde, o tabiyet ilişkisi bağlamında inşa
edildiğini söylüyor. BOB feministler, kadınlığın ve cinsiyetlerarası
ilişkilerin özel bir inşa sürecine tabi olduğunu varsayıyorlar, mağdurların
özselleştirilmiş rolleri üzerinde duruyorlar, bir yandan da Küresel Güney’i
üçüncü dünya kadınlarının toplumsal ilişkiler içine girmesinden evvel
tanımlamak suretiyle[5] şeyleştirip sömürgeleştiriyorlar.[6]
Kadınların toplumsal cinsiyet temelinde aynı olduğunu
düşünüyorlar. Ama bu noktada bir sorun ortaya çıkıyor: kadın, beyaz
üstünlükçüsü, sınıfçı ve yeni sömürgeci iktidarın genel yapısı içerisinde ele
alınıp aynılaştırılınca BOB feminizmin o cömert yaklaşımı dâhilinde tüm
deneyimler, toplumsal-bilişsel konum ve bağlam, siliniyor.
Bu düzlemde, Küresel Güney’deki kadınların
sömürgeciliğe, BOB feminizme ve Batılı patriarkaya karşı erkeklerin yanında
olmaya dair kararları, BOB feminizm tarafından inkâra uğruyor. BOB feminizm,
kadınların erkeklerin yanında olma tavrını sömürgeci kalkınma açısından
yorumluyor ve onun Küresel Güney’de kadın ve erkek arasındaki ayrımlara
Batı’nın müdahale edip onları yönetmesi için gerekli kanıtı sunduğunu söylüyor.
Tabii bu noktada Küresel Güney’in kadınları, siyasetin öznesi değil, nesnesi
olarak ele alınıyorlar.[7]
BOB feministlerin Küresel Güney’in maruz kaldığı
zulümden istifade ettiği genel bağlam dâhilinde kız kardeşlik, BOB
feministlerin dilinde hegemonik sonuçlar doğuruyor. Bu nedenle Batılı olmayan
insanlar, BOB feministlerle ittifak kurmaya yanaşmıyorlar. Çünkü Batı’nın
hâkimiyetinin onların ekmeğine yağ sürdüğünü biliyorlar.
Güney ve Kuzey’in kadınları zulüm konusunda belirli
açılardan ortaklaşabilseler de[8], Kuzey’in kadınlarının tarihsel planda özel
imtiyazlara erişebildiğini görmek gerekiyor.
Sömürgecilik dönemi boyunca kadınlar, toplumsal
cinsiyet, sermaye, sömürgecilik, cinsellik ve ırk bağlamında farklı konuma
sahiplerdi: Siyahî ve esmer tüm kadınlar sömürgeleştirilirken, beyaz kadınlar
ev kadını yapıldılar.
Batı’da burjuva ve proleter kadınlar[10] “ev
kadınlığını tüketim sürecinin birer faili olarak ifa ettiler”, üst sınıfa
mensup kadınlar lüks eşyalar istediler ve sınıf sisteminin sürmesine katkıda
bulundular.[11] Evine bağlı ev kadınlarının yaratılması ile beyaz kadınlar,
yeni inşa edilmiş kamusal alandan çekildiler. “Kadın ve ailesi, “küçük beyaz
adamın sömürgesi” hâline geldi.[12] Bu süreçte “artık kadınlıktan çıktı” diye
damgalanan “Jamima Hala”ya, kadınlık tanımı üzerinden eve hapsedilen “Bayan
Ann” eşlik etti.[13]
“Dişilik” ve “erkeklik” ne ve kim olunduğuna göre
anlamlandırılmadı. Beyaz kadına layık görülen dişilik siyahî kadına; beyaz
adamın erkekliği de erkek siyah köleye layık görülmedi.[14]; tabii bu düzlemde
dişilik ve erkeklik, Batı’ya has ikili karşıtlık dâhilinde inşa edilmişti.
Cinsiyetçi, ırkçı ve ayrımcı kurallar üzerinden köle
kadınlar cinsel açıdan girişken, sapık ve her türden yükün altına girebilecek
kadar güçlü kişiler olarak görüldüler. Buna karşılık Avrupalı kadınlarsa
kırılgan ve cinsel açıdan pasif kişiler olarak kabul edildiler.[15]
Yukarıda bahsi edilen bağlar üzerinden düşündüğümüzde
Küresel Güney’deki bir feministin önceliğinin toplumsal cinsiyet değil,
emperyalizm, yeni sömürgecilik, ırkçılık ve sınıfçılık olduğu görülmektedir.
Tüm bunlar, Güney’in kadınlarını ve tüm halkları etkileyen başlıklardır.[16]
Feminizmin sürekli başvurduğu üst anlatının odağında tek başına duran toplumsal
cinsiyet, deneyimlerdeki, tarihlerdeki ve bilgilerdeki çokluğu dikkate almaz:
“Hattizatında
siyah, beyaz ve diğer üçüncü dünya kadınları, Avrupa ve Amerika’nın
hegemonyasıyla geçen, on beşinci yüzyıldan bugüne uzanan sürecin geride
bıraktığı özel miras dikkate alındığında, çok farklı tarihlere sahiptir. Bu
tarihler, kölelik mirasına, zorunlu göçe, plantasyonlara, ödünç işçiliğe,
sömürgeciliğe, emperyalist fetihlere ve soykırımlara dairdir.”[17]
Beyaz üstünlükçülüğü ideolojisinde beyazlık[18]
yüzünden beyaz feministlerin ırkçı kimliği incelenmez, bu da hem kendileri hem
de kendilerinden farklı olanlar konusunda bozuk bir anlayışa sebep olur.[19] Bu
ötekileştirici yaklaşım üzerinden BOB feminist, kendisini üstün, hakları olan,
özgür, kurtarılmış, yetkilendirilmiş, güçlü, modern, eğitimli ve serbest biri
olarak kurar ve temsil eder.[20]
Beyaz üstünlükçülüğü, sadece beyaz olmayanların sorunu
değildir, o aynı zamanda toplumsal yeniden üretimde cisimleşiyor oluşu,
kimlikleri, ilişkileri, deneyimleri ve toplumsal sistemleri biçimlendirmesi
sebebiyle, beyazlara ve feministlere ait bir sorundur.[21]
Söylemsel düzeyde inşa edilmiş kadın ile kendi
tarihlerinin maddi öznesi olarak oluşmuş kadın arasında belirli bir ayrım söz
konusudur.[22] BOB feminizm, Üçüncü Dünya kadınına ait evrensel ideal tipi,
karşıtıyla kurduğu negatif ilişki üzerinden tanımlar. Sömürgeci kalkınma
çalışmalarında ve ilgili sektörde bir gösterge olarak “üçüncü dünya kadını”
karşımıza, monolitik, tek boyutlu, özselleştirilmiş, sabit bir kategori olarak
çıkar. Bu kadın, faillikten de tarihten de öznellikten de azadedir. Başka bir ifadeyle,
BOB feminizm, Küresel Güney’in kadınlarının toplumsal düzlemde inşa edilmiş
kimliğini görmez. Tarihdışına atılan ve pasifleştirilen, tepeden tırnağa sabit
bir kategori olarak ele alınan kadın, üçüncü dünyanın farklılığını meydana
getirir ki bu da sadece genel anlamda zulme uğraşayan kadınları değil, üçüncü
dünya kadınlarını da imler.[23]
Sömürgeci kalkınma kapsamında BOB feminizm,
farklılıkları değerler hâline getirmek için tasnif mekanizmasını devreye sokar,
bunun için de modern dönemin tahayyülüne yaslanır.[24] Değerler belirlenip
tasnif işlemi gerçekleştirildikten sonra kadının bedeni mücadele alanı hâline
gelir. O artık “üçüncü sömürge”dir. Bu hâliyle, sömürgeliğin ve patriyarkanın
sistematik olarak şiddet uyguladığı sömürge devletlere ve diz çöktürülmüş
doğaya eklenmiştir.[25]
Feministlerin Toplumsal Dönüşüm İçin Kudret Üzerinden
Gerçekleştireceği Stratejik Birlik: Dekolonizasyon, Farklılık ve Dayanışma
“Feministler
hep birlikte, farklı kimlikleri ve güç asimetrilerini nasıl anlayabilirler,
farklılıktan kaynaklanan görüşleri nasıl kullanabilirler, sessizliği değil
öfkeyi işitip inançlarını nasıl koruyabilirler?”[26]
Homojenlik ideali adına farklılıklar hep yanlış
adlandırılsa da[27], Küresel Güney’deki halkların farklılıklarını devrimci bir
ötekilik ve özerklik iddiası üzerinden ortaya koymaları mümkündür. Bu durumda
Küresel Güney’de BOB feminizmin kadının farklı konumlarını çitleme ve silme
girişimleri hükmünü yitirecektir. Kadınlar “iç içe geçen, karşılıklı olarak
birbirine bağımlı konumlara sahiptirler.”[28]
“Farklılık”, dönüştürme çabası doğrultusunda, olumlu
yönde kullanılabilir. BOB feminizmin hegemonik parametreleri dışında sınırsız
bir dayanışma zemini oluşturulabilir. Görecelikçiliğe kapılmadan, birbirine
bağlı, politik açıdan özerk ve özel bir konuma sahip evrenselciliklerdeki
çoğulluk görülebilir.
Tikeli evrenselin içinde silmekten veya ikisini karşıt
kutuplara fırlatmaktan kaçınmak istiyorsak, Mohanty’nin “tikel, çoğunlukla
evrensellik düzleminde önemlidir”[29] sözüne bakmak gerekir. Feministlerin
paylaştıkları “müşterek farklılıklar” ve farklılığın tikelliği konusunda
kurulan ortaklıklar, tüm bedenlerde varolan özerklik[30] ve failliğin
karşılıklı kabulü ve karşılıklı bağımlılık temelinde dayanışma köprüleri ve
ittifaklar kurmak için birer araçtırlar.[31] Batı’ya ait olan ve bireyleri
izole, kendi kendisini üreten, kendisini merkeze koyan, tarihin ve mekânın
üzerinde ötesinde duran unsurlar olarak tasvir eden tekbencilik mitini tam da
bu yaklaşım aşacak[32], patriyarkanın cinsiyetinin olmadığını, beyazlığın bir
rengi bulunmadığını ortaya koyacaktır.[33]. Ben buradan yola çıkarak,
feminizmin de cinsiyetinin olmadığını söylüyorum. Bana göre feminizm, toplumsal
cinsiyet spektrumunun farklı noktalarında olan insanların bağlandıkları bir
politik taahhüttür.
Spivak, Küresel Kuzey’deki feministlerin Küresel
Güney’le sırtlarındaki onca bagajı geride bırakarak buluşamayacağını,
dolayısıyla Kuzeyli feministlerin jeopolitik ve küresel bağlam dâhilinde kendi
suç ortaklıklarını ve konumlarını kabule yanaşmak zorunda olduklarını
söyler.[34]
Dayanışmayı, farklılığı olumlu yönde kabul ederek,
“büyük bir titizlikle görünür kılınan politik çıkardaki pozitivist özcülüğü
stratejik düzlemde kullanarak göstermek mümkündür.[35] Bir insan, “özneyi her
daim merkeze koyuyor” diye salt özcülük karşıtı veya özcülük dışı olmaz.[36] O
hâlde “stratejik özcülük”, özcülükten kaçışın mümkün(süz) olduğuna dair bilince
ihtiyaç duyar ve kişinin toplumsal dönüşümdeki konumunu kullanır. Burada
belirtmek gerekir ki BOB kadınların deneyimlerinin homojenleştirilip soyut düzlemde
genelleştirilmesini eleştiren kimi feministler de özcülük ve görecelikçilik
kültürünün içinde yer alırlar.[37] Bu sebeple söz konusu feministler, zulme
itiraz etmezler ve Batı’nın “diğer kültürler”e karıştığı gerçeğini kabule
yanaşmazlar. Örneğin Küresel Güney’de cinsiyet temelli ayrımlar, sömürgecilik
ve kurumların bu ülkelere ithal edilmesi suretiyle perçinlendiğini ve
derinleştiğini söylemek mümkündür. Dolayısıyla böylesi bir süreçte kadın ve
erkeğin birbirini tamamladığı durumlar, kadın ve erkek bağlamında eşit
şeylermiş gibi değerlendirilmezler:
“Sömürgeciler
taleplerini ve teknik yenilikleri erkeklere ilettiler, böylece erkeklerin
paraya kavuşmasına imkân sağladılar, sonuçta da kadınlar ekonomik anlamda
bağımlı kişiler hâline geldiler. Patriarkal çekirdek aile, bu şekilde ortaya
çıktı.”[38]
Sömürgeci kalkınma çalışmalarının ekseriyetine,
tekbencilik ve değerden azade kılınmış nesnellikle hükümlerdeki görecelikçilik
arasındaki ikilik hâkimdir.[39] Oysa yazarken, madunlaştırılmış ve kadim
bilginin dışında tutulmuş grupların ve fikirlerin açısından bakılmalıdır.
Belirli bir açıya dayanan epistemoloji, yöntemsel açıdan “içimizdeki
yabancılar”ın[40] olumlu ve nesnel niteliklerini ortaya koyar. Bu, kısmen
“elitlerdeki bilgisizliğe karşı mücadele”nin içinde olmanın gereğidir.[41] Bu
epistemoloji, seçtiği herkese “anonim bir kişi” olarak bakma hakkını kendisine
saklayan Öteki’nin “utanma nedir bilmeden” kendisine bakmasını sağlar.[42]
Başka bir ifadeyle, bakış açısını esas alan analiz,
ilk önce marjinalleştirilmiş öznelerin bakış açısından bakar[43], ardından, hem
Batılı epistemolojinin referans noktası oluşuna hem de araştırmacının “bilgiyi
sömürge olmaktan çıkartan kurucu unsur” olarak oynadığı role son verir.[44]
Güçlü bir nesnelliğe ve düşünümselliğe yol açan, bilginin parçalı ve tarihsel
planda konumlanmış boyutunu ve içteki gerçekleri kabul eder (“nötr” nesnelcilik
ve hükümlerle ilgili görecelikçilikte nesnellik zayıftır).[45] Sömürgeci
kalkınmanın tüm maliyetini Üçüncü Dünya kadınları üstlendiğinden[46] bu
kadınların deneyimleri, onlara epistemolojik açıdan belirli bir avantaj
sağlamaktadır.
Sömürgelikten çıkış ve dekolonizasyon pratiği,
feminizmin kalkınma karşısında üzerinde durduğu meseleler ve seçeneklerdir.
Bunlar sayesinde kanunlar, fikirler ve kurumlardan oluşan yapının, cinsiyet
temelli, sömürgeci kalkınma üzerine kurulu hegemonik politikaların sınırları
dışında yeni tahayyüller fiilileşir ve yaratılır.
Sömürgelikten çıkışın özü, çoğulluğun
evrenselleşmesidir. Pratikte bu mesele, tekil bir form içerisinde ele alınamaz.
Çünkü sömürgelikten çıkış için ortaya konulan pratik hem tarihsel hem de
toplumsaldır, ayrıca tüm olumluluklarıyla farklı olan halkların yerel ve
gündelik mücadelelerinden öğrenir.
Dekolonizasyonsa toprakların yerli halka iadesini,
havanın, suyun, hayvanların ve arazinin o halk tarafından kullanılmasını,
sonradan gelip yerleşenlerin hâkimiyetinin sonlandırılmasını[47], ayrıca
yaşanmış deneyim olarak varoluş ve bilginin sömürgeleştirilmiş alanlarının
tasfiyesini içerir. Bu, beyazlığın hâkim olduğu eleştirel olmayan düşünce
kalıplarının üretilmesine son verecek, farklı bilgi alanları arasında
gerçekleşecek sohbet için gerekli alanı açacaktır.[48].
Kanada anayasasının Kanada’daki yerli halklar
üzerindeki etkisini analiz eden Ladner’a göre cinsiyet temelli bir proje olarak
dekolonizasyon, yerli halkların cinsiyete dair anlayışlarını, egemenliğe ve
milliyetçiliğe dair erkekçi fikirlere karşı geliştirilen itirazı temel
almalıdır. Tersten, cinsiyet sömürgelikten çıkartılırken odağa sadece kadın
değil erkekliğin inşası da konulmalı[49], böylece cinsiyetle ilgili roller,
bağlılıklar ve ilişkiler yeniden tahayyül edilmelidir.
Sonuç
Bu makalede benim amacım, kalkınma konusunda
geliştirilecek yeni bir cinsiyet temelli yaklaşım için bir çözüm veya plan
sunmak değildi. Bunun da iki sebebi vardı: ilki, daha önce de ifade ettiğim
üzere, “kalkınma”nın doğası gereği sömürgecilik ve sömürgeciliğe ait maddi
miraslara bağlı oluşuydu. Kalkınma, neticede neoliberal, yeni sömürgeci,
ekonomik açıdan köktenci stratejilere ve politikalara uyumlu bir patriarkal
tertibat idi.
İkinci sebepse, BOB feminizmin ve onun dile getirdiği
sorunlu önermelerin ve hegemonik boyutlarının kalkınma içinde ve dışında
kurumsallaştırılması sebebiyle BOB feminizmi modelinin reforme edilemeyecek
olması idi. Neticede reforma kapalı olan bu modelin başka bir modelle ikame
edilmesi gerekiyordu.
Feminizm ve dayanışma yola, cinsiyetçiliği ve
ırkçılığı unutarak koyulur. Çünkü ayrımcı toplumsallaşma insanları birbirine
yabancılaştırır, dayanışmaya mani olur[50] ve sahte ikiliklere halel getirmez.
Sömürgeci kalkınma sahasıyla ilişkisinde feminist dayanışma kalkınma
seçenekleri değil, kalkınmanın kendisine seçenekler üreterek işe
başlamalıdır.[51]
Sömürgeci kalkınmanın ve onun cinsiyet temelli
yaklaşımlarının karşısına bir seçenekle çıkmak için kalkınma ve yardım ile
ilgili işlemler üzerinden kurulan “yardım alan/yardım veren” ilişkisine dair
üst anlatının sökülüp atılması gerekir. Bunun yerine, önemli bir adım olarak,
sömürgeciliğin ve emperyalizmin yol açtığı zararların tazminatlarının ödenmesi
talep edilebilir. Böylesi bir talep, Batı’nın hegemonyasını daraltacaktır.[52]
Sınırları aşan, enternasyonalist bir feminizm, BOB
feminizmden sömürgeci iktidar sahasındaki o sorunlu konumlanışını görmesini
talep etmelidir. BOB feminizm o iktidara yardım eden bir unsurdur ve kadın
mücadelesine asla öncülük edemez.
Özcülüğü stratejik olarak kullanan, insanın toplumsal
dünyayla ilişkisine bakan bir yaklaşım, ilk adım olarak ele alınabilir. Kız
kardeşliğin yataycı bir üslupla verdiği politik mücadele, hâlen daha geçerli
olan bir mücadeledir. Çünkü BOB feminizm, dayanışmayı henüz tekeline
alamamıştır, ona mani olamamıştır, radikal eleştirel düşüncenin ve özerk
pratiklerin zeminini ortadan kaldıramamıştır. Zaten buna gücü de yetmez.
Kolektiviteleri bir tür özcülük olmadan düşünmek
mümkündür. Kimlik siyasetine yol açmadan, tek başına deneyimi veya kimliği
temel alan birliklerden uzak durulmalıdır. Örgütler belirli amaçlar temelinde,
belirli dönemler için kurulmalıdırlar.[53] Bu adımlar, bize feminizmi beyaz
üstünlükçüsü kapitalist patriyarkadan kopartma imkânı sunacaktır.
Tüm kadınların ve feministlerin kudretini,
kaynaklarını ve failliğini esas alan, sadece onların birer mağdur olarak
oynadıkları rollere odaklanmayan bir hareketin imkânlılığını artırmak için bize
mücadele konusunda yeni bir bilinç, bakış açıları ve müşterek bağlamlar
gerekmektedir.
Dayanışma eylemleri sürekli yapılmalı ve gündeme
getirilmeli, böylece maddi dönüşümü gerçekleştirmenin yanında, yeni kolektifler
ve sömürgelikten arınmış varoluş tarzları inşa edilmelidir.
Queensland Aborjin Aktivistleri kolektifinin
yetmişlerde BOB feministlere söylediği şu söz, kulağa küpe yapılmalıdır:
“Eğer
buraya bana yardım etmek için geldiyseniz vaktinizi boşa harcıyorsunuz. Fakat
eğer buraya kurtuluşunuzun benim kurtuluşuma bağlı olduğunu gördüğünüz için
geldiyseniz gelin birlikte çalışalım.”[54]
Ioana Cerasella Chis
29 Eylül 2015
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Sandra Harding, Whose Science? Whose Knowledge? Thinking from Women’s
Lives. Milton Keynes: Open University Press. 1991: s. 179.
[2] Bell Hooks, The Will to Change: Men,
Masculinity, and Love. Londra: Atria Books. 2004: s. 17.
[3] Bundan sonra yazı boyunca “kalkınma” kelimesini
“sömürgeci” ifadesiyle birlikte anacağım, böylelikle “kalkınma” meselesinin
içsel sonuçlarını ve etkilerini sürekli hatırda tutmaya çalışacağım. Aynı
şekilde bu makalede bahsi edilen “beyaz, orta sınıf ve Batılı feminizm modeli”
“beyaz üstünlükçüsü, sınıfçı, emperyalist ve sömürgeci feminizm modeli” olarak
anılmalıdır. Ben okumayı kolaylaştırmak için “BOB” kısaltmasını kullanıyorum.
[4] Cheryl McEwan, “Postcolonialism, Feminism and
Development: Intersections and Dilemmas”, Progress in Development Studies,
2001, Cilt. 1, Sayı. 2, . 94.
[5] Sinith Sittirak, The Daughters of Development:
Women in a Changing Environment. Londra: Zed Books. 1998: s. 32.
[6] Cristina Rojas, “ ‘Development’: What’s in a Word?
Views from the Paradigms”, Canadian Journal of Development, 2011, Cilt.
22, Sayı. 3, s. 572.
[7] Margarita Aguinaga vd. “Critiques and Alternatives
to Development: A Feminist Perspective”, Yayına Hz.: Miriam Lang. ve Dunia
Mokrani, Beyond Development: Alternative Visions from Latin America içinde.
Amsterdam: Transnational Institute, 2013, s. 47.
[8] Morgan Brigg, “Post-Development, Foucault and the
Colonisation Metaphor”, Third World Quarterly, 2002, Cilt. 23, Sayı. 3,
s. 421.
[9] Brigg, A.g.e., s. 424.
[10] Nelson Maldonado-Torres, “On the Coloniality of
Being: Contributions to the Development of a Concept”, Cultural Studies,
2007, Cilt. 21, Sayı. 2, s. 243.
[11] McEwan, A.g.e., s. 95.
[12] Sittirak, A.g.e., s. 4.
[13] Arturo Escobar, “Development and the Invention
and Management of the Third World”, Cultural Anthropology, 1988, Cilt.
3, Sayı. 4, s. 433.
[14] Maria Mies, “The Myth of Catching-up
Development”, Yayına Hz.: Maria Mies ve Vandana Shiva, Ecofeminism içinde.
Londra: Zed Books, 1993, s. 55-69; Enrique Dussel, “Eurocentrism and Modernity
(Introduction to the Frankfurt Lectures)”, Boundary 2 içinde, 1993,
Cilt. 20, Sayı. 3, s. 67-8.
[15] Valerie Amos ve Pratibha Parmar, “Challenging
Imperial Feminism”, Feminist Review, 1984, Sayı. 17, s. 7.
[16] (Dussel, A.g.e., s. 75; E. Dussel,
“Europe, Modernity, and Eurocentrism”, Nepantla: Views From South, 2000,
Cilt. 1, Sayı. 3, s. 472-3; Brigg, A.g.e., s. 429.
[17] (Ferguson’dan aktaran: Rojas, A.g.e., s.
575. Vurgu bana ait -yn.
[18] Harding, A.g.e., s. 214.
[19] Mona Etienne ve Eleanor Leacock, “Preface”, Yayına
Hz.: M. Etienne ve E. Leacock, Women and Colonization: Anthropological
Perspectives içinde. New York: J. F. Bergin Publishers, 1980, s. vi.
[20] Amos ve Parmar, A.g.e., s. 9.
[21] Andrea Cornwall, “Myths to Live By? Female
Solidarity and Female Autonomy Reconsidered”, Development and Change,
2007, Cilt. 38, Sayı. 1, s. 161.
[22] Cornwall, A.g.e., s. 162-3.
[23] Chandra Talpade Mohanty, “Introduction:
Cartographies of Struggle – Third World Women and the Politics of Feminism”, Yayına
Hz.: C. T. Mohanty, A. Russo, ve L. Torres, Third World Women and the
Politics of Feminism içinde. Bloomington: Indiana University Press, 1991,
s. 7; Ann Russo, “We Cannot Live without Our Lives”: White Women, Antiracism,
and Feminism”, Yayına Hz.: C. T. Mohanty, A. Russo ve L. Torres, Third World
Women and the Politics of Feminism içinde. Bloomington: Indiana University
Press, s. 298; Cheryl Johnson-Odim, “Common Themes, Different Contexts: Third
World Women and Feminism”, Yayına Hz.: C. T. Mohanty, A. Russo, ve L. Torres, Third
World Women and the Politics of Feminism içinde. Bloomington: Indiana
University Press, 1991, s. 315; Harding, A.g.e., s. 191-3.
[24] Wendy Harcourt, Body Politics in Development:
Critical Debates in Gender and Development. Londra: Zed Books, 2009, s. 19.
[25] Gayatri Chakravorty Spivak, “Criticism, Feminism,
and the Institution”, Yayına Hz.: Sarah Harasym, The Post-colonial Critic:
Interviews, Strategies, Dialogues içinde. Londra: Routledge, 1990, s. 12.
[26] Amy Lind, “Feminist Post-Development Thought:
‘Women in Development’ and the Gendered Paradoxes of Survival in Bolivia”, Women’s
Studies Quarterly, 2003, Cilt. 31, Sayı. 3/4, s. 227.
[27] Harcourt, A.g.e., s. 19-20.
[28] Audre Lorde, “The Transformation of Silence into
Language and Action”, Yayına Hz.: Rudolph P. Byrd, Johnnetta Betsch Cole ve
Beverly Guy-Sheftall, I Am Your Sister: Collected and Unpublished Writings
of Audre Lorde. Oxford: Oxford University Press, 2009, s. 43.
[29] Sandy Grande, “Whitestream Feminism and the Colonialist Project: A Review of Contemporary Feminist Pedagogy and Praxis”, Educational Theory, 2003, Cilt. 53, Sayı. 3, s. 332.
0 Yorum:
Yorum Gönder