02 Nisan 2021

Görünmez Kafes


Sanki binlerce parmaklık vardı
Ve parmaklıkların ötesinde dünya yoktu.

 

Rainer Maria Rilke, “Panter” isimli şiirinde mahkûmların çilesini çektikleri bilinç daralmasını bu şekilde anlatıyor.

Siyaset ve medya aracılığıyla devam eden korona propagandası, korku ve yalanlardan görünmez parmaklıklar yaratıyor. Artık bu zihinsel kafesin dışında bir şey olabileceği aklımıza gelmiyor. Dolayısıyla düşüncelerimiz, bir çözüm bulamadan, bıkıp usanmadan kendi etrafında dönüyor.

Hâkim anlatılar, her zaman iktidara sahip olan güçlerin anlatıları olagelmişlerdir. Bilinçli olarak körüklenen dışlanma ve karalanma korkusu da bizi bizim için tasarlanan manevi muhafazada tutar. Muktedirler, bu tür manevralara yüzlerce yıldır aynı sebeple başvurmuşlardır: Bakımı kolay, manipüle edilebilir ve ekonomik açıdan hayatta kalabilen varlıklar olabilmeliyiz.

Japon heykeltıraş Hiroyuki Hamada, bizi neyi tutsak ettiğini görmemize yardımcı oluyor ve buradan da kurtuluş için gerekli bakış açısını sunuyor.

* * *

 

Tüm toplum, abes bir oyunun sahnelendiği bir tür tiyatroya dönüştüğünde bilin ki kuklacılar aklını yitirmiş krallar ve kraliçelerden başkası değildir. Akli dengesini yitirmiş olan muktedir sınıf, insanlığı ve doğayı harap ettikçe toplum kendi mantığını, tarihini, olgularını, dürüstlüğünü, samimiyetini, yaratıcılığını ve hayal gücünü yitirir.

Otoriterliğin görünmez kafesi, dipsiz bir piramit şeklinde çıkar karşımıza. O loş olan alt katmanları korku ve umutsuzluk kaynağıdır. O tabakalar ve katmanlar bizi ayırır, bizi bize yabancılaştırır, hepimizi insanlıktan çıkartır. Başkalarının çektiği acı, sizin kazancınız hâline gelir. Zalimlerin iktidarına sığınırsınız zamanla: kralların ve kraliçelerin o tehlikeli hayal gücü, size güvenlik hissi verir.

Ama bu tarz bir düşünce, delilerin tiyatrosundan gelip aklımızı uyuşturan sesler beynimize akın ettiği ölçüde silinip gider. Elimizde kalan mantık, ciddiyet ve dürüstlük, dost bildiğimiz, korkuya teslim olmuş insanlarca sinizm, umutsuzluk ve korkaklık üzerinden alaycı ifadelerle karşılanır ve saldırıya uğrar.

Ne var ki dünya, kralların ve kraliçelerin kulübüne ait olanlara hiç de böyle görünmez. “İnsanlığın” yürüyeceği doğru yola dair herhangi bir anlayışa sahip olmayan bu azgın kitle, doğası gereği, o insanlığı sarf malzemesi gibi görür. Bunun böyle olduğunu birçok kez gördük: Avrupalıların yerlileri sömürgeleştirmesi, Afrika halkının köleleştirilmesi, birçok halka uygulanan soykırımlar bunun kanıtı.

Ama bir yandan da gerçeğe körleşmiş aynı insansızlığa bugün de tanık oluyoruz: evsizlik, tedavi edilebilir hastalıkların yol açtıkları ölümler, açlık, madde kullanımı sonucu yaşanan ölümler, intihar, yoksulluk, mülteciler, kitlesel hapsetme pratikleri, devletin uyguladığı şiddet, yabancılaşmanın uyguladığı psikolojik işkence bu insansızlığın farklı veçheleri. O krallar ve kraliçeler, bunları ellerindeki kaynaklarla çözüme kavuşturulması gereken meseleler olarak görmüyorlar.

Hatta onlar bu olguları, kapitalist hiyerarşi içerisinde geçerli birer konum elde etme imkânı bulamamış insanları cezalandırma yöntemi olarak görüyorlar. Otorite korkusu ve cezalandırılma korkusu el ele ilerliyor ve birlikte bizi hiyerarşi içerisinde sahip olduğumuz konumlara hapsediyor, bizi o konumu, yedi gün yirmi dört saat sistematik ve yapısal tehdit altında olan esenliğimizi korumaya mecbur ediyor. Aslında hep birlikte gaspın ve yağmanın yapısal bir hâl aldığı bir sistemin içinde yaşıyoruz.

Bugünün kralları ve kraliçelerine ait o “kutsal çiftlik”te serbest gezinme imkânı elde ettikçe temel maddi gerçekliğe erişme imkânımızı da yitiriyoruz. Etrafımızda gözle görünmeyen bir çit çekmişler, elektronik ortamda hepimizi izliyorlar, zorla aşı yapıyorlar ve hepimizi dört bir yanında ekranların olduğu steril bir kafese hapsetmişler.

Hepimiz kâr getiren, veri toplama sürecini besleyen, ruhunu dirhem dirhem teslim eden bir fareye dönüşmüşüz. Önümüzdeki noktaları birleştirmeye başladığımızda hep birlikte korkunç bir geleceğe doğru ilerlediğimizi görmek, hiç de zor değil.

Her türden suiistimali ve saldırıyı kendilerine kesilmiş birer “ceza” diye görüp onları hoş gören bir topluma bu türden bir korku ne yapar? İnsanların sokaklarda görünmez varlıklar olarak yaşadıkları gerçeğine sırtını dönebilenlerin veya kendisini yıkıma sürüklemek adına ümitsizliğe kapılıp kimi adımlar atan, madde kullanan insanların acılarını hissedemeyenlerin başına ne gelir?

Bu insanlar, her şeyi sorgulayanların sözüne mi yoksa yapay zekâ, yeşil kapitalizm, genetik mühendisliği, dijitalleşme ve finansallaşmanın biçimlendirdiği muhteşem bir gelecek vaadinde bulunan muktedir sınıfın sözüne mi inanırlar?

Bu soru sorulmazdan önce, imparatorluğun sosyo-ekonomik ve politik güzergâhının iki kapitalist politik partinin emperyalist çerçevesine göre şekillendiği koşullarda, bu tür bir sorunun sorulmasına izin verilip verilmeyeceği üzerinde durulmalıdır.

Kapitalist hiyerarşi, kendi içerisinde birilerine özel konumlar tahsis ederek, ihtiyacı olanı alır: bu konumlarsa doğal kaynaklar, anlatılar, olgular, tarih, insanlar, politik ideolojiler veya zaman-mekânda bulunan her şeydir.

Krallar ve kraliçeler tüm bunları tekeline alır. Maddi kaynaklara, aynı zamanda yetenek ve bilgiye sahip insanlara kapitalizme hizmet etsinler diye el konulur. Bunlar tekelde toplandığı noktada değerli olanlar metalaştırılır, o kral ve kraliçelere fayda getirecek şekilde dağıtılır.

Bu süreç, belirli katman ve tabakalarda işler. Bilinç, efsanelerin, sömürüyü esas alan anlatıların, yalan yanlış tarih bilgilerinin ve gerçekle alakası olmayan şeylerin bombardımanına maruz kalır. Sahte bir gerçeklik inşa edilir ve bu kurgu gözlerimize perde çeker, bir yandan da gerçek dünyada ölümlü bedenlerimizi dolaştırmamıza izin verir.

Ruhumuzun maruz kaldığı görüntüler, hiyerarşi içerisindeki konumumuza göre farklılık arz eder. Bize anlatılan her şey, hiyerarşik yapıdaki konumumuzu tasdik edip meşrulaştırır. Krallar ve kraliçeler, kendilerini kâinatın kıymetli efendileri olarak görürlerken, kitleleri, fırsatlar dünyasında ellerinden gelenin en iyisini yapan, özgürlüğe âşık insanlar olarak görürler.

Böylesi bir denklemde otoriterizm kendisini zaman-mekânda kapitalist bir yolu takip eden, faşizm ve sosyal demokrasi arasında salınan bir sarkaç olarak ortaya koyar. Havuç ve sopa sayesinde kitlelere sunulan imajlar, görüntüler, kabul edilebilir fikirlerin tabi olduğu kapitalist çerçeve içerisinde tutulurlar. Şirket yanlısı siyaset ve şirketlerin beslediği aktivizm, sarkacın salınmasında önemli roller oynar. Böylelikle kapitalist çıkarlar mevziler elde ederken, bir yandan da bu çıkarlar “demokratik”miş gibi görünürler.

Sistem için ve onun adına işleyen kıymetli ama tutsak edilmiş unsurlara saldırmayı esas alan terörist taktiklere bel bağlayanlar, sisteme bir şekilde direnmeye çalışırlar. Oluşan hasar, toplumsal dinamikleri tehlikeye atar, bu dinamikler, zaten her şeyden mahrum olanlardan mahrum kalırlar. Bir yandan da zalim sistemi söküp atmak için birleşmek zorunda olan halkı böler.

Zalimlere yönelik haklı öfkeyi, şirket yanlısı STK’lar ve ajan provokatörler yönlendirirler ve onu en ağır tedbirlerin, kentlerin yenilenmesi noktasında toplulukların dağıtılmasının kılıfı, yeni sömürü projelerinin katalizörü hâline getirirler.

Kapitalizmin çelişkileri, kapitalizmin zorunlulukları gereği sınırlarına dayandığı ve halk, yanlış algılarla maddi gerçekliği uzlaştırma becerisinden tümüyle kurtulduğu ölçüde kitleler harekete geçer ve sömürünün güzergâhı, yeni kuralların gündeme geleceği yeni bir sahaya doğru yönlendirilir. Kulaklarımıza düşmanların, doğal felâketin veya hastalığın kapıda olduğuna dair cümleler fısıldanır. Hepimizi krallar ve kraliçeler için açılacak, yağmanın ve sömürünün işlediği yeni yola uyum sağlamaya mecbur ederler.

Hiyerarşik yapının dayandığı zeminin yüzleştiği, gerçek ya da değil, her türden kriz, bizi kapitalist çiftlik içerisinde tutacak iki ayrı itkiye yol açar. İlk itki, otorite korkusu ile ilgilidir. Bu itki, bizim yaşadığımız hayal kırıklığının yükünü bizim, başkalarının, diğer ezilenlerin sırtına yükler, bir yandan da halkın istikrardan yoksun ruh hâlini ele geçirir ve kendi çıkarları hilafına zalim otoriteyi desteklemeyi emreden tuhaf bir psikolojiye yol açar.

İkinci itki ise krizin dayattığı maddi kısıtlamalarla alakalıdır. Bu süreçte hepimiz, hayatta kalmak adına birbirimizle mücadele ederiz ve birbirimizin düşmanı hâline geliriz. Hepimiz, kapitalist bir kafese hapsediliriz. Sonra o kafesi korumak zorunda kalırız.

Kafes, otorite korkusuna direnebilmemizi sağlayacak şekilde inşa edilmiştir. Yukarı çıktıkça güç kazandığımızı düşünürüz. Ayrıca kafes, yatay hareketlilik düzleminde belirli bir güç yanılsamasına yol açar, bu sayede de rakiplerimizin saldırılarına karşı koyarız. Aşağıdaki sağlam zeminse bizi hiyerarşi içerisindeki konumdan aşağı düşmemize mani olur. Tüm yapıyı bir arada tutansa sömürü ve boyun eğdirme noktasında başvurulan şiddete dayalı güçtür.

Büyük Sıfırlama

“Büyük Sıfırlama”, “büyük çözüm” olarak ambalajlanıyor. Yönetici sınıf “yeşil kapitalizm”i de aynı şekilde pazarlıyor, karbon ticareti, karbon yakalama, yeniden ormanlaştırma bu bağlamda gündeme getiriliyor, yeşil programlar ve yeşil teknolojiler kâr için öne çıkartılıyor. “Büyük sıfırlama” denilen hamlenin amacı da kapitalizmi ayakta tutmak, ama aynı zamanda onu toplumsal ilişkileri daha etkili bir biçimde kontrol edebilecek şekilde dönüştürmek ve kapitalist hiyerarşiye halel gelmemesini sağlamak.

Kapitalizm yeni bir işletim sistemine kavuşuyor, tam da bu sebeple onun yeniden başlatılması gerekiyor. Tıpkı gezegeni kurtarmak adına “yeşil kapitalizm”in gerçek çevreciliği yok etmesinde olduğu gibi bu sıfırlama işlemi de “devrim” adına yürütülen anti-kapitalist faaliyetleri yok etmeyi amaçlıyor.

Kapitalizmin genel çerçevesi içerisinde en fazla öne çıkan solcu aygıt, halk temelli hareketlerdir. Bu hareketlerin amacı, devletin hazırladığı mevzuata ve yönetmeliklere etki edip Wall Street ile kapitalist kurumların sebep oldukları sömürünün ve esaretin seviyesini düşürmektir.

Borsanın, yani işleyen yegâne sistem olarak reklâm edilen yapının ekonomiye yön vermesi sayesinde yönetici sınıf, toplumsal politikaları kendi çıkarları uyarınca biçimlendirme imkânı bulur. Bu tür bir ekonomide yönetici sınıf, servet biriktirme konusunda belirli imtiyazlar elde eder, öte yandan genel nüfus içerisindeki toplumsal ilişkileri kesip atar. Bu yapı, alabildiğine verimsiz, istikrarsız ve ekonomik açıdan adaletsizdir.

Yönetici sınıfın çıkarlarının öncelikli hâle gelmesini sağlama noktasında kapitalist devlet önemli bir aygıt olarak iş görür. Toplumsal devrimse kapitalist devlete el koyar, şirketleri millileştirir, ekonomiyi, eğitimi, toplumsal kurumları ve tüm toplumsal ilişkileri halkın çıkarına uygun şekilde yeniden kurgular. Emperyalist hegemonyaya zarar verme ve kapitalist sömürüye karşı koyma noktasında bu strateji, esasen iki önemli şeyi yapmaya çalışır.

İlk olarak bu tür stratejiler, halkın çıkarlarını öncelikli görür, genelin faydasına olan projelere odaklanır, sosyal güvenlik ağları oluşturur, altyapıyı halka göre inşa eder, çevre düzenlemelerini buna göre yapar vs.

İkinci olarak söz konusu stratejiler, ekonomik faaliyetlerin, insanlığı ve doğayı temel alan bir yaklaşım dâhilinde, halkın ihtiyaçları uyarınca yürütülmesini sağlar.

“Büyük sıfırlama” ise yönetici sınıfın bahsi edilen tedbirleri uygulama yetkisini halkın elinden alıp onları halk üzerinde hâkimiyet kurma imkânı yaratmak için kullandığı bir projedir. Çiftliğin sahipleri, zaten çok zengin oldukları için büyük bir çiftliğe ihtiyaç duymazlar. Onların toplumsal mühendislikle ilgili becerileri ve ekonomiyi kontrol etme imkânları, bugün çiftçilik işini daha küçük bir ekiple yapabilecekleri bir yapı içerisinde sınava tabi tutulmaktadır.

Tam da bu sebeple tüm faaliyetler, “Büyük Sıfırlama”nın takip ettiği güzergâhı herkese dayatma noktasında işlevsel olan muhtelif kapanma tedbirlerini yürürlüğe koyma veya bu tedbirlere karşı çıkma biçimini almıştır.

Herkesin de anımsayacağı gibi tüm çevrecilik faaliyetleri, karbon salınımlarının azaltılması fikrine doğru daraltılmıştır. Güçlü STK’ların yönlendirdiği faaliyetler, iklim değişikliği türünden kıyamet hikâyelerinin korkuyu yaymak için anlatılması ve şirketlerin malı olan bilimin sürekli küresel ısınma üzerinde durması neticesinde iklim değişikliğiyle ne pahasına olursa olsun mücadele edilmesini söyleyen insanların sayısı hızla artmış, ama bu süreçte diğer tüm çevrecilik faaliyetleri, kenara itilmiş veya kapitalistlerin hizmetine girmiştir.

Bu süreç, bir yandan da kapitalist sistemin ortadan kaldırılmasına ve insanlıkla doğanın ahenk içinde varolmasını mümkün kılacak alternatif bir sistemin inşasına dönük sistemli bir çabanın parçası olmanın hükmünü yitirdiğine dair fikri beslemiştir.

Bugün bize sadece “sosyalizmi inşa edecek vakit yok” denilip duruluyor. Hepimizden neticede kapitalistlerin sundukları yeşil çözümlerin parçası olmamız isteniyor.

Bize, bu kâr amacı güden kumarhane kapitalizminin “paydaş kapitalizmi”nin sahneye çıkabilmesi için son bulması gerektiğinden bahsediliyor. Bu fikri de dünyayı sömüren, onu şirketlerin eline teslim eden, askerîleştiren ve finansın kölesi kılan rantçılar dillendiriyor. Dolayısıyla onların aslında kendi çıkarlarını güvence altına alma derdinde olduklarını görmek gerekiyor. Bu noktada kapitalistler, ekonomi denilen gösterinin “görünmez el” tarafından sürdürülmesi yerine ekonomik kararlara göre yönlendirilmesini istiyorlar. Bize herkese temel gelir, ücretsiz ev ve diğer sosyal hizmetlerin verilmesi gerektiğini söylüyorlar. Ama diyorlar ki “bunun için kamu-özel işbirliği üzerine kurulu mevzuata ve politikalara uyulması şart.”

Kendimizle, toplumumuzla ve doğayla kurduğumuz ilişkilerden mahrum kaldığımızda, tahribata yol açan endüstriyel tarımın hüküm sürdüğü, her şeyin dijitalleştiği, devasa büyüklükte kaynakların yeraltından çıkartıldığı ve toplumların çokuluslu şirketlerce sömürgeleştirildiği, buna bağlı olarak, ruhlarımızın beyin yıkama yöntemleri ve propaganda ile görünmez bir kafes içerisinde köleleştirildiği sürecin parçası hâline geldiğimizde başımıza ne gelir, hangi şartlara tabi oluruz, bunu soran yok.

Zaten şu anda ABD’de bu türden bir sistem işliyor. Bu sisteme “kitlesel hapsetme” diyorlar. İnsanlar, kütleler hâlinde özel şirketlerin elindeki hapishanelere tıkılıyorlar. Bize diyorlar ki “ekonomi sadece büyüme hedefli olmamalı, büyüme anlayışının yön verdiği ekonominin yerini sürdürülebilir bir ekonomi almalı.”

Ama bu lafı geçim kaynaklarını zorba kapitalistlere teslim etmek adına her türden ekonomik büyüme faaliyetini kısıtlamaya çalışanlar söylüyorlar. Bu insanların asıl derdi, üretken toplumsal ilişkileri kısıtlamak, böylelikle insanları asgari ihtiyaçları ile geçinmeye mecbur etmek, çiftlikteki sürüyü küçültmek, az kaynakla daha kolay yönetilebilir bir topluluk elde etmek. Boğazına kadar suça batmış bu insanların tek bildiği ekonomik çözüm bu. Bugün herkese vurdukları aşının ne tür bir rol oynadığını kim biliyor?

Zaten cehenneme dönmüş hayatlarımız, saniyesinde binlerce işlemi gerçekleştiren, güçlü bilgisayar programlarına dayanan yüksek frekanslı ticaret kapsamında basit bir rakam olarak görünen hayatlarımız, yapay zekâdan ibaret müşteri temsilcilerinin emrine verildiği vakit neye benzeyecek, kim biliyor?

Solun gündem maddelerine el koymak için mevcutta tüm politikalar yeniden kurgulanıyor. Görünmez el, “devrim” adına, kralların ve kraliçelerin zor üzerine kurulu hükümranlıklarını baki kılmak amacıyla, yeni bir görünmez kafes inşa ediyor. Bu devrim, esasen faşist bir devrim.

Bahsini ettiğimiz güzergâhların sabit olmadığını görmek lazım. Asıl mesele, ihtimallerin kapitalizm çerçevesi dâhilinde gidişattan endişeli olan insanlarca incelenmiyor oluşu. Sistem, yapısal bir soruna sahip.

O vakit sözünü ettiğimiz şu sarkaca geri dönelim. Kapitalizmde diğer tüm toplumsal kurumlar gibi politik kurum da yönetici sınıfa hizmet eder. Onun görevi, kapitalizmi işlediği suçlardan arındırmaktır. Suç faaliyetlerini içeren bir konu başlığı politikleştiği ölçüde o başlık, suça bulaşmış unsurlardan arındırılıp “meşrulaştırılır”.

Toplumsal kurumların para kaynağı yönetici sınıftır, dolayısıyla hepsi de bu görüşü destekleyecek adımlar atar: Medya görevle alakalı görüşün dil bulduğu yerdir, yasama bu görüşü kanunlaştırır, yürütme ilgili görüşü yürürlüğe koyar, yargı hükmünü ona göre verir, akademinin işi ona destek sunmaktır, eğitim, görüşün dayandığı zemini pekiştirir vs. Böylece toplumsal politikaların parçası hâline gelmek, normalleşir.

Konu başlığı, ABD’nin şanlı tarihi ve millet oluşuna dair mitlerle bezenmiş siyaset masasına geldiğinde suçlarından arınır ve resmiyette politikleşir. Artık o, şirketlerin güvenle ve cömertçe sahip çıkıp kullanabilecekleri bir araçtır.

Belirli ellerde işlenmiş olan konu başlığı, politik mitlerin ve geleneğin suni olarak oluşturulmuş alanında dolaşır durur. Pratikte faal olan konu başlığının kurgusal bir versiyonu olarak politik otoriteler arasındaki gladyatör dövüşü, metalaşmış bir simge hâlini alır. Sıradan insanlar, zenginleştirilmiş toplumsal kurumlara girecek servete ve nüfuza sahip olmadıkları için onu tutarlı bir değerlendirmeye tabi tutamazlar. Yetkililerin tüm suç kaydı silinir, suçlar bağışlanır, affedilir, çünkü her dört yılda bir yeni bir rejim inşa edilir.

Sömürgecilik, korporatizm ve militarizm, dışarıda yıkımlara yol açacak bir siyaseti sürdürür. İçeride ise halkı mahvedecek sömürüyü besleyen siyaset uygulanır ve bu iki siyaset de özgürlük, adalet ve insanlık adına ve halk hilafına yürütülür. Çevreyle ilgili endişeler, tam da bu noktada yerini “yeşil kapitalizm”e bırakır. Virüs sebebiyle yürürlüğe konulan kapanma tedbirleri birer kılıftır ve bu kılıf ardında hepimiz bir yere doğru sürükleniriz.

Kapitalizmin genel çerçevesi dâhilinde iki politik uç arasında salınan sarkacı insanlar seyreder ve bu salınıma alkış tutarlar. Emperyalizmin genel çerçevesi dışına çıkıp az da olsa bir bilince sahip olmaksa ancak o çerçevenin onay verdiği aygıtlarla mümkün olabilir. Belirli bir farkındalığı ve bilinci olanlarınsa yönetici sınıfa ait fikirlerin genel çerçevesinin dışına çıkmamaları gerekir.

O çerçeveye uygun düşmeyen bir dünya görüşüne sahipseniz, ya politik bir kabadayının destekçisi olarak kategorize edilirsiniz ya da “faşist”, “komünist” gibi ifadelerle yaftalanırsınız. Bu ifadeler de zaten kapitalist hegemonyaya ait makbul ve makul fikirler, tarih ve mitler üzerinden tarif edilirler.

ABD hükümetinin tüm dünya genelinde faşist rejimleri desteklediği, öte yandan sosyalist ülkelere zorla müdahale ettiği gerçeğini ise kimse görmek istemez.

Fikirlere Kapitalist Hiyerarşi Biçim Verir

Hâkim anlatıya karşı çıkan bir görüşünüz varsa devletin ve kapitalist hegemonya içerisindeki politik uçların hedefi hâline gelirsiniz. Örneğin İsrail’in işlediği savaş suçlarını anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir yerden eleştirirseniz, müesses nizam size bir muhalif olarak zulmeder, üstelik İsrail politikalarını destekleyenler sizi “antisemit” olarak damgalar. (Aynı şekilde Yahudilerin dünyayı ele geçirdiğini inananlar da sizi “gizli Siyonist” olarak yaftalar.)

İsrail’in emperyalist yapı içerisinde önemli bir rol oynadığını, emperyalist hiyerarşiye hizmet ettiğini, bu ölçüde de ciddi bir desteği arkasına aldığını söylediğinizde düşünceleriniz emperyalist kurumların oluşturduğu ağın anlattığı hikâyeler yüzünden tartışılamaz bile.

Politik sarkaç, sadece demokrasi illüzyonu yaratmakla kalmaz, aynı zamanda toplumları lime lime ettiği koşullarda neyin makbul olduğunu da tarif eder. Başvurduğu şiddeti bir sıçrama tahtası olarak kullanan sarkaç, sömürülenlerin boynuna geçirilmiş boyunduruğu baki ve güçlü kılar.

Tam da bu sebeple Filistin halkına reva görülen cehennem, emperyalizmin çarklarına hizmet eder. Ne kadar çok Filistinli çile çekerse, ne kadar çok antisemitik fikir ve duygu açığa çıkarsa, İsrail’in uyguladığı şiddet o ölçüde daha fazla meşrulaşacak, bu da emperyalizmin ajandasına hizmet edecektir.

Kapitalist hegemonya dürüst bir tartışmaya izin vermez, çünkü emperyalizmin gözle görünür olması istenmez, kapitalist kafesi kimse göremez. Kapitalistlerin her şeye yön veren elleri görünmezdir. Kapitalizmin genel çerçevesi, sonuçta insanları hiçbir yere çıkmayan tartışmalara hapseder.

Bu salgın koşullarında bize, iyi insanların maske taktığını, evde kaldığını, kötü insanlarınsa bencilce bir tavırla kuralları hiçe sayıp “komplo teorileri”ni sağa sola yaydığını söylüyorlar. Kapitalizmin çerçevesi dâhilinde makbul görülen anlatıların dayandığı dinamik, ağız dalaşında kullanılacak, kedi gibi kendi kuyruğunu kovalayan argümanlar üretiyor. Bu dinamik, kapitalist kurumların ürettiği suni fikirlerin ötesine bakan her türden anlayışı dışlıyor, küçümsüyor: Böyle bir anlayışa sahipseniz, siz yalan haberlere inanan bir inkârcısınız, komplo teorisyenisiniz, babaanne katilisiniz, “dünyayı komünistlerin ele geçirdiği”ne inanan bir alıksınız.

Bu mekanizmayı görmediğimiz takdirde bahsini ettiğimiz itkilerin birleşmesi, bir tür popülizme yol açacak ve bu popülizm de mevcut toplumsal yapıyı taklit edecektir ki bu da en iyi hâliyle bir başka gerici devrimle sonuçlanacaktır. Ama asıl sebep olacağı şey, halk içerisinde daha fazla ayrışma ve istikrarsızlaşmadır. Bu da kapitalist hiyerarşiyi baki kılacak bir sonuçtur.

Kapanma tedbirlerinin sebep olduğu ölümlerin ve çilenin hesabını tam da bu sebeple kimse vermez, bu hesabın kimlerden sorulacağı sorusunu kimse, tam da bu sebeple sormaz. Yapısal bir değişime tanık olduğumuzu, bu değişimin neden yaşandığını, değişimin anlamını kimse sorgulamaz. Ölümler ve çekilen çileler siyaset masasına konduğunda ise finansçı akbabalar, yeni oluşan sosyal etki temelli tahvil piyasalarında o ölümleri ve çileleri silip atarlar.

Bizi özgürlüğe, adalete ve insanlığa götüreceği söylenen görünmez el, gücü bir avuç insanın eline teslim eden sürecin yönettiği bir imparatorluk meydana getirmiştir. Görünmez el, tepemizde asılı olan, görünmez bir kafes imal etmiş, bu kafes bizi bölmüş, gözlerimize mil çekmiş, yönetici sınıfın bizi sömürmesini ve köleleştirmesini sağlamıştır.

Bugün şu husus açık yüreklilikle ifade edilmelidir: Yapay zekâ, blok zinciri, dijitalleşme, finansallaşma, yeşil kapitalizm gibi hususlar üzerine kurulu olan dördüncü sanayi devrimi denilen distopik gelecek, görünmez elden ve görünmez kafesten ayrı ele alınamaz. Kapitalist kurumların bu geleceği “meşru bir politik başlık” olarak tanımlamalarına, gerçekte sahip olduğu anlamı gizlemelerine izin verilemez.

Yeni imal edilmiş olan kafesi kendi içeriği dâhilinde ele almazsak, onu kapitalizmin yürüdüğü meşru yollardan biri olarak görmek zorunda kalırız. Abes olan her şeyin, anlamsızlığın sahnelendiği bir tiyatro sahnesi olarak toplumumuz, o yolların meşru görülmesine bağlıdır.

Bense görünmez kafesi kırıp atmış, doğa ve insanlıkla hemhal olmuş bir hayatı yaşamak istiyorum. Siz de o kafesten çıkmak istiyorsanız, muhtemelen benzer bir görüşe sahip olacaksınız. Öyle ya da değil, bugün artık oturup sohbet etmeli, fikirlerimizi paylaşabilmeliyiz.

Hiroyuki Hamada
14 Şubat 2021
Kaynak

Ayrıca bakınız: Meçhulü Öldürmek

0 Yorum: