03 Kasım 2020

,

Meçhulü Öldürmek

Toplumumuzda biriken sayısız sorun hakkında tutarlı bir şeyler söylemek, zor bir meseledir, bu yönde bir adım attığınızda ise genelde karşı taraf, size şunu sorar: “Senin çözümün ne?”

İnsanlar hayal kırıklığına uğrarlar ve büyük ölçüde parçası oldukları yapısal soruna anında cevap bulunmasını isterler. Tüm sorunlara tek seferde çözüm ve tedavi imkânı sunacak bir cevap konusunda ısrarcı olmak, sorunun yapısal ve sistematik doğasını görme konusundaki isteksizliği besler. Bu tür bir çözüm ve tedavi arayışı içerisinde olanlar, esasen sorunları yaratanların sundukları “çözümler”e bağlanırlar. Neticede bu “çözümler” kesinlikle aşamacı ve reformist olacaklardır, aksi takdirde, genel gidişatın kendine hizmet eden niteliği, tüm çıplaklığı ile görünür hâle gelecektir.

“Çözümler”deki kusurlarla yüzleşmekse duygusal bir tepkiyi tetikler: sonuçta sistemin kendisini ve ondaki açık kusurları eleştiren kişi, bir bakıma o sistemin parçası olan kendi varlığını da eleştiriyordur. Demek ki sistemi olduğu gibi görmeyi reddetmek ve bu konuda duygusal tepkiler ortaya koymak, istismarcı iktidara yönelik patolojik bağlılığın bir emaresidir. Amerika’da birçok insan, kapitalist hiyerarşiyi tam da bu sebeple desteklemekte, ona dönük bağlılığını her daim ispatlamak zorunda kalmaktadır.

Gerçek çözümse yapısal bir değişikliği içermelidir. İnsanları ehlileştirip yapısal düzlemde onlara zulmeden, şiddet uygulayan, kendisinden kapitalist düzen içerisinde tekrar tekrar istifade edilen feodal hiyerarşi, insanlık dışıdır ve insana düşmandır. Birbirimizle ve çevremizle uyumlu yaşayacaksak, bu tür bir fikir, savunulması mümkün olmayan bir tür idealizm olarak görülüp kenara atılmamalıdır.

Kapitalist Kafes

Uzayın enginliği ve hayal edilemeyen jeolojik zaman aralığında, ufak bir varlığa sahibiz, üstelik bu varlık, tüm gezegen üzerindeki bir toz zerresinden bile küçüktür. Bilinçli varlıklar olarak, bu gizemli madde ve zaman denizinde olmanın ne anlama geldiğini açıklamak için anlatılar ve teoriler ürettik. Sosyal organizasyonumuzun ve kendimizi onunla nasıl ilişkilendirdiğimiz meselesinin merkezinde bu fikirler durmaktadır. Onlar, nesneleri bireyler ve kolektifler olarak nasıl algıladığımızı fazlasıyla etkilerler. Bu fikirler, din, tarih, ideoloji, gelenek, mit gibi biçimler alırlar ve kolektif ruhun yanı sıra bireysel ruhun parçalarını da teşkil ederler.

Bu fikirlerin topluluk üyeleri tarafından desteklenmesi ve sürdürülmesi gerekir, çünkü o fikirler, o üyelere onların en önemli çıkarlarına hizmet eden mevcut toplumsal düzene onay vermek suretiyle hizmet ederler. Yaşamın gizemini saygı ve huşu ile kabul etmenin yollarını bulduğumuz kolektif tavırlarda bu fikirler, bize meçhulle uzlaşma yolları sunmalıdır.

Sunuyor olduklarını söylemek mümkün mü?

Bu fikirlerin pekiştirildikleri ve fizikî düzlemde toplumsal bir çerçeve olarak tezahür ettikleri verili toplumsal düzende doğduğumuzda, bu fikirleri içselleştiririz, toplumsal mekanizmanın bir parçası oluruz ve fikirler “gerçeklik” hâline gelirler.

Ama kesin olan şu ki bu “gerçeklik”, maddi anlamda doğası gereği gerçek olandan biraz farklıdır. “Gerçeklik” olarak algıladığımız şey, toplumsal düzenin buyrukları tarafından şekillenen madde yorumumuzdur.

Örneğin, kapitalist bir toplumda bir olgu, maddi gerçeklikten sapabilir, çünkü gerçekte uzmanlaşmış bir kurum, yönetici sınıfın çıkarlarından etkilenir. Örneğin, endüstriyel atık, zararsız bir maddeymiş gibi depolanabilir. Kâr, sömürülen ve yalana boyun eğdirilenlerin hilâfına olacak şekilde elde edildiğinden, yalanın etkisi ezilenlerin aleyhine olacak şekilde artar. İnsanlar, yanlış bilgilerin çilesini farklı düzeylerde çekerler. En çok acı çekenler en katı önlemlere tabi tutulurlarken, sömürenler ve ezenler, maddi zorluklara karşı koyma konusunda gerekli teçhizata sahip olurlar, bir yandan da alınacak tedbirleri kendi ihtiyaçları doğrultusunda değiştirirler.

Çetrefilli olguları idrak etmek için uzmanlara ait görüşlere ihtiyaç duyulacağından, kapitalizm koşullarında toplumsal kurumlar, her daim başarısız olma riskiyle yüzleşirler. Lafı daha fazla dinlenen insanlar, olguları da hâkimiyetleri altında tutarlar, zira halk, olguları incelemek için gerekli vakte ve kaynaklara sahip değildir. Sesini daha fazla dinletenin görüşü, kendisine ilerleyecek kanallar illaki bulur. Ekonomi sahasında işlemekte olan hiyerarşi, gerçeği doğru bir şekilde anlaması gerekenlerin ellerinin kollarının bağlanmasını sağlar.

Bugün söz konusu mekanizma, dikine işlemektedir. Yanlış algılanan gerçekler ve olgular, farklı kurumları farklı şekilde etkilerler. Özel çıkarların çarpıttığı bir gerçek, kurumlar arasında çatışmalar yaratır. Bu da insanlar arasında çatışmalara yol açar. Bununla birlikte, ayrışmaların derecesi, egemen sınıfın düzeyine yaklaştıkça giderek daralır, burada yalan, zaten zengin ve güçlü insanlara daha geniş yararlar sunar, çünkü bu insanlar, kendilerine hizmet edecek olan “gerçekliğin” oluşturulması noktasında tüm paralı kurumlara erişim imkânına sahiptirler. Tehlikeli politika, tehlikeli madde, tehlikeli uygulama vs. onlardan uzak durmak için gerekli araçlardan yoksun olanları etkilerken, bu insanlar, muktedir sınıf için kazançlı iş planlarını yürürlüğe koyma sürecinin parçası olurlar.

Yalan, birkaç önemli gelişmeyi tetikler. İlk olarak, muktedir sınıf, kapitalist hiyerarşinin korunması noktasında başarılı olur ve/veya sömürü ile boyun eğdirme pratiklerinden kâr elde etmeyi bilir. İkinci olarak, yalan ezilenleri böler. Üçüncü olarak yalan, insanları maddi gerçekliğe nispetle kendileriyle, birbirleriyle ve doğayla ilişki kurma yeteneğinden mahrum bırakan, o yalanın üzerini örtecek daha fazla yalana ihtiyaç duyar. Mevcut dinamik, birçok yönden kendini tekrar eder; yanlış bilgi, dezenformasyon ve propagandanın gerçeklerle birleştiği, insanların geri kalanı bölünürken, kafaları karışırken ve güçsüzleştirilirken, kurumlar yönetici sınıfın çıkarlarına hizmet etmek için manipüle edilirken, sahte bir gerçeklik yaratır.

ABD'nin Kurucu Babaları, ABD hükümeti içinde “güçler ayrılığı”nı tesis ettiklerinde, muhtemelen bu mekanizmayı çok iyi biliyorlardı. Bu ayrılık, pratikte mekanizmayı kurumsallaştırdı, halk hükümetin tüm odalarına girme hakkı bulunan muktedir sınıf eliyle kontrol edildi ve halkın çıkarlarının karşısına o muktedir sınıfın çıkarları konuldu.

Bazı “muhalifler” ve “topluluk aktivistleri” kadar paralı sosyal kurumlar da kapitalist hiyerarşinin çok önemli bir parçası olarak iş görebilirler, niyetlerinden bağımsız olarak, sistemi sürdürürler ve onu daimi kılarlar. Bu süreç üç yoldan ilerler:

1. Yalnızca suç pratiklerine işaret edip sömürü mekanizmasını tanımayı reddederek muktedir sınıfın amaçlarını açıklama görevini ihmal edenler, insanları gerçekten kopartırlar.

2. Kapitalist hiyerarşi içinde yapısal sömürü mekanizmasını görmeyi reddedenler, muktedir sınıfa hizmet ederler, bir yandan da kendi konumlarını en alttaki insanlar hilâfına olacak şekilde muhafaza ederler.

3. Yalanları görmeyenler veya pratikte onları yineleyenler, sosyal kurumların güvenilirliğini ve bütünlüğünü yok ederken, gerçeklerin kapitalist çerçeveye tabi kılınmasına yardımcı olurlar, toplumsal ilişkilerin istikrarsızlaşmasına yol açarak bizi yalanlara ve manipülasyonlara daha duyarlı hâle getirirler. Hareket kabiliyeti sıfırlanmış olan devlet, bu düzlemde kurumların özelleştirilmesi noktasında kullanılır ki bu da insanlığın ve doğanın kapsamlı bir biçimde ehlileştirilmesiyle sonuçlanır.

Bunlar, kapitalist hiyerarşi içindeki görünüşte kurucu toplumsal dinamiklerin kapitalist hiyerarşiyi desteklemek için nasıl işleyebileceğine dair birkaç örnektir. İnsanların uzmanlarla teçhizatlanmış, birlik içerisindeki kapitalist hiyerarşinin doğasını gerçek anlamda idrak edebilmeleriyle ilgili ihtimal ve bu ihtimalin yol açtığı risk gerçektir, çünkü dünya genelinde sosyalist devrime işaret eden gelişmeler yaşanmaktadır. Kapitalist kurumlar, kendilerine hizmet eden toplumsal yapıyı sürdürürken, kapitalist çerçeveye temel bir tehdit teşkil etmeyen insanları tek tek seçip bünyesine katar.

Kapitalizmdeki Asalaklık Eğilimi

Bazıları, madem sistem bu kadar faşist ve acımasız, neden “muhaliflerin” toplumsal yapı içerisinde bir rol oynamasına izin vereceğini merak edebilir. Bunun sebebi, emirleri, kararnameleri ve katı kuralları olan otoriter bir yapının ve bunların cezalandırıcı sonuçlarının, kendisini ayakta tutmak için aktif toplumsal ilişkileri geliştiremiyor oluşudur. İnsan zihni, bu koşullar altında yaratıcılık potansiyelini açığa çıkartamaz.

Kapitalist hiyerarşi için kafesin içerisinde hareket etme noktasında gerekli özgürlük bir şekilde bahşedilir. Ayrıca, kendi çerçevesi içinde bir dereceye kadar “özgürlüğe” izin vermeden, bazı insanlar, toplumsal yapı içinde sisteme tehdit oluşturabilecek gerçek bir özgürlük duygusuna sahip topluluklar kurabilirler. Bu nedenle, kapitalist çerçeve dâhilinde güvenlik ve özgürlük yanılsamasına belli ölçüde izin verilir. Bu ortamda insanlar yaratıcı faaliyetlerde bulunurlar, fikir ve ürünleri takas ederler, gündelik rutin çalışmalarını yürütürler. Bu çalışmalarsa, sınırların kapitalist çerçeveyi devam ettirecek şekilde belirlenmesini sağlayan paralı toplumsal kurumlar tarafından yönlendirilirler. Devlet kurumları, medya, kültür kuruluşları, STK'lar vb. halkın mevcut çerçeve dâhilinde ehlileştirilmesini sağlama noktasında önemli roller oynarlar.

Bu organizasyonların rolleri, kapitalist hiyerarşinin anbean sürdürülmesine odaklanır. Ama aynı zamanda, mevcut yapı içerisinde “krizler”i kabul edilir kılıp onları belirli bir şekle sokarlar. Burada amaç, kaçınılması mümkün olmayan ve belli aralıklarla gerçekleşen yapısal ekonomik gerilemelerle mücadelede sömürü ve zulüm pratiklerinin yönünü değiştirmek ve insanlıkla doğanın sömürgeleştirilmesi sürecini temellendirmeye devam etmektir.

Kapitalist hegemonyaya meydan okuyan bir ülke, o ülkenin halkına bomba yağdırılmadan önce “insanlık için ölümcül bir tehdit” olarak adlandırılabilir. Bazı ülkelerdeki nüfus artışı, onlara karşı çeşitli sömürgeci önlemler uygulanmazdan önce, “nüfus bombası” olarak adlandırılabilir. Kâr üreten ve kapitalist çerçeveyi genişletmeye katkı sunan, kanser salgını, uyuşturucu salgını, kitlelerin hapse tıkılması gibi meseleler, ne kadar büyük olursa olsunlar, kapitalist hiyerarşinin daimi kılınması için mücadele edilecek birer unsur hâline gelene dek göz ardı edilirler veya normalleştirilirler.

Bununla birlikte, egemen sınıfın herkes için görünmez hapishane inşa etme çabalarına rağmen, yaratıcı enerjimiz, ara sıra da olsa kapitalist tahakkümün koyduğu yapay sınırları aşma imkânı bulur. Bu noktada kimi bireyler, daha geniş bir nüfusun desteğini almayı başarabilirler. Ne var ki bu kişiler, medyanın hakaretine maruz kalırlar, toplumsal kurumların saldırılarıyla yüzleşirler, hatta devlet kurumlarınca öldürülürler. Korku unsuru, yaratıcı enerjimizin kapitalist kafesin ötesine geçmesine mani olma noktasında çok önemlidir.

Meçhule dair korku, türümüzün başlangıcından beri bizim algımızın temel bir unsuru olagelmiştir. Kendimizi ve çevremizi anlama çabalarımızın kaynağı, korkudur. Doğa ve maneviyat gibi hususlara yönelik hürmetimiz, korkunun sahip olduğu gizemden ve tahayyül edilemeyen derinliğinden kaynaklanır. Servet biriktirme pratiğinin ve anlayışının hâkim hâle gelmesiyle birlikte meçhule dair korku, kaba güçle yüzleşmiştir. Kapitalistler, vahşi yaşamlarla ve karmaşık sistemleriyle dolu, el değmemiş bir ormanı yok ettiklerinde, meçhule yönelik korkuyu da silerler, bir yandan da doğal ortamı yok edip onu sömürgeleştirirler. Kapitalistler, kültürleri ve gelenekleri ortadan kaldırıp onları kapitalist pazarla ikame ettiklerinde, Para Tanrısı’ymış gibi hareket etmek adına, silemedikleri şeyleri yok ederler.

Korku Tohumlarının Ekilmesi

Koruma meselesi, halkların gündemine bir tür şantaj olarak gelir. Söz konusu program en iyi, o şantajı yapan güç, tam da sizin uzak durmak istediğiniz şiddeti uygulama becerisini ortaya koyduğunda işe yarar. 11 Eylül, bu türden bir karanlık pazarlama stratejisinin ürünüdür.

Bize nelerin yaşandığı anlatılıyor ve buna göre düşünmemiz söyleniyor. Fakat bariz tutarsızlıklar var ortada: Hava Kuvvetleri kaçırılan uçaklara müdahale etmedi, şüpheli bir tutum dâhilinde, istihbarat teşkilatları, saldırıdan önce korsanlara karşı eyleme geçmediler, birçok tanık, 11 Eylül’de yıkılan binalarda bombaların patladığını söyledi, eldeki başka kanıtlara bakılırsa 11 Eylül saldırısı, halkın yurttaşlık haklarını ve yasal haklarını ortadan kaldırıp Ortadoğu’ya karşı bir dizi sömürgeci savaşı başlatmak için gerekliydi. Otorite, sanki "bu konuda elinden ne gelir?” dermişçesine, bu hususları inkâr etmiyor. Bize “ya bizimle birliktesin ya bize karşısın” deniliyor.

11 Eylül, imparatorluk için sömürgeciliğin, korporatizmin ve militarizmin temel gerekçesi hâline geldi. Batı’nın kapitalist hegemonyasına meydan okuyan ülkeler yok edildiler. Buna karşı çıkan insanlar alaya alındı, dışlandı, hapse atıldı veya öldürüldüler.

Devlet politikalarının bariz tutarsızlıkları temelde korkuya dönüşür ve bu da emperyal koruma şantajının devreye sokulması ihtimalini artırır. Ne de olsa imparatorluk, dünya çapında 800 kadar askerî üs ve çok sayıda kitle imha silahı ile donanmış bir güçtür.

Mutlak şiddetin mantığı ve insanlığı ayaklar altına alan gücü, ABD imparatorluğunun özü olan zenginliğin ve gücün tezahürüdür: O öz ise insanlara yedi yirmi dört zor uygulayan feodal hiyerarşiyi teşkil etmektedir.

ABD imparatorluğu, otoriteye baskıcı tedbirleri dayatması konusunda açık çek sunduğu koşullarda, halk kendi toprağına bahsi dahi edilmeyen korku tohumları eker. Bu konuda sayısız örnek verilebilir. Önemli simalara suikast düzenlenmesi, buna bir örnektir.[1] Bu ve diğer olaylara bir de istihbarat kurumlarının bu tür olayların gerçekten meydana gelebileceğini doğrulayan açıklamalarındaki eylemler de eklenmelidir. Bu tür olaylar, halkın tüm o yıkıcı niteliğiyle mevcut sistemi sorgulamasına mani olmayı bugün de sürdürmektedir. Kapitalizm, kendisini Para Tanrısı olarak teşkil ederken, meçhule yönelik korkumuzu sömürgeleştirir, onu kendi çıkarı için kullanır.

Covid-19

Tıpkı grip mevsiminde ara sıra okulların kapatılmasında olduğu gibi, hastalanmaktan kaçınmak için alınan temel sağlık önlemleri ve savunmasız kişilerin korunması türünden virüs riskine yönelik önlemler meşrudurlar ve mantığa uygundurlar.

Fakat bugün toplumun, baskıcı sansür önlemlerine, toplanmaya yönelik yasaklara, toplulukların dağıtılmasına, insan haklarının kısıtlanmasına ve muktedir sınıf için kâr sağlayıcı fırsatlar yaratılmasına dönük yollar dâhilinde yapılandırıldığı gerçeğini görmek, bu konuda ciddi sorular yöneltmek gerekmektedir.

Bilhassa “yeni virüs”ün bilim insanlarınca pek de o kadar yeni olmadığının ortaya konduğu[2], virüsün söylendiği kadar öldürücü olmadığından bahsedildiği[3] koşullarda bu tür sorular zaruridir.

Covid-19 sebebiyle insanlar evlere tıkılırken, zenginler ve muktedirler için kurtarma paketleri hazırlanmakta, onlara ekonomik fırsatlar sunulmakta, “kurtarılmaları” yönünde politik kararlar alınmakta, zenginler milyarlarına milyarlar katmakta, ama öte yandan fakirler, neoliberalizmin yeniden yapılandırma çalışmalarının ağır yükünü omuzlamakta, işlerini kaybetmekte, işçiler haklarından mahrum kalmakta, hukukî hakları ve insan hakları konusunda önemli sorunlarla yüzleşmektedirler.[4]

Covid önlemleri, tam da koruma şantajı üzerine kurulu programın yürürlüğe girdiği dönemde gündeme geldi. Tıpkı 11 Eylül veya JFK suikastının geride, olayların ekonomik projelerin iletilmesinde çok önemli olduğunu gösteren çok sayıda inkâr edilemez kanıt bırakmış olmasında olduğu gibi, Covid paniği de bir finansal çıkarlar ağı bağlamına denk düşüyor.[5]

Dünya Ekonomi Forumu, Dünya Sağlık Örgütü, Bill & Melinda Gates Vakfı, muhtelif önde gelen STK’lar, devlet kurumları ve devasa şirketler türünden güçlü kurumsal ve askerî bağlara sahip büyük uluslararası yapılar arasındaki çıkar çatışmaları, bize sunulan yanlış ve eksik bilgilerde ve önemli kanıtlarda karşılık buluyor. Halksa, bu bilgiler üzerinden, önlemlere kayıtsız şartsız uyum göstermek gerektiğini düşünüyor.

Bu koşullarda virüsle ilgili gerçekler, bu bilgilerdeki tutarsızlıklar ve sorulan diğer sorular, zihinlerde şüphe uyandırıyor. Bu şüphe, sizi koruduğunu iddia edenlerin aslında acı ve ıstırabın sebebi olma ihtimalini düşünmenizi sağlıyor.

Bugün insanlar, kimlikleriyle ilgili yıkıcı bir krizle karşı karşıyalar ki bu kriz, esasen bilişsel düzlemde yaşanan uyumsuzlukla alakalı. Hiçbir gerçek, onların konumlarını değiştirmiyor. Aslında insanlar ne kadar çok şey bilirlerse, o kadar çok korkuyorlar ve Covid salgını konusunda devletin dayattığı yaptırımlara daha fazla uyum gösteriyorlar.

Germafobi

Obsesif kompülsif davranış, bir kontrol hissine kavuşmak isteyende ortaya çıkar. Bu davranış, fizikî düzlemde sağlıklı bireyleri, vücutlarının belirli kısımlarını ve çevrelerini düzenli olarak temizlemeye mecbur eder, öyle ki bu eylemleri günlük yaşamlarına galebe çalar. Eylemin kendisi tümüyle psikolojiktir ve ritüel olarak icra edilir. Germafoblar, rasyonel, sıhhi veya sağlıklı değildirler. Bu durum, tekrar tekrar giyilen maskeler, ayrıca sokakta yürürken maske takan ama kapalı bir restoranda yemek yemek amacıyla masasına oturduğunda o maskeyi hemen çıkartan kişiler için de geçerlidir.

Mantık ve akıl, sistem hakkındaki nihai gerçekle ve sistemdeki kendi konumlarıyla yüzleşmekten kaçmak için arınma ritüellerine girenler için önemli hususlar değildir. Sosyal mesafe, maske ve kalabalık ortamlarda bulunmamak gibi ritüel hâlini almış davranışlar, sistem tarafından belirlenmiş davranışlardır. Önlemler virüs riskini azaltmada etkili olmasa ve önlemlerin zararlı etkileri virüsün sözde ölümcüllüğünü aşsa bile, itaat ve kayıtsızlık zaruridir.[6]

İnsanların davranışları günlük tekrarlar dâhilinde alışkanlık hâline gelirken, bu davranışlara eşlik eden sloganlar halkın ruhuna sinerler. Taciz ve acı korkusu, ritüeller dâhilinde ele alındığı ölçüde, bilinçaltına itilir. Polis memurları tarafından vurulan siyahların, devletin gizli bilgilerini ifşa eden, bu sebeple hapse atılan kişilerin görüntüleri, herkesin maskelerini taktığı koşullarda silinip gider.

Kapitalizm, en savunmasız insanların iliğini sömürüyor, bunun sebebi, ona tabi olan halkın kendi konumunu korumaya çalışmayı sürdürmesidir. Görünüşte zeki olan kişiler, birden zihinlerini bloke ediyorlar ve sistemin yüzünü kendilerine çevirip kulaklarına “bu konuda ne yapabilirsin ki?” dediği noktada, ekonomik gasp ve dışlama üzerine kurulu yapısal mekanizmayı göremiyorlar. Ama gene de halk, temelsiz resmi anlatılara yüzü dahi kızarmadan destek sunduğu durumda, kapitalist hiyerarşinin varlığı görünür hâle geliyor. Bu noktada “Irak'taki kitle imha silahları insanlığa karşı en büyük tehdittir”, “Şehirlerde azınlık çocukları, dize getirilmesi gereken yıkıcı unsurlardır”, “Ruslar geliyor”, “Ölümcül bir salgın çaldı kapımızı” türünden yalanlar söyleniyor. Neden? Çünkü insanların, kendi hâkimiyet anlayışı dâhilinde insanları öldüren, tecavüz eden, çalıp çırpan, dünya genelinde sekiz yüz kadar askerî üssü bulunan, köle sahibi sömürgecilerce kurulmuş bir ülkenin pratikte özgürlüğü savunduğuna inanmaları isteniyor. Para Tanrısı, her yana korku salıyor.

Tüm bunlar olurken, sürece uyum göstermeyenler dışlanıyor, kendi kabuklarına çekilmeye zorlanıyor. Mevcutta dinamik, şirketlerin teşkil ettikleri politik çerçeve dâhilinde işliyor. Bu süreçte ABD’deki emperyalizm yanlısı iki politik partinin hâkim olduğu “demokrasi”ye dair yanılsama, sürekli besleniyor. Partilerin çekirdek unsurları, halka anlatılacak hikâyeler kaleme alıyorlar. Alınacak konumlar belirleniyor. O konuma karşı iseniz üzerinize çamur sıçratılıyor. Sonuçta ABD başkanlık seçimi denilen, artık ritüel hâlini almış kavgayı seyreder buluyorsunuz kendinizi. Zeki insanlara, para ve şiddet üzerine kurulu feodal hiyerarşiyi daimi kılan iki emperyalizm yanlısı parti arasında cereyan eden gladyatör dövüşünü seyredip alkış tutmak kalıyor. Sizi ezilen insanları kurtarmak için oy vermeye çağıranların çığlıkları, sömürgeciliğin açık hedefiyle uyumludur.

Aslında insanlar, “düşman ülkeler”deki insanları öldürecek hükümet için oy kullanıyorlar. Seçimde, çocukları kafeslere koyan, göçmenleri hapse tıkan hükümeti belirliyorlar. Suç işlememiş insanları parmaklıklar ardına gönderecek hükümeti tespit ediyorlar. Deri rengi yüzünden insanları öldürecek hükümeti seçiyorlar. Ezilenleri kurtarma iddiasındaki insanların oy kullanmıyor olması gerekiyor. Bu insanlar oy kullanmamalı, zira kendi kaderini tayin etmek adına gerekli seçimi yapacak olan, asli kurtarıcı olarak Amerikan halkının kendisidir. ABD’de şirketlerin yönlendirdiği siyaset, Para Tanrısı için gerekli temel ritüelleri belirlemekten ibarettir.

Genel olarak bilgili ve meselelerin farkında olan muhalifler, aktivistler ve diğerleri bile, yukarıda aktarılan sebeplere bağlı olarak, virüsün öldürücülüğünü, maske takmanın etkili olup olmadığını, çeşitli izolasyon önlemlerinin geçerliliğini vs. sorguladıkları için yoldaşlarına saldırdılar. Bununla birlikte, çeşitli türden faşist ideolojilere bağlı olanların da pratikte kendilerini devletin kısıtlayıcı önlemleriyle uyumlu hâle getirdiklerini belirtmek gerekiyor. Bu insanlar için kapitalist hiyerarşinin yapısal sonuçları ve aldatmacaları herhangi bir sorun teşkil etmiyor. Neticede “kriz” zamanlarında anti-kapitalist ve anti-emperyalist hareketi ortadan kaldırma noktasında faşizm, her daim işe yarayan bir silâh.

Emperyalizm, bizi uygun ve uyumlu biri olmaya zorluyor, üstelik bu işi yedi yirmi dört yapıyor. Yarattığı girdaba müesses nizama rıza gösterenleri çekiyor. Kast düzeninin belirli katmanlarında varolabilmeyi amaç edinmiş olan insanlar, mecburen hiyerarşinin muhtelif katlarında bir araya geliyorlar. Onların değerleri, inançları ve kuralları kapitalist çerçeve dâhilinde inşa edilmiş ve tümüyle o kişileri korumak için var. Hiyerarşiye rıza göstermeyen, aşağıdaki veya yukarıdaki düşmanlarına karşı çıkıyorlar. Otoriterlik, anti-kapitalistleri ve anti-emperyalistleri ortadan kaldırıyor. Hiyerarşide belirli bir konumda kalsın diye her bir katta varolması gereken toplumsal ağlar, otoriteye boyun eğiyorlar. Emperyalizm, hiyerarşinin her katına sızıyor.

İnsanlar, bağımlılık, takıntı, depresyon, öfke ve intihar düşüncesi ile yüklü hâl ile baş edebilmek için patolojik açıdan kimi yollara yöneldiler. Henüz reşit olmayan insanlar arasında akıl sağlığı sorunları hızla arttı. Tabii bu tür meseleler, müesses nizamın gündemine asla gelmiyor.

Ama öte yandan maske takmayı reddedenlerin “psikopat” oldukları söyleniyor. Eskiden malikâneden kaçan kölelerde bir tür ruhsal bozukluk olarak drapetomani (evden kaçma hastalığı) bulunduğu iddia edilirdi ya da cinsel ayrımcılığın her türden çilesini çeken ve bu hâle artık tahammül edemeyen kadınlarda histeri olduğu söylenirdi.

Otoriter hiyerarşi, zihinleri sürekli öğrenilmiş çaresizliğin büyüsüne teslim ediyor. Bazıları, her türden seçeneği reddeden bir sinizme yöneliyor. İstismarın ve ihmalin acısı, çocukları istismar ediliyor oluşu bir tür savunma mekanizması dâhilinde içselleştirmeye itiyor. Çocuklar, travmaları aşmak için ruhsal âlemlerinde istismarcılarla muhabbet kurmak durumunda kalıyorlar. Bu süreçte onlar, kapitalist hiyerarşide başkalarına acı veren kişiler hâline geliyorlar.

Para Tanrısı, psikolojik düzeyde itaat edenleri sömürgeleştirirken, meydan okuyanları yok ediyor.

İnsanları uyumlu bir şekilde birbirine bağlamaya yardımcı olan, doğal yoldan geliştirilmiş topluluklar, Covid tedbirleri üzerinden bölünüyor, hükümsüz kılınıyor, kapitalist çerçeveye teslim ediliyor. Covid tedbirleri, insanları bir yandan samimiyet, iletişim, organizasyon gibi araçları ortadan kaldırmak suretiyle birbirine yabancı kılarken, bir yandan da alınıp satılan verilere dönüştürüp dijitalleştiriyor. “Yeni normal”in kahrını kendine kapalı cemaatleri içerisinde çekebilenlere ise sanat ve doğayı takdir etmek, ayrıca distopik bir şimdide kurulan hayal dünyasına çekilmek için gerekli zaman lütfediliyor, ama bu, insanların zorbalığın yapısal hâle geldiği rejimlerde alınan katı tedbirler dâhilinde ehlileştirilmesi pahasına gerçekleşebiliyor.

Bu süreçte doktor ziyaretleri, kâr getiren çevrimiçi sohbetlere dönüşüyor. Eğitim, paylaşımın karmaşıklığı ve yaratıcı arayıştaki derinlik olmaksızın, dijital beyin yıkama faaliyeti hâlini alıyor. Toplumsal değerleri besleyebilen küçük işletmeler, yerlerini emperyal değerlere sahip küresel şirketlere bırakıyorlar. Baskıcı tedbirler, esas olarak ezilenlere odaklanıyor. Sağlık hizmetlerinden yoksun olmanın, zayıflamış bağışıklığın ve hüküm süren sağlık sorunlarının sonucunda ezilenleri eve kapatmayla alakalı tedbirler daha fazla uygulanıyor, onların çektikleri çileler, daha fazla finansa dair bir mesele hâlini alıyor.

Kapitalizm: Geceleri Seri Kundakçı, Gündüz Cesur İtfaiyeci

Dünya Ekonomi Forumu başkanı Klaus Schwab şunları söylüyor:

“Covid-19 salgını sebebiyle uygulanan karantina tedbirleri zamanla kademeli olarak hafifletilse de dünyanın toplumsal ve ekonomik beklentileriyle ilgili endişe, azalmak şöyle dursun, giderek artıyor. Zira endişelenmek için iyi bir neden var: Ani ekonomik gerileme süreci çoktan başladı, neticede bugün otuzlardan beri görülen en kötü bunalımla karşı karşıya olabiliriz. Ancak, bu sonuç muhtemel olsa da, kaçınılmaz değildir. Daha iyi bir sonuca ulaşmak için dünya, eğitimden toplum sözleşmelerine ve çalışma koşullarına kadar toplumlarımızın ve ekonomilerimizin tüm yönlerini yenilemek için ortak ve hızlı hareket etmek zorunda. Bu sürece ABD’den Çin’e her ülke dâhil olmalı, petrol ve gazdan teknolojiye tüm endüstri kolları dönüştürülmelidir. Kısacası, bizim kapitalizmin ‘Büyük Sıfırlanması’na ihtiyacımız var.”

Bağımsız araştırmacı Cory Morningstar ise şu tespitleri yapıyor:

“Schwab, Covid-19 krizini dördüncü sanayi devrimi teknolojileri için bir dönüm noktası olarak nitelendiriyor. İnsanların dikkati, endişelendirmek ve uyumu temin etmek için sürekli hakkında ikazlarda bulunulan maskeler ve Covid pozitif vakaları yüzünden dağılırken, iktidar, dünya genelinde gerçek zamanlı olarak konsolide ediliyor. Dünya Ekonomi Forumu kurucusu ve CEO’su Klaus Schwab, iktidara bağlı seçkinlere hizmet eden bir isim olarak, yeni bir ‘küresel yönetişim’le desteklenen ‘yeni bir küresel mimari’ geliştiriyor. 18 Mayıs 2018’de Dünya Bankası’nın ortakları, Birleşmiş Milletler’de bir araya gelerek bu hususu tartışıyorlar. 13 Haziran 2019’da Dünya Ekonomi Forumu’nun ortakları BM’de toplanıyorlar. 18 Ekim 2019’da Dünya Ekonomi Forumu ve Bill & Melinda Gates Vakfı ortaklığında kurulan Johns Hopkins Sağlığın Güvenliği Merkezi, hayali bir koronavirüs salgını modeli oluşturuyor. Yaklaşık beş ay sonra, 11 Mart 2020’de Dünya Ekonomi Forumu, Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte Covid Eylem Platformu’nu yürürlüğe koyuyor. Bu platform, dünyadaki iki yüzü aşkın en güçlü şirketin meydana getirdiği bir koalisyon. (6 Mayıs 2020 itibarıyla bu sayı 1.106’ya çıkıyor.) Aynı gün, yani 11 Mart 2020’de Dünya Sağlık Örgütü Covid-19’u pandemi olarak tasnif ediyor.

26 Mart 2020’de, Covid-19 sebebiyle okullar kapanıyor. Bu gelişme, dünyadaki öğrencilerin yüzde 87’sini etkiliyor. Dördüncü Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi doğrultusunda piyasaları birleştirmeye dönük adımlarla birlikte, dünya genelinde dördüncü sanayi devrimi uyarınca eğitimin dijitalleşmesi meselesi gündeme geliyor. Bu geçiş sürecini hızlandırmak amacıyla Küresel Eğitim Koalisyonu’nun kuruluşu ilân ediliyor. Koalisyonun kurucu ortakları arasında Microsoft, Google ve Facebook bulunuyor. BBC, McKinsey, IBM, Johns Hopkins Eğitim Politikası Enstitüsü ve Dünya Eğitim İçin İş Dünyası Koalisyonu, diğer ortaklar. Çocukların bu geçiş süreciyle birlikte metalaşması, birer veriye dönüşmesi öngörülüyor. ‘Sürdürülebilir kalkınma hedefi’ denilen, Dünya Ekonomi Forumu’nun savunduğu yeni piyasa, çocuklara ait verilerin izlenmesi ve onların insan sermayesi olarak birer ekonomik varlık hâline gelmeleri üzerine kurulu.”

Winter Oak, Klaus Schwab’ın dünya görüşünü açıktan “faşist” olarak tanımlıyor ve Covid-19 salgınının “büyük faşist sıfırlama”yı gerçekleştirmeye nasıl yardımcı olabileceğini anlatıyor:

“21. yüzyıl faşizmi, insanlığı açıktan otoriter bir dizi yol üzerinden, kapitalizme uyacak şekilde yeniden şekillendirme denilen asli projeyi sürdürmek için farklı siyasi biçimler keşfetti.

Bu yeni faşizm, bugün küresel yönetişim, biyogüvenlik, ‘Yeni Normal’, ‘Doğa için Yeni Düzen’ ve ‘Dördüncü Sanayi Devrimi’ kisvesi altında gelişiyor.”

Küresel kapitalizmi yöneten seçkinler, salgının ilk günlerinden beri ‘paniğin neden olduğu şoktan yararlanmak’ için ellerinden geleni yapıyorlar ve bize, salgının başladığı ilk günden beri, anlaşılmaz bir nedenden ötürü, hayatımızda hiçbir şeyin aynı olamayacağını söylüyorlar.

Schwab ve Malleret, virüsün “hafif” olduğunu kabul etmelerine karşın, Yeni Normal’i kullanma konusunda gayet istekli.

Sürekli “Bu, geleceğimizi tayin edecek moment” deyip duruyorlar. “Birçok şey sonsuza dek değişecek. Yeni bir dünya kurulacak” diyorlar. Onlara göre Covid-19’un yol açtığı altüst, yıllarca, muhtemelen birkaç nesli içine alacak şekilde sürecek. “Birçoğumuz, işlerin ne zaman normale döneceğini düşünüp duruyoruz. Bu soruya net ve kısa bir cevap vermek mümkün: hiçbir zaman!”

Tarihçi Luciana Bohne, Facebook duvarında şunları söylüyor:

“Dünya Bankası’nın ağzından kaygı verici sözler dökülüyor. Dediklerine göre Covid salgını sonrası ‘farklı bir ekonomimiz’ olacak. ‘Farklı’dan kasıt, ‘yeni işletmeler ve sektörler’. Bu insanlar, ‘eskilerin iflas edeceğini veya tekellerin eline geçeceğini’ söylüyorlar. Dolaylı olarak şunu diyorlar: ‘İşlerinizi kaybedeceksiniz, bir vasfınız, yeteneğiniz olmadığı için yeni sektörlerde iş bulamayacaksınız.’ Bu noktada Covid’i suçluyorlar, oysa suçlu, eski ekonomi. Almanya gibi yerlerde sıfır büyüme gösteren ekonomiler, salgından çok önce kapıya kilit vurmuşlardı zaten. Birçok Batı ülkesinde ekonomi, kabul edilebilir asgari eşik olarak yüzde üçlük sınırın altına düşmüştü. Dolayısıyla ekonomiyi Covid öldürmedi. Onlar duvara tosladı, sıfırı tüketti, şimdi de ekonomiyi yeniden yapılandırdıklarını, küçülttüklerini söylüyorlar. Esasen bu, steroidli neoliberalizm. Böyle bir şey mümkünse tabii. Fakat onlar, mümkün olduğunu düşünüyorlar.

Covid ile birlikte kalkınma sürecinde ve yoksulluğun azaltılmasına ilişkin girişimlerde yaşanan bu önemli başarısızlık hâlinden kurtulmak için ülkelerin Covid sonrası dönemde oluşacak farklı ekonomiye hazırlanmaları, bu noktada sermayenin, emeğin, becerilerin ve inovasyonun yeni işletmelere ve sektörlere yönelmesine izin vermeleri gerekiyor. Dünya Bankası’nın Ekim 2020 tarihli raporu bunları söylüyor.”

Geçmişte ABD hükümetinin, insanları yoksulluğa, şiddete, uyuşturucu salgınına mahkûm ederek toplulukları, sırf onların evini yıkan, evlatlarını hapse tıkan, katleden, malını mülkünü çalan “çözüm girişimleri”ni uygulamaya koymak adına, yok etmeye giriştiğini gördük.

Batılı hükümetlerin yaptırımlar, sırf birileri gitsin, birileri kendi insanını öldürsün, Batılı kapitalist hegemonya askerî güçle korunsun diye, ekonomik ambargo, propaganda kampanyaları ve vekâlet savaşları ile ülkeleri istikrarsızlaştırmaya giriştiklerine tanık olduk.

Covid-19 süresince yaşanan olaylar, ders kitaplarında aktarılan ana güzergâhı takip ediyor. Kapitalizmde korku, kriz ve ekonomik saldırılar, hep birlikte, daha fazla sömürü ve teslimiyet için gerekli koşulları oluşturmak için kullanılıyor.

Virüs önlemlerinin aciliyetinin ve bu önlemlerdeki baskıcı yönlerin imparatorluk içinde ve dışında “düşman”a karşı şiddet içeren stratejileri, doğaya karşı kurumsal çevreci planları, dijitalleştirilmiş toplumsal ilişkilerin metalaştırılmasını ve ezilen halkların finans güçlerine kulluğunu perçinleyeceği, güçlü bir dille ifade edilmelidir.

Yağmacılığın insanî ve çevresel maliyetleri çok büyük olacak. Çeşitli bağımsız gazeteciler tarafından anlatılan planlar, maddi gerçeklikten yoksun bu tahakküm hayallerinin ne kadar tehlikeli olabileceğini ortaya koyuyorlar.

Bugün pratikte, insanlığın ve doğanın kapitalizm eliyle sömürgeleştirilmesine dönük adımlara, algoritma, makineler ve yapay zekâdan oluşan bir yapıyı insanlığın ve doğanın yerine ikame etmeye dönük girişimler eşlik ediyor. Nihayetinde toplumsal ilişkilerin ve paranın dijitalleştirilmesi, kapitalist nizamın insanların davranışlarını kontrol altına almasını sağlıyor. Aynı şekilde kapitalist hiyerarşi de insanların davranışlarını ekonomik yapısal zorbalıkla kontrol ediyor (Bu noktada Alison McDowell’ın aşağıda anılan araştırmasına bakılabilir.). İnsanlar atomize oluyor, metalaştırılmış birer veri olarak ayrıştırılan insanlar, ilişki kuramadıkları zemin dâhilinde kontrol altına alınıyorlar, ılımlılaştırılıyor, sağılıyorlar.[7]

“İyi Amerikalılar”

Amerikan halkı, “Amerikalı” olmak denilen o narsisizmle alabildiğine ehlileştirilmiş, evcil kılınmış bir halktır. Ülke, sömürgeci politikalar ve savaşlarla dünyaya çok fazla acı ve ıstırap çektirdi, ancak Amerikan halkı, genellikle kendisini özgür yurttaşlar topluluğu olarak görüyor. İşin tuhaf yanı, kendi rahatlıklarının sonuçlarına ne kadar çok katlanmak zorunda kalırlarsa, en azından “Amerikalı” oldukları gerçeğine o kadar çok tutunuyorlar. Çünkü yukarıda anlatıldığı gibi, ülkelerini reddetmek kendilerini reddetmek demektir ki bu, gururlu Amerikalıların en çok korktuğu şeydir.

Böyle bir durum, polis dayağı yerken beyazların “Ben beyazım!” diye bağırdıklarını gördüğümüzde açığa çıkıyor. Bu, sömürücü boyun eğdirme sistemini ortadan kaldırmadan, “çeşitlilik” konusunda ısrar ettiklerinde, kast sisteminin tabakalı yapısının doğasını bilmedikleri anlamına gelmiyor. Amerikalıların büyük bir kısmı bu gerçeği, hatta o sistem içerisindeki konumlarını bal gibi biliyor, ama işlerin eskisi gibi sürmesini istiyor.

Bu yüzden pek çok insan, Rusların “demokrasileriyle” uğraştığı yalanına kanıyor. Aslında Rusların kendilerine bir şeyler yaptığına inanmıyorlar, ama emperyal çerçevede Rusya’nın konumunu hissediyorlar. “Ruslar, Amerika Birleşik Devletleri’nin önüne geçmeye nasıl cüret ederler!” diyorlar. Ne tuhaf ki SSCB’nin yıkılmasından sonra Rus halkına ekonomik şok terapisi uygulayanlar eliyle bugün ekonomik şok terapisine maruz kalanlar, bu gerçeği göremiyorlar. Emperyalizmin yarattığı girdabın küresel bir mesele olduğunu söylemeye bile gerek yok.

Öte yandan bazı batılı vekil güçler, emperyal hiyerarşide daha iyi konumlar elde etmek için uyum sağlama ve fazladan yol katetme konusunda epey hevesli. Ekonomilerinin neoliberalizme uygun olarak yapılandırılması, askerî stratejik ihtiyaçlara uygunluk gösterilmesi, “düşman ülkeler”in şeytanlaştırılması gibi meselelerin ABD’den çok bu ülkelerde öne çıkması muhtemel.

Çin ve Covid-19

Bu noktada şu meseleyi tartışmak gerekiyor: Çin, virüs sürecinde sert tedbirler aldı ve bu tedbirler, ya Batı’nın virüse yönelik adımlarını doğruymuş gibi sunmak ya da tedbirler konusunda Çin hükümetini şeytanlaştırmak için kullanıldılar.

Öncelikle şunu söylemem lazım: Çin’in aldığı tedbirlerle Batılı ülkelerin aldıkları tedbirler arasında büyük bir fark var. Çin, bu süreçte işlerin güvence altına alınması meselesini ciddiye aldı, çalışanların ücretlerini tazmin etti, tedavi seçenekleri sundu. Ölüm oranını asgari düzeyde tutma noktasında etkili tedbirler aldı. Son yapılan bir anketin de ortaya koyduğu biçimiyle Çinliler arasında tespit edilen mutluluk düzeyi, Batılı ülkelerde ölçülen seviyenin çok üzerinde.

Emperyalist güçlerin müdahalesine maruz kalan Çin, uzun vadeli bir plan dâhilinde Marksist-Leninist bir toplum inşa etmeyi planladı. Önemli güçlüklerle karşılaşan ülke, Batı tarafından birkaç kez sömürgeleştirilmek istendi. Bu sebeple Çin, kendi sanayileşme yolunu yürüdü, bu noktada merkezî planlamaya önem verdi. Burada amaç, halkın ihtiyaçlarını karşılamak, bir yandan da Batı kapitalizminin sömürüsüne ve boyunduruğuna karşı koymaktı.

Bu amaç doğrultusunda Çin, Barışçıl Bir Arada Yaşamanın Beş İlkesi’ni oluşturdu: egemenliğe ve toprak bütünlüğüne saygı, karşılıklı saldırmazlık, birbirlerinin içişlerine karışmama, eşitlik ve karşılıklı yarar, barış içinde bir arada yaşama. Bu içişlerine karışmama ilkesi uyarınca Çin, bugün söz konusu ilkeleri benimsemeyen ülkelerle ekonomik faaliyetler yürütüyor ki bu ülkeler arasında ana emperyalist güçler ve onlara bağlı vekil güçler de bulunuyor.

Sonuç olarak Çin, gerçekten de ekonomi sahasını genişletip, sayısız insanı başarılı bir şekilde yoksulluktan kurtarırken, emperyal güçlere karşı ekonomik gücünü de kazanmıştır. Bu gelişme, Çin’i emperyalizm karşıtı bir güç olarak görenlerce eleştirilmiştir. Bu insanlar şu soruyu sormaktadırlar: “Çin, nasıl olur da ekonomi projelerinde İsrail ve ABD gibi ülkelerle birlikte çalışıyor?”

Bana kalırsa bu sorunun cevabı, Çin’in ekonomik kalkınma hedefinde ve içişlerine karışmama siyasetinde aranmalı. Egemen bir ülke olarak Çin, emperyalist güçlerin hâkim oldukları bir dünyada kendi hedefine doğru yürüyor oluşu ile pragmatizm arasında belirli bir denge sağlamak suretiyle kendisine bir hat açıyor.

Şimdi dikkat etmemiz gereken başka bir açı daha var. Çin’de zaman içerisinde karaborsa gelişmiş, ayrıca Batı sömürgeci çıkarları doğrultusunda ülke içine sızmış, ekonomisinin ve milletinin yok olacağını gören devlet, kaçınılmaz olarak piyasa ekonomisine yönelmiştir. Çin Komünist Partisi’nin belirlediği sınırlar dâhilinde serbest piyasa temelli faaliyetlere izin veren Çin, kendi milyarderlerinin Batı’nın emperyalist çerçevesine değil, Çin’in ajandasına uygun hareket etmesini güvence altına almıştır.

Bu arka plan, Çin'in Covid-19 önlemlerinde alabildiğine aktif olan konumunu anlamamıza yardımcı olacaktır. Gerçekten de küresel ekonomik güçlerin “Dördüncü Sanayi Devrimi” olarak adlandırdıkları şey, gelecekte ekonomi güçleri için belirleyici bir faktör hâline gelecekse, bu aşamada söz konusu devrime ağırlık vermeli, ülke, Batı’nın emperyalist hegemonyası karşısında tali bir konuma sürüklenmemelidir. Salgın süreci birçok yönden dördüncü sanayi devriminin bir tür peşrevi olduğundan, bu süreç, emperyalist güçlerle dünyanın geri kalan kısmı arasında süren ekonomik mücadelenin mevcut dinamiği dâhilinde değerlendirilmelidir.

Çin, virüse karşı tıbbi önlemleri ve dördüncü sanayi devrimini, ÇKP’nin rehberliğinde işlemesi gereken ekonominin bir parçası olarak görüyor. Kurumsal çerçeve dâhilinde toplumsal ilişkilerimizi daha da dijitalleştirmenin büyük tehlikesini, bunun yanı sıra finansallaşmasını ve bununla ilişkili sömürü ve boyun eğdirme yollarını fark edenler için bu gerçeği kabullenmek zor olabilir. Bu, anlaşılabilir bir durumdur, ancak böylesi bir hüküm, Batı kapitalizminin tarihi ve fiilî bağlamları uyarınca dile getirilmemelidir.

Bu husus, Batı’daki müesses nizam tarafından Çin’i hatalı bir şekilde, interneti en fazla sansür eden ve yeni teknolojilerle ilişkili baskıcı önlemler alan güç olarak etiketlemek için kullanılmaktadır. Her şeyden önce, Batı’nın siyasi sızmasına karşı yapılan düzenlemeler, söz konusu ülkelere yönelik Batı kaynaklı, sömürgeci istikrarsızlaştırma planlarının tarihine baktığımızda, “sansür” veya “insan hakları ihlali” olarak görülemezler.

Çin hükümeti, haklı gerekçelerle, kendi halkından çoğu Batılı hükümetin görmediği desteği görüyor. Çin’de gelir eşitsizliği ve yoksulluk oranı, şu anda ABD’yle kıyaslandığında gayet düşük seviyede. Öte yandan mevcut gerçekler bize gösteriyor ki ABD polisi her gün ortalama üç kişiyi öldürüyor. ABD hükümeti, insan haklarına aldırış etmiyor, insanları toplu olarak hapse tıkıyor, polis insanlara şiddet uyguluyor, kurumlar ayrımcılık yapıyor, halk sosyal güvenlik ağlarından yararlanamıyor, herkes izleniyor. Kredi puanı, ırk temelli nüfus çalışmaları ve uygulamaya konulan baskı araçları, ABD’de uzun süredir sömürüyü ve zulmü daimi kılmak için kullanılan yöntemler.

ABD’nin küresel ölçekte sömürünün önde gelen gücü, Çin’inse bugün imparatorluk önündeki en büyük engel olduğu gerçeği dikkate alınırsa Çin’i hedefe koymanın mantıksız bir adım olacağı görülecektir.

Diyelim ki dördüncü sanayi devrimi Batı’daki insanlara zarar veriyor. Çin’i şeytanlaştırmanın ve yapay zekâ teknolojisini, internet sahasındaki yeteneklerini vs. geliştirmeye dönük çalışmaların durdurulmasını istemenin bir anlamı olabilir mi? Bu, Soğuk Savaş süresince Rusya ve Çin’deki nükleer silâhları yok etmek gibi bir adım olmaz mı?

Çin'in piyasa ekonomisine geçişi, çevre sorunları gibi konulardan kaynaklanan, kendine has meseleleri var. Her ne kadar yapısal meseleler emperyalist güçlere gösterilen tepkilerden kaynaklanmışsa da bu meseleleri emperyalist güçlerin çözmesine izin verdiğimizde açık ki amaca dönük çalışmalar başarısızlığa mahkûm olacaklardır. Bu sorunlar, Batı’nın omuzlayacağı, sırf beyazlara ait birer yük değildirler. Çin, onları kendince çözmeye çalışmaktadır. Emperyalist Batı, Çinlilerin kaderini tayin edemez.

Son olarak da şunu ifade etmek lazım: İkinci Dünya Savaşı öncesi Japonya gibi ülkeler, Çin’e, Kore’ye, Küba’ya vs. biyolojik saldırılar düzenlediler. ABD ordusu, dünya genelinde çok sayıda biyolojik silâh tesisine sahip.[8]

Bu tür saldırılara hazır olma meselesi, Batı emperyalizminin alt edilmesi noktasında belirleyici olan diğer bir husus. Zira bu vasıf, emperyalizmin elindeki biyolojik saldırı gücüne karşı caydırıcı olmak gibi bir kabiliyetin kazanılmasıyla ilgili. Batı medyasının, devlet kurumlarının, şirketlerin, STK’ların ve diğer Batılı ekonomik ve askerî güçlerin hep birlikte Uygur bölgesinde[9], Hong Kong’da[10] istikrarsızlaştırıcı projeleri devreye soktuğu, geçmişte Tiananmen Meydanı[11] konusunda söylediği yalanlara benzer yalanlara sarıldığı koşullarda bu hazır olma becerisi, gerçekten önemli bir mesele. Çünkü imparatorluk, kendisine kafa tutanları sömürgeleştiriyor, kendi safına çekiyor, bunu beceremediğinde ise onları gözünün yaşına bakmadan yok ediyor.

Çin ve müttefikleri ile Batı kapitalist hegemonyası arasındaki bu dinamikleri anlama meselesi, ahenk içerisinde yaşayacağımız geleceğe doğru atılmış, olumlu bir adım olarak ele alınmalıdır.

Son olarak, emperyalizmin yarattığı girdaba karşı koyan herkese şükranlarımı tüm samimiyetimle sunuyorum. Kapitalist propaganda denizinin dibine gömülmüş gerçekleri ortaya çıkarmak, gerçek koşullarımıza ve onun tarihsel bağlamına dayanan dinamikleri ayırt etmek önemlidir. Çünkü maddi gerçekliği kavrama pratiği, kapitalist yalanların ve aldatmacaların kafesinde evcilleştirildiğimizde insan kalmanın asli anahtarı olarak iş görecektir.

Hiroyuki Hamada
26 Ekim 2020
Kaynak

Dipnotlar:
[1] TalkingStickTV, “Jim Douglass – MLK, JFK, RFK and the Unspeakable”, Youtube.

[2] Aylin Woodward, “Some T cells recognize the new coronavirus without having seen it before”, 6 Ağustos 2020, BI.

[3] Swiss Policy Research, “Studies on Covid-19 Lethality”, ilk basım tarihi: 12 Mayıs 2020, güncelleme tarihi: 20 Ekim 2020, SWPRS.

[4] Nick Baker, “In the Worst of Times, the Billionaire Elite Plunder Working Class America”, 3 Eylül 2020, Counterpunch.

[5] Cory Morningstar, “COVID-19 as a weapon. The crushing of the disposable working class”, 13 Nisan 2020, WKG.

[6] The Highwire, “Mask Whistleblowers Tell All”, HW; Patrick Corbett, “Covid-19: the war against the elderly in uncaring ‘care’ homes”, 2 Mayıs 2020, UKColumn; Dennis Riches, “Fever, Famine and War… and SARS-Cov-2”, 29 Temmuz 2020, DR; “Perspectives on the Pandemic/The (Undercover) Epicenter Nurse/Episode Nine”, 9 Haziran 2020, Youtube; ve Dr. Reiner Fuellmich, “The Biggest Crime Against Humanity Ever Committed”, Bluecat.

[7] Whitney Webb ve Raul Diego, “All Roads Lead to Dark Winter”, 1 Nisan 2020, LAV; Alison McDowell, “Introduction to the Fourth Industrial Revolution & the Covid Economic Reset”, 24 Temmuz 2020, Wrench; ve James Corbett, “Covid 911: From Homeland Security to Biosecurity”, 11 Eylül 2020, 383. Bölüm, Corbett.

[8] Dilyana Gaytandzhieva, “The Pentagon Bio-weapons”, 29 Nisan 2018, Dilyana.

[9] Tony Cartalucci, “The Biggest Lie About China’s Xinjiang “Internment Camps”, 4 Eylül 2020, LDR.

[10] Laura Ru, “A Web of Deceit: Amnesty International in Hong Kong”, 25 Mayıs 2020, Medium.

[11] Max Parry, “30 years after Tiananmen Square, the U.S. is still trying to destabilize China”, 10 Temmuz 2019, Dissident Voice.

0 Yorum: