Önceki müdahalelerimde birçok kez “çıplak hayat”
kavramından bahsetmiştim. Bana kalırsa salgın şu gerçeği, hiçbir şüpheye mahal
vermeyecek bir biçimde ortaya koymuştur: Bugün artık insanlık, ne pahasına
olursa olsun korunması gereken çıplak varoluş dışında hiçbir şeye inanmamaktadır.
Sevgiye ve merhamete dair çalışmaları, şehadete
işaret eden imanı ve koşulsuz dayanışma üzerine kurulu politik ideolojisi,
hatta çalışmanın ve paranın kendisine olan bağlılığı ile Hristiyanlık dini,
çıplak hayatın tehdit edildiği süreçte, ikinci plana atılmıştır. Oysa buradaki
tehdit, istikrarsız ve kasten kararsız kılınmış istatistikî verilerin işaret
ettiği bir riskten ibarettir.
“Çıplak hayat” kavramının anlamını ve kökenini
netliğe kavuşturmanın vakti gelmiştir. Bu noktada insanın tek kalemde, kati
ifadelerle tanımlanabilecek bir şey olmadığı hususunu hatırda tutmak
gerekmektedir. Bilâkis insan, tarihsel bir kararın aralıksız bir biçimde
güncellendiği mekândır. Her seferinde insanı hayvandan ayıran sınır sabitlenir.
İnsandaki insanî olan, insanın içindeki ve dışındaki insanî olmayandan
ayrıştırılır.
İsveçli biyolog Carl Linnaeus [1707-1778] insanı
primatlardan ayıran özellikleri belirlemeye çalışmış, kendisinin böylesi bir
özelliği bilmediğini bir biçimde itiraf etmiş, nihayetinde de o eski felsefi
özdeyişi, “kendini bil” [nosce te ipsum]
sözünü “homo” kelimesiyle birlikte anma ihtiyacı duymuştur.
Linnaeus, “sapiens” terimini Doğanın Sistemi isimli çalışmasına, ancak kitabın onuncu baskısında
ekleyebilmiştir. Bu yeni terimin anlamına göre insan, kendisini insan olarak
tanımlamak zorunda olan, dolayısıyla insanı insan olmayandan ayırmak, insanî
olmayana karar vermek zorunda olan hayvandır.
Bu noktada alınacak bu kararın, insanı insanî
olmayandan neyin ayırdığına ilişkin kararın tarihsel planda uygulamaya
sokulmasını mümkün kılacak cihaz olarak akla, antropoloji gelecektir. Antropoloji
denilen mekanizma, hayvan hayatını insandan ayırır, insanı bu dışlayıcı tutum
üzerinden üretir. Gelgelelim bu mekanizmanın işleyebilmesi için dışlama
pratiğine kapsama pratiği de eşlik etmeli, hayvan ve insan denilen iki kutup
eklemlenmeli, bu ikisini ayıran ve birleştiren bir eşik belirlenmelidir.
İşte çıplak hayat, bu mafsalın ta kendisidir. Bu
hayat, ne tam anlamıyla hayvanî ne de gerçek anlamıyla insanîdir. Her seferinde
insanî olanla insanî olmayan arasındaki ayrıma orada karar verilir.
İnsanı kesen, onun içinden geçen, insanın
içerisinde toplumsal olanı biyolojik olandan ayıran bu eşik, bir tür
soyutlamadır ve öze dairdir. Söz konusu soyutlama, her seferinde politikanın
belirlenimde olan, “köle, barbar, çıplak insan” gibi, tarihsel ve somut kavramlar
şahsında tecessüm ederek gerçek bir olgu hâlini alır. Antik çağda köle, barbar
ve çıplak insan olarak görülenler öldürüldüğünde suç işlenmiş sayılmazdı. Bu
anlamda on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı ile Aydınlanma ve maymun ile insan
arasındaki kayıp halkayı, Vahşi Çocuk, kurt adam ve Maymunsu İnsan teşkil
etmektedir.
İstisna hâlinde yaşayan yurttaş, toplama
kamplarındaki Yahudiler, yirminci yüzyılda organ ticareti için saklanan bedenin
ta kendisi, resüsitasyon (canlandırma) odasında komadaki hasta, çıplak insanın
karşılığıdır.
Peki bugün çıplak hayat kavramı, pandemi
yönetiminde karşımıza nasıl çıkıyor? Tıp tarihinde izole ve tedavi edilen hasta
insan, çıplak hayatı ifade etmez. O, aslında çelişkili bir formül dâhilinde
asemptomatik hasta olarak tarif edilen kişide karşılık bulur. Çünkü
asemptomatik hasta, hasta olduğunu bile bilmeyen insandır.
Burada mesele sağlık değil, hayatın ne sağlıklı ne
hasta olması, insanın hastalık yayma ihtimaline bağlı olarak, özgürlüklerinden
sürekli mahrum olması, her türden yasağa ve kontrol mekanizmasına tabi hâle
gelmesidir.
Bu anlamda tüm insanlar, teorik planda
asemptomatik hastalardır. Hastalık ve sağlık arasında salınan bu hayat, ancak
ve sadece aşılamanın konusu olabilir. Bu yeni dinde yurttaşlar aşıyla vaftiz
edilmelidirler.
Vaftiz ise artık kalıcı değil, geçici ve
yenilenebilir bir şeydir, çünkü yeni yurttaş, her daim belgesini göstermek
zorunda kalacak, devredilemez ve ilga edilemez haklarından mahrum kalacak,
sadece aralıksız bir biçimde başkalarınca kararlaştırılıp güncellenen
yükümlülüklere sahip olabilecektir.
Giorgio
Agamben
16 Nisan 2021
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder