“Bir avuç milyarderin
tüm toplum üzerinde tesis ettiği iktidar olarak sermaye iktidarı, o kaba ve yoz
niteliğini Amerika kadar hiçbir yerde bu kadar iyi açığa vurmamıştır. Sermaye
varolduğu günden beri bütün topluma hükmeder, dolayısıyla hiçbir demokratik
cumhuriyet, hiçbir oy kullanma hakkı onun özünü değiştiremez.”
[Vladimir
Lenin]
“Meselenin özü şudur:
hepimiz aynı gemideyiz. Dolayısıyla kimse cezalandırılmamalıdır. Kimsenin yaşam
standardı değişmeyecek, köklü bir değişim yaşanmayacaktır.”
[Joe
Biden, başkanlığı konusunda zengin bağışçılarına güvence veriyor.]
Joe
Biden’ın seçim zaferi teyit edildi, ABD’nin yeni başkanı oluşu, sosyal medyada
ve basında keyifle karşılandı.
Ama
Biden’ın siyasetini ve sicilini bilenler, medyanın takdim ettiği o sahte “güzel
adam” imajına aldanmıyorlar, dolayısıyla elde edilen zaferin ne tür sonuçlar
doğuracağını anlamaya çalışıyorlar, ayrıca genel tepkinin elde edilen birikimin
ve deneyimin üzerini örttüğünü görüyorlar.
Bu
süreçte Biden’ın zaferine şüpheyle yaklaşanlar, alabildiğine
yalnızlaştırılıyorlar. Bu süreç, bir yandan da Biden ve yardımcısı Kamala
Harris’e yönelik meşru eleştirilerin tahkir edilmesiyle ilerliyor. O
eleştirilere kişiler, zaferi kazanan sanki kendileriymiş gibi tepki
geliştiriyorlar.
Devyn
Springer’ın da izah ettiği biçimiyle[3]
“Politik eğitimin silinip
atılması, kapitalist yanlış eğitimin hızla dolaşıma girmesi sayesinde geçerli
her türden eleştiri, analiz ve azar, nefret suçuymuş gibi takdim ediliyor,
ayrıca bunlar, Amerika’daki sığ politik muhayyile dâhilinde insanların bir şeylerden
keyif almalarına izin vermeyen girişimler olarak suçlanıyor.”
Ne
üzücü ki ABD’de eleştirel düşünce ve politik muhayyile yoksunluğu, aynı zamanda
Birleşik Krallık’taki politik söyleme ait bir özellik. Biden-Harris idaresinin
başa geçme ihtimalini neşeyle karşılamayanlar, başkalarının mutluluğuna turp
sıkmak için yanıp tutuşan kötü kalpli kişiler olarak görülüyorlar.
Oysa
Steven Salaita’nın da nazik bir dille ortaya koyduğu ayrım bağlamında
söylenmelidir ki bu eleştiriler, nihayetinde sevgi ve dayanışmanın ürünü.
Biden’ın kazandığını görüp sevinmemek, Trump’ın yenilgisi karşısında
rahatlamamak, esasen Biden’ın ve onda cisimleşen neoliberal ve emperyalist
siyasetin geçmişteki (ve gelecekteki) kurbanlarına yönelik merhamet duygusundan
kaynaklanıyor.
Şu
açıktan söylenmeli: Biden, onlarca yıl ABD imparatorluğunun üst düzey görevlisi
olarak, birçok insanın çile çekmesine sebep olmuş bir canavardır. Tüm o
kariyeri dikkate alındığında, sabıka kaydını aktarmak için kitap kalınlığında
bir çalışmaya ihtiyaç vardır. Biden, 1994 tarihli Suç Kanunu gibi ırkçı
kanunların hazırlanmasında önemli bir rol oynamış, bu kanunlar üzerinden siyahî
Amerikalılar hapse tıkılmış, bu suç kanunu, ABD’de özgürlükleri ortadan
kaldıran 2001 tarihli Yurtseverlik Kanunu ile olduğu gibi muhafaza edilmiştir.
Biden, Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olarak, Irak Savaşı konusunda
senatoda lobi çalışması yürütmüş, Amerikan kamuoyunu ikna etmeye çalışmıştır.
Tüm
kariyeri boyunca İsrail’e bağlı kalan Biden, Netanyahu ve Şaron gibi suçlularla
yakın dostluklar kurmuş, hatta Şaron’un cenaze töreninde onu metheden bir de
konuşma yapmıştır. Hâsılı Biden, ülke içinde ırkçı bir otoriter, ülke dışında
ise emperyalizm sevdalısı ve savunucusu bir isimdir.
Liberaller
kendisine epey ümit besliyorlar, ama Biden, çevre konusunda da öyle ileri bir
konumda değil. Kampanyası boyunca kaya gazı ve petrol çıkarmak için kullanılan
hidrolik kırma yönteminin yasaklanmayacağını birçok kez dile getirdi. Ayrıca
enerji danışmanı, fosil yakıt endüstrisi için lobi faaliyeti yürüten, Obama
döneminde enerji bakanlığı yapmış olan Ernest Moniz. Asıl endişe verici gelişme
ise Biden’ın yeni açıkladığı Koronavirüs görev gücü içinde, 75 yaşından sonra
hayatın yaşamaya değer bir şey olmadığını söyleyen Ezekiel Emanuel’in bulunuyor
olması.
Biden,
ayrıca bir yığın cinsel saldırı iddiasıyla karşı karşıya kalmış bir isim. Bu
mesele, Trump yanlısı medyanın dahi pek gündeme taşımadığı, tartışmadığı bir
konu. Oysa biz biliyoruz ki kameralar kapandığında Biden, kendisiyle temas
kuran kadınları ve genç kızları taciz eden bir kişi. Medya öyle güçlü bir silâh
ki bu tür isimlerin itibarını temize çekiyor, sicillerini hasıraltı ediyor.
Biden, Trump’tan farklı olarak, düzgün ve empati kurabilen bir kişiymiş gibi
takdim ediliyor.
Oysa
Kasım 2019’daki ABD darbesiyle devrilen Evo Morales’in son verdiği röportajda
dile getirdiği gibi, Trump’la Biden arasında hiçbir fark yok. Sadece Trump,
ırkçılığını ve faşizmini herkesin gözüne sokuyor. Ayrıca kimse, asıl meseleye
bakmıyor: Biden, akli melekeleri giderek zayıflayan biri. Kampanya döneminde
birçok kez düzgün bir tek cümle kuramayan Biden, en basit kelimeleri ve
ifadeleri bile telaffuz etmekte güçlü çekiyor.
Seçim
sonuçlarını büyük bir keyifle karşılayanların liberaller olmasında şaşılacak
bir yan yok. Bu insanlar, seçimin hemen ardından siyasetle ilgileniyormuş gibi
yapmaya hemen son verdiler. Bu liberaller, esasen Trump’taki açık ırkçılığa,
kaba tarza ve Twitter’daki öngörülemez şovlarına karşılar. Mahcubiyetleri,
özelde bu tür durumlar, genelde de ABD’deki liberal müesses nizam ile ilgili.
Bu kişiler, Trump’ın politikalarının içeriğine ve sonuçlarına karşı değiller,
çünkü Trump, Müslümanlara yönelik yasaklar ve göçmen çocukların kafeslere
konulması gibi adımları Obama-Biden idaresinden miras aldığı siyaset gereği
atıyor.
Trump,
Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etti. Uluslararası düzlemde en fazla
eleştirilen adımlardan biri olarak bu karar, ancak Biden’ın olumlu oy
kullandığı, Obama’nın destek verdiği bir kanunun sonucunda alınabilmişti.
Şurası açık ki Trump’a karşı güya direniş örgütleyen isimlerin önemli bir
bölümü, Trump’ın başkanlığına verdiği zararlardan ötürü karşı çıkmış değildi.
Onların asıl karşı çıktığı şey, Trump’ın dünya genelinde Amerika’nın sahip
olduğu itibara zarar vermesi, mahcubiyete ve rahatsızlığa yol açmış olması idi.
ABD’deki
müesses nizama ait unsurların, bilhassa Trump’ın başkanlığının başlarında
atılan adımlara dair asıl endişelerinden biri de savaş karşıtı söyleme
başvuruluyor oluşuydu. Ara sıra da olsa Trump, kampanyası süresince savaş
karşıtı bir dil benimsemiş, görüşleri dâhilinde yeterince emperyalizm yanlısı
sözler sarf etmemişti. Trump, Suriye’ye yönelik hava saldırılarına yetki
verdiği gün tam da bu sebeple medya ağız birliği ederek onun adını hayırla
andı.
Biden
konusunda ise kimsenin korkusu yok. Ara sıra belirli güvenceler vermek zorunda
kalsa da Biden, kampanyası süresince Çin, Suriye ve İran gibi başlıklar dâhil
tüm dış politika meselelerinde şahin olduğunu ortaya koydu.
Bu
koşullarda Guardian Biden’dan, “Amerika’nın küresel sorun çözücü rolünü
yeniden oynamasını sağlamasını” istedi, zira Trump döneminde Amerika
“vazgeçilmez bir ulus” olarak en fazla ihtiyaç duyulduğu dönemde ortadan
kaybolmuştu. John Pilger’ın “liberal gerçekçilerin görevi, batı emperyalizminin
krizin ve krizdeki derinleşmenin sebebi değil de kriz yönetimi olarak
yorumlanmasını sağlamaktır” sözü, bu yaklaşımı gayet iyi izah ediyor.
Özünde
liberaller Biden’a, sadece Trump kadar açıktan ırkçı olmamak gibi bir fazilete
sahip olduğu için yaltaklanıyor değiller. O korkunç siciline rağmen bunu
yapıyor olmaları, alternatif bir vizyonun veya anlamlı bir siyaset platformunun
bulunmadığı koşullarda, akla C. Wright Mills’in Marksistler (1962)
isimli çalışmasında yer alan, liberalizmle ilgili şu anlamlı değerlendirmesini
getiriyor:
“İnsana, topluma ve tarihe
dair teoriler, daha doğru bir ifadeyle, önermeler seti olarak liberalizm, bugün
açmazdadır. Liberaller sürekli o kadar çok şey istiyorlar ki bu, onların
gerçeklerle bağını kopartıyor. Tam da bu sebeple liberal teorileri tasnif etmek
güç bir mesele. Anlaşılmak için yanıp tutuşan olguları göremeyen liberaller,
dünyada olan bitenlerle hiç mi hiç ilgilenmiyorlar. Liberaller gerçeklere belli
bir açıdan yaklaşıyorlar, bu noktada kişisel özellikler ve tarzlar belirleyici
oluyor. Bu sayede liberaller, toplumsal hayatın yapısal koşullarından ve o
koşulları değiştirme ihtiyacından uzak durma imkânı buluyorlar. Esasında
liberaller, muazzam denge denilen o muğlak anlayış dışında, bir bütün olarak
toplumun mevcut yapısına dair ikna edici herhangi bir görüşe sahip değiller.
Liberaller, kendi dönemleri ve ulusları konusunda sağlam bir anlayıştan
yoksunlar.”
Trump
döneminde, Mayıs ve Haziran aylarında devletin Siyahların Hayatı Önemlidir
eylemlerini sert biçimde bastırdığı dönemde, Amerikan liberalizminin maskesi
düştü ve o maskenin ardındaki faşizm, çirkin yüzünü gösterdi. Biden’ın
kazanmasıyla bu maske yeniden takılacak, Amerika’ya dair imaj tazelenecek,
emperyalizm tekrar “küresel sorun çözücü” olarak takdim edilecek.
Trump’taki
aleni ırkçılık, yerini Demokrat Parti’deki rafine ve örtük bir ırkçılığa
bırakacak. Böylelikle ABD’nin askerî eylemlerinin ardındaki gerçek motivasyon
kaynağı, devlet adamlarına has insanî müdahaleyle ilgili mesajlarla ve
uluslararası toplumun koruma sorumluluğuna atıfta bulunan açıklamalarla
gizlenecek.
Biden’ın
yarı siyahî, yarı güney Asyalı yardımcısı Kamala Harris, siyasetinin Biden’ın
siyaseti kadar gerici olduğuna bakılmaksızın, yeni kurulacak hükümetin ilerici
yüzü olarak takdim edilecek.
Her
türden ırkçılığa ve emperyalizme, bunların rafine veya kaba tüm biçimlerine
karşı olan insanlar, Biden’ın zaferini gerçeği gizlemeye yönelik samimiyetsiz
bir girişim olarak kullananlara karşı çıkmalıdırlar. Bu gerçek şunu
söylemektedir: Biden’ın zaferiyle, soykırım üzerine kurulu imparatorluğun
başındaki iki partili idari yapıda kartlar yeniden karılmıştır. Bu yapı, kim
başkan olursa olsun, hem kendi halkı hem de bu gezegendeki herkesin geleceği
için büyük bir tehlikedir.
Louis Allday
10 Kasım 2020
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder