17 Nisan 2021

BOB Feminizm

Birleştiren Kudret mi Yoksa Zulüm mü?

Batılı Feminizm Modelinin Eleştirisi

 

Beyaz Orta Sınıf Batılı Feminizmin Kalkınmaya Dair Cinsiyet Temelli Yaklaşımları

Irklara, sınıflara veya kültürlere göre bölünmüş bir toplumda tek başına erkek veya tek başına kadın diye bir şey yoktur. Özelde sadece tarihsel açıdan konumlanmış ırk, sınıf ve kültür temelli ilişkiler içerisinde bulunan kadınlar ve erkekler vardır. Bu açıdan, tek başına cinsiyet ilişkileri diye bir şey de yoktur, sadece sınıflar, ırklar ve kültürler tarafından ve bunlar arasında yapılandırılmış cinsiyet ilişkileri vardır.”[1]

Bu makale, beyaz, orta sınıf ve batılı feminizm (bundan sonra “BOB” olarak anılacaktır) modelinin hegemonik boyutunu ve onun “emperyalist beyaz üstünlükçüsü kapitalist patriarka”nın[2] yeniden üretilmesinde kalkınmacılıkla ve sanayicilikle kurduğu suç ortaklığını ve münasebeti görünür kılmak amacıyla kaleme alınmıştır.

Benim iddiama göre hem fikrî hem de maddî düzeyde feminist bir toplumsal dönüşümün gerçekleşebilmesi için dünyanın güneyindeki yoksul ülkelerin kadınlarının ve halklarının bilişsel düzeyde sahip oldukları imtiyazı gören, politik özerkliğini tanıyan, düşüncelerini kabul eden ve onlarla dayanışma içinde olan, sınırları kesen, yatay ve çoğulcu bir pratiğe ihtiyaç vardır.

Ben, argümanımı şu şekilde inşa ediyorum. Önce kalkınma sürecinin iktidara ait sömürgeci, kapitalist, beyaz üstünlükçüsü, heteroseksist, modernist, patriarkal ve sınıfçı ideolojileri ve yapıları nasıl beslediğini ortaya koyuyorum. Ardından BOB feminizmin ve onun kalkınma meselesine cinsiyet üzerinden geliştirdiği yaklaşımların, bu feminizm modelinin sadece cinsiyetçiliğe, kadın düşmanlığına ve cinsiyetlerarası eşitsizliğe son vermeyi kendisine dert edinmiş olması sebebiyle tikelci olduklarını gösteriyorum. Bu yaklaşımlar, hatalı bir biçimde, Küresel Güney’deki kadınlarla birlik kuracağını ve genel dayanışma ilişkisi geliştireceğini iddia ediyor, ama bir yandan da failliği, bağlamları ve deneyimleri temellük edip onları silen hegemonik sistemlerle kurduğu suç ortaklığını gizliyor. Bu anlamda “farklılık” hüküm altına alınıyor ve o, “öteki”yi olumsuz bir şekilde nitelemek için kullanılıyor.

İkinci aşamada iktidar ilişkilerinden ve maddî gerçekliklerden asla kopuk ele alınmaması gereken cinsel kimlik, roller, ilişkiler ve performans arasındaki karşılıklı bağı ortaya koyuyorum. Son aşamada ise ben, zulüm yerine kudret ve imkânlar meselesine odaklanan, sömürgeci ve hiyerarşik olmayan stratejik ittifakların açığa çıkarttığı jeopolitik ve bilişsel konumlar arasındaki müşterek yanların görülüp feminist bir dayanışmanın inşa edilmesi ile ilgili ihtimalleri tartışıyorum.

Kişilerin iktidarın yeni sömürgeci yapısı içerisinde aldıkları konumu ve suç ortaklıklarını görüp, farklılığı feminist mücadeleye faydası olacak olumlu bir şey olarak ele alırsak, bu bizim, yeni toplumsal imgelemler ve gerçekler yaratma noktasında salt hâkimiyet sistemlerine direnmenin ötesine geçmemizi mümkün kılacaktır.

BOB Feminizmin Kalkınma Tertibatı (Dispositif) İçerisine Yerleştirilmesi

Kalkınma çalışmalarının ve kalkınma pratiklerinin ekseriyeti, sömürgecidir. Zaten kalkınma denilen fikrin kendisi[3] sömürgeci söylemin ürünüdür.[4] Bu fikir, sömürgeciliğin[5], yeni sömürgeciliğin[6] ve emperyalizmin “medenîleştirme misyonu”nun[7] daimi kılınmasını ve canlı tutulmasını sağlar.

Kalkınmayı maddi ve söylemsel öğelerden oluşan, iktidara ait bir tertibat veya aygıt olarak kavramsallaştırmak, bize sömürgeci kalkınmaya tabi olan halkların ve kişilerin failliğini ve biyolojik gücünü görme ve iktidarı salt baskıcı bir şey olarak görmenin ötesine geçme imkânı sunar.[8]

Bu anlamda sömürgeci kalkınma, o pozitif “ilerleme söylemi üzerinden insanları ve ulus devletleri harekete geçirmeye çalışan, eski sömürgeci sistemden ayrı ve yeni bir yolda işleyen, iktidara ait bir usuldür.[9] Hâlen daha küresel iktidar ilişkilerini tanımlayan, sömürgecilikten kaynaklanan ve uzun zamandır var olan muktedir olma tarzına “sömürme becerisi” demek mümkündür.[10]

Esasen sömürgeci kalkınma anlayışlarının, Küresel Güney’deki insanlardan çok Batılı patriarkaya ve Batı feminizmine fayda sağladığını görebilmek için sömürgeci kalkınma ve yardım endüstrisini kuşatan şu hayırseverlik hikâyelerinin ötesine bakmak gerekmektedir. Sömürgeci kalkınma meselesini ele alan çalışmaların ekseriyetinde “kalkınma” kavramı, Batı’nın referans sistemi üzerinden filtrelenmiş Batılı olmayan halkların geçmişini, bugününü ve geleceğini temellük eden, dilsizleştiren, silen ve tahrip eden tarih dışı bir olgu olarak ele alınır.[11] Özünde bu çalışmalarda aşırı gelişmiş Batı’nın tarihi de aynı tahribattan nasibine düşeni almaktadır.[12] Kalkınmayı ve sanayileşmeyi esas alan yaklaşımların amacı, ülkeleri planlama, dış yardım, eğitim, krediler ve yatırımlar yoluyla Batılı modernist bir ekonomik modeli kabule zorlamaktır.[13]

Sömürgeci-kalkınmacı ideoloji, safsatalara başvurur ve bu noktada “azgelişmiş” olarak damgalanmış olan ülkelerin aşırı gelişmiş Batı’yı yakalaması gerektiği tespiti üzerinden, onların Avrupa standartlarını ve modellerini kabul etmek zorunda olduklarını, hatta onların bunu illaki arzulayacaklarını söyler.[14]

Burada Küresel Güney’in hayatta kalmasının ve gelişmesinin emperyalizme bağlı olduğuna dair bir önkabul söz konusudur.[15] İlgili yaklaşım, sömürgeci kalkınma normlarında örtük olarak kesilen cezaların ve uygulanan şiddetin üzerini fondötenle kapatır.[16] Bu anlamda “kalkınma” anlayışı, temelde ırkçı, sınıfçı, patriarkal ve heteroseksist ideolojilerle yoğrulmuştur ve toplumsal meseleleri, politik dayanışma amaçlı eylemleri, ekonomist, devletçi, cinsiyetçi ve ırkçı söylem ve pratikler üzerinden kendi hanesine yazdığı için ilerici her türden toplumsal dönüşüm imkânını ortadan kaldırır. “Kalkınma” denilen mekanizma,

“devlet bürokrasisinin lalettayin ele aldığı yoksulluk meselesinin ortadan kaldırılması için kullanılan bir mekanizma değildir. O, yoksulluğu esasen bir kapı olarak kullanan bürokratik devlet iktidarının kapsamını geliştirmek ve o iktidarı tahkim etmek için vardır.”[17]

Yetmişlerden beri “toplumsallık düzleminde tarif edilen bir ilişki biçimi”[18] olarak toplumsal cinsiyet de sömürgeci kalkınma denilen mekanizmanın kapsamını genişletmek için kullanılan bir kapı hâline gelmiştir. BOB feministler arasında yaygın olarak dile getirilen bir görüşe göre cinsiyet eşitliği, esasen Batılı bir fikir ve ülküdür. Oysa sömürgecilik öncesi dönemlerde dünyanın büyük bir kısmında kadın-erkek arasında, Batı kültürünün yanına bile yanaşamayacağı düzeyde eşitlik temelli ilişkilere tanık olunmuştur.[19]

Ayrıca patriyarka, salt toplumsal cinsiyet ilişkileri ve/veya erkeklerin kadınlara yönelik cinsiyet temelli zulmü üzerinden tanımlanamaz, çünkü patriyarka, “aynı zamanda her zaman toplumsal cinsiyete özgü olmayan iktidar ilişkilerine dairdir.”[20]

Örneğin Cornwall’un aktardığına göre “Nijerya’da kadınlar arasındaki güç ilişkileri, kadın-erkek arasındaki ilişkilere kıyasla, her gün maruz kalınan toplumsal baskılar, güvensizlik ortamı ve rekabet koşulları temelinde çok daha fazla karmaşık ve çoğunlukla daha sıkıntılıdır, ayrıca erkekler arasındaki ilişkilerse ekseriyetle daha az sorunludur.”[21]

Bu aktarılan gerçeklik, BOB feminizmin kadınların hayatlarındaki heteroseksüel çift oluştaki üstünlükle ilgili genellemelerin yanlış olduğunu ortaya koymakta, kadınların ilişkilerde başkasına tabi oluşları ve buradan kimlik edinmeleri sebebiyle iktidarın kadınlar üzerinden, erkeklerle birlikte tesis edildiğini göstermektedir.[22]

Küresel Güney’in kadınları feminizmi, hep sadece beyaz orta sınıf batılı kadınları temsil ettiği için eleştirmiştir.[23] Bu eleştiriye göre feminizmin, BOB feministlerin odaklandıkları, hakkında siyaset geliştirdikleri kadınlar dâhil Güney’in tüm insanları üzerinde ağır etkileri olmuştur.

BOB feminizm, “toplumsal cinsiyet”i sınıftan, sömürgecilikten ve beyaz patriyarkadan kopartır, ırkçı yapıları muhafaza eder ve cinsiyetçi beden algısının toplumsal yollardan tescillendiği, tesadüfi olduğu ve tarihsel planda inşa edildiği gerçeğini görmezden gelir.[24]

Bu bağlamda, Spivak’ın, BOB feminizmin savunduğu cinsiyetçilik karşıtlığı ile (gerçek) feminizm arasında yaptığı ayrım, faydalı olacaktır. Buna göre BOB feminizm, “cinslerarası farklılık” fikrini ortadan kaldırmak şöyle dursun, bazen onu meşrulaştırır, iktidarı yeni bir toplumsal örgütlenme için kullanmak yerine, ona salt karşı koymakla yetinir.[25]

Meseleyi sadeleştirecek olursak; BOB feminizm, beyaz üstünlükçüsü ideolojiyi besler, ırkçı, heteroseksist ve burjuva fikirleri yayar, beyaz ve Batılı olmayan, uluslararası işbölümü içerisinde “alt sınıf” kategorisine ait insanların tarihini, mirasını, onlar üzerindeki maddi hâkimiyeti görmezden gelir, tahrip eder ve ondan istifade etmeye çalışır.

BOB feministlerin asıl üzerinde durdukları konular, cinsiyetlerarası ilişkiler ve kadın düşmanlığıdır. Fakat bunlar, Güney’in yoksul ülkelerindeki kadınların yegâne öncelikleri değildirler. Buna karşın BOB feminizm, kadınların deneyimlerini kalkınma paradigması dâhilinde etnik merkezcilik üzerinden genelleştirdiğini, öte yandan Batılı olmayan insanların feminist mücadelenin üretilmesi noktasında oynadığı rolü kabule yanaşmaz.

Buna bağlı olarak BOB feminizmin sömürgeci kalkınma konusunda geliştirdiği toplumsal cinsiyet temelli yaklaşımlar, esasen sömürgeci kalkınmanın genel çerçevesi içinde ve o çerçeve için kullanılırlar. Bu yaklaşımlar, gelişmekte olan ülkelerdeki halkları Batı’nın gözüyle tanımlarlar.[26]

Örtük olarak bu yaklaşım, sömürgeci kalkınma sürecinin temel yapılarına nüfuz eder. BOB feminizm ve sömürgeci kalkınma, patriarkal çerçeveyle bağlantılı, ortak çıkarlara sahiptir. İkisi de modernleşme ideolojisine suç ortaklığı eder. Esasen BOB feminizmin cinsiyet temelli politikaları, sömürgeci kalkınmanın kapsamının genişlemesini talep eden kimi sorunlara yol açarlar.

İktidarın mevcut mimarisiyle uğraşmak, ister istemez, kolektif ve dönüştürücü pratiklere ihtiyaç duyar. Burada amaç, toplumun emperyalizm eliyle örgütlenmesi, emperyalizmin toplumla ilgili geliştirdiği bilinç ve bilimde mündemiç olan beden, toplumsal cinsiyet, cinsellik ve ırka dair hegemonik anlayışlara karşı varlığa ve aidiyete dair fikirler tanımlamaktır.[27]

Bizi Zulüm mü Birleştirir Yoksa Kudret mi?

Bizi harekete geçiren farklılık değil, sessizliktir. Bozulması gereken o kadar çok sessizlik var ki.”[28]

Dayanışma konusunda cinsiyet temelli iki yaklaşım söz konusudur. İkisi arasındaki fark görüldüğü takdirde, sömürgeci kalkınma ile bilinci ve toplumu hedef alan gerçek bir yatay dayanışma arasındaki uyumsuzluk, daha iyi anlaşılacaktır.

İlk yaklaşım, BOB modelidir. Bu model, dünyanın zulüm üzerinden birleştiğini söyler, ona göre zulüm, (1) yardım edilmesi, üzerinde hâkimiyet kurulması gereken bir öteki mağdurla ilgili miti üretir, ayrıca bu model dertliyle ezileni bir tutar[29]; (2) kadınların ihtiyaçları ve kadınlıkla ilgili düşünceyi özselleştirip evrenselleştirir; (3) sömürgeci kalkınma paradigması içinde faaliyet yürütür ve kadınları, onların failliklerinin silindiği patriarkal ve sömürgeci kalkınma modeli içine katmak için tekbenci, hegemonik ve sömürgeci cinsiyet anlayışı üzerine kurulu siyasetler üretir ve farklı kalkınma seçenekleri üzerinde durur.

Spektrumun diğer ucunda ise feminist model durur. Bu model, kudret üzerinden birliği esas alır, eylemcidir, sömürgeci zihniyetten uzaktır, aşağıdan yukarıya örgütlenmeyi savunur, özcü değildir, toplumsal dönüşümü dert edinir ve iktidarın sömürgeci yapısından kopar. Bu model, hiyerarşiye ve emperyalist beyaz üstünlükçüsü kapitalist patriyarkaya karşı aynı etik-politik değerleri savunur, ayrıca Güney’deki halkların ve kadınların özerkliğini, failliğini, o güçlü nesnelliğini ve düşünümselliğini tanır. O temelde, kudret ve sömürgecilikten kurtuluşa dönük pratiğe odaklanır, bu sayede kalkınmaya alternatif olacak, yeni varolma ve aidiyet biçimleri üretme imkânı bulur.

Sömürgecilik karşıtı ve postkolonyal yaklaşımların süzgecinden geçmiş biri olarak ben kendi konumumu, “İmparatorluğun doğu sınırları”nda yaşayan, işçi sınıfına mensup, toplumsal açıdan beyaz olarak varolmak şeklinde tarif ediyorum. Sınırda yaşıyor olmakla ben, Birinci Dünya’nın akademik âlemine girip fikirlerini beyan etmeye, kudret üzerinden birlik kurma fikrini savunan feministlerle dayanışmak için yazılar yazmaya ve sömürgeci kalkınma ile onunla bağlantılı BOB feminizmi eleştirmeye çalışıyorum.

Zulmün Birleştirdiği Kadınlar: BOB Feminizmin Farklılığı Yanlış Kullanması ve Üçüncü Dünya Kadınının Sömürgeleştirilmesi

Kız kardeşlik toplumsal cinsiyet temelinde ele alınamaz. O somut, tarihsel ve politik pratiğin ve analizin konusu olmalıdır.”[1]

Kız kardeşliğin ardında hâlen daha ırkçılık, sömürgecilik ve emperyalizm var!”[2]

BOB feministler, Küresel Güney’in kadınlarıyla “küresel kız kardeşlik” denilen o büyük anlatı üzerinden dayanışıyorlar. Oysa bu, anlatı zeminini soyut, cisimleşmemiş bir evrensellikte ve Batı’nın hegemonik tikelcilik modeli kapsamında tikellikleri sömürgeleştirmesinde bulan, Batı merkezci bir yaklaşım.[3]

Tarihsel planda beynelmilel kız kardeşlik, “ortak zulüm” algısı ve mağdurlaşma sürecine bağlı olarak, tüm kadınlarla birleşme iddiasında bulunan liberal BOB feminist hareketi olarak baş gösterdi.[4]

Bu yaklaşım kadınları hep tek boyutlu tasvir ediyor, bu boyutun da erkeklerle ilişki dâhilinde, o tabiyet ilişkisi bağlamında inşa edildiğini söylüyor. BOB feministler, kadınlığın ve cinsiyetlerarası ilişkilerin özel bir inşa sürecine tabi olduğunu varsayıyorlar, mağdurların özselleştirilmiş rolleri üzerinde duruyorlar, bir yandan da Küresel Güney’i üçüncü dünya kadınlarının toplumsal ilişkiler içine girmesinden evvel tanımlamak suretiyle[5] şeyleştirip sömürgeleştiriyorlar.[6]

Kadınların toplumsal cinsiyet temelinde aynı olduğunu düşünüyorlar. Ama bu noktada bir sorun ortaya çıkıyor: kadın, beyaz üstünlükçüsü, sınıfçı ve yeni sömürgeci iktidarın genel yapısı içerisinde ele alınıp aynılaştırılınca BOB feminizmin o cömert yaklaşımı dâhilinde tüm deneyimler, toplumsal-bilişsel konum ve bağlam, siliniyor.

Bu düzlemde, Küresel Güney’deki kadınların sömürgeciliğe, BOB feminizme ve Batılı patriarkaya karşı erkeklerin yanında olmaya dair kararları, BOB feminizm tarafından inkâra uğruyor. BOB feminizm, kadınların erkeklerin yanında olma tavrını sömürgeci kalkınma açısından yorumluyor ve onun Küresel Güney’de kadın ve erkek arasındaki ayrımlara Batı’nın müdahale edip onları yönetmesi için gerekli kanıtı sunduğunu söylüyor. Tabii bu noktada Küresel Güney’in kadınları, siyasetin öznesi değil, nesnesi olarak ele alınıyorlar.[7]

BOB feministlerin Küresel Güney’in maruz kaldığı zulümden istifade ettiği genel bağlam dâhilinde kız kardeşlik, BOB feministlerin dilinde hegemonik sonuçlar doğuruyor. Bu nedenle Batılı olmayan insanlar, BOB feministlerle ittifak kurmaya yanaşmıyorlar. Çünkü Batı’nın hâkimiyetinin onların ekmeğine yağ sürdüğünü biliyorlar.

Güney ve Kuzey’in kadınları zulüm konusunda belirli açılardan ortaklaşabilseler de[8], Kuzey’in kadınlarının tarihsel planda özel imtiyazlara erişebildiğini görmek gerekiyor.

Sömürgecilik dönemi boyunca kadınlar, toplumsal cinsiyet, sermaye, sömürgecilik, cinsellik ve ırk bağlamında farklı konuma sahiplerdi: Siyahî ve esmer tüm kadınlar sömürgeleştirilirken, beyaz kadınlar ev kadını yapıldılar.

Batı’da burjuva ve proleter kadınlar[10] “ev kadınlığını tüketim sürecinin birer faili olarak ifa ettiler”, üst sınıfa mensup kadınlar lüks eşyalar istediler ve sınıf sisteminin sürmesine katkıda bulundular.[11] Evine bağlı ev kadınlarının yaratılması ile beyaz kadınlar, yeni inşa edilmiş kamusal alandan çekildiler. “Kadın ve ailesi, “küçük beyaz adamın sömürgesi” hâline geldi.[12] Bu süreçte “artık kadınlıktan çıktı” diye damgalanan “Jamima Hala”ya, kadınlık tanımı üzerinden eve hapsedilen “Bayan Ann” eşlik etti.[13]

“Dişilik” ve “erkeklik” ne ve kim olunduğuna göre anlamlandırılmadı. Beyaz kadına layık görülen dişilik siyahî kadına; beyaz adamın erkekliği de erkek siyah köleye layık görülmedi.[14]; tabii bu düzlemde dişilik ve erkeklik, Batı’ya has ikili karşıtlık dâhilinde inşa edilmişti.

Cinsiyetçi, ırkçı ve ayrımcı kurallar üzerinden köle kadınlar cinsel açıdan girişken, sapık ve her türden yükün altına girebilecek kadar güçlü kişiler olarak görüldüler. Buna karşılık Avrupalı kadınlarsa kırılgan ve cinsel açıdan pasif kişiler olarak kabul edildiler.[15]

Yukarıda bahsi edilen bağlar üzerinden düşündüğümüzde Küresel Güney’deki bir feministin önceliğinin toplumsal cinsiyet değil, emperyalizm, yeni sömürgecilik, ırkçılık ve sınıfçılık olduğu görülmektedir. Tüm bunlar, Güney’in kadınlarını ve tüm halkları etkileyen başlıklardır.[16] Feminizmin sürekli başvurduğu üst anlatının odağında tek başına duran toplumsal cinsiyet, deneyimlerdeki, tarihlerdeki ve bilgilerdeki çokluğu dikkate almaz:

“Hattizatında siyah, beyaz ve diğer üçüncü dünya kadınları, Avrupa ve Amerika’nın hegemonyasıyla geçen, on beşinci yüzyıldan bugüne uzanan sürecin geride bıraktığı özel miras dikkate alındığında, çok farklı tarihlere sahiptir. Bu tarihler, kölelik mirasına, zorunlu göçe, plantasyonlara, ödünç işçiliğe, sömürgeciliğe, emperyalist fetihlere ve soykırımlara dairdir.”[17]

Beyaz üstünlükçülüğü ideolojisinde beyazlık[18] yüzünden beyaz feministlerin ırkçı kimliği incelenmez, bu da hem kendileri hem de kendilerinden farklı olanlar konusunda bozuk bir anlayışa sebep olur.[19] Bu ötekileştirici yaklaşım üzerinden BOB feminist, kendisini üstün, hakları olan, özgür, kurtarılmış, yetkilendirilmiş, güçlü, modern, eğitimli ve serbest biri olarak kurar ve temsil eder.[20]

Beyaz üstünlükçülüğü, sadece beyaz olmayanların sorunu değildir, o aynı zamanda toplumsal yeniden üretimde cisimleşiyor oluşu, kimlikleri, ilişkileri, deneyimleri ve toplumsal sistemleri biçimlendirmesi sebebiyle, beyazlara ve feministlere ait bir sorundur.[21]

Söylemsel düzeyde inşa edilmiş kadın ile kendi tarihlerinin maddi öznesi olarak oluşmuş kadın arasında belirli bir ayrım söz konusudur.[22] BOB feminizm, Üçüncü Dünya kadınına ait evrensel ideal tipi, karşıtıyla kurduğu negatif ilişki üzerinden tanımlar. Sömürgeci kalkınma çalışmalarında ve ilgili sektörde bir gösterge olarak “üçüncü dünya kadını” karşımıza, monolitik, tek boyutlu, özselleştirilmiş, sabit bir kategori olarak çıkar. Bu kadın, faillikten de tarihten de öznellikten de azadedir. Başka bir ifadeyle, BOB feminizm, Küresel Güney’in kadınlarının toplumsal düzlemde inşa edilmiş kimliğini görmez. Tarihdışına atılan ve pasifleştirilen, tepeden tırnağa sabit bir kategori olarak ele alınan kadın, üçüncü dünyanın farklılığını meydana getirir ki bu da sadece genel anlamda zulme uğraşayan kadınları değil, üçüncü dünya kadınlarını da imler.[23]

Sömürgeci kalkınma kapsamında BOB feminizm, farklılıkları değerler hâline getirmek için tasnif mekanizmasını devreye sokar, bunun için de modern dönemin tahayyülüne yaslanır.[24] Değerler belirlenip tasnif işlemi gerçekleştirildikten sonra kadının bedeni mücadele alanı hâline gelir. O artık “üçüncü sömürge”dir. Bu hâliyle, sömürgeliğin ve patriyarkanın sistematik olarak şiddet uyguladığı sömürge devletlere ve diz çöktürülmüş doğaya eklenmiştir.[25]

Feministlerin Toplumsal Dönüşüm İçin Kudret Üzerinden Gerçekleştireceği Stratejik Birlik: Dekolonizasyon, Farklılık ve Dayanışma

Feministler hep birlikte, farklı kimlikleri ve güç asimetrilerini nasıl anlayabilirler, farklılıktan kaynaklanan görüşleri nasıl kullanabilirler, sessizliği değil öfkeyi işitip inançlarını nasıl koruyabilirler?”[26]

Homojenlik ideali adına farklılıklar hep yanlış adlandırılsa da[27], Küresel Güney’deki halkların farklılıklarını devrimci bir ötekilik ve özerklik iddiası üzerinden ortaya koymaları mümkündür. Bu durumda Küresel Güney’de BOB feminizmin kadının farklı konumlarını çitleme ve silme girişimleri hükmünü yitirecektir. Kadınlar “iç içe geçen, karşılıklı olarak birbirine bağımlı konumlara sahiptirler.”[28]

“Farklılık”, dönüştürme çabası doğrultusunda, olumlu yönde kullanılabilir. BOB feminizmin hegemonik parametreleri dışında sınırsız bir dayanışma zemini oluşturulabilir. Görecelikçiliğe kapılmadan, birbirine bağlı, politik açıdan özerk ve özel bir konuma sahip evrenselciliklerdeki çoğulluk görülebilir.

Tikeli evrenselin içinde silmekten veya ikisini karşıt kutuplara fırlatmaktan kaçınmak istiyorsak, Mohanty’nin “tikel, çoğunlukla evrensellik düzleminde önemlidir”[29] sözüne bakmak gerekir. Feministlerin paylaştıkları “müşterek farklılıklar” ve farklılığın tikelliği konusunda kurulan ortaklıklar, tüm bedenlerde varolan özerklik[30] ve failliğin karşılıklı kabulü ve karşılıklı bağımlılık temelinde dayanışma köprüleri ve ittifaklar kurmak için birer araçtırlar.[31] Batı’ya ait olan ve bireyleri izole, kendi kendisini üreten, kendisini merkeze koyan, tarihin ve mekânın üzerinde ötesinde duran unsurlar olarak tasvir eden tekbencilik mitini tam da bu yaklaşım aşacak[32], patriyarkanın cinsiyetinin olmadığını, beyazlığın bir rengi bulunmadığını ortaya koyacaktır.[33]. Ben buradan yola çıkarak, feminizmin de cinsiyetinin olmadığını söylüyorum. Bana göre feminizm, toplumsal cinsiyet spektrumunun farklı noktalarında olan insanların bağlandıkları bir politik taahhüttür.

Spivak, Küresel Kuzey’deki feministlerin Küresel Güney’le sırtlarındaki onca bagajı geride bırakarak buluşamayacağını, dolayısıyla Kuzeyli feministlerin jeopolitik ve küresel bağlam dâhilinde kendi suç ortaklıklarını ve konumlarını kabule yanaşmak zorunda olduklarını söyler.[34]

Dayanışmayı, farklılığı olumlu yönde kabul ederek, “büyük bir titizlikle görünür kılınan politik çıkardaki pozitivist özcülüğü stratejik düzlemde kullanarak göstermek mümkündür.[35] Bir insan, “özneyi her daim merkeze koyuyor” diye salt özcülük karşıtı veya özcülük dışı olmaz.[36] O hâlde “stratejik özcülük”, özcülükten kaçışın mümkün(süz) olduğuna dair bilince ihtiyaç duyar ve kişinin toplumsal dönüşümdeki konumunu kullanır. Burada belirtmek gerekir ki BOB kadınların deneyimlerinin homojenleştirilip soyut düzlemde genelleştirilmesini eleştiren kimi feministler de özcülük ve görecelikçilik kültürünün içinde yer alırlar.[37] Bu sebeple söz konusu feministler, zulme itiraz etmezler ve Batı’nın “diğer kültürler”e karıştığı gerçeğini kabule yanaşmazlar. Örneğin Küresel Güney’de cinsiyet temelli ayrımlar, sömürgecilik ve kurumların bu ülkelere ithal edilmesi suretiyle perçinlendiğini ve derinleştiğini söylemek mümkündür. Dolayısıyla böylesi bir süreçte kadın ve erkeğin birbirini tamamladığı durumlar, kadın ve erkek bağlamında eşit şeylermiş gibi değerlendirilmezler:

“Sömürgeciler taleplerini ve teknik yenilikleri erkeklere ilettiler, böylece erkeklerin paraya kavuşmasına imkân sağladılar, sonuçta da kadınlar ekonomik anlamda bağımlı kişiler hâline geldiler. Patriarkal çekirdek aile, bu şekilde ortaya çıktı.”[38]

Sömürgeci kalkınma çalışmalarının ekseriyetine, tekbencilik ve değerden azade kılınmış nesnellikle hükümlerdeki görecelikçilik arasındaki ikilik hâkimdir.[39] Oysa yazarken, madunlaştırılmış ve kadim bilginin dışında tutulmuş grupların ve fikirlerin açısından bakılmalıdır. Belirli bir açıya dayanan epistemoloji, yöntemsel açıdan “içimizdeki yabancılar”ın[40] olumlu ve nesnel niteliklerini ortaya koyar. Bu, kısmen “elitlerdeki bilgisizliğe karşı mücadele”nin içinde olmanın gereğidir.[41] Bu epistemoloji, seçtiği herkese “anonim bir kişi” olarak bakma hakkını kendisine saklayan Öteki’nin “utanma nedir bilmeden” kendisine bakmasını sağlar.[42]

Başka bir ifadeyle, bakış açısını esas alan analiz, ilk önce marjinalleştirilmiş öznelerin bakış açısından bakar[43], ardından, hem Batılı epistemolojinin referans noktası oluşuna hem de araştırmacının “bilgiyi sömürge olmaktan çıkartan kurucu unsur” olarak oynadığı role son verir.[44] Güçlü bir nesnelliğe ve düşünümselliğe yol açan, bilginin parçalı ve tarihsel planda konumlanmış boyutunu ve içteki gerçekleri kabul eder (“nötr” nesnelcilik ve hükümlerle ilgili görecelikçilikte nesnellik zayıftır).[45] Sömürgeci kalkınmanın tüm maliyetini Üçüncü Dünya kadınları üstlendiğinden[46] bu kadınların deneyimleri, onlara epistemolojik açıdan belirli bir avantaj sağlamaktadır.

Sömürgelikten çıkış ve dekolonizasyon pratiği, feminizmin kalkınma karşısında üzerinde durduğu meseleler ve seçeneklerdir. Bunlar sayesinde kanunlar, fikirler ve kurumlardan oluşan yapının, cinsiyet temelli, sömürgeci kalkınma üzerine kurulu hegemonik politikaların sınırları dışında yeni tahayyüller fiilileşir ve yaratılır.

Sömürgelikten çıkışın özü, çoğulluğun evrenselleşmesidir. Pratikte bu mesele, tekil bir form içerisinde ele alınamaz. Çünkü sömürgelikten çıkış için ortaya konulan pratik hem tarihsel hem de toplumsaldır, ayrıca tüm olumluluklarıyla farklı olan halkların yerel ve gündelik mücadelelerinden öğrenir.

Dekolonizasyonsa toprakların yerli halka iadesini, havanın, suyun, hayvanların ve arazinin o halk tarafından kullanılmasını, sonradan gelip yerleşenlerin hâkimiyetinin sonlandırılmasını[47], ayrıca yaşanmış deneyim olarak varoluş ve bilginin sömürgeleştirilmiş alanlarının tasfiyesini içerir. Bu, beyazlığın hâkim olduğu eleştirel olmayan düşünce kalıplarının üretilmesine son verecek, farklı bilgi alanları arasında gerçekleşecek sohbet için gerekli alanı açacaktır.[48].

Kanada anayasasının Kanada’daki yerli halklar üzerindeki etkisini analiz eden Ladner’a göre cinsiyet temelli bir proje olarak dekolonizasyon, yerli halkların cinsiyete dair anlayışlarını, egemenliğe ve milliyetçiliğe dair erkekçi fikirlere karşı geliştirilen itirazı temel almalıdır. Tersten, cinsiyet sömürgelikten çıkartılırken odağa sadece kadın değil erkekliğin inşası da konulmalı[49], böylece cinsiyetle ilgili roller, bağlılıklar ve ilişkiler yeniden tahayyül edilmelidir.

Sonuç

Bu makalede benim amacım, kalkınma konusunda geliştirilecek yeni bir cinsiyet temelli yaklaşım için bir çözüm veya plan sunmak değildi. Bunun da iki sebebi vardı: ilki, daha önce de ifade ettiğim üzere, “kalkınma”nın doğası gereği sömürgecilik ve sömürgeciliğe ait maddi miraslara bağlı oluşuydu. Kalkınma, neticede neoliberal, yeni sömürgeci, ekonomik açıdan köktenci stratejilere ve politikalara uyumlu bir patriarkal tertibat idi.

İkinci sebepse, BOB feminizmin ve onun dile getirdiği sorunlu önermelerin ve hegemonik boyutlarının kalkınma içinde ve dışında kurumsallaştırılması sebebiyle BOB feminizmi modelinin reforme edilemeyecek olması idi. Neticede reforma kapalı olan bu modelin başka bir modelle ikame edilmesi gerekiyordu.

Feminizm ve dayanışma yola, cinsiyetçiliği ve ırkçılığı unutarak koyulur. Çünkü ayrımcı toplumsallaşma insanları birbirine yabancılaştırır, dayanışmaya mani olur[50] ve sahte ikiliklere halel getirmez. Sömürgeci kalkınma sahasıyla ilişkisinde feminist dayanışma kalkınma seçenekleri değil, kalkınmanın kendisine seçenekler üreterek işe başlamalıdır.[51]

Sömürgeci kalkınmanın ve onun cinsiyet temelli yaklaşımlarının karşısına bir seçenekle çıkmak için kalkınma ve yardım ile ilgili işlemler üzerinden kurulan “yardım alan/yardım veren” ilişkisine dair üst anlatının sökülüp atılması gerekir. Bunun yerine, önemli bir adım olarak, sömürgeciliğin ve emperyalizmin yol açtığı zararların tazminatlarının ödenmesi talep edilebilir. Böylesi bir talep, Batı’nın hegemonyasını daraltacaktır.[52]

Sınırları aşan, enternasyonalist bir feminizm, BOB feminizmden sömürgeci iktidar sahasındaki o sorunlu konumlanışını görmesini talep etmelidir. BOB feminizm o iktidara yardım eden bir unsurdur ve kadın mücadelesine asla öncülük edemez.

Özcülüğü stratejik olarak kullanan, insanın toplumsal dünyayla ilişkisine bakan bir yaklaşım, ilk adım olarak ele alınabilir. Kız kardeşliğin yataycı bir üslupla verdiği politik mücadele, hâlen daha geçerli olan bir mücadeledir. Çünkü BOB feminizm, dayanışmayı henüz tekeline alamamıştır, ona mani olamamıştır, radikal eleştirel düşüncenin ve özerk pratiklerin zeminini ortadan kaldıramamıştır. Zaten buna gücü de yetmez.

Kolektiviteleri bir tür özcülük olmadan düşünmek mümkündür. Kimlik siyasetine yol açmadan, tek başına deneyimi veya kimliği temel alan birliklerden uzak durulmalıdır. Örgütler belirli amaçlar temelinde, belirli dönemler için kurulmalıdırlar.[53] Bu adımlar, bize feminizmi beyaz üstünlükçüsü kapitalist patriyarkadan kopartma imkânı sunacaktır.

Tüm kadınların ve feministlerin kudretini, kaynaklarını ve failliğini esas alan, sadece onların birer mağdur olarak oynadıkları rollere odaklanmayan bir hareketin imkânlılığını artırmak için bize mücadele konusunda yeni bir bilinç, bakış açıları ve müşterek bağlamlar gerekmektedir.

Dayanışma eylemleri sürekli yapılmalı ve gündeme getirilmeli, böylece maddi dönüşümü gerçekleştirmenin yanında, yeni kolektifler ve sömürgelikten arınmış varoluş tarzları inşa edilmelidir.

Queensland Aborjin Aktivistleri kolektifinin yetmişlerde BOB feministlere söylediği şu söz, kulağa küpe yapılmalıdır:

“Eğer buraya bana yardım etmek için geldiyseniz vaktinizi boşa harcıyorsunuz. Fakat eğer buraya kurtuluşunuzun benim kurtuluşuma bağlı olduğunu gördüğünüz için geldiyseniz gelin birlikte çalışalım.”[54]

Ioana Cerasella Chis
29 Eylül 2015
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Sandra Harding, Whose Science? Whose Knowledge? Thinking from Women’s Lives. Milton Keynes: Open University Press. 1991: s. 179.

[2] Bell Hooks, The Will to Change: Men, Masculinity, and Love. Londra: Atria Books. 2004: s. 17.

[3] Bundan sonra yazı boyunca “kalkınma” kelimesini “sömürgeci” ifadesiyle birlikte anacağım, böylelikle “kalkınma” meselesinin içsel sonuçlarını ve etkilerini sürekli hatırda tutmaya çalışacağım. Aynı şekilde bu makalede bahsi edilen “beyaz, orta sınıf ve Batılı feminizm modeli” “beyaz üstünlükçüsü, sınıfçı, emperyalist ve sömürgeci feminizm modeli” olarak anılmalıdır. Ben okumayı kolaylaştırmak için “BOB” kısaltmasını kullanıyorum.

[4] Cheryl McEwan, “Postcolonialism, Feminism and Development: Intersections and Dilemmas”, Progress in Development Studies, 2001, Cilt. 1, Sayı. 2, . 94.

[5] Sinith Sittirak, The Daughters of Development: Women in a Changing Environment. Londra: Zed Books. 1998: s. 32.

[6] Cristina Rojas, “ ‘Development’: What’s in a Word? Views from the Paradigms”, Canadian Journal of Development, 2011, Cilt. 22, Sayı. 3, s. 572.

[7] Margarita Aguinaga vd. “Critiques and Alternatives to Development: A Feminist Perspective”, Yayına Hz.: Miriam Lang ve Dunia Mokrani, Beyond Development: Alternative Visions from Latin America içinde. Amsterdam: Transnational Institute, 2013, s. 47.

[8] Morgan Brigg, “Post-Development, Foucault and the Colonisation Metaphor”, Third World Quarterly, 2002, Cilt. 23, Sayı. 3, s. 421.

[9] Brigg, A.g.e., s. 424.

[10] Nelson Maldonado-Torres, “On the Coloniality of Being: Contributions to the Development of a Concept”, Cultural Studies, 2007, Cilt. 21, Sayı. 2, s. 243.

[11] McEwan, A.g.e., s. 95.

[12] Sittirak, A.g.e., s. 4.

[13] Arturo Escobar, “Development and the Invention and Management of the Third World”, Cultural Anthropology, 1988, Cilt. 3, Sayı. 4, s. 433.

[14] Maria Mies, “The Myth of Catching-up Development”, Yayına Hz.: Maria Mies ve Vandana Shiva, Ecofeminism içinde. Londra: Zed Books, 1993, s. 55-69; Enrique Dussel, “Eurocentrism and Modernity (Introduction to the Frankfurt Lectures)”, Boundary 2 içinde, 1993, Cilt. 20, Sayı. 3, s. 67-8.

[15] Valerie Amos ve Pratibha Parmar, “Challenging Imperial Feminism”, Feminist Review, 1984, Sayı. 17, s. 7.

[16] (Dussel, A.g.e., s. 75; E. Dussel, “Europe, Modernity, and Eurocentrism”, Nepantla: Views From South, 2000, Cilt. 1, Sayı. 3, s. 472-3; Brigg, A.g.e., s. 429.

[17] (Ferguson’dan aktaran: Rojas, A.g.e., s. 575. Vurgu bana ait -yn.

[18] Harding, A.g.e., s. 214.

[19] Mona Etienne ve Eleanor Leacock, “Preface”, Yayına Hz.: M. Etienne ve E. Leacock, Women and Colonization: Anthropological Perspectives içinde. New York: J. F. Bergin Publishers, 1980, s. vi.

[20] Amos ve Parmar, A.g.e., s. 9.

[21] Andrea Cornwall, “Myths to Live By? Female Solidarity and Female Autonomy Reconsidered”, Development and Change, 2007, Cilt. 38, Sayı. 1, s. 161.

[22] Cornwall, A.g.e., s. 162-3.

[23] Chandra Talpade Mohanty, “Introduction: Cartographies of Struggle – Third World Women and the Politics of Feminism”, Yayına Hz.: C. T. Mohanty, A. Russo, ve L. Torres, Third World Women and the Politics of Feminism içinde. Bloomington: Indiana University Press, 1991, s. 7; Ann Russo, “We Cannot Live without Our Lives”: White Women, Antiracism, and Feminism”, Yayına Hz.: C. T. Mohanty, A. Russo ve L. Torres, Third World Women and the Politics of Feminism içinde. Bloomington: Indiana University Press, s. 298; Cheryl Johnson-Odim, “Common Themes, Different Contexts: Third World Women and Feminism”, Yayına Hz.: C. T. Mohanty, A. Russo, ve L. Torres, Third World Women and the Politics of Feminism içinde. Bloomington: Indiana University Press, 1991, s. 315; Harding, A.g.e., s. 191-3.

[24] Wendy Harcourt, Body Politics in Development: Critical Debates in Gender and Development. Londra: Zed Books, 2009, s. 19.

[25] Gayatri Chakravorty Spivak, “Criticism, Feminism, and the Institution”, Yayına Hz.: Sarah Harasym, The Post-colonial Critic: Interviews, Strategies, Dialogues içinde. Londra: Routledge, 1990, s. 12.

[26] Amy Lind, “Feminist Post-Development Thought: ‘Women in Development’ and the Gendered Paradoxes of Survival in Bolivia”, Women’s Studies Quarterly, 2003, Cilt. 31, Sayı. 3/4, s. 227.

[27] Harcourt, A.g.e., s. 19-20.

[28] Audre Lorde, “The Transformation of Silence into Language and Action”, Yayına Hz.: Rudolph P. Byrd, Johnnetta Betsch Cole ve Beverly Guy-Sheftall, I Am Your Sister: Collected and Unpublished Writings of Audre Lorde. Oxford: Oxford University Press, 2009, s. 43.

[29] Sandy Grande, “Whitestream Feminism and the Colonialist Project: A Review of Contemporary Feminist Pedagogy and Praxis”, Educational Theory, 2003, Cilt. 53, Sayı. 3, s. 332.

0 Yorum: